• Sonuç bulunamadı

1. MEHMET EMİN YURDAKUL

1.2. MEHMET EMİN YURDAKUL`UN EDEBÎ KİŞİLİĞİ

Bazı araştırmacılara göre Hukuk öğrencisi iken, bazılarına göre ise daha katip olarak çalıştığı yıllarda Mehmet Emin, ilk mensur eseri olan Fazılet ve Asalet adlı kitabını 1891 yılında Ebuzziya Matbaasında bastırmıştır.

Hakkı Târık Us, 1942`de, ilk yazıları 50 yıl ve daha önce çıkmış 59 yazar için düzenlenen törenlerden sonra yayımlanan “50 Yıl” adlı kitabında şunları yazmaktadır: “Biz Mehmed Emin`in ilk basılı eserini mensur olanlar arasında buluyoruz; eğer (Sadâret Evrak Kalemi Hulefâsından M.Emin) imzasıyla 19 Haziran 1888`de çıkan bâzı (Mevâdd-i Ahlâkiye), üstadımıza ilk basın beşiği olmamışsa O, (Fazîlet ve Asâlet) adıyla güzel basılmış bir küçük kitabın neşir târihi olan Ağustos 1890`da, gürbüz bir delikanlı halinde hayatımıza doğmuştur.”

Fazilet ve Asâlet kitabını bastırmadan önce, Yurdakul kitabı Recâizâde Mahmud Ekrem, Said, Abdulhak Hâmid ve Muallim Nâci Beylere göndermiş, eser hakkında düşünce ve yorumlarını kendisine bildirmelerini ricâ etmiştir. Bunun üzerine, Ekrem ve Said Beyler mensur, Abdulhak Hamid ve Nâci Beyler ise

manzum birer takrîz yazmışlardır:

Şeref ü şân ne câh u rif`atte Ne asâlettedir ne servette Bunların da safâsı var ise de Ercahiyyet yine fazîlette

(Soydaş, 2016(a):s.9)

Mehmet Emin Yurdakul`un edebî kişiliğini oluşturan üç etken vardır. Bunlardan ilki babasıdır. 3 Ağustos 1943 Salı Günü Yeni Adam’ın yönetim odasında Baltacıoğlu ile yaptığı bir görüşmede de yine kendisi, yetiştiği çevreyi ayrıntıları ile şöyle anlatmaktadır: “Babam ümmî (okuma yazması olmayan) idi. Çocukken bana Battal

22

Gazi, Kerem ile Aslı gibi halk masallarını okutur ve dinlerdi. Sonraları Nâmık Kemâl`in Evrâk-i Perîşan`ını okudum.” (Baltacıoğlu,1943(a): Nu.452)

İkinci etken onun genç ruhunda, belki de şiirlerindeki fikir örgüsünde, o sıralarda (1892) İstanbul`a gelip yerleşen Cemaleddin Efganî olmuştur. Mehmet Emin Efganlı Şeyhin Nişantaşı`ndaki evine sık sık giden ziyaretçilerin başında yer almıştır. Cemaleddin Efganlı`nın Yurdakul`un hamleci sesine daha farklı bir şiddet ve cesaret vermek konusunda teşvik edici bir rol oynadığını söylersek, yanılmış olmayız. Lakin kendisindeki milliyetçilik ve Türklük şuurunun sadece Cemaleddin Efgani`nin etkisiyle oluştuğunu dair söylentilerin olması yazarımızı üzmüş, hayatının sonlarına doğru verdiği beyanatta da bu üzüntüsünü ifade etmiş ve duruma açıklık getirmiştir.

Mehmet Emin Yurdakul`un Cemâleddîn Efganî ile ilgili olarak ilgili söylediği şu

sözler çok önemlidir: “Beni o yoğurmuştur; eğer ruhların ebediyet ve lâyemutluğu varsa, derim ki, o, etlerini, kemiklerini Maçka Mezarlığı`nın topraklarına bırakmış ise, rûhunu bana yâdigar etmiştir. Cemâleddin`in rûhu bende yaşıyor.”

Mehmet Emin Yurdakul, mürşidinin, “Sizde ne zaman kendilerini sevmeyen ve kendi şahıslarının olmayan insanlar yetişirse, o zaman kara gününüz ak olacak, düştüğünüz yerden kalkacaksınız!” sözünü hiç unutmamıştır.

