• Sonuç bulunamadı

Medeni Haklardan Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık

B- Çalışma Yaşamında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Alanları ve Nedenleri

V- Medeni Haklardan Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık

1876 yılında yürürlüğe giren Mecelle, dinsel nitelik taşımaktadır, Mecelle’de kadın hakları, biyolojik cinsiyet ayrımına bağlı olarak işlenmiş; kadının kamu yaşamına siyasal katılım hakkı ve özellikle evlenme, boşanma, miras, tanık olabilme konularındaki yurttaşlık hakları erkeklere göre kısıtlanmıştır409.

Avrupa’nın o zaman için en yeni ve modern medeni kanunu olan, birbirinden farklı kültürdeki halk gruplarınca uygulanabilme esnekliğine sahip 1907 tarihli İsviçre Medeni Kanunu, lâik bir kanun olarak tanımlamakla birlikte; 17 Şubat 1926 tarihinde TBMM tarafından kabul edilip, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe konulmakla, İslam hukukunun kadın aleyhine getirdiği eşitsizlikleri kısmen ortadan

405 Yılmaz, s.167. 406 Yaraman, s.57. 407

Özbudun, Sibel - Demirer, Temel - Demirer, Yücel, Kadın Yazıları, Ütopya Yayınevi, Ankara 2000, s. 81.

408

Tuncer, Erol, Siyasette Kadın, Sosyal Demokrasi Derneği Yayınları, Ankara 2006, s.1.

409

Yeşilorman, Mehtap, “Toplumsal Eşitlikte Kör Nokta: Kadın Eşitsizliğine Genel Bir Bakış”,Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.11,sy.2,2008,s.277.

kaldırmıştır410. Hukuk kurallarının çoğu gibi, Medeni Kanunumuzun hükümlerinin bazıları zamanla eskimiş, günün ekonomik ve sosyal gereksinmelerine cevap vermekten uzak bir hale gelmiştir. Türkiye’de, 1951 yılından beri Medeni Kanunu’nun değiştirilmesi amacıyla komisyonlar kurulmuş, ilki 1971 tasarısı, ikincisi 1984 tarihli ön tasarı ve 1999 tarihli en son tasarı Adalet Bakanlığı’na verilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda 22.11.2001 tarihinde görüşülerek kabul edilmiş ve Yeni Türk Medeni Kanunu, 01.01.2002 tarihinde 4721 sayılı kanun olarak yürürlüğe girmiştir.

743 sayılı Eski Medeni Kanunu’nun temel özellikleri olan çağdaş, lâik ve devrimci nitelikleri aynen benimseyen, Yeni Medeni Kanun’da ihtiyaca uygun olarak yeni değişiklikler, özellikle kadın-erkek eşitliği ilkesinden hareketle köklü reformlar yapılmıştır411. Medeni Kanun, yeni şekliyle kadın – erkek eşitliğini gözeten, cinsiyet ayrımcılığına son veren, kadınları aile ve toplum teorisinde erkeklerle eşit kılan, kadın emeğini değerlendiren düzenlemeler içermektedir. Yeni Medeni Kanun ile özellikle Aile Hukuku alanında bugüne kadar yaşanan gelişmeler, değişim ve ihtiyaçlar, dikkate alınarak çok önemli değişiklikler yapılmıştır412.

743 sayılı Medeni Kanun 153. maddesi evlenen kadının kocasının soyadını taşıyacağını öngörmektedir. Bu hükme, 1997 tarihinde 4248 sayılı kanunla yapılan ilave ile kadına kocasının soyadı önünde önceki soyadını taşıma imkânı tanınmıştır. Bunun için kadın evlendirme memuruna ya da evlenme yapıldıktan sonra nüfus idaresine yazılı olarak başvurması gerekmektedir. Kadın, daha önce iki soyadı kullanıyorsa bu haktan yalnız biri için yararlanabilmektedir. Bu hüküm aynen Yeni Medeni Kanunu’nda da yer almıştır. 4721 sayılı Yeni Medeni Kanunu’ndan sonra; bu maddede değişiklik yapılması için düzenlenen tasarıda; soyadı konusunda, kadının eşinin soyadı ile kendi soyadını birlikte kullanmasına olanak tanıyan düzenlemeyi kaldırarak, “ya evlenmeden önceki soyadının ya da kocanın soyadının kullanılması zorunlu” kılınmıştır. Bu tasarı kadın derneklerinin tepkisi üzerine geri çekilmiştir. Şu an üzerinde çalışılan ve henüz meclise sunulmayan metin de “Kadın,

410

Ataysoy, İsveç Hukukuna Göre Farklı Cinslerin Eşit Haklara Sahip Olmaları, s.7.

