• Sonuç bulunamadı

İnsan toplumunun canlı, uzvi bir varlığa benzediği yönünü ele alırsak toplumun bir fert gibi doğma, büyüme, yükselme, duraklama, yıkılma, dağılmaya ve ölme sebep olan bünyesel kanunlara tabi olduğu görülmektedir. Osmanlı toplumuna baktığımız zaman Osmanlı toplumu, bir beylikten büyük bir devlete dönüşümü sağlamıştır. İlk Osmanlı toplumu enerjik, güçlü, kuvvetli, hızlı ve dinamik bir bünyeye sahipti. Böyle olduğu için önüne çıkan engelleri aşmıştır. XVI. Asırdan sonra yönetici kadro dinamik ve ileriye doğru atılım yapabilecek bir ruhu canlandıramamıştır. Yöneticiler ve toplum zamanla yorgun düşmüştür. Asırlar boyunca hızla giden ve ilerleyen bir toplum yorgun düşebilir. Bu durumda ilerlemeye istek kalmaz ve kendini yeterli sanabilir. Sorunlar tedavi edilemezse büyür ve devletin bünyesine sirayet eder113. Bu ilim hayatında da aynı şekilde devam eder.

Devlet ve ilim anlayışında, bir ilerde olanlar vardır, bir de geride kalıp sadece önünde olanı görenler ve anlayanlar vardır. Osmanlı Devleti‟nde de önce ilimde ilerleyenler vardı. Sonra duraklama ve gerileme ile beraber önünde olanı görüp anlamaya çalışanlar oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı Devleti‟nde merkezden her tarafa hükmedildiği için, memleketin her köşesi her yönden merkeze bağlı olup herkes merkezden işini görmekteydi. Bu durumun büyük alimleri buluşturması gibi faydaları varsa da şu zararları da olmuştur;

1-Merkeze çok uzak olan yerlerde çok zeki, hevesli, enerji dolu gençlerin merkeze gitme imkanları olmadığından bu gençler sönüp gitmişlerdir. Eğer yakınlarda ilim merkezi ve yüksek ilim faaliyeti olsaydı, bir çok gencin okuma ve ilim hevesi kamçılanmış olacaktı.

112

C. Baltacı; age, s.145

2-İlim merkezleri arasında ilmi bir rekabet oluşacaktı. Her merkez kendi çevresinde daha değişik imkan ve şartlara göre başka yönlerde gelişme havasını yaratacaktı.

3-Merkeze akın eden ilim adamları oradan ayrılmak istemezler. Daha önce orada yerleşmiş olanlar, sonradan gelenleri çekemez. Öncekilerin idare ile dostlukları olduğu için kendilerine bir takım haksız mevkiler ve çocuklarına da haksız vazifeler ve rütbeler temin ederek ailece kök salabilmişlerdir.

4-Yüksek tahsilin merkezde oluşu büyük alimlerin oraya gitmesini teşvik ettiği gibi, öğrencilerin de oraya akın etmelerini sağlamıştır. Netice olarak, taşrada ikamet etme ve hoca bulma meselesi ortaya çıkmıştır.

Taht ve şehzade kavgaları; sarayın getirmiş ve uygulamış olduğu idare düzenindeki ikilik veya yabancı (devşirme) ile asıl Türk Müslüman unsurlarının meşruiyet perdesi arkasında çarpışmalarıdır. Bu ortamdan hoca ve talebenin etkilenmemesine imkan yoktur. Böylece kendisini tamamen ilme veremeyen talebenin, mezun olsa da istenilen ehliyeti elde etmiş olduğu söylenemez. Bu hadiselere medreselilerin de katılmış olduklarını (medreseli isyanları) tarih belgelemektedir.

Osmanlı idaresindeki aksaklık ve karışıklıkların sebeplerinden birisi de padişahın tahta çıkıncaya kadar geçirdiği hayatın etkisidir. Padişah olana kadar her an öldürülme endişesi altında kapalı odalarda hayat sürmesi sonucu, dış hayatı ve idarecileri şahsen tanıma fırsatları olmamıştır. Padişah olunca da lalasının ve kızlar ağasının tavsiyelerine boyun eğmiştir. Yönetimde etkin olma çabası sarf eden siyasi çete şebekelerinin arasında kalmıştır. Bundan dolayı bazen atadığı kişiyi yakın zamanda idam ettirdiği ve yaptığı faaliyetleri kaldırdığı görülmüştür. III. Murat‟ın bir rasathane yapmaya karar verip, daha bitmeden yıkılmasına ferman çıkarması -XVI. asrın son çeyreğindeki bu olay- anlatılan durumun ilmi gelişmeyi ne kadar etkilediğini göstermektedir. Şeyhülislam ve kazasker bu üst bürokrasinin çatışma ve etkin olma alanı içerisinde yer almıştır. Bu durumda medreseliler, hoca ve talebe olarak elbette bir ilerleme kaydedemezlerdi. İşler ve ilmi müesseseler cahillerin elinde ve menfaatçilerin kontrolünde kalmıştır. 114