Yurdakul, “Kuran-i Kerim” adlı şiirini onun düşüncelerinden ilham alarak yazmıştır. “Cenge Giderken” adlı meşhur şiirini Şeyh`e okuduğu zaman, “İşte, asıl sizin edebiyâtınız budur!” diyen Efgânlı tarafından bu yolda şiirler yazmaya teşvik edilmiştir. Mehmet Emin Yurdakul`un, Efganî’nin fikirlerine bu hayranlığı ömrünün son yıllarına kadar sürüp gitmiştir.

1919`da neşrettiği Duâ adlı şiirini Cemâleddîn Efganî’ye ithâf eden M.E.Yurdakul`un, onun tesirinde kaldığı bütün bu izâhlardan sonra açıkça anlaşılır.

23

Lakin şuna da belirtelim ki, Cemaleddin Efganî ile tanışmadan önce, daha 1891 yılında “Fazîlet ve Asâlet” isimli mensur eserini yayımlamasını unutmamalıyız.

Üçüncü etken ise eşi Müzeyyen Hanımdır. Yurdakul eşinden şöyle bahsederdi: “Eşim, hayat ve gönül yoldaşım Şebin Karahisarlı bir Türk kızıdır. Onunla evlendiğim zaman benimle konuştuğu öz-türkçe bana kendi dilimin özünü anlatmıştı. Ben, İstanbul lehçesini anamdan, babamdan; sonra Anadolu lehçesini karımdan öğrendim.” (Yeni Adam Dergisi, 1943: sayı 452)

Türk Edebiyâtı için dönüm, Türkçülük için bir başlangıç olan, şiirler arasında en çok beğenilip sevilen “Anadolu`dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” başlığını taşıyandır. Cenge Giderken, Türkçe Şiirler`den önce 1897 yılında Selanik`te “Asır” gazetesinde basılmıştı. (Baltacıoğlu, 1943(b): Nu.452)

Ben bir Türküm; dinim, cinsim uludur. Sinem, özüm ateş ile doludur.

İnsan olan vatanının kuludur. Türk evladı evde durmaz; giderim!

M.E.Yurdakul`un şiirlerini araştırdığımızda neşir tarihi bakımından en eski şiirinin, 1895 yılında Resimli Gazete`de çıkan Köyde Fırtına şiiri olduğu görüyoruz.

Ey fırtına, işte evim, altını üstünü kat! Toprakların göke savur, her taşın bir yere at; Sakın şuna, şu küçücük kulübeye el sunma! Yıkar isen yapanı yok, âh, oraya dokunma!

İçi, memleket sevgisiyle dolu olan Mehmet Emin`in halkın çektiği acılara, yoksulluklara karşı ilgisiz kalan, herkese, özellikle zamanın yönetimine kin doluydu.

24

1898`de çıkardığı “Türkçe Şiirler” adlı kitabı da bu heyecan ve isyanının belgesi niteliğindeydi. Şiirlerinin taşıdığı bu içten ve akıcı ruh, Saray`ın kuşkusunu uyandırmış ve korkularını tetiklemişti.

“Türkçe Şiirler”deki manzumeler, şâirimizin kitapta belirttiği gibi, Yunan savaşı zamanında söylenmeye başlanmıştır. Yurdakul, beş ay süren Türk-Yunan muharebesini ve bu muharebedeki hadiseleri, askerlerin cenge gidişlerinden başlayarak, kazandıkları başarıları, şehit ve gazilerimizi, yetim çocukları, dul kadınları şiirlerine konu edinmiştir.

Eserdeki dokuz şiirden Cenge Giderken, Yunan Sınırını Geçerken, Tırhala Kalası`na Bayrak Diktikten Sonra, Şehid-yâhud-Osman`ın Yüreği, Yetîm Çocuk- yâhud-Ahmed`in Kaygusu, Âh Analık-yâhud-Zeyneb`in Duâsı bu harble tamâmıyle, Kurân-ı Kerîm ile İyilik ve Güzellik Karşısında başlıklı şiirler ise kısmen alâkalıdır. Bunları Asır, Musavver Malûmât, Mütâle`a, Servet-i Funûn`da neşredilmiştir. (Tansel, 1989(b): s.XXI)

1898`de yayımlanan “Türkçe Şiirler”, yurt içinde ve dışında büyük yankılar uyandırdı. 9 parçadan oluşan kitabın başında Recaizade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Şemsettin Sami, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Fazlı Necip`in Mehmet Emin`in şiir tarzını öven ve destekleyen satırları yer alıyordu. “Türkçe Şiirler”, Mehmet Emin`i destekleyenlerle Servet-i Fünun taraftarları arasında uzun tartışmalar yaratmıştır.

