• Sonuç bulunamadı

Temel haklardan yararlanmada cinsiyete dayalı ayrımcılık yasağı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Temel haklardan yararlanmada cinsiyete dayalı ayrımcılık yasağı"

Copied!
160
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI

TEMEL HAKLARDAN YARARLANMADA CİNSİYETE

DAYALI AYRIMCILIK YASAĞI

Nuray ATA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Reyhan SUNAY

(2)

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... ii

Tez Kabul Formu ... iii

Önsöz/Teşekkürler ... iv Özet ... v Summary... vii Kısaltmalar... ix Giriş ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

I-Temel Hak ve Hürriyetler Kavramı ... 3

II - Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınıflandırılması ... 7

III - Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Kavramı ... 10

IV- Cinsiyet Kavramı ve Kadın ... 11

A-Fizyolojik Cinsiyet ... 11

B-Toplumsal Cinsiyet ve Roller ... 14

1-Toplumsal Cinsiyet Rollerini Geliştiren Faktörler... 16

2-Cinsiyete Dayalı Ayrımcılığın Tarihçesi ... 18

3-Tarihsel Süreçte Türk Toplumlarında Kadın ... 25

4-Din ve Kadın ... 34 C-Feminizm ... 40 1-Liberal Feminizm ... 43 2-Kültürel Feminizm ... 45 3-Radikal Feminizm ... 46 4-Marksist Feminizm ... 49 İKİNCİ BÖLÜM NORMATİF ÇERÇEVE VE AYRIMCILIK TÜRLERİ I- Ulusal Mevzuatımızda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Yasağı ... 51

A -Anayasalarımızda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Yasağı ... 51

B-Ceza Hukukunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ... 52

II – Uluslararası Belgelerde Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Yasağı ... 64

A - Birleşmiş Milletler Belgeleri ... 64

B - Avrupa Konseyi ve AB Belgeleri ... 67

C – Kadınlara Yönelik Uluslararası Sözleşmeler ve Belgeler ... 70

D - Avrupa Birliği Yönergeleri... 74

E - Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferansları Sonuç Bildirileri ... 75

F - Pekin+ 5 Genel Kurul Özel Oturumu ve Pekin + 10 Toplantısı ... 78

III- Ayrımcılık Türleri ... 78

A-Pozitif -Negatif Ayrımcılık Yasağı ... 78

B - Doğrudan -Dolaylı Ayrımcılık ... 80

(3)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIĞIN ORTAYA ÇIKTIĞI ALANLAR

I- Eğitim Hakkından Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ... 88

II-Sağlık Hakkından Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ... 97

III-Çalışma Yaşamında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ... 99

A-Çalışma Yaşamındaki ve İş Kanunu’ndaki Düzenlemeler ... 101

B-Çalışma Yaşamında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Alanları ve Nedenleri.. 104

1-İşe Alınma ... 104

2-Ücret ve Parasal Olanaklardan Yararlanma ... 108

3-Yükselme (Kariyer) ... 109

4-Eğitimlere Katılma ... 111

5-İşlerin Dağılımı ... 112

6-İşe Devam ... 113

7-Tayin, Emeklilik ve İşten Çıkarılma ... 114

8-Cinsel Taciz ve Cinsel İstismar ... 114

IV-Siyasal Haklardan Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ... 116

V-Medeni Haklardan Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ... 120

Sonuç ... 137

Kaynakça ... 139

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Nuray Ata tarafından hazırlanan Temel Haklardan Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Yasağı başlıklı bu çalışma …01…../…07…../…2010………… tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Doç.Dr. Reyhan Sunay

Başkan İmza

Ünvanı, Adı Soyadı Doç.Dr Ali Şafak Balı

Üye İmza

Ünvanı, Adı Soyadı Üye İmza

(6)

ÖNSÖZ/TEŞEKKÜRLER

Geçmişten günümüze kadar hayatın her alanında cinsiyete dayalı ayrımcılık görülmüştür ve bu ayrımcılık her zaman kadınlar aleyhine olmuştur. Ayrımcılıkların giderilmesi için ulusal ve uluslararası platformda çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Ancak bu düzenlemeler etkin bir şekilde yasama, yürütme ve yargı organları ve bireyler tarafından yaşama geçirildiği zaman cinsiyete dayalı ayrımcılık sona erecektir.

Tez çalışmalarım sırasında ve tez yazımında bana destek olan ve yardımlarını esirgemeyen başta tez danışmanım Doç. Dr. Reyhan Sunay olmak üzere; Fatma Ata Yavaş, Ali Canbolat ve Kangal Adliyesi personeline teşekkür ederim.

