• Sonuç bulunamadı

1.2. MISIR’DA KAVALALI MEHMED ALİ PAŞA DÖNEMİ (1805-1848)

1.2.3. Mehmed Ali Paşa’nın Suud Seferi ve Vehhabi Operasyonu

Mehmed Ali Paşa’nın Mısırı bir yandan yoğun bir şekilde yenileşme hareketlerine girişirken bir yandan da Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak imparatorluk içinde baş gösteren muhalefet hareketlerinin bastırılmasında rol almaktaydı. Bunlardan ilki Suudi topraklarında ortaya çıkan Vehhabi hareketiydi.130

Vehhabilik 1730-1731 yıllarında ortaya çıkan bir hareketti. Öncelikle dinsel bir temele dayanan bu muhalif hareket ilerleyen süreçte politik bir kimlik kazanarak Babıâli’ye karşı bayrak açmıştı. Vehhabiliğin kurucusu olarak sayılan Muhammed İbn Abdülvehhab’a göre, Osmanlı sınırları içerisinde yaşanan İslam kat-i surette sahih İslam değildi ve en kısa sürede Müslümanlar gerçek İslam’a döndürülmeliydi.131

Düşünsel temelini 14. asır İslam düşünürü İbn Teymiyye’ye dayandıran Abdülvehhab’ın kurucusu olduğu Vehhabi hareketine göre, sahih İslam Hz. Muhammed ve ilk Müslümanlar döneminde yaşanan İslam’dır. Buna göre, Asr-ı

126

Charles Isaawi, The Economic History of the Middle East, University of Chicago Press, Chicago, 1966, (Economic History), s. 416.

127

Goldschmidt ve Davidson, s. 231.

128

İngiliz tekstil endüstrisi öteden beri esas ham pamuk kaynağı olarak Amerikan plantasyonlarını kullanmaktaydı. İki ülke arasındaki ham pamuk ticaretinin tarihçesi için bkz. Eric J. Hobsbawm, Devrim Çağı 1789-1848, Dost Kitabevi, Ankara, 2002, (Devrim), ss. 42-46.

129

Bu sürecin değerlendirildiği bir çalışma için bkz. Ali Bilgenoğlu, Amerikan İç Savaşı ve Mısır, ss. 147-161.

130

Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, ss. 289-294.

131

31 Saadet dönemindeki İslam’ın üzerine getirilen her türlü uygulama bid’at yani İslam dışıdır.132

Hz. Muhammed dönemini ve uygulamalarını esas olarak kabul eden ve diğer uygulamaların tamamını reddeden Vehhabilere göre, İslam Peygamberi Arap olduğuna göre, İslam’ın da gerçek sahipleri Araplardır. Bu bakımdan hilafetin sahibinin Osmanlılar değil Araplar olması; hilafetin merkezinin de İstanbul değil Suud toprakları olması gerekir. Bu nokta Vehhabi düşüncesinin siyasallaştığı noktadır.

Vehhabiliğin siyasallaşma süreci içerisinde Muhammed Abdülvehhab Necid Emiri olan İbn Suud ile güç birliği yapmıştı. Bu birleşmeyi takiben İbn Suud Osmanlı egemenliğine karşı bayrak açarak Bahreyn ve Lahsa’yı ele geçirmişti.133 İstanbul açısından vurucu darbe ise Mekke’nin 1803’te işgal edilmesiyle gelmişti. Büyüyen tehlikenin farkına varan Babıâli buna bir son verebilmek amacıyla Mısır’da Mehmed Ali Paşa’ya başvurmuştu. Paşa ilk başlarda bu görevlendirmenin İstanbul’un kendisini Mısır’dan uzaklaştırma planı olduğuna inandığı için bir müddet duymazdan gelmişti. Memluk beyleriyle mücadele halinde olması134

da kendisi için iyi bir bahane olmuştu. Ancak 1811’de Vehhabilerin neredeyse tüm Hicaz’ı ele geçirmesi üzerine bir kez daha göreve çağrılan Mehmed Ali Paşa bu defa sefere çıkar. 1812’de Medine’yi ertesi yıl da Mekke’yi geri alan Mehmed Ali Paşa orduları 1818’de Vehhabi liderini ele geçirip İstanbul’a göndermek suretiyle bu isyana son vermiştir.135