Şemseddin Sami, Yurdakul`un Türkçe Şiirleri ile ilgili şunları söylemektedir: “Efkâr ve hissiyat-ı milliyenin millî bir lisanla ifadesi: işte şiir, işte edebiyat!..” (Yurdakul, 1969(a): s.10)

25

Yurdakul “Doğru yolda mı yürüyorum? Yoksa uçuruma mı düşeceğim?” derken hafif bir duraksar. Bu da kendine güvenmediğini düşündürür, lakin öyle değildir. Çünkü Mehmet Emin kararlıdır ve çizdiği, izlediği yolda kendisine güveni de vardır. “Biz Nasıl Şiir İsteriz” başlıklı şiirinde bunu bariz bir şekilde görebiliyoruz:

Biz o şiiri isteriz ki çifte giden babalar, Ekin biçen genç kızlarla odun kesen analar,

Yanık sesin dinlerlerken göz yaşların silsinler.

“Yunan Sınırını Geçerken” başlıklı manzumesinde ise şöyle diyor:

Hangi Türktür gerdenine urgan, kement urdurur? Hangi Türktür mescidine çanlı kule kurdurur? Milletimiz köle olmaz; böyle günde kim durur? Biz Türkleriz; Kızılırmak olur böyle taşarız!

Ebuzziya Tevfik ile Ahmet Rasim beğenmeyenlerin başında gelir. Ahmet Rasim, Ahmet Mithat`a yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Türk şiiri denilen yakışıksız biçimsiz şeylerle kulub-ı safiye-i ümmette cevelan eden hiss-i muhteremi şairiyeti lekedar etmek reva değildir.” (Teveteoğlu, F. 1988,S. )

Ahmet Mithat ile Şemseddin Sami de bu çığırı beğenenler arasındadır. Ahmet Mithat, “Tarik” gazetesinde Ahmet Rasim`e cevap verdiği gibi, Şemseddin Sami de Sabah gazetesinde çıkan “Edebiyat-ı Müstakbelemiz” başlıklı yazısında (Sabah gazetesi, 1899: Sayı. 1 Mart 1315), Türkçe Şiirler adıyle pek güzel bir kitabın çıktığını bildirerek Mehmet Emin Bey`in beklenen çığırı açtığını, bu eserin

“Edebiyat Müstakbelemiz” binasının temel taşı olduğunu söylemiştir.

26

Halit Ziya da yine Servet-i Fünun`da çıkan yazısında, bir sırasına getirerek şöyle diyor: “Nazımda büyük bir eser-i muvaffakıyet görüldü. Türkçe şiirlerin letafetinden hep telezzüz ettik. Niçin Türkçe nesirler de olmasın.” (Servet-i Fünun, 1899: c.17, S. 428)

1904 yılında Türk Şairi, bazı şiirlerini, İstanbul`a göre sansürü daha az olan İzmir ve Selanik vilayetlerindeki “Muktebes” ve “Çocuk Bahçesi” dergilerinde yayınlanmıştı. Bu dergilerden birincisinde “Hayat Kavgası”; ikincisinde ise “Ölü Kafası”, “Zavallılar”, “Zavallı Kayıkçı”, “Çiftçilik”, “Ey Genç Çiftçi”, “Çekiç Altında” şiirleri çıkmıştı.

1904 yılında “Çocuk Bahçesi” dergisinde “Filozof Rıza Tevfik Bey”e ithaf edilmiş “Ölü Kafası” ile, Rıza Tevfik`in “Türklerin Muhterem Şairi Mehmed Emin Bey`e” yazılmış uzun bir mektubu bir arada yer almışlardı. Bu mektup nerede ise küçük “Çocuk Bahçesi” dergisini baştan sonra doldurmaktaydı. Bazen Milli Şairi Kutub Kâşifi (Nansen)`e benzeterek O`na: “Siz de emel kutbunun yolunu buldunuz” diyor; bazen de, eskiden Türkçe yazmaya uğraşmış şairlerle karşılaştırarak, onların çaba ve özentilerinin gölgede kaldığını söylüyor.