(7)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğr

en

ci

n

in Adı Soyadı Nuray Ata Numarası 044234001009

Ana Bilim / Bilim Dalı

Kamu Hukuku

Danışmanı Doç. Dr. Reyhan Sunay

Tezin Adı Temel Haklardan Yararlanmada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Yasağı

ÖZET

Uluslararası sözleşmeler ve demokratik Anayasalarla insanlara tanınan temel hak ve hürriyetler, insanın kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez hak ve hürriyetlerdir.

Anayasamızın 10. maddesinde eşitlik ilkesi düzenlenmiş olup; 07.05.2004 değişikliği ile “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” kısmı ile devletin cinsiyete dayalı eşitsizlikleri giderme yükümlülüğünün olduğu vurgulanmıştır. Cinsiyete dayalı eşitsizliklerin çıkma sebepleri; kadının fizyolojik konumu, ataerkil toplum düzeni, kültürel faktörler, önyargılar, kitle iletişim araçları, eğitim sistemi, aile tarafından verilen eğitim gibi faktörlerdir.

Cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortaya çıktığı alanlar; eğitim hakkından yararlanmada, çalışma hakkından yararlanmada, siyasal haklardan yararlanmada ve medeni haklardan yararlanmada cinsiyete dayalı ayrımcılıkla geçmişten günümüze kadar karşılaşılmaktadır. Ayrımcılığın en fazla görüldüğü çalışma yaşamındaki ayrımcılık çeşitleri farklı noktalarda ortaya çıkabilmektedir. İşe alınmada, ücret ve parasal olanaklardan yararlanmada, yükselmede, eğitimlere katılmada, işlerin dağılımında, işe devam hususunda, tayin, emeklilik ve işten çıkarılmada ve iş yerinde cinsel istismar ve cinsel taciz noktasında olabilmektedir.

Bu ayrımcılığın giderilmesi için başta Anayasamız olmak üzere, Medeni Kanun, Ceza Kanunu, İş Kanunu ve diğer Kanunlarda Uluslararası sözleşmeler doğrultusunda ayrımcılığın kaldırılmasına yönelik yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Çoğuna Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası antlaşmalarda kadın haklarının uluslararası boyutta düzenlenmesiyle daha çağdaş uluslar varedilmeye çalışılmaktadır. Bu uluslararası antlaşmalardan Türkiye’nin de 1985 tarihinde çekince koyarak taraf olduğu, Kadınlara Karşı Her Türlü

(8)

Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi içinde yer alan kadınlarla ilgili düzenlemelerle adeta “Kadınların Anayasası” durumundadır.

Yasal değişikliklerin yapılması yanında, yasalar yaşama geçirildiği takdirde çağdaş ve demokratik toplum düzenine uygun olarak cinsiyete dayalı ayrımcılık giderildiğinde ancak o zaman uygar toplum düzenine ulaşılacaktır.

(9)

Anahtar Kelimeler: Kadın hakları, kadın politikaları, kadın sağlığı, kadın eğitimi, kadın işçiler, kadın sorunları, cinsiyet rolleri, cinsiyet.

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğr

en

ci

n

in Adı Soyadı Nuray Ata Numarası: 044234001009

Ana Bilim / Bilim Dalı

Kamu Hukuku

Danışmanı Doç. Dr. Reyhan Sunay

Tezin İngilizce Adı Theprohibition Of Gender Based Dicrimination İn The Enjoment Of Basic Rights

SUMMARY

The basic rights and freedoms, which were given to humans by international agreements and democratic constitutions, are the rights that are related to human personality, untouchable and inalienable.

The principle of equity is regulated by the Article 10 of our Constitution, and in the amendment dated 07.05.2004 “women and men have the same rights. The state has the responsibility of realizing this equality” it is emphasized that the state has the responsibility of correcting the inequalities based on gender. The reasons for gender based inequalities are; the physiological position of woman, patriarchal social order, cultural factors, prejudice, means of mass communication, education system, and training given by family and so on.

The gender based discrimination is mostly witnessed from past to today in the areas such as the enjoyment of the rights of education, rights of employment, the political rights and civil rights.

There are several types of discrimination in the area of working life in which the discrimination is mostly witnessed. Such as; in application for work, utilization from financial resources, promotion, participation in trainings, distribution of works, continuation to work, appointment, retirement, dismissal from work, sexual abuse harassment at work.