Böylece işgal altındaki kutsal toprakları tekrar imparatorluğa kazandırılmıştır.136

Suud topraklarında elde edilen büyük başarı hiç kuşku yok ki Mehmed Ali Paşa’ya büyük saygınlık kazandırmıştır. Arabistan topraklarında Mısır ordularının

132

Hourani, Çağdaş, s. 54.

133

Cemal Kutay, Tarihte Türkler Araplar ve Hilafet Meselesi, İklim Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 146.

134

Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti-Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s.49.

135

Ahmet Vehbi Ecer, “Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve Sonuçları”, IX. Türk Tarih Kongresi (12-25 Eylül 1981), Cilt:3, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, ss.1229- 1236.

136

Peter Mansfield, A History of the Middle East, Penguin, New York, 2003, (Middle East), s. 50; Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt: II, Çev. Server Tanilli, Alkım Yay., İstanbul, 2007, s. 29; Efraim Karsh & Inari Karsh, Empires of the Sand-The Struggle for Mastery in the Middle East 1789-1923, Harvard University Press, New York, 2001, s. 29; Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı-Mısır Meselesi 1831-1841, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, ss. 27-28.

32 başında yer alan Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim’e Payitaht’tan vezirlik rütbesi ve Cidde Valiliği verilmişti. Ayrıca İstanbul’dan Kahire’ye çok sayıda hediye gönderilmişti. Bu zafer sonrasında özellikle emniyetin sağlanmasını müteakip Hac yolunun tekrar açılması Mehmed Ali Paşa’ya Kahire’de ve İstanbul’da olduğu kadar İslam toplumları nezdinde de hatırı sayılır bir saygınlık kazandırmıştır.137

1.2.4. Mora İsyanı

Mehmed Ali Paşa’nın kendi dönemi içerisinde Babıâli’nin yardımına koştuğu bir başka olay da Mora İsyanı’dır. 1821’de patlak veren Yunan İsyanı Yunan İsyanı, patlak verdiği dönem itibarıyla Osmanlı İmparatorluğu sınırları dâhilinde patlak veren sıradan bir isyan hareketi değildir. Avrupa’da kültürel ve politik yansımaları olan bir milli harekettir. Kültürel dayanaklarından bir tanesi hiç kuşku yok ki, Avrupa’da Rönesans dönemine dair başlayan merakın tetiklediği araştırmaların yoğunlaşması sonucunda antik Yunan’ın modern Avrupa’nın temeli olduğuna dair oluşan ve Filhelenizm olarak adlandırılan inançtır.138

Böyle bir inanç kısa sürede politize edilerek o dönem Osmanlı bayrağı altında yaşayan Yunanlıların Türk boyunduruğu altından kurtarılması gerektiği konusunda bir siyasal kampanyaya dönüştürülmüştür. Bu konuda Victor Hugo ve Lord Byron gibi ünlü edebiyatçılar başta olmak üzere pek çok önemli sima başrol oynamışlardır.139

1821 İsyanı sırasında Mora Yarımadası’ndaki ayaklanmayı bastırmakta Osmanlı kuvvetlerinin yetersiz kalması üzerine yardıma çağrılan Mısır ordusu

137

Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw, Modern Türkiye, s. 36 ve 42. Mehmet Ali Paşa’nın Vehhabiler ve Sudan üzerinde kazandığı zaferler O’nun kazandığı dış saygınlığın yanı sıra Mısır’da da popülaritesini yükselttiği bir gerçektir. Bu zaferlerle Mehmet Ali hem iç otoritesini sağlamlaştırmış hem de başta kendi kurduğu ordunun askerleri üzerinde bir lider olarak kendini kabul ettirme süreci tamamlanmıştır. Bkz. Edmond Cadalvéré ve Emile Barrault, Histoire de la Guerre de Méhéméd Ali Contre la Porte Ottomane 1831-1833, Librarie de la Société de Géographie, Paris, 1837, ss. 57-58.

138

İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, Ankara, 2007, (Avrupa), s. 243.

139

Lord Byron’un Doğu yolculuğu sonrasında yazdığı, onu bir anda bir şair olarak büyük bir şana kavuşturan ünlü manzum hikâye Child Herold’s Pilgrimage’de Byron antik Yunan’ın artık yaşamadığını, onun torunlarının ise Türklerin elinde esir durumda olduklarını acı içinde dile getirmektedir: “Güzel Yunanistan! Göçmüş değerlerin hüzünlü kalıntısı! Artık var olmasa da ölümsüz,

çökmüş olsa da yüce! Türklerin zorba eli altında titreyen, doğumdan ölüme dek esir, tam anlamıyla yıkılmış”. Bkz. Arzu Etensel İldem, Fransız Gezginlerin Gözüyle Türkler ve Yunanlılar, Boyut

Kitapları, İstanbul, 2000, s. 35. Bu konuda akademik bir çalışma için ayrıca bkz. Jale Parla, Efendilik, Şarkiyatçılık ve Kölelik, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985.

33 Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasında bu bölgeye hareket etmişti.140 Mısır donanması bu süreçte sadece Osmanlı egemenliğini değil aynı zamanda sefer halinde olan Osmanlı bandıralı ticaret gemilerini de Rum gemilerinin saldırılarından korumuştu.141

Burada bulunduğu süre içerisinde Mısır kuvvetleri kısa zamanda Girit ve Kıbrıs’ta Osmanlı egemenliğini yeniden tesis etmeyi başarmıştı. Bu başarının üzerine Babıâli tarafından Mehmed Ali Paşa’ya Mısır’ın yanı sıra Girit Valiliği de verilmişti.142

Kısa zamanda elde edilen bu başarı hiç kuşku yok ki, Mehmed Ali Paşa’yı sahip olduğu güç bakımından bir hayli yüreklendirmişti. Ona göre sahip olduğu büyük gücü bu sayede hem İstanbul’a hem de isyana müdahil olan Avrupalı büyük güçlere gösterme şansını elde etmişti. Bu ruh hali içerisinde Mehmed Ali Paşa Mora Valiliği’nin de kendisine verilmesi koşuluyla Yunan İsyanı’nı tamamen bastıracağını İstanbul’a bildirmişti. Gerek isyanla gerekse Yunan bağımsızlığı konusunda bu isyan hareketine müdahil olan Avrupalı Büyük Güçlere karşı zor durumda olan Babıâli, Mehmed Ali Paşa’nın emrine büyükçe bir donanma verme kararı almıştı. Bu büyük güçle harekete geçen Paşa’nın ordusu kaybedilen önemli noktaları geri almaya başlamıştı. Tam da bu noktada devreye Rusya, Fransa ve İngiltere girmişti. Kendi aralarında 1827’de Londra Protokolü adı altında bir anlaşma imzalayan Büyük Güçler, Osmanlı-Mısır kuvvetlerinin Yunan sınırına dayanması üzerine derhal harekete geçerek Navarin’de Osmanlı-Mısır donanmasını yakmıştı.143 Ayrıca Rusya 1828’de Osmanlı İmparatorluğu’na tek taraflı olarak savaş ilan etmişti. Tüm bu gelişmeler üzerine İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri İngiltere ile Babıâli’nin onayı olmaksızın gizli bir anlaşma yaparak Mora’dan birliklerini çekme kararı alarak İstanbul’u Büyük Güçlerle baş başa bırakmıştı.144

140

Enver Ziya Karal, Osmanlı, Cilt: V, ss. 114-115.