“Çocuk Bahçesi” dergisinde Ömer Naci Beyle Tevfik Fikret arasında tartışma sürerken Yurdakul Türkçe şiirlerini yayınlamayı sürdürdü. “Ömür Yolunda-Yahud- Yolcu”, “Sokak Kapısı Önünde”, “Çekic Altında”, “İmtihan”, “Zavallı Kayıkçı”, “Günahkar”, “Yavrumuzu Çoğaltalım!” manzumeleriyle “İhtiyar Değirmenci” mensur yazısı bu tartışma aylarında basılıp çıkmıştı.

Asıllarının Ruşef Eşref Unaydın`da olduğunu belirten Akçuraoğlu, bu iki mektuptan bazı cümleleri yazısına aktarmıştır. İsmail Gasprinski 1899 martında Kırım`dan yazdığı bir mektupta şairi samimiyetle tebrik ediyordu: “...Şiirlerinizi

27

Edirne, Bursa, Ankara, Konya, Erzurum Türkleri anlayıp lezzetle okuyacakları gibi, Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaklardır.” (Oğuzkan, 1969(a): s. 5-6)

Görüldüğü gibi, yurtdışı Türklerden Mehmet Emin`i ilk kutlayan, Kırım Türklerinden Gaspralı İsmail Beydir. O tarihlerde yurtdışında bulunan Türkler, İstanbul`da çıkan eserleri ve edebiyat tartışmalarını dikkatle izliyorlardı.

Özellikle, yurt dışında yaşayan, dönemin önemli edebiyat araştırmacıları sırasına giren Vladimir Minorsky, Profesör P.Horn ve (Ottoman Poems), (A History of The Ottoman Poetry), adlı eserlerin yazarı Gibb, Vamberi, Gasperinsky “Türkçe Şiirler” hakkında tetkikler, tenkitler, makaleler ve mektuplar yazarak takdirlerini belirtmişlerdir.

Nitekim, Bakü`de 1917`de “Keşgul-i Negam” adıyle 4.kez basılan ve “Türk millî mekteplerinin ali sınıflarında okunan millet ve vatan nağmelerinden ber- güzidelerini havi bir mecmuadır” kaydıyle yayınlanan eserde, Mehmet Emin`in “Cenge Giderken” manzumesi “Marş” başlığı altında yer almaktadır. (Yurdakul, 1969(b): s. 14-15)

Mektupların tamamını ilk kez M.Behçet Yazar 1928`de yayınlanan eserine almıştır. Bu mektupların Türk Tarih Kurumu`ndaki Emin Bey`in evrakı arasında bulunan daktilo edilmiş kopyalarını Fevziye Abdullah Tansel de yayınlanmıştır.

Ne gariptir ki, Türkçü ve Türkçeci Mehmed Emin Yurdakul`u savunan Rıza Tevfik, Meşrutiyetten sonra: “Ben Türk değil, Arnavudum” diyecek ve Türklüğün ölüm fermanı Sevr`i, Osmanlı ve Osmanlıcacı olarak imzalayarak bu kalemini Robert Kollej`e armağan edecek; Milli Mücadele`den sonra da 150`lik vatan hainleri arasında yurt dışına çıkarılacaktır. Ömer Naci ise, ateşli ve imanlı bir Türk ve Türkçü olarak parlamentoda ve Sultan Ahmed Meydanı`nda Türklük düşmanlarına

28

iken Kerkük`te şehid olmuştur. (Tevetoğlu F, 1988(b): s.13-22) Rıza Tevfik ve Ömer Naci arasındaki tartışmalar, Mehmet Emin Yurdakul`a yaklaşım ve tutumları, Cumhuriyetin ilanından sonra ise her ikisinin bakış açısının tamamen değişmesi dikkatimizi çekmiştir.