411

Cansel, Erol, Medeni Kanunda Kadın Erkek Eşitliği İlkesinin Değerlendirilmesi, AÜHFY, Ankara 1977, s.23.

412

Kılıçoğlu, Ahmet, Kadın ve Çocuk Hakları Açısından Yeni Türk Medeni Kanunu, T.C. Başkanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Ankara 2003, s.5.

evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını kullanabileceği gibi, sadece önceki soyadını kullanmaya da devam edebilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” şeklinde düzenleme yapılarak kadına, sadece kendi soyadını kullanmasına imkân verilerek; AİHM’nin Türkiye aleyhine verdiği Ayten Ünal Tekeli kararı doğrultusunda değişiklik metni hazırlanmıştır.

743 sayılı Medeni Kanunun 153.maddesiyle ilgili, Anayasa Mahkemesine yapılan itirazda, “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır kuralı kimi sosyal gerçeklerin doğurduğu zorunluluklardan ve yasa koyucunun yıllar boyu kökleşmiş bir geleneği kurumsallaştırmasından kaynaklanmaktadır. Kullanılan aile isminin, kuşaktan kuşağa doğumla geçmesiyle aile birliği ve bütünlüğü devam etmiş olacaktır. Aile birliğinin sağlanması için, yasa koyucu eşlerden birisine öncelik tanımıştır. Kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar soyadının kocadan geçmesinin tercih nedeni olduğunu göstermektedir. Kaldı ki itiraz konusu kural da aile isminin sadece erkeğin soyadına bağlanacağı öngörülmemekte, kadının başvurusu durumunda kocanın soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanma olanağı bulunmaktadır. Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayırımına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir. Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez. Yasa koyucunun aile soyadı olarak, kocanın soyadına öncelik vermesi; belirtilen haklı nedenler karşısında eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır. Bu nedenle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 10. ,12. ve 17. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir”413 şeklinde hüküm kurulmuştur.

Soyadının kullanılması konusunda AİHM’nin Ayten Ünal Tekeli kararında414, mahkeme Türkiye’nin cinsiyete dayalı ayrımcılık yaptığına karar vermiştir. Türkiye aleyhine 14. madde bağlamında, tek ihlal olması nedeniyle oldukça önemlidir.

413

AyM, E. 97/61, K. 98/59, KT: 29.9.1998, AMKD, sy.38,s.124.

414

Ayten Ünal Tekeli, 1965 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve İzmir’de yaşamaktadır. 1990 tarihinde yaptığı evliliğin ardından, o dönemde halen stajyer avukat olan Tekeli, Türk Medeni Kanunu’nun 153. maddesi uyarınca eşinin soyadını almıştır. Meslek hayatında kızlık adıyla bilindiğinden, bu ismini yasalara göre aldığı soyadın önüne koymayı sürdürmüştür. Ancak resmi dosyalarda her iki ismi de kullanamamaktadır. 1995 yılında, Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yalnızca kızlık soyadı olan “Ünal”ı kullanmasına izin verilmesi için dava açmıştır. Mahkemece, Türk Medeni Kanun’un 153. maddesine göre evli kadınların evlilikleri süresince kocalarının ismini taşımalarının gerektiğini gerekçe göstererek, başvuranın talebini reddetmiştir. Yargıtay tarafından da, itiraz reddedilmiştir. 14 Mayıs 1997’de, Medeni Kanunu’nun 153. maddesinde yapılan değişikliklerden biri ile evli kadınlar kızlık soyadlarını eşlerinin soyadlarının önüne ekleyebilme hakkını kazanmıştır. Başvuran, soyadı olarak yalnızca kızlık adını kullanabilme yönündeki talebini karşılamadığından bu kanundan yararlanmamayı tercih etmiştir. 22 Kasım 2001’de Yeni Medeni Kanun kabul edilmiştir. Bu kanunun 187. maddesi “kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde, önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” hükmü getirilmiştir.

Başvuran, Türk yasaları tarafından erkeklerin kendi soyadlarını kullanmasına izin verilmesine karşın, yetkililerin evlendikten sonra kızlık soyadını kullanmasına izin vermemesinden şikâyet etmiştir. Bunun, cinsiyete dayalı ayrımcılık olduğunu ve sözleşmenin 14. maddesi ile beraber düşünüldüğünde 8. maddeyi ihlal ettiğini öne sürmüştür.

Hükümet, söz konusu davaya sözleşmenin 8. maddesinin uygulanamayacağını öne sürmüştür. İsim seçiminin, tam olarak bireysel tercih meselesi olmadığını ve devletin bu alanda geniş bir tasarruf hakkına sahip bulunduğunu belirtmiştir ve 1997’de, Medeni Yasa’nın 153. maddesinin değiştirilmesinden sonra evli kadınların kızlık soyadlarını evlendikten sonraki soyadlarının önünde kullanabileceklerini yinelemiştir. Hükümet, durumun cinsiyetler arasında farklı muamele teşkil ettiğinin farkında olduğunu belirtmiş; ancak bunun nesnel ve makul temelleri olduğunu, dolayısı ile ayrımcılık oluşturmadığını öne sürmektedir.

AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinin isimlere dair net bir hüküm getirmediğini, ancak yine de bir kimlik belirleme ve aile bağı aracı olarak insanın isminin özel ve aile yaşamını etkilediğini yinelemektedir. Dolayısı ile şikâyetin konusu sözleşmenin 8. maddesi kapsamında yer almaktadır denilmektedir.

Cinsiyete dayalı farklı bir muamelenin, AİHS’ye uygun olduğunun kabul edilebilmesi için çok geçerli nedenler sunulması gereklidir. AİHS, her şeyden önce insan haklarının korunmasına yönelik bir sistem olduğundan AİHM, taraf devletlerdeki değişen koşulları göz önünde bulundurmalı ve hedeflenen standartlara ilişkin ortaya çıkan konsensüse tepki vermelidir.

Hükümet savunmasında, söz konusu müdahale kocanın soyadı vasıtası ile aile birliğini yansıtarak kamu düzenini sağlamaya yönelik meşru bir amaç gütmektedir. Başvuran bu sava itiraz etmiştir. Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler arasında Türkiye, çift başka bir düzenlemeyi tercih etse dahi kocanın soyadının çiftin soyadı olarak kabul edilmesini ve bu nedenle kadının, evlendiğinde otomatik olarak kendi soyadını kaybetmesini yasalarla öngören tek ülke konumundadır. Türkiye’de, karı kocanın böyle bir düzenlemeyi kabul etmesi halinde bile evli kadınlar yalnızca kızlık soyadlarını kullanamamaktadır.

AİHM, geleneksel kocanın soyadına dayalı aile ismi sisteminden, evli çiftlerin kendi soyadlarını kullanabilmelerine, ya da özgürce ortak bir aile ismi seçmelerine izin veren başka bir sisteme geçişin doğum, evlilik ve ölüm kayıtlarının tutulması konusunda yaratacağı sorunların önemine göz ardı etmemektedir. Ancak bireylerin seçtikleri isme göre, saygınlık ve itibarla yaşamalarını sağlamak için toplumdan bir miktar sıkıntı çekmesini beklemek makul olacaktır.

Sonuç olarak, aile birliğini ortak bir aile ismi aracılığıyla yansıtma amacı, söz konusu davada şikâyet konusu olan cinsiyete dayalı farklı muamele için yeterli bir gerekçe oluşturmamaktadır. Dolayısıyla, söz konusu farklı muamele 8. madde ile beraber düşünüldüğünde 14. maddeye aykırıdır. Buna göre Mahkeme, Türkiye’nin 14. maddeyi ihlal ettiğini belirlemiş ve başvuruyu yalnızca AİHS’nin 8. maddesi uyarınca incelemenin gerekli olmadığına karar vermiştir.

AİHM başvurana manevi bir tazminat vermeyi uygun görmemiştir. Çünkü söz konusu davanın şartları dâhilinde, AİHS’nin ihlal edildiği kararı ve bu kararın ileride getireceği sonuçların adil bir tazminat oluşturduğu kabul edilebilir denilmiştir.

Türkiye aleyhine AİHM’nin, ayrımcı davranıldığı konusunda sadece bir ihlal kararı olmasına karşılık özellikle İngiltere aleyhine cinsiyete ve cinsi tercihlere dayalı ayrım konusunda pek çok ihlal kararı vardır415.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Burghartz ve İsviçre Kararı’nda416, Başvurucular İsviçre vatandaşı olup, 1975 yılından beri İsviçre'de oturmaktadırlar. Başvurucular, 1984 yılında Almanya'da evlenmişlerdir. Bayan eş Alman vatandaşlığına da sahiptir. Alman Medeni Kanununa uygun olarak evlenen çift, bayan eşin ‘Burghartz’ olan soyadını ailenin soyadı olarak seçmişlerdir ve erkek eş bu soyadın önüne kendi soyadını koymuş ve dolayısıyla erkeğin soyadı ‘Schnyder- Burghartz’ olmuştur. İsviçre makamları bu çiftin ortak soyadın ‘Schnyder’ olarak kaydetmiştir. Ancak başvurucular aile soyadı olarak ‘Burghartz’ erkek eşin soyadının ise ‘Schnyder-Burghartz’ olarak kaydedilmesini istemişlerdir. Bu talep yetkili makamlar tarafından reddedilmiştir. İsviçre Medeni Kanununda 5 Ekim 1984 tarihinde kabul edilen ve 1 Ocak 1988 tarihinde yürürlüğe giren kanun doğrultusunda değişiklik üzerine başvurucular taleplerini tekrarlamışlardır, Ancak başvurucuların talepleri, ‘Schnyder’ adının kullanılmasında hiç bir uygunsuzluk bulunmadığı ve değişik 30. madde bakımından geçici hüküm bulunmadığı için söz konusu değişikliğin 1 Ocak 1988 tarihinden önce yapılmış evliliklere uygulanamayacağı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Başvurucuların açtıkları dava sonuçta İsviçre - Federal Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucular İnsan Haklan Avrupa Komisyonu’na başvurarak aile yaşamına saygı hakkı bakımından ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Davalı Hükümet bayan başvurucunun mağdurluk statüsü bulunmadığı yönünde itirazda bulunmuştur, Mahkeme'ye göre bu dava, bay ve bayan Burghartz’ın ortak aile soyadlarını ve bay başvurucunun soyadının değiştirilmesi amacıyla yapılan ortak bir başvurudan kaynaklanmıştır ve bayan eş tartışma konusu işlemden ötürü, en azından dolaylı olarak mağdur olduğunu iddia edebilir denilmiştir. Öte yandan Mahkemeye göre, başvurucunun soyadı seçimi, kendisinin özel yaşamını ve mesleki ilişkilerini de etkilediği için söz konusu şikâyet bakımından 8. madde uygulanabilir niteliktedir ve kocaya karıdan farklı muamelede bulunmak için hiçbir objektif ve makul sebep

415

Demir, Türk Hukukunda Ayrımcılık Yasağı, s.81.

416

bulunmadığından özel yaşama saygı hakkı ile aile yaşamına saygı hakkı bakımından ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucunu varılmıştır. Erkeğin de kendi soyadının yanı sıra karısının soyadını veya sadece karısının soyadını taşıma hakkının olduğu ve bu hakkın sadece eşlerden birine tanınması yahut hiçbirine tanınmaması cinsiyete dayalı ayrımcılık teşkil ettiğinden, Mahkemece de haklı olarak ayrımcılık yapıldığı sonucuna varılmıştır.

4721 sayılı kanunla; evlenme yaşında değişiklik yapılmıştır.

743 sayılı kanunda, “erkek on yedi, kadın da on beş yaşını doldurunca evlenebilir. Evlenme yaşının, genel erginlikten daha düşük tutulmasının başta gelen nedeni, kişilerin, genel erginlikten daha erken ortaya çıkan cinsel olgunluk ve içgüdülerine paralel bir düzenleme getirme amacıdır” 417. Erkeğin on beş, kadının da on dört yaşında evlenebilmesi için ortada olağanüstü bir durumun ve pek önemli bir nedenin bulunması gerekir418. 4721 sayılı Kanunun, 124. maddesi gereğince; erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş erkek veya kadının evlenmesinde hakim kararı ile izin verileceği düzenlenmiştir.

1076 sayılı Yedek Subay ve Yedek Askerî Memurlar Kanununun yabancı kız veya kadınla evli olanların yedek subaylıktan çıkarılmalarını öngören 5509 sayılı Kanunla değişik 23/e maddesi hakkındaki bir Anayasaya aykırılık itirazında, madde hükmünün askerlik hizmeti yükümlülüğü dışında tutuldukları için kadınlar hakkında uygulanamayacak olmasının da eşitlik ilkesine aykırı düştüğü ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, bu iddiayı isabetli bulmadığını açıklamıştır. Mahkemeye göre, “Yürürlükte olan kanunlarımız, kadınları genel olarak askerlik yükümü dışında tutmakta olduğundan, yüksek öğrenim yapmış olsun olmasın, erlik veya yedek subaylıklar söz konusu değildir. Bu sebeple anılan 23 üncü maddenin e bendinin, yabancılarla evlendikleri için yedek subaylık haklarını kayıp eden erkekleri, kadınlara karşı eşit olmayan bir duruma soktuğu ve böylece eşitlik ilkesine aykırı bir hüküm taşıdığı düşüncesi yerinde değildir ”419 demiştir. 1076 sayılı kanun o dönem

417

Zevkliler, Aydın, Medeni Hukuk, Seçkin Yayınevi, 6. Baskı, Ankara 1999, s.785.

418

Zevkliler, Medeni Hukuk, s.786.

419

içerisinde sadece erkeklere uygulandığından, mahkemenin kararı Anayasaya uygundur.

Evliliğin başvurulacağı yerle ilgili düzenleme de, “743 sayılı Medeni Kanunu’nun 97. maddesinin birinci fıkrasında, evlenme başvurusunun belediye başkanı ya da başkanın bu işle görevlendirdiği memura yapılacağı düzenlenmiştir. Başvurulacak makam, erkek nişanlının ikametgâhının bulunduğu yerdeki belediye başkanlığıdır”420 şeklinde düzenleme mevcuttur. 4721 sayılı Kanunun 134. maddesi gereğince, erkek veya kadının oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte başvuracakları düzenlenmiştir. Bu yeni hükümle, eski hükümden farklı olarak “ikametgâhın bulunduğu yerdeki Belediye’ye başvurma” koşulu, “evlenecek olanların oturdukları yer evlendirme memurluğuna başvurma” olarak değiştirilmiştir. Buna göre, evlenecek olan kişiler, yerleşim yerlerinin bulundukları yerdeki evlendirme memurluğuna başvurma zorunda olmaksızın, oturdukları yerdeki evlendirme memurluğuna da başvurabileceklerdir421.

Boşanma sebepleri konusunda 743 sayılı Medeni Kanunu’nun 130. maddesinde cana kast, pek fena muameleler boşanma sebebi olmuştur.

Cana kast eşlerden birinin, diğer eşin yaşamına son verme amacıyla yaptığı eylemlerdir422 . Pek fena muamele, eşe eziyet veren, acı çektiren, beden ve ruhsal sağlığını bozan davranışlardır.

Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış; önceki kanunumuzdaki 130. maddenin karşılığıdır. Onur kırıcı davranışta bulunma sebebi de eklenmiş ve madde sadeleştirilerek yeniden kaleme alınmıştır423 .

Boşanma ile ilgili başka bir düzenleme ise terk halindeki süredir. Eski düzenlemede üç aylık olan terk süresi, 4721 sayılı Kanun 164. Maddesinde, altı ay olarak uzatılmıştır

Medeni Kanunun, genel hükümleri kısmında düzenlenen, eşlerin oturacakları konutu seçimi konusunda; 743 sayılı Kanunun 150/II. maddesinde “eşlerin ve

420

Zevkliler, Medeni Hukuk, s.803.

421

Kılıçoğlu, s.5.

422

Zevkliler, Medeni Hukuk, s.984.

423

Öztan, Bilge, Medeni Hukuk’un Temel Kavramları, Turhan Kitabevi, 10. Baskı, Ankara 2002, s. 396.

çocukların oturacakları ortak konutu seçme hakkını yasa kocaya tanımıştır”424 . 4721 sayılı Kanunun 186. maddesindeki düzenlemeye göre; eşlerin oturacakları konutu birlikte seçecekleri düzenlenmiştir. Yasa koyucu, konutu seçme hakkını kocadan alıp, her iki eşe vermekle, kadın erkek eşitliğini temin etmek istemiştir. Yoksa bu hükümle, hiçbir haklı neden yok iken seçim hakkını kullanmayan ve yükümlülüğünü yerine getirmeyen eşin diğerini mağdur etme olanağı sağlanmak istenmemiştir425.

743 sayılı Medeni Kanun 152/II. maddesinde, kadın ve çocukların uygun bir biçimde geçiminin kocaya ait olduğunu hükme bağlamıştır. Buna göre koca, karısına ve çocuklarına beslenme, giyinme, barınma, sağlık ve diğer sosyal giderlerini karşılamakla yükümlüdür. Kocayı birliğin reisi kabul eden kanun, bu yetki karşısında ona sözü edilen yükümlülükleri yükleyerek, bir denge kurmaya çalışmıştır. 4721 sayılı Medeni Kanunu’nun 186/2 ve 3. fıkrası uyarınca birliği eşlerin beraberce yönetecekleri, eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılacakları düzenlenmiştir.

Eski TMK’da, kadının ev işlerini görmesini, çocuklara bakmasını yani eve harcanan emek ve çalışmasını; evin geçimine bir katkı olarak değerlendirmemiş ve karşılıksız bırakmıştır. Yeni Medeni Kanun’un 152. maddesi gereğince “eşler birliğin giderlerine güçleri oranında katılırlar” kuralını getirmiştir. Yasa koyucu bu kuralı getirirken, 76 yıl süreyle kadının değerlendirme dışı tutulan ve karşılıksız bırakılan “ev içi emeğini” ön plana çıkarmış, evin giderlerine katkıdaki “gücün sadece parasal güç değil, emek de olabileceğini” öngörmüştür. Bunun sonucu olarak maddede “Eşler, birliğin giderlerine güçleri oranında, emek ve malvarlıkları ile katılırlar” ifadesiyle eve harcanan çalışmanın karşılıksız olmadığı kabul edilmiştir426.

743 sayılı Medeni Kanunu’nun “aile reisliği ile ilgili olan eski kanun hükmü, karı koca arasında eşitsizlik yarattığı düşüncesiyle hep eleştiri konusu olmuştur”427 . 743 sayılı Kanun’un 152. maddesinde düzenlenen kocanın evlilik birliğinin reisi olduğuna ilişkin hüküm kaldırılmıştır.

424

Zevkliler, Medeni Hukuk, s.824.

425

Kılıçoğlu, s.25.

426

Kılıçoğlu, s.70.

427

Zevkliler, Aydın, Medeni Hukuk, Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku Aile Hukuku, Ankara 1989, s.783.

743 sayılı Medeni Kanun’un 154. maddesi gereğince evlilik birliğini kocanın temsil edeceği düzenlenmişken; 4721 sayılı Kanun’un 188. maddesi gereğince eşlerin her birinin, ailenin sürekli gereksinimleri için evlilik birliğini temsil edebilecekleri kabul edilmiştir. Nelerin sürekli ihtiyaç kavramına gireceği hukuki işlemlere göre değişir. Sürekli ihtiyaçlar dışında kalan, ailenin diğer ihtiyaçları için; eşlerden birinin tek başına hareket etmesi, diğer eşin rızasına veya hakimden izin almasına bağlıdır. Ancak diğer eşin hastalığı, başka yerde olması veya benzeri sebeplerle rızası alınamıyorsa ve birliğin yararı bakımından gecikmede sakınca varsa, eş diğer eşin rızasını almadan hukuki işlem yapabilir428 . Birliğin temsil yetkisinin kullanıldığı hallerde, eşler üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumlu olurlar429.

Anayasa Mahkemesi ikametgâh konusunda verdiği kararda; eski Medeni Kanunun 21.Maddesinin birinci fıkrasındaki “kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur” kuralının eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmediğini belirtmiştir. İtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulurken, itiraz konusu düzenleme ile kocanın ikametgâhının karının ikametgâhı olarak düzenlemiştir. Karının ayrı ikametgâh edinememesi sonucunu doğurduğu; boşanma davasını kocanın kendi ikametgâhı mahkemesinde açabilmesine karşılık, karının ancak kocasının ikametgâhı mahkemesinde açabilmesinin de Anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi ise, dava konusu düzenlemede şu gerekçeyle eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığına karar vermiştir:

“Kocanın ikametgâhının karının ikametgâhı addolunacağına ilişkin itiraz konusu kural, aile birliğinin tek ikametgâh edinmesini temin amacına yöneliktir.