141

Şani-zade Mehmed Ata’ullah Efendi, Şani-zade Tarihi, Cilt: II, Haz. Ziya Yılmazer, Çamlıca Yay. , İstanbul, 2008, s. 1212.

142

Aynı zamanda Mısır kuvvetlerinin sahadaki başarısı II. Mahmud’un da dikkatini celbetmişti. Nitekim 1826’da II. Mahmud orduda reform kapsamında istihdam edilmek üzere Mısır’dan 12 uzman talep etmişti. Ne var ki İstanbul’un bu talebi Kahire yönetimi tarafından uydurma bahaneler öne sürülerek reddedilmişti. Bundan sonra II. Mahmud gözünü Batılı uzmanlara çevirmişti. Bkz. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, (Modern Türkiye), s. 82.

143

Ahmed Lütfi Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, Cilt: I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, ss. 62-65; Lord Stratford Canning’in Türkiye Hatıraları, Çev. Can Yücel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1959, ss. 45-70; Marsot, Mısır Tarihi, ss. 61-62; Karal, Osmanlı, Cilt: V, s. 118.

144

34

1.2.5. Mısır Meselesi’nin Ortaya Çıkışı ve Kriz Dönemi

Mora İsyanı’nın İbrahim Paşa’nın geri çekilişi ile sonuçlanması İstanbul ile Kahire’nin arasının açılmasına neden olmuştu. Özellikle Mehmet Ali Paşa’ya bağlı birliklerin İstanbul’un müsaadesini almaksızın Mora’yı terk etmeleri Bab-ı Ali’de başına buyrukluk olarak nitelendirilerek, büyük tepki toplamıştır.145

II. Mahmud’a göre Mora’nın kaybedilmesinin sorumlusu Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’ı olmuştu. Çünkü kendisinden habersiz olarak geri çekilmişti. İki taraf arasında yaşanan bu kopuş, çok değil, birkaç yıl içinde Osmanlı ve Mısır kuvvetlerini Anadolu topraklarından karşı karşıya getirecekti. Zira Mehmed Ali Paşa, Osmanlı’nın zayıflığını ve kendisine muhtaç duruma düşebileceğini Yunan İsyanı sırasında bizzat savaş sahasında görmüştü. Kendisini öteden beri hayalini kurduğu bağımsız Mısır’ı ilan edebilecek bir güce ulaşmış olarak kabul ediyordu.146

Zira Mehmet Ali Paşa’nın valiliğe atandığı 1805 tarihinden itibaren kendi otoritesini sağlamasının ardından tüm ülkede devlet idaresinden toprak düzenine, ordudan eğitime, sağlıktan tarıma pek çok alanda giriştiği modernleşme projesi Mısır’ı git gide İstanbul’dan ayırmaya yönelikti.147

Paşa’nın bu çalışmaları bir tür devlet kurma projesi idi. Buna en güzel örnek Mısır’da Mehmet Ali Paşa’dan itibaren valiliğin babadan oğula geçmesi sisteminin veraset sistemi olarak yerleştirilmesidir.148

En önemli somut göstergelerden birisi ise, hiç şüphesiz, Kahire ile İstanbul arasındaki ilişkilerin gerginleştiği 1830 ve sonrası dönemdir. Mora İsyanı sonrasında politika değişikliğine gittiği görülen149

Mehmed Ali Paşa artık tüm askeri harekâtlarını kendisi ve Mısır’ın çıkarları doğrultusunda yapacak, merkezi idarenin başka yardım çağrılarına olumsuz yanıtlar verecektir.

145

Peter Mansfield, Middle East, ss. 52-53; Karsh & Karsh, a.g.e., ss. 30-31.

146

Stratford Canning 19 Aralık 1832’de Lord Palmerston’a gönderdiği raporunda Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflığını ortaya koyuyor ve imparatorluğun geleceğinin adeta bir yol ayrımına geldiğini söylüyordu. Bkz. “Memorandum on the Turkish Question sent by Stratford Canning to Lord Palmerston, Paris, December 19, 1832”, The Cambridge History of British Foreing Policy 1783- 1919, Vol: 2 (1815-1866), Cambridge University Press, 1923, Appendix: C, s. 638.