Mehmet Emin Yurdakul Türk Derneği ve dergisinin önemli mensupları içerisinde yer alır. Şöyle ki, Yurdakul, Sivas Valiliğinden istifa edip İstanbul`a döndükten sonra, 1911 yılında, “Türk Yurdu” adlı Türkçü Dergi`nin imtiyazını alarak Türk Milliyetçiliği tarihinde seçkin bir yer almıştır ve geniş bir programla kurulma ve yayınlanmasında ön-ayak olmuştur. Bu dergi, Mehmed Emin Yurdakul, Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Ağaoğlu Ahmed, Akçuraoğlu Yusuf, Doktor Hüseyinzade Ali Turani ve Doktor Akil Muhtar (Özden) Beyler tarafından kurulmuştur. “Türk Yurdu” fikrini de ilk ortaya atan, Milli Şair Mehmed Emin Yurdakul olmuştur. Lakin onun bu teşebbüslerini gören, ilerlediği yolda daha fazla başarı elde etmesini istemeyen ve onu gözden uzak tutmak isteyen İttihatçılar, Mehmet Emin`i çok geçmeden Erzurum Valiliğine tayin ettiler.

Akçuraoğlu Yusuf, Türk Yurdu hakkında şu bilgileri vermektedir: “1911 yılı Kasım başında Türk Yurdu Mecmuası`nın ilk sayısı yayınlanmıştır: “...Türk Yurdu Mecmuası`nın imtiyazı Şair Mehmed Emin Bey adına almıştı. Mehmed Emin, 1911 yılı Erzurum Valisi olduğundan, mecmuanın imtiyazı ve müdürlüğü Akçuraoğlu oğlu Yusuf`a nakledildi.”

Derginin 1911`de çıkan ilk sayısında, Mehmed Emin “Demirci” şiiri görülür. Derneğin üçüncü ve daha sonraki sayılarında Mehmet Emin`in şiirleri, “Türk

Yurdu” başlıklı yazısı vardır. (Yurdakul, 1969 (c): s.17)

Dr. Scheer onun Anadolu şiiri dolayısiyle Türk Yurdu dergisinin 24. sayısında şunları yazıyordu: “Türk halkının içtimaî yaralarını, onun hayat damarlarını kurutan mütenevvi ve gizli eksiklikleri kim öğrenmek isterse Mehmet Emin`i okumalıdır. Biz

29

onda eski Türk an`anesini, maksadını vazıhan buluyoruz.” (Oğuzkan, 1969(b): s.11- 12)

1908`de Âşiyân, Bağçe, Musavver Muhit, Resimli Kitap, Meşveret, Servet-i Funûn`da; 1909`da Kadın, Işık, Silâh, Resimli Roman`da, 1910`da Musavver Şebâb ve Ümmet`te; 1911`den başlayarak Türk Ocağı`nın ve Türk Derneği`nin organı Türk Yurdu ve Türk Derneği`nde, Tedrîsât-i İbtidâ`iye mecmualarında; 1913`de Çocuk Dünyâsı, Mektebli, Halka Doğru mecmualarıyle Tanin gazetesinde; 1914`de Türk Birliği Derneği`nin organı Bilgi Mecmuası`ndan başka Donanma mecmuasında, Peyâm gazetesinin Kısm-l Edebî adlı ilâvesinde bulabiliriz. Emin Bey, bunlardaki yazılarına, Türkçe Şiirler`in neşrinden sonra, 1908`den önce bilhassa Çocuk Bağçesi`ndeki manzûmlerini de ilâve sûretiyle “Türk Sazı” adlı eserini meydana getirdi. (Tansel, 1969(c): s.XXXIV-XXXV)

Millî şair yüz doksan bir şiiri içine alan “Türk Sazı”nın neşr olunması ile birlikte, herkes tarafından samimi karşılandı. Yanılmıyorsak bu konuda ilk makaleyi yazan Hamdullah Subhî olmuştur. “Türk Sazı”nın ilk sayfasında “Benim Şiirlerim” isimli manzume yer alır. Burada Mehmet Emin`in gençlik hayatını, aşklarını, şahsi zevklerini aksettiren şiirleri yoktur. Yurdakul “Türk Sazı”nda kendi aşklarını değil, üç telli sazıyla milletinin felaketli ve zor hayatını dile getirdiğini, dertlilere teselli dağıtmak istediğini yazmıştır.

“Ey Türk Uyan” “Türk Yurdu” mecmuasının üç-dört ay neşredilemediği sırada basılmıştır. Hikmet Müftüoğlu şiirle ilgili şu yorumu yapmıştır: “Bir nine hitâbı gibi cana işliyor.” Ömer Seyfeddin de, Büyük Bir Şiir-Ey Türk Uyan adlı makâlesiyle eseri tahlil edip kıymetlendirdi. (Agaoğlu, 1914: Nu.12040, s.28)

Mehmet Emin Yurdakul`un şöhretinin en yaygın olduğu zamanların 1914 yılı olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bize göre, en verimli evresi, 1914-1918 yılları arasıdır.

