• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1. Merkez-Taşra Entegrasyonu

Batı Avrupa ülkelerinin iktisadi ve siyasi güçlerinin Osmanlı coğrafyasına yayılmasıyla imparatorluğun geneli Wallerstein’in merkez-periferi modeliyle uyumlu bir bütünleşme ve sömürü sürecine girdiği gibi Beyrut da adım adım aynı sürece dahil oldu. Bu sürecin kapitalist sistem ülkelerinin dayatmasının sonucu olduğu kabul görmekle birlikte Osmanlı yönetiminin politikaları ve Osmanlı toplumunda yaşanan iktisadi ve sosyal dönüşüm gibi iç etkenlerle bağlantılı olduğu gerçeği de yadsınmamalı300. Bununla birlikte Beyrut’un ve hinterlandının liman aracılığıyla Dünya-Ekonomi Sistemi’nin bir parçası haline gelme süreci sistemin merkez ülkeleri ve Osmanlı Devleti arasında karşılıklı bir uzlaşı sonucu gerçekleşen bir olgu değildi. Osmanlı yönetiminin İstanbul merkez olmak üzere periferisi olarak kabul ettiğimiz Suriye kıyı sahilleri ve Beyrut’un sisteme dâhil olmasına Osmanlı merkezinin bir tepkisi, reaksiyonu olduğu görülmektedir. Zira Beyrut Limanı ve hinterlandı bu süreçte merkez temsilcileriyle taşra ahalisi arasında karşılıklı bir pazarlık alanı, aynı zamanda yabancı tüccarlara ve yatırımcılarına, yani bölgede yayılan kapitalist ekonomik sisteme karşı Osmanlı merkezi idaresinin Beyrut’ta meşruiyetini koruma mücadelesinin bir sahnesini sunmuştur. Dolayısıyla burada Osmanlı idaresinin Beyrut Limanı’nın uluslararası ekonominin bir parçası haline gelmeye başlamasına gösterdiği refleks ve merkez ve taşra arasındaki ilişkinin boyutunu incelemeye çalışacağız.

Daha önce de belirtildiği gibi XIX. yüzyıl başlarında dahi Beyrut ve çevresinin Osmanlı otoritesini zaman zaman tehdit eden yerel ileri gelenlerin,

300 Edhem Eldem, “İstanbul: İmparatorluk Payitahtından Periferileşmiş Bir Başkente”, Doğu ile Batı

Arasında Osmanlı Kenti: Halep, İzmir ve İstanbul, Ed. Edhem Eldem, Daniel Goffman, Bruce Master, Çev: Sermet Yalçın, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2012, s.236.

emirlerin nüfuz alanının bir parçası olması Beyrut Limanı’nda yabancı ticareti engelleyici bir unsur olarak görülmekteydi. Fransız konsolosu Henry Guys, 1833 yılında bu limanın Cebel-i Lübnan emirlerine mensubiyetinin sona erdiği andan itibaren sahip olduğu avantajları kullanabileceğini ileri sürerek bölgede güçlü bir nüfuzu bulunan emirlerin Beyrut Limanı’nı kullanan tüccarlar için engel teşkil ettiğini ifade etmiştir301. Buradan yabancı yatırımcıların bölgedeki mahalli güç odaklarının nüfuzunu kendi ticari menfaatleri açısından dezavantajlı gördükleri dönemler olduğunu söylemek mümkündür.

Osmanlı merkezi idaresi açısından da yerel liderler hususunda aynı durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’yi işgali sırasında Maruni Katolik olan Şihab ailesinden Emir Beşir II (1788-1840) Osmanlılara karşı Suriye’yi denetimi altına alan Mısır yönetimini desteklemişti. Osmanlılar 1841 yılında İngiliz Avusturya müttefik donanmasının desteğiyle Mısır güçlerini Suriye’den çıkarıp Osmanlı otoritesini yeniden tesis ettiklerinde Beşir II’nin yerine Şihab ailesinin zayıf bir ferdini, Beşir III’ü getirdiler302 ve bu da Osmanlı merkezi gücünün bölgede uygulanabilmesi için uygun koşulları sağlamış oldu303. Bölgedeki emirlerin gücünün azalması Osmanlı erkinin Beyrut’ta ve dolayısıyla bölgede daha fazla hissedilmesine olanak tanıyacaktı. Dolayısıyla bu da limanın kontrolünün, ticari ve iktisadi denetiminin sağlanabilmesi sonucunu doğurabilirdi.

Osmanlılar Beyrut’u idareleri altına aldıktan sonra Mehmet Ali Paşa’nın bölgede başlatmış olduğu yenilikleri kendi yönetimleri için örnek almıştı. Zaten mali kriz, Osmanlı’nın Avrupa topraklarında ayrılıkçı hareketlerin baş göstermesi ve dış baskılar Bâbıâli yönetimini 1839 yılında Tanzimat olarak bilinen bir dizi reform programını uygulamaya zorladı. Bu program askeri gücün modernleştirilmesini,

301 DDC, Henry Guys au Duc de Broglie, Direction Commerciale, No. 26, 15 Kasım 1833, Tome I, s.

277.

302 Ahmed Lütfi Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, C. 6-7-8, Yay. Haz. Yücel Demirel,

YKY, Ankara 1999, s. 1062-1063.

tarım üretimini ve ticaret gelirlerinin arttırılmasını hedeflemekteydi. Bütün bunlar tebaanın daha iyi kontrolünün sağlanmasını ve tebaa hakkında daha çok bilgi sahibi olmayı gerektiriyor ve nüfus sayımı, zorunlu askerlik, vergilerin toplanması gibi reformlar doğrudan bölgenin politik kontrolünü kolaylaştırmak için kamu kurumlarının tesisini zorunlu kılıyordu. Aynı zamanda bu düzenlemeler Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’yi işgali sırasında yaptığı reformlara benzemekteydi. Nitekim Tanzimat’ın öngördüğü yenilikler çoğunlukla Bâbıâli tarafından uygulanmasından önce Mısır yönetimi tarafından bölgede denenmişti. Osmanlı yönetiminin de düzenli vergi tahsilinin sağlanması, 1840 yıllarında Suriye’de nüfus sayımı yapması gibi uygulamalar merkeziyetçiliği sağlamak ve otoritesini taşrada yaygınlaştırmak adına Tanzimat çağında denediği uygulamalardı. Mısır güçlerinin ayrılmasından sonra Şihab ailesinin zayıflaması ve 1842’de bölgenin tekrar organizasyonu, idari ve ekonomik baskı, genellikle Cebel-i Lübnan’ı Beyrut ile karşı karşıya getiren304 mezhepsel gerilim civarda 20 yıl kadar sürecek sorunun temellerini oluşturdu.

Nitekim huzursuzlukların kökeninde Dürzi ve Maruniler arasında yaşanan anlaşmazlık vardı ve gerginliklerin derinleşmesi üzerine Osmanlı Devleti, yabancı devlet temsilcileriyle görüşüp bu sorununun çözümü için girişimlerde bulunarak 1842 yılında güçlü bir yerel otorite olan Şihab emirliğine son verdi305. Böylece yerel bir güç odağı saf dışı bırakılmış oldu. Osmanlı yönetiminin böyle bir karar almasında İngiltere ve Fransa’nın bölgeye müdahil olması önemli bir etkendi. Özellikle İngiltere bölgenin, Trablusşam, Sayda ve Beyrut’un Cebel-i Lübnan sınırlarına dâhil

304 1840 yılında Suriye’de Osmanlı yönetiminin yeniden tesis edilmesine eşlik eden politik ve idari

değişiklikler, Beyrut’un Cebel-i Lübnan’a dahlinin artmasına vesile oldu. Şöyleki Mehmet Ali Paşa güçleri idaresi altında Beyrut yönetim ve diplomasi merkezi haline gelmişti. 1840’tan sonra da şehrin bu durumu devam ettirildi ve güçlendirildi. Cebel-i Lübnan ile Beyrut’un ilişkisi iki zıt süreci takip etti. Şöyleki Cebel-i Lübnan bölgesinin zayıflaması ve Beyrut’un politik olarak güçlenmesi. İdari organizasyon Beyrut’u Cebel-i Lübnan’ın gözlemcisi durumuna getirdi. Beyrut ve Cebel-i Lübnan ayrı yetki sınırlarında kaldı fakat bölgedeki sorunlara Beyrut’un müdahil olmasına ve işin içine girmesine neden oldu. Bölge üzerinde Beyrut’un etkisi 1860 yılındaki sivil savaş sonrasında da hissedilmeye devam etti. Bkz: Leila Fawaz, “The City and the Mountain”, s. 491.

edilerek otonom bir şekilde emirlerin idaresinde olması gerektiği kanaatindeydi306. Hatta bölgede bulunan İngilz diplomatik temsilcisine göre, Suriye bölgesi Osmanlı idaresine terk edildiği takdirde karmaşanın kaçınılmaz olacağı şeklinde bir değerlendirme dahi yapılmıştır307. Dolayısıyla Osmanlı yönetimi aldığı kararla kendi meşruiyetini bölgede kabullendirmek ve bölgeyi merkezi idareye bağlamak ve Tanzimat’ın öngördüğü reformları bölgede uygulamak suretiyle yabancı devletlerin müdahalesine karşı bir hamle yaptığını ve Beyrut ile civar limanlara yönelik bu devletlerin tasavvurlarına karşı korumacı bir politika takip etme gibi bir izlenim verdiğini söyleyebiliriz. Hatta Cebel-i Lübnan meselesinin çözümü için Eylül 1842 tarihinde beş müttefik devlet elçi ve maslahatgüzarlarıyla yapılan görüşmeler sırasında da bölgede asayişin sağlanacağına dair güvence verirken Bâbıâli, yabancı devlet temsilcilerine bölgenin‘sahib-i mülk’ü olduğunu sıklıkla vurgulama gereği duymuştur308.

Beyrut Limanı’nın hinterlandı olan Cebel-i Lübnan’da yaşanan siyasi gelişmelerin konumuz açısından önem arz etmesinin ve bu bölgedeki gelişmelere değinmemizin sebebi genel itibariyle bir limanın büyümesi hinterlandı ile kurulan ilişkisine veya hinterland üzerinde sağladığı kontrole ve denetime bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Beyrut’un hinterlendı üzerindeki etkisini de aynı şekilde değerlendirmekteyiz. 1840 yılında bölgede mezhep çatışmaları patlak verince zaten Sayda Valisi’nin karargâhı Akka’dan Beyrut’a taşınmıştı309. Böylece Cebel-i Lübnan emirliğinin 1842’de lağvedilmesi Osmanlı Devleti’ne hem Beyrut ve hem de Şam üzerinden Cebel-i Lübnan üzerinde geçmişte olduğundan daha çok kontrol

306 The British Library (TBL), Add. MS. 40038, Charles Napier to Lord Palmerston, 15 Ekim 1841.

İstanbul’da bulunan İngiltere elçisi Startford Canning’in Cebbel-i Lübnan’ın eski usule göre idaresinin devam etmesi talebi hakkındaki görüşü için bkz: BOA, HR. SFR. 3, 2/13, 10 Temmuz 1842. Hatta İngiltere’nin bölgeye yönelik tasavvurları ilerleyen yıllarda da devam etmiş ve Mehmet Ali Paşa yönetimi Suriye’den çıkarılmasının ardından İngiliz kumandan Charles Napier sekiz yıl bölgede kontrolü sağladıktan sonra “Cebel-i Lübnan’ın idaresinin Sayda, Trablusşam ve Beyrut Limanı’nı da kapsayacak şekilde genişletilmesi halinde İngiltere için çok yararlı olabilir” önerisinde bulunmuştur. Bkz: Philip Mansel, a.g.e, s. 96.

307 TNA, FO, 78/449, No: 15, 22 Mart 1841. 308 BOA, İ. MTZ. CL, 1/15, 26 Eylül 1842. 309 Jens Hanssen, Fin de Siécle Beirut, s. 33.

kurmasına izin verdi. Nitekim emirliğe son verilip Dürzi ve Marunileri temsilen iki kaymakamlı bir idare esasına dayanan bir sistem getirilmiş ve kaymakamların da Bâbıâli tarafından atanması ilkesi benimsenmiştir310. Ayrıca iki kaymakamlığın altında her dini cemaati temsilen üyelerin bulunduğu bir yerel meclis oluşturuldu. Böylece din ve mezhep esasına dayanan bir idari yapı oluşturulduğu gibi Tanzimat’ın öngördüğü daha modern ve yeni düzenlemelerden esinlenilmiş oldu. Bölgede halkı temsilen yerel meclislerin oluşturulması Osmanlı merkezi idaresinin bölgede gücünü arttırdığı merkeziyetçi bir yapının sağlamlaştırılması girişimleri için önemlidir.

Tanzimat döneminde gelişen merkezi kurumlar vasıtasıyla yeni yönetim kurumları olarak taşrada yerel meclislerin311 oluşturulması ve gerçekleştirilen yeni düzenlemelerle merkezden uzak bölgelerde Osmanlı yönetiminin otoritesini etkili bir şekilde hissettirmesi merkez-taşra entegrasyonunun önemli bir sürecini oluşturdu312. Dolayısıyla bölgede artan Avrupa ekonomik nüfuzuna karşı Osmanlı’nın yaptığı merkezileşme girişimlerini, Beyrut’un Dünya-Ekonomi Sistemi’ne dâhil olma sürecine İstanbul merkezli bir tepki, yani ekonomik baskıya siyasi refleks, olarak değerlendirmekteyiz. Aynı şekilde Osmanlı Nablus’u hakkında önemli bir çalışması bulunan ve bölgeyi merkez-periferi ilişkisi bağlamında değerlendiren Beshara Doumani, yerel meclislerin rolünü merkezî idare-taşra ilişkisinde önemsemektedir. Ona göre yeni şehir formunun elitlerini oluşturan ve mültezim, tüccarlar, komisyoncular, üreticiler ve küçük sanayicileri kapsayan yerel meclisler, siyasi yetkinin sınırları içinde Osmanlı hükümeti ile pazarlık yapmak için yerel unsurlara

310 BOA, İ. MTZ. CL, 1/20, 24 Ocak 1843; Leyla Fawaz, Merchants and Migrants, s. 24-25.

311 Tanzimat döneminden itibaren taşrada kurulan, halktan da temsilcilerin katıldığı meclisler

(Muhassıllık Meclisleri 1840-1842, Memleket Meclisleri 1842-1849, Eyalet Meclisleri 1849-1864, Vilayet İdare Meclisleri ve Umumi Meclisleri 1864-1908) hakkında bkz: Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK, Ankara 2013, s. 208-268.

312 Jens Hanssen, “Practices of Integration-Center-Periphery Relations in the Ottoman Empire”, s. 64.

Tanzimatın ilanında her bir kaza ve livaya muhassıl olarak İstanbul’dan bir memur gönderilmiştir. Bkz: Ahmet Lütfi Efendi, Vak‘anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, C. 6-7-8, YKY, Ankara 1999, s. 1118.

fırsat sağlamış olduğu313 gibi aynı şekilde Osmanlı’nın bölgede otoritesini güçlendirmesine ve karşılığında taşra halkının idarede temsiliyetine katkı sağlamıştır. Tanzimat reformlarının altında yatan genel tasavvur hükümet ve tebaası arasında doğrudan bir ilişki kurmak ve uzak bölgelerde doğrudan merkezin kontrolünde bir yönetimi yaygınlaştırmaktı. Bundan sonra yapılan idari düzenlemelerde bu anlayışı görmek mümkündür314. Büyük güçlerin Osmanlı iç işlerine müdahalesi ve buna mukabil devlet erkânının Tanzimat’ı algılayışı Osmanlı Devleti’nin merkez-taşra, yani periferisi arasındaki ilişkiyi açıklamada yarar sağlar, gerek Tanzimat Fermanı ve gerek Islahat Fermanı yerel güçlere karşı hem halkın hem de merkezi gücün etkinliğini arttırmayı hedeflediğini söyleyebiliriz. Bâbıâli 1856 yılında da Islahat Fermanı ile ikinci dalga reform programlarına girişti. Periferide merkezin kontrolünü arttırmaya yönelik girişimlerden 1858 Arazi Kanunnâmesi315 ve 1864 Vilâyet Nizamnâmesi de ayrıca önem arz eden gayretlerdi.

313 Doumani, Rediscovering Palestine: Merchants and Peasant in Jabal Nablus, 1700-1900, s. 147,

240; Jens Hanssen, “Practices of Integration-Center-Periphery Relations in the Ottoman Empire”, s. 65.

314 Halil İnalcık, gerileme paradigmasından okuyarak Tanzimat’ı ve reformlarını adem-i

merkeziyetçilik olarak değerlendirmektedir (Bkz: Halil İnalcık, “Centralization and Decentralization in Ottoman Administration”, Studies in Eighteenth Century Islamic History, ed. Thomas Naff - Roger Owen, Carbondale 1977, s. 27-52). Oysa Tanzimat ve sonrasında yapılan reformların asıl amacının merkezi idareyi güçlendirerek devletin taşrada otoritesini sağlamaya yönelik olduğu görülmektedir. Erken Tanzimat döneminde gelişen merkezi kurumlar, İstanbul ve periferi arasındaki ilişkileri geliştirdi ve periferiyi merkeze daha çok yakınlaştırdı ve taşrada merkezi idarenin temsilcisinin merkezi hükümetin taşrada gücünü etkili olarak genişletmesiyle merkez ve periferi arasında bir entegrasyon sürecinin sağlandığının ifade edilmesi daha mümkündür. Bu konu hakkında genel bir bilgi için bkz: Stanford J. Shaw, “The Origins of Representative Government in the Ottoman Empire, An Introduction to the Provincial Councils, 1839-1876”, Near Eastern Round Table, 1967-1968, ed. Richard B. Winder, New York University Press, New York 1969, s. 53-142; İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri 1840-1880, TTK, Ankara 2018, s. 18, 24; Jens Hanssen, “Practices of Integration-Center- Periphery Relations in the Ottoman Empire”, The Empire in the City; Arab Provincial Capitals in the Late Ottoman Empire, Beirut 2002, s. 49-75; Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK, Ankara 2013.

315 1848 Arazi Kanunnamesi’nin Osmanlı merkezi gücünü ve vergi gelirlerini arttırmayı hedeflediğine

dair değerlendirmeler hakkında bkz: Doreen Warriner, Land and Poverty in the Middle East, Middle East Economic and Social Studies, London - New York 1948, s. 17; Eugene L. Rogan, Frontiers of the State in the Late Ottoman Empire: Transjordan, 1850-1921, Cambridge University Press, Cambridge 1999, s. 82-83. 1858 Arazi Kanunnamesi üzerine yazılmış çalışmalar

Yine bunların da taşrada devlet kontrolünü yaymak ve genişletmek için bir girişim olarak yürürlüğe konduğu söylenebilir316. Bütün bunlar Bâbıâli’nin merkezileşme ve kendi periferisini de kontrol edebilme niyetinin göstergesiydi. Yapılan düzenlemeler öncelikle yerel meclisler vasıtasıyla şehrin ileri gelenlerinin desteğini alarak ve güçlü bir askeri otorite ile desteklendi317. İdari değişikliklere rağmen Osmanlı Devleti’nin Cebel-i Lübnan’da 1842 yılında Avrupalı devletlerin müdahalesiyle inşa ettiği yeni idari yapılanma bölgede mezhepsel sorunların yeniden ortaya çıkmasını engelleyemedi. 20 yıl gibi kısa bir sürede Beyrut ve çevresinde Dürzi ve Maruniler arasında çatışmalar yeniden başladı318. Bu olaylar Avrupa devletlerinin olaylara yeniden müdahil olmasına sebep oldu. Bâbıâli’nin görevlendirdiği Fuad Paşa319 başkanlığında beş büyük devlet İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulmuş ve 9 Haziran 1861’de sorunun çözümüne dair imzalanan antlaşma 23 Haziran’da da bir fermanla yürürlüğe girmiştir320. Böylece iki kaymakamlı idare usulünden vazgeçilip diğer dini grupların da dâhil edildiği ve din ve mezhep esasına göre siyasal iktidara katılmayı öngören

hakkında kapsamlı bir değerlendirme için bkz: E. Atilla Aytekin, “Hukuk, Tarih ve Tarihyazımı: 1858 Osmanlı Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklaşımlar”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C. 3, S. 5, 2005, 723-744. Ayrıca bu kanunname üzerine yapılan kapsamlı bir tez çalışması için bkz: Mustafa Macit Kenanoğlu, 1858 Arazi Kanunnamesinin Osmanlı Siyasal ve Toplumsal Yapısı Üzerindeki Etkileri (1858-1876), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2002, s. 184-185.

316 Osmanlı yönetiminin merkez ve periferi algısı ve periferiye yönelik idari tasavvurları için bkz:

Metin Heper, “Center and Periphery in the Ottoman Empire: With Special Reference to the Nineteenth Century”, International Political Science Review Vol. 1, No. 1, Studies in Systems Transformation (1980), s. 81-105.

317 Tanzimat siyasetine muhalif olanların da meclislerde yer alarak uygulanan yeniliklere karşı

çıktıkları ve halkı isyana teşvik ettikleri de görülmekteydi. Tanzimatın öngördüğü ve reformların bir parçası olan yerel meclislerin üyeleri her zaman merkezi idareyi destekleyen bir tavır sergilemiştir. Bkz: Halil İnalcık, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, Belleten, C. XXVIII, S. 112, 1964, s. 636; Emre Satıcı, “Tanzimat Dönemi Bursa Eyaletinde İç Güvenliğin Sağlanmasına Yönelik Önlem ve Çabalar (1839–1867)”, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), S. 24, 2008, s. 180-181.

318 BOA, HSD/AFT, 9 Mayıs 1861.

319 Cebel-i Lübnan’da yaşanan olaylardan dolayı Fuad Paşa’nın olağanüstü yetki ile Beyrut’a

görevlendirildiğine dair bkz: BOA, A. DVN. NMH, 11/7, 18 Temmuz 1860; BOA, A. MKT. MHM, 227/54, 24 Temmuz 1861.

320 17 maddeden oluşan Cebel-i Lübnan idaresine dair hükümler için bkz: TBL, Add. MS, 44913 A,

Bâbıâli tarafından atanacak bir Mutasarrıf tarafından bölgenin idaresinin sağlanacağı bir sistem kuruldu. Bu nizamname ile Cebel-i Lübnan, Osmanlı idari sisteminde adem-i merkeziyetçiliğin ilk ve en önemli örneği oldu. Cebel-i Lübnan elde ettiği özerk statüsü ile Bâbıâli’ye yıllık belirli oranda vergi ödemek dışında merkeze karşı mali bir yükümlülüğü olmadığı gibi mülki manada da bir sorumluluğu kalmamış oldu321. Oysa Beyrut, kurulan Lübnan Mutasarrıflığı’nın dışında bırakıldı ve idaresi, doğrudan merkezde olmak suretiyle İstanbul’a bırakıldı. Böylece Bâbıâli, limanı vasıtasıyla bir ticaret merkezi haline gelen Beyrut’un kaderini yerel güçlere bırakmama ve yabancı devlet müdahalesini kontrol altında tutmanın bir aracını kaybetmemiş oldu.

Siyasi gelişmelerin bu şekilde seyrinin yanı sıra Cebel-i Lübnan mutasarrıflık ile idare edilirken Beyrut, Suriye sahilinde küçük eyalet limanından bütün bölgenin en önemli sosyal, ekonomik ve politik merkezine dönüştüğü araştırmacılar tarafından genellikle ifade edilmektedir322. XIX. yüzyılda dış ticarette ilerleme ile birlikte güzergâhlar ve ulaşım yollarındaki değişimler ticaret ve ekonominin kontrolü için idari merkezlerin de değişmesine yol açmaktaydı. Buna bağlı olarak yeni gelişen merkezlerin baskısıyla idari birimlerin sınırları ve merkezleri yeni mevcut koşullara göre düzenlenmekteydi. Aynı şekilde Dünya- Ekonomi Sistemi’nin bir parçası olmaya başlamasıyla Beyrut Limanı’nın aktif kullanılması ve şehirde Avrupa nüfuzu ile ticari ve ekonomik faaliyetlerin artması yüzyıl boyunca birçok defa idari yapıda da değişimi gerektirmişti. Beyrut’un mülkî

321 İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri (1840-1880), s. 53. Ayrıca Bkz: Engin

D. Akarlı, “Administrative Council of Mount Lebanon”, Lebanon: A History of Conflict, Ed. Nadim Shehadi, Dana Haffar Mills, The Centre for Lebanese Studies, London 1988, s. 79-80. Engin Deniz Akarlı’ya göre ise Cebel-i Lübnan’da mutasarrıflığın oluşturulması ile başlayan “The Long Peace” diye adlandırdığı süreç sadece hak ve sorumlulukların paylaştırıldığı bir sistem olarak ilan edilmiş olmadı, aynı zamanda taşrayı, yani Osmanlı’nın periferisini merkeze yani İstanbul’a daha çok yakınlaştıran, merkezileşmeye doğru kayan bir süreci de kurumsallaştırmış oldu. Bkz: Engin D. Akarlı, The Long Peace: Ottoman Lebanon 1861-1920, University of California Press, Berkeley and Los Angeles, California 1995.

bir merkez olması, vilayet olarak statüsünün yeniden belirlenmesi, yani idari ve mekânsal olarak Beyrut’ta yeni düzenlemelerin yapılmasına yol açmıştır.

Beyrut idari olarak hemen hemen XIX. yüzyıl ortalarına kadar Şam Eyaleti’ne bağlı iken 1844 yılından itibaren Sayda Eyaleti’ne bağlı bir sancak ve eyaletin idari merkezi haline getirildi. 1864 Nizamnamesiyle Beyrut’la birlikte Lazkiye, Akka, Trablusşam, Sayda gibi kıyı şeridinin diğer liman şehirleri de dâhil olmak üzere Cebel bölgesi, Şam, Kudüs, Havran, Hama, Humus sancakları birleştirilerek mekânsal değişikliklerle ve yeni idari birimin sınırları yeniden çizilerek Şam merkez olmak üzere Suriye Vilayeti yeniden teşkil edildi323. Burada önemli husus Osmanlı merkez idaresinin birkaç yıl öncesinde taşrada yerel güç odaklarına kaptırmış olduğu yetkilerini yeniden ele geçirmek için bir takım düzenlemeler yapmış olmasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1860 yılında ortaya çıkan bunalım sonucunda Dürzi ve Maruniler arasındaki dini ve mezhepsel gerilimi kontrol etmek için uluslararası garantiler altında Haziran 1861’de Cebel-i Lübnan’ın yeni politik ve ekonomik bir düzen ile bölgede yarı otonom bir alan olarak yeni bir organizasyon belirlenerek dizayn edildiği protokolden sonra 1864 yılında tekrar yapılan düzenlemeler ile Sultan adına vergi toplayan bir sancak beyi olarak hizmet eden yerel emirlerin elinde olan vergi toplama yetkisi alındı ve güç mutasarrıflara