147

Tibi, s. 102; Shaw ve Shaw, Modern Türkiye, s.36; Zeine Zeine, s. 43.

148

Bernard Lewis, Araplar, s. 223; James Jankowski, “Egypt and Early Arab Nationalism”, The Origins of Arab Nationalism, (Ed. Rashid Khalidi), Columbia University Press, New York, 1991, s.245.

149

35 Merkezden bağımsız kendi hedefleri peşinde ilerleme kararı alan Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’ı150

ile Osmanlı İmparatorluğu ilk olarak 1830-1831 yılları arasında Suriye topraklarında karşı karşıya gelmişti.151 Suriye’nin Mısır’a kazandırılması Osmanlı birliklerinin Kahire’den olabildiğince uzakta tutulması anlamına gelecekti. Bu konuda Mehmed Ali’yi ikna eden ise danışman kadrosunda yer alan dönemin Kahire Tıp Fakültesi yöneticisi Clot Bey idi. Clot Bey’e göre, “Mısır’a karşı tarihte

düzenlenen tüm akınlar Suriye üzerinden gelmişti. Bu bakımdan Mısır’ın kendi güvenliğini sağlaması bakımından Suriye’ye sahip olmasının hayati bir önemi vardı”.152

Bu konuda ikna olan Mehmed Ali Paşa bir bahane beklemeye başlamış; çok beklemeden de fırsat kapısına gelmişti.

Mısır’da yaygın bir şekilde yapılmakta olan ipekböcekçiliği için tohumlar Suriye’den gelmekteydi. Ancak o döneme kadar sorunsuz yürütülen bu ticari ilişki 1831’de Suriye Valisi Abdullah Paşa’nın Mısır’a tohum ihracını yasaklaması iki taraf arasında bir krizin patlak vermesine neden olmuştu. Bunun yanı sıra Mehmed Ali Paşa’ya göre, Abdullah Paşa Mısır’ın doğu dünyasına olan ihracatının Sina Yarımadası üzerinden yapılması için gayret ediyordu. Bu da en başta Mısır limanlarının zarar etmesine neden oluyordu.153

Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya ile savaş halinde olduğu ve merkezden uzak noktalarda baş gösteren isyan hareketleri ile uğraştığı sırada Suriye’de merkezi otoritenin zafiyet göstermesini fırsat bilen Mehmed Ali Paşa oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetlerini Suriye üzerine gönderdi. Sırasıyla Gazze, Kudüs, Yafa ve Akka’yı ele geçiren Mısır ordusu kısa sürede Şam ve Halep’i de kontrol altına alarak tüm Suriye’de hâkimiyetini kurmuş oldu.154

Suriye’de yaşananlara fiilen engel olamayan Babıâli dış destek arayışına girmiştir. Bu bağlamda Avrupa’daki siyasal gelişmelerle meşgul olan İngiltere destek vermeye yanaşmazken, Mısır’a olan geleneksel desteği bilinen Fransa’nın da ilk

150

Bu süreci baştan sona anlatan kült bir çalışma için bkz. Mohammed Sabry, L’empire sous Mohamed-Ali et la question d’Orient (1811-1849), P. Geuthner, Paris, 1930.

151

Ramazan Ata, Osmanlı Kaynaklarına Göre 1839-1841 Arası Osmanlı-Mısır İlişkileri ve Düvel-i Muazzama, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, Ankara, 2011, ss. 41-49.

152

Altundağ, s. 35.

153

Altundağ, ss. 37-38.

154

Philip K. Hitti, History of Syria, The MacMillan Company, New York, 1951, (Syria), s. 692; Sabahattin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, Birey Yayınları, İstanbul, 2004, ss. 23-24; Hüner Tuncer, Doğu Sorunu ve Büyük Güçler (1853-1878), Ümit Yayıncılık, Ankara, 2003, s. 26.