Several new regulations have made in accordance with our Constitution, Civil Law, Punitive Law, Labour Law, other laws and international agreements in order to eliminate this discrimination.

A more modern and democratic nations are being tried to be generated by regulating woman rights at international level through international agreements to most of which Turkey is also a part of.

Among these international agreements, the “The Convention of Preventing All Kinds of Discrimination Towards Women”, which Turkey has

(10)

endorsed with reservation in 1985, has become likewise a “Constitution of Woman”.

In order to realize the modern public order, the gender based discrimination must be abolished by realizing necessary laws in addition to making judicial amendments.

(11)

Keywords:Women rights, women policies, women health, women education, women workers women problems, gender roles, gender.

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

AİD : Amme İdaresi Dergisi

AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AMKD : Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi

AÜHFD : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi AÜHFY : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları AÜSBF : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi AyM : Anayasa Mahkemesi

BM : Birleşmiş Milletler c. : Cilt

DD. : Danıştay Dergisi

DEÜ : Dokuz Eylül Üniversitesi

DEÜHFY : Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları DEÜSBE : Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü

E : Esas Numarası

ETCK : Eski Türk Ceza Kanunu ILO : Uluslararası Çalışma Teşkilatı İİBF : İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İÜ : İstanbul Üniversitesi

İÜHF : İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi K : Karar Numarası

KT : Karar Tarihi

MESS : Metal Sanayiciler Sendikası md. : Madde

No : Numara RG : Resmi Gazete s. : Sayfa Numarası

(12)

SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü Sy. : Sayı

T.C. : Türkiye Cumhuriyeti

TODAİE : Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü vb. : Ve Benzeri

YTCK : Yeni Türk Ceza Kanunu yy. : Yüz Yıl

(13)

GİRİŞ

Yaşamda hep birlikte yer alan kadınlar ve erkekler, hayatın birçok noktasında karşı karşıya gelmektedirler ve bazı hakların kullanılmasında kadınlar, erkeklerden dezavantajlı duruma düşmektedirler. Bu noktada, fiili eşitsizlikleri dengelemek ya da gidermek için devletin yükümlülükleri vardır. Bu eşitsizliklerin çıkma nedenleri, kadınların fizyolojik konumu (gebelik, lohusalık ve fiziksel olarak erkekten güçsüz olması), ataerkil toplum düzeni, kültürel faktörler, önyargılar, kitle iletişim araçları, eğitim sistemleri, aile tarafından verilen eğitim gibi faktörlerdir.

Cinsiyete dayalı ayrımcılık; eğitim, sağlık, çalışma, siyasi ve medeni haklardan yararlanmada görülmektedir. Ayrımcılığın en fazla görüldüğü, çalışma yaşamındaki ayrımcılık çeşitleri, farklı noktalarda ortaya çıkabilmektedir. İşe alınmada, ücret ve parasal olanaklardan yararlanmada, yükselmede, eğitimlere katılmada, işlerin dağılımında, işe devam hususunda, tayin, emeklilik ve işten çıkarılmada ve işyerinde cinsel istismar ve cinsel taciz noktasında olabilmektedir.

Bu ayrımcılığın giderilmesi için, başta Anayasa olmak üzere, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, İş Kanunu ve diğer kanunlarda uluslararası sözleşmeler doğrultusunda ayrımcılığın kaldırılmasına yönelik düzenlemeler yapılmıştır.

Ulusal ve uluslararası düzenlemelerin mevcudiyetine rağmen, hâlâ tüm dünyada cinsiyete dayalı ayrımcılık sürmektedir. Hakların varlığıyla, kullanımı arasında her zaman kadınlar aleyhine belirgin bir ayrım olduğu görülmektedir. Kadınlara, yasal eşitlik verilmesi yeterli olmamakta; bunun yanında kadınlara, özellikle ataerkil toplum yapısı içinde fırsat eşitliği tanınmasına, hatta çok geride olduğu alanlarda, fırsat önceliği verilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.

Kadınların, tarihin her döneminde sahip oldukları, hatta çoğu zaman sahip olamadıkları haklar konusunda hep erkeklerden geri planda oldukları ve fiziksel yahut toplumsal nedenlerden dolayı kullanamadıkları yahut engelle karşılaştıkları tüm dünyada bilinen tarihsel-sosyolojik-antropolojik bir gerçekliktir. Bu nedenