• Sonuç bulunamadı

1.3. YAPITLARI

2.1.4. Mekân

2.1.4.1. Somut Mekânlar

2.1.4.1.1. Açık Mekân

İstanbul: İlk Kadın’da taşradan gelen bir gencin öyküsünün kent imgesiyle birleştirildiği görülür. Başkişinin kenti keşif süreciyle yolculuğunun başladığı ilk durak Çiçek Pasajı’dır: “Kılavuz kitaplarda tarif edilen, planlarda gösterilen, şehrin sahibi havasındaki gezginlerce adım adım özetlenen şehirden görünürde bağlantısız, ama insanı büyüleyen, teslim alan bir görüntüleme gücüne sahip ayrı ayrı mekânlar çıkar” (İKDN, 13) cümlesinden “Sarayburnu, Yenikapı, Galata ve Beyoğlu” gibi önemli semtleriyle İstanbul’un romanda etkin rolü olduğu görülür. İlk Kadın’da İstanbul’un her açıdan gözler önüne serildiği görülür.

Kapalı Çarşı, Yerebatan Sarayı, Çiçek Pazarı ve Ayasofya Camii gibi şehrin diğer önemli yerleri olarak aktarılır. Bununla birlikte sokaklarının anlatıların odak noktasına koyulduğu görülür.

İstanbul, İlk Kadın’da kahramanların yaşamlarına tanıklık eden ve romanın kahramanı gibi ön plana çıkarılan kent olur. Eserde kasabasından ayrılıp, yatılı okul için İstanbul’a götürülen gencin yeni yaşamındaki değişimlerine tanık olunur. Şahıs kadrosunu oluşturan karakterlerinden biriyle mekânın arasındaki varlığı aktarılan çok yönlü alışveriş, mekânı vakanın karakterlerinden birine dönüştürür. Bu durumlarda mekânın şahıslaştırıldığı söylenebilir (Aktaş, 2005: 131). Bu romanda da başkişinin psikoloji ve kişiliğini yansıtan mekânlar şeklinde genelev sokağındaki ev ve yatılı okulun önem kazandığı görülür. İşlevsel özellikleriyle bilinen mekânlar kahramanın psikolojisine de paralel olarak değerlendirilir.

İstanbul’un, ergenlik dönemine giren gencin yabancı olduğu nesne ve insanlara karşı bakış açısını yansıttığı için işlevsel bir yapısının olduğu görülür: “O yürüdükçe artıyor kentin devinimi. Otobüsler, troleybüsler, dolmuşlar, at arabaları bir durup bir kalıyorlar. Boğaz’a giren gemilerin boğuk sirenleri yankılanıyor kulaklarında (…) İşgal altında bilinci” (İKDN, 38). Şehrin, başkişi üzerinde tahakkümüyle bilincini kaybetmesine ve ilk kadınla yüzleşmesine de vesile olduğu görülür. İçe dönük ruh haline sahip olduğu görülen gencin, yatılı okuldan kaynaklanan yalnızlık duygularından kurtulabilmek için cinsel dürtülerin çekimine kapıldığı ve geneleve sürüklendiği görülür. Şuursuz bir şekilde girdiği görülen genelev sokağını da mekânlar içinde değerlendirmek mümkündür:

“Derin bir yalnızlık duydu. Bırakıp gitmek istedi genelev sokağını. Birbirinin üzerine abanmış, yıkılacakmış gibi duran köhne evleri, odalara girip çıkan kadınların bezgin yürüyüşlerini, takunya seslerine karışan küfürleri unutmak, bu çürük dünyanın tiksinç görüntüsünü bir daha hiç anımsamamacasına silmek istedi. Yokuş yukarı, çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Kalabalık artıyordu giderek. Bütün çabasına karşın kapıya ulaşamıyor, genelev sokağını dolduran insanlar onu aşağıya, en dipteki evlere doğru çekiyorlardı” (İKDN, 25).

İlk Kadın’da kahraman, sebebini açıklamakta güçlük çektiği güven duygusu problemini yaşar. Denizin şehrin içine kadar sokulduğu yerler kahraman için, negatifliklerin yaşandığı diğer yerleri unutma ve onu huzura kavuşturma konusunda bir farklılık taşır. Deniz kendisinde bir arınma ve pişmanlıkları unutma aracıdır. Burada

Kavafis’ten yer verilen alıntıyı vermek gerekir: “Bulamazsın ne başka bir deniz/ Ne başka bir ülke /Bu kent peşini bırakmaz senin” (İKDN, 11). Son dizede yazarın kentten kente kaçışı ya da şehri aramasının önemli bir göstergesi olduğu görülür. Romanda İstanbul’un, klasik edebiyatın sevgili tipiyle kıyaslanması ve İstanbul hakkında çeşitli istiareler yapılması söz konusudur. Sevgilinin tüm güzellik ögelerinin İstanbul’da ete kemiğe büründüğü görülür: “Selvi boylu, lal dudaklı, inci dişlidir” (İKDN, 80). Yazar, kentin eşsizliğini anlatabilmek için İstanbul şehrengizini bir araç olarak kullanır: “Bu şehr-i İstanbul ki bi-misl ü behadır/ Bir sengine yek-pare Acem mülkü fedadır” (İKDN, 80).

Okul bahçesi: Bunların yanında başkişinin kaldığı okul bahçesini bir sınır olarak kabul ettiği görülür. Bu sınırın bir tarafının: “…bir bataklık olduğunu, bir kez adım atınca insanı yavaş yavaş dibe doğru çektiğini” (İKDN, 79) belirtir. Kahraman izinde olduğu bir hafta sonunda geneleve gittiği için pişmanlık duyar, ardından şehri sokak sokak gezmeye başlar. Modern şehrin ögelerinden biri olarak kabul edilen genelev, kahramanın kendi üzerine sorular sormasına sebep olur. Bu sorulara verdiği cevaplarla tatmin olmadığı görülür. Kendini ve kenti sevemediğini itiraf eder.

Taşra: İlk Kadın’da taşra, kentle kıyaslanan bir kavramdır. Yatılı okuldaki anlatıcının, son sınıfa gelene dek söz hakkının olmamasın da taşradan gelmesinin payının olduğu görülür. Kentlerin taşrayı ezme durumu; “büyüğün küçüğü, güçlünün güçsüzü ezmesi” şeklinde örnekler ile “iç düzeneğin gereği” şeklinde verilir. Kentli ve taşralı ayrımı, hayatın her alanında belirleyici faktörlerle aktarılır. Anlatıcının, kentin belli bölgelerinin yaşam şartlarının insanların üzerinde yarattıklarından hareketle kentin içerisindeki taşrayı da gösterir. Bu durumda kentin taşradan tümüyle kopuk olmadığı görülür.

2.1.4.1.2. Kapalı Mekân

Genelev: Bunların yanında romanda ayrıntılı genelev betimlemeleri de vardır.

İstanbul’un o dönemlerdeki ahlaki dokusu ve sosyal yaşantısının bir gencin gözüyle yansıtılması açısından oldukça başarılı olduğunu söylemek mümkündür. İstanbul’u anlatılanlarla tanıyan başkişinin, kentle karşılaşması durumunda söylediği şu cümleleri önemlidir: “Öyleyse çamurlu, dar sokaklar, kafesli pencereler ardındaki peçeli kadın yüzleri eski İstanbul’la ilgili anlatılanlardan, daha doğrusu bazı romanlardan kalma izlenimler olsa gerek” (İKDN, 39). İstanbul’daki değişimin, kahramanın psikolojisiyle paralellik gösterdiğini belirtmek

gerekir. Merak ve yalnızlık durumlarıyla hareket eden genç, yeni bir mekânı yaşamak için uzun uzun düşünür.

Okul: Anlatıda kendini bir bataklık ile çevrili bulan başkişinin, okuduğu okulu da bir adaya benzettiği görülür. Adanın vermiş olduğu güven duygusuyla etrafında bulunan bataklıktan kurtulduğunu düşünür. Okulun hafta sonlarında yatılı öğrencilerin ailelerinin yanına gitmesinin sonucunda başka bir açıdan huzur verdiği belirtilir. Orta Çağ kalelerinden oluşan güven duygusu, okulun simgesel bir ögesi şeklinde verilir.

Sonuç olarak İlk Kadın, İstanbul’un odak alındığı uzun bir anlatıdır.