36 baştan devre dışı kalmasıyla tek alternatif olarak Rusya kalmıştı. Osmanlı toprakları ve boğazlar konusundaki siyaseti bilinen Rusya buna ek olarak bölgesinde/doğal yayılma alanında rakip olarak güçlü bir Mısır görmektense155

zayıf bir Osmanlı’yı tercih ederek bu ittifak teklifine olumlu yaklaşma kararı almış ve Osmanlı Devleti’ne asker yardımında bulunmuştur.

Osmanlı-Rus yakınlaşmasını en az Mısır’ın bölgedeki isyanı kadar kendi çıkarları açısından tehlikeli bulan İngiltere156

ile onu takiben Fransa duruma daha fazla sessiz kalamayarak, sürece müdahale etme kararı almışlardır. Bu kapsamda İngiltere ve Fransa özellikle Rusya’nın İstanbul’da artan nüfuzunu frenleyebilmek için tehdit yoluyla Mısır’ı müzakere masasına oturmaya razı etmiş ve Babıâli ile Kahire’yi 14 Mayıs 1833’te imzalanan Kütahya Anlaşması ile barıştırmaya çalışmıştır.157

Söz konusu anlaşma gereğince Kavalalı’ya Mısır valiliğinin yanı sıra Girit ve Şam valilikleri de verilmiş, ayrıca oğlu İbrahim’e de Cidde ve Adana valilikleri verilmiştir.158

Kütahya Barışı ne İstanbul’u ne de Kahire’yi memnun etmiş, aradaki ihtilafı çözmede yetersiz kalmıştır. Özellikle İstanbul’un görüşü İngiltere ile Fransa’nın barış anlaşmasının hazırlanışı aşamasında Mehmet Ali’ye destek oldukları yönündeydi. Bu yüzden Kütahya Barışı sonrası Osmanlı Devleti Mısır meselesi sürecinde biraz daha Rusya’ya yaklaştı.159

İki devlet arasındaki söz konusu işbirliğini resmiyete döken metin ise Temmuz 1833’te Hünkâr İskelesi anlaşmasıyla vücut bulmuştur. Bu anlaşmaya göre, Rusya, Mısır sorunu ve Kavalalı İsyanı karşısında zor duruma düşen Osmanlı Devleti’ne her türlü desteği vermesi karşılığında anlaşmaya konan gizli bir madde ile kendisine karşı bir saldırı olması halinde Bab-ı Ali’den boğazları kapatacağına dair taahhüt almayı başarmıştı.160

Bu anlaşma ile Mısır sorunu Osmanlı’nın bir iç meselesi olmaktan çıkmış; Büyük Güçlerin sırasıyla müdahil oldukları uluslar arası bir boyuta taşınmıştır.

155

Mantran, s. 38.

156

İngiltere Rusların Karadeniz coğrafyasında olan hareketliliğinden 18. yüzyıl sonlarından itibaren rahatsızlık duymakta idi. Bu kaygılar salt siyasi olmamakla birlikte ciddi bir ticari ve iktisadi tarafı da bulunmaktaydı. Bkz. Ali İhsan Bağış, “Rusların Karadeniz’de Yayılması Karşısında İngiltere’nin Ticari Endişeleri”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, (Ed. Osman Okyar ve Halil İnalcık), Meteksan Ltd, Ankara, 1980, (İngiltere’nin Ticari Endişeleri), ss. 211-214.

157

Mehmet Kocaoğlu, “Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı (1831-1841) ve Sonuçları”, Bilig-4, Kış- 1997, s.65.

158

Ahmed Lütfi Efendi, Cilt: IV-V, s. 724; Sander, Anka, s. 119; Cleveland, s. 83.

159

Karal, Osmanlı, Cilt: V, s. 136.

160

37 İlk perdesi bu şekilde kapanan Mehmet Ali İsyanı’nın ikinci perdesinin açılması ise İbrahim Paşa’nın Suriye’deki egemenliği sırasında161

çıkan iç karışıklıkları İstanbul’un fırsat bilerek hareket geçmesi ile gerçekleşmiştir.162

İbrahim Paşa Suriye’de pek çok idari ve sosyal değişimi beraberinde getirmiştir.163

Ancak bunlardan iki tanesi vardı ki eyalette işlerin ters yüz olmasına yetip artmıştı. Bunlardan bir tanesi zorunlu askerlik uygulaması ikincisi ise Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında eşitlik uygulamasının yürürlüğe konması.164

Özellikle ikincisi yerli Müslüman halkta büyük hoşnutsuzluk yaratmış, halkın İstanbul lehine İbrahim Paşa’ya muhalefet etmesine neden olmuştur.165

İbrahim Paşa’nın Suriye’deki otoritesini kurmasında en önemli yardımcısı Suriyeli Hıristiyan Araplar olmuştu. Zira bu kesim dini aidiyet bakımından kendisini Osmanlı İmparatorluğu’na ve İslam Halifesi Padişah’a bağlı hissetmiyordu. Bunun farkında olan İbrahim Paşa başından itibaren verdikleri mücadelenin aslında Türklere karşı Arapların savaşı olduğunu iddia ediyordu.166

Bu da Hıristiyan Araplar arasında destek bulmasını sağlıyordu. Suriye’de egemenlik sürdüğü 1840 yılına kadar İbrahim Paşa Hıristiyan Arapları daima korumuş kollamıştı. Suriye’de tüm dinlere eşit statü hakkı getiren İbrahim Paşa, en yüksek mevkilere Hıristiyanları getirmişti.167

İbrahim Paşa zamanında Suriye’de ilk kez Hıristiyanlara kendi okullarını açabilme hakkı verildi. Bunun sonucunda harekete geçen Hıristiyan Araplar ve bölgede bulunan Amerikan Protestanları birer birer kendi eğitim kurumlarını açmaya

161

Sebahattin Samur, İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1995, (Suriye), ss. 43-58.

162

Ahmet Bağlıoğlu, Ortadoğu Siyasi Tarihinde Dürzîler, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Elazığ, 2006, ss. 27-31.

163

Adil Baktıaya, Osmanlı Suriyesi’nde Arapçılığın Doğuşu: Sosyo-Ekonomik Değişim ve Siyasi Düşünce, Bengi Yayınları, İstanbul, 2009, (Osmanlı Suriyesi), ss. 85-92. İbrahim Paşa’nın Suriye’deki uygulamaları bir anlamda babası Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’daki reform girişimlerinin bir örneği gibidir. İbrahim Suriye’de egemenlik kurduğu süre içinde burada modern eğitim sisteminin yerleştirilmesi için çalışmalar yürütmüştür. O’nun döneminde Protestan ve Cizvit okulları açılmıştır. Bu okullardan Suriye’nin ilk eğitim görmüş aydınları yetişecek, ileride Arap milliyetçiliğine hizmet edecek önemli isimler bu okullarda eğitim alacaklardır. Bkz. George Antonius, s. 132. 1840 sonrası Osmanlı’nın Suriye’de tekrar eski düzeni yerleştirmesi hakkında bkz. Moshe Maoz, “Syrian Urban Politics in the Tanzimat Period between 1840-1861”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Vol. 29, No.2, 1966, ss. 277-301.

164

Tibi, s. 130.

165

Eşitlik uygulaması konusunda zaman zaman Suriye köylüleri ulema tarafından ayaklandırılmış, her seferinde İbrahim’in askerleri tarafından güç kullanarak bu isyanlar bastırılmıştır. Bu sertlik politikası İbrahim Paşa’nın yerli halk üzerindeki otoritesini ve saygınlığını büyük oranda yitirmesine neden olmuştur. Bkz. George Antonius, s. 33.

166

Bernard Lewis, Araplar, s. 223.

167

Benzer Belgeler