30

Onu takdir eden ve seven arkadaşları, 17 Aralık, 1914`de “Türk Ocağı”nda, “Türk Sazı” ile “Ey Türk Uyan”ın neşrinden sonra, şerefine edebiyat gecesi tertiplemişlerdi. Ona, o gecenin hatırası olarak, birçok mühim şahsiyetlerin kendisi ve eserleri hakkındaki düşüncelerini kaydettiği bir defter hediye etmişlerdi.

Emin Bey, 1914`de “Türk Sazı” ile “Ey Türk Uyan”ı neşrettirdikten sonra şöhretinin en yüksek noktasına eriştiğini göstermektedir. Şiirlerinin vezin, nazım şekli, dil, ifâde, fikir ve mevzû v.b. husûsiyetleri, kısaca söylersek üslûbu da artık tamâmıyle teşekkül etmişti. (Tansel, 1969(d): s.XLIV)

1915 yılında Yurdakul`un önemli eserleri içerisinde yer alan “Tan Sesleri” basılmıştır. Kitabın ilk manzumesi 36 kıtadan ibaret olan “Aç Bağrını Biz Geldik” şiiridir. Mehmet Emin şiiri Balkan Harbi`nden sonra yazmaya başlamış, Birinci Cihan Harbi`nden iki ay kadar önce (1914 yılında) bitirmiştir. Rusya`nın Boğazlar`ı elde etme çabası, Balkanlar`daki küçük devletleri Türkiye, Avusturya-Macaristan aleyhine kışkırtması, vatanın Türk zümrelerini hakimiyeti altına alma isteği, yapılan çirkin siyasetlere karşı duyulan nefret ve isyan, Türk Birliği`ni gerekliliği ve geleceğe dair umutlar eserin ana hatlarını oluşturuyor.

“Tan Sesleri”ne birinci basımından sonra eklediği “Ey İğnem Dik” ise, sınırdaki erlere giyecek, bayrak diken Türk kadınları ağzından söylenmiş gibi tertip edilmiştir. 1913`de başlayan Balkan Savaşı`nın ikinci devresinden iki ay önce yazılmıştır.

Önce “Çanakkal`a Gâzîleri” adını verdiği ve 1915`de tamamladığı eserini “Ordu`nun Destanı” ismiyle, “Çanakkal`a Kahramanları”na ithâfıyle aynı yılda neşretti. 1918`de “Ordu`ya Selâm” şiirini de ilâve ettiği ikinci basımıyle 43000 nüshayı bulan bu epik eseri de Türk ordusuna dağıtılmıştır. 1916`da bitirdiği, Türk ve Arap dostluğunu kuvvetlendirici fikirleri içine alan “Dicle Önünde” adlı manzum eseri ise Irâk cephesinde savaşan ordumuza ithâf edilmiştir. (Yazıcı, 1976(a): s.3233)

31

1917`de tamamladığı ve bestelenmiş bulunan “Hasta Bakıcı Hanımlar” adlı eserini Hilâli Ahmer Hanımları`na ithâf etmiştir. Aynı eser bir yıl sonra 1918 yılında “Turan`a Doğru” adlı kitabında da neşrolunmuştur. 1914 yılında yayımlanan “Ey Türk Uyan” kitabı yeniden neşr olunmuş, 1916-1918 yılları arasında, Birinci Cihan Harbi`nden sonra basılan 10 küçük manzumesi yeni baskıda yer almıştır. Burada Macarlar`a karşı sevgi ve dostluk, Rus siyasetinin uyandırdığı nefret duyguları, Anadolu`dan uzaktaki Kırım, Kafkas, Tatar v.b. Türkler`le aynı siyasi idare etrafında birleşmek, dolayısıyle Turancılık mefkuresi hakimdir.

Yine 1918`de basılan “Zafer Yolunda” adlı eserinde, yeni şiirler yoktur; bu kitabı, daha önce neşretmiş bulunduğu “Ordu`nun Destanı, Dicle Önünde ve Hasta Bakıcı Hanımlar” adlı manzum eserlerinin bir araya getirilmiştir.

Türklük âleminin sonsuz bir heyecan ve umutla beklediği zafer artık, erişilmesi imkânsız bir hayal olmuştu. Türk milletinin hakkını, hukukunu, istiklâl ve hürriyetini kaybetmesi bile muhtemeldi. Mehmet Emin, bu karanlık günlerde halkın düşüncelerini, duygularını, Hâlide Edib Adıvar`a ithaf ettiği “İsyan” ve mürşidi Cemâleddin Efgânî`nin Aziz Hâtırası`na sunduğu “Duâ”, yani “İsyan ve Dua”, “Türkün Hukuku” adlı eserlerinde heyecanlı bir hatip edasiyle ifadeye çalıştı. (Oğuzkan, 1969(c): s. 7-8). Bu şiirler aynı zamanda Türk Yurdu mecmuasında neşrettikten sonra, 1919`da “İsyan ve Duâ” adıyle kitap hâlinde bastırdı. Millî felâketler yine sürüp gidiyordu; bu defa da, İstiklâl Savaşı`nın aydınlığa koşan ızdıraplı günleri başlamıştı. Bu eserleri içerisinde “Türkün Hukuku”, Birinci Dünya Savaşı ve Balkan bozgunlarının ardından var olma mücadelesi veren kadim bir millet ve medeniyetin asrî dünyaya karşı serdettiği itirazı yansıtan Yurakul`un mensur eserlerinden biridir. Eser Sulh Kongresine ve Millet Meclisine hitap eden iki bölümden oluşmaktadır. Sulh Kongresine hitap eden başlık altında asrî dünyanın diline pelesenk ettiği insaniyet ve medeniyet mefhumlarının milletimiz için de geçerli olması zarureti üzerinde durulur. Millet Meclisi başlıklı

32

bölümde ise muhataplarına Türk`ün seciyesini ve üstlendiği tarihî şuuru hatırlatan yazar; Anadolu`nun maruz kaldığı kıyıma karşı millet meclisini vazifeye davet etmektedir. (Soydaş, 2016(b): s.10)

Emin Bey`in 1920`de yazdığı “Aydın Kızları” ile, 1921`de kaleme aldığını bildiğimiz “Vur” adlı manzûmesi ve “Dante`ye” o kahramanlık günlerinden, İstilâl Savaşı`mızdan mülhemdir. O, bunların ilkinde, önce, kalbleri vatan aşkıyla çarpan temiz ruhlu “Aydın kızlarını” tasvirden sonra, bunların Yunanlılar tarafından uğradıkları korkunç ve iğrenç tecâvüzleri, kahramanca mücâdelelerini nakletmiş, heyecan taşan güzel hikâyesinin üçüncü kısmında, bu genç kızların yurd sevgilerini dile getirmiştir. Emin Bey, bu realist ve millî hikâyesini, Milli Ordu`ya sunduğu “Vur” isimli kahramanlık şiirini de ekleyerek, 1921`de “Aydın Kızları” adıyla neşretmiştir. “Dante`ye” ise Mehmet Emin Yurdakul`un İtalyan İtalyan edebiyatçısı Dante Alighieri`ye atfen kaleme aldığı bir eserdir. Dante ile birlikte yine Dante`nin bir başyapıtı olan “İlahi Komedya”sına sıklıkla göndermelerde bulunduğu görülmektedir. Eser “D`Annunzio`ya” hitabıyla başlar. Gabriele D`Annunzio 20. yüzyıl faşist İtalyası`nın velud yazarlarındandır. Yurdakul Dante`nin şahsında beşerî erdem ve faziletlere atıfta bulunarak, Dante`nin eserindeki birçok zulüm ve haksızlıkların o günün dünyasında Şark milletlerine reva görüldüğünden yakınmaktadır. (Soydaş, 2016(c): s.11). Şâirimizin Türk Gençliği`ne ithâf ettiği Ankara, hayatta iken basılmış eserlerinin sonuncusundur. (Tansel, 1969(ç): s.XLVII-XLIX)

Emin Bey, vefâtından bir yıl kadar önce neşredilen ve kendisiyle yapılan mülâkâtta, “Basılmamış şiirlerim Millî Destan, Devrim, Ankara.. Bu üç şiirinden Millî Destan`ı Türk Ordusu`na, Devrim`i Türk Milleti`ne, Ankara`yı Türk Gençliği`ne