Levent, sekban, mütegallibe sınıfının oluşması, Celali isyanları, tımar sisteminin bozulması taşra nüfusunu olumsuz yönde etkilemiştir. Köyde geçim imkanları çok daralmış olan ebeveynlerin çocuklarını çiftbozan-levent yapma yerine onları erken yaşta medreselere göndermeyi tercih edeceklerinden şüphe yoktur. Ancak medreselere akın etmeye başlayan talebeleri barındıracak imâretler kafi gelmemeye başlamıştır. Talebelerin hem barınma hem de beslenme yönünden birçok problemleri vardı. Fakat talebelerin sıkıntıları yalnız yatacak ve yiyecek bakımından değildi. Aynı zamanda hocasızlığın da sıkıntılarını çektikleri bir gerçektir.

İstanbul‟da yüksek tahsilini bitirmiş olanların ne derece tekrar Anadolu‟ya, memleketlerine dönmeye can atıp oralarda vazife almak istedikleri de ayrı bir inceleme konusudur. Bugünle kıyas edecek olursak kimsenin memleketine ve Anadolu‟ya vazife almaya ve gitmeye gönüllü olmadığını ileri sürmek gerçeğe daha uygun olur.

Talebelerin yatakhanelerde ve odalarda çok sıkışık oldukları kabul edilirse, gürültüden hiç birinin gereği gibi dersine çalışma imkanı olmadığı açıkça görülür115

. Yabancı bir dilde yazılan eserleri okumak, anlamak kolaydır. Fakat yabancı bir dilde tahsil yaptıktan sonra, o dilde fikri bir icat ve keşif yapabilmek pek zordur. Talebe medresede okuduğunu daha medrese kapısında unutmamalıdır. Medreselerin dili genel olarak Arapça ve Farsça ağırlıklıydı. Yabancı bir dilde bir kaç dil kaidesinin öğretilmesinin talebeye dini bir kültür verdiğini iddia etmek zordur. Bunu için din derslerini çoğunlukla okuduğu kabul edilen medrese talebelerinin, sanıldığı kadar okumadıklarını programları tetkikten kolayca öğrenmek mümkündür. On beş-yirmi sene medresede ömrünü tüketen bir kimsenin ilim ve fenleri gereği gibi öğrenmesi şöyle dursun, Arapçayı bile gereği gibi öğrenmekten aciz kalmasının sebebi olarak metotsuzluktan ve usuldeki nizamsızlıktan kaynaklanmaktadır.

Medreseli suhteler iş bulamamaktan ve geçim sıkıntısından birçok olaya karışmış ve isyan etmişlerdir. Medreselilerin ayaklanmalarında ideolojik sebep bulmak zordur. Medreseli suhtelerin karışıklık çıkardığı yerler, medreselerin ve imâretlerin çok olduğu şehirler ve Anadolu‟nun verimli bölgeleridir. Çünkü oraları daha çok öğrenci barındırmaya müsaittir. Hatta kapasitesinin üzerine de çıkmaya elverişlidir. Dolayısıyla kalabalık yerlerde insanların birbirilerini tanımaları çok zordur. Bu gibi meçhul kalma

imkanı olan yerlerde karışıklık ortamı bulunur ve bundan istifade etmek isteyen fırsatçılar, sıkıntıda ve darda olanların heveslerini tahrik edebilirler.

Leventler ve çiftbozanlar, medreseyi emellerine alet ederek talebe olmadıkları halde talebe gibi gözükerek halk içinde bir sempati kazanmayı amaç edinmişlerdir. Bazen talebeleri de aralarına alarak ortaklaşa çapulculuk yapmış ve böylece suçu da talebelerle paylaşmışlardır.

Psikolojik bir sebep olarak da şunu söyleyebiliriz; medrese talebesinin sakin, asude bir ortam içinde okuyup yükselmesini herkes özellikle, aynı yaştaki gençler çekememişlerdir. Talebeleri kışkırtıp, tahrik ederek onları medreseden dışarı çekmeye çalışmışlardır. Dersini bir gün ihmal etmeye cesaret eden bir talebeyi tekrar medreseye sokmak zorlaşmıştır. Ayrıca her talebeyi aynı zeka, kabiliyet, temayül, aşk, ruh, nefis ve bedene sahip olarak kabul etmek bizi yanlış değerlendirmelere götürebilir. Talip olmayan başıbozuklar, bu olaylarda daha çok kullanılmışlardır.

Memleketin siyasi, iktisadi, ve içtimai durumunun bozulması, medreselileri daha çok çapulculuğa, anarşiye ve ahlak dışı hareketlere itmiştir. Her sene birkaç ay medresede okuduktan sonra cer yapma bahanesiyle yola çıkıp vurgunculuk yapan suhteler olmuştur. Suhteleri bazen kadılar ve bazen de sancak beyleri korumuşlardır. Medreseliler, bazı devlet adamları tarafından kullanılarak isyana teşvik edilmişlerdir. Medrese talebeleri, bir sürü sebep altında derslerini bırakıp eşkıyalığa başlamışlar ve bu medrese öğretiminin gerilemesine sebep olmuştur. İşte bütün bu sebepler medrese eğitimini ve öğretimini aksatmış ve geriletmiştir. Hem iyi hoca yetişmemiş hem de iyi alim olmanın arzusunu taşıyan talebe kalmamıştır. Çalışıp bilmeden kolayından icâzet alıp, hak etmeden mevki ve vazife alma peşinde koşmuşlardır116

.

Duraklama ve gerileme dönemlerinde bazı devlet adamlarının ilme gerektiği gibi önem vermemesinin yanında yöneticileri etkileyerek ilmi gelişmelere engel oldukları da göze çarpmaktadır. Bunun yanında bazı ilim adamları da - belki daha çok kıskançlıktan dolayı- bazı ilmi faaliyetlerin önüne engel çıkarmışlardır. Mekteplerin açılmasıyla

beraber medreselere gereken önem verilmediği gibi medreseler bir kenara itilmişlerdir117

.

Medreselerin bozulmasında tefekkürü faaliyete geçirecek olan matematik, kelam ve felsefe gibi akli ilimlerin terk edilerek, bunların yerine tamamen nakli ilimlerin geçmesi de neden olmuştur118

.

Osmanlı toplumunda din bilgini olduğu halde bencillikten kurtulamayan aile ve akraba çıkarlarını ön planda tutan, toplumun zararına şeriat ve kanun ölçülerini, hak ve adalet mefhumlarını görmezlikten gelerek hareket edenler olmuştur. Bazı alimlerin ailelerine ilmi imtiyazlar tanınarak mevki ve makamlar verilmiştir. Bazı ilmi yöneticiler de kendi soyundan olanlara bir yolunu bularak ilmi payeler verdirmeyi başarmışlardır. Bu durum için “Beşik Ulemâsı” tabiri de kullanılmıştır. Zamanla sisteme yerleşen bu “zadeganlık” olayı kanun olmadığı halde bir hakmış gibi telakki edilmeye ve yüksek ilmi mertebeler daha çok “zadeganlara” verilmeye başlamıştır. Yüksek seviyedeki ilim adamlarının bu ferdiyetçi ve bencil davranışları da medreselerin gerilemesinin nedenlerinden biridir119.

Zamanla dersler camilere nakledildiği için müderrislerin medreselerdeki işlevi, talebelerin iskanı ve aralarında meydana gelen problemlerin çözümüyle ilgilenen müdürlük vazifesine dönüşmüştür. Bu şekilde sayıları artan medrese talebeleri için camiler büyük bir dershane hizmetini görüyor ve medrese binaları ise çoğunlukla yatakhane olarak kullanılıyordu. Medrese dersleri camilerde görüldüğü zaman bazen bir camide birden fazla müderris ders verdiği için tabii olarak talebelerin dinlemesi de güçleşiyordu120

.

1846‟da çıkarılan “Kur„a Kanunnamesi” ile medrese öğrencilerinin askerlikten muafiyeti için imtihan açılması kararlaştırılmıştı. İmtihanla askerlikten muafiyet kanunu, düşünülenin aksine medrese talebelerinin sayısını gereğinden fazla artırmıştır. Askerlik yükünün zaten Müslümanlarda olması medreseye karşı büyük bir talebi

117

Cüneyd Okay; Osmanlı Çocuk Hayatında Yenileşmeler, s.32, İstanbul, 1998

118 Osman Kafadar; Türk Düşüncesinde Batılılaşma, Ankara, 1997, s. 70; Hüseyin G. Yurdaydın;

Düşünce ve Bilim Tarihi (1600-1839), Türkiye Tarihi, C. 3, Osmanlı Devleti (1600-1908), İstanbul, 1997, s. 276; M.Ali Ünal; Mehmet Ali Ünal; Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta, 2007, s.121-122

119 Hüseyin Atay; age, s. 142-154,; İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı,

Ankara, 1998, s. 71-74; Yusuf Halaçoğlu; Osmanlı Devlet Teşkilatı, Doğuştan Günümüze Büyük İslam

Tarihi, C. 12, İstanbul, 1990, s. 419

beraberinde getirmiştir. Çünkü nihayetinde dersini çalışıp kur„a imtihanını geçen bir medrese talebesi, o sene için askerlik muafiyetinden kurtulmuş oluyordu. Ekonomik sıkıntılar sonucu sayıları artan işsizler de medrese talebelerinin saflarını kabartmıştır121

. Sultan II. Abdülhamid devrinin sonlarında talebelerin grup olarak belli bir yerde toplanması uygun görülmediğinden kur„a imtihanı kaldırılarak bütün medrese talebelerinin askerlikten muaf olduğu ilan edilmişti. Böylece askerlikten kaçmak isteyen kişiler başlarına sarık sarıp medreselere sığınmışlardır122

.

Benzer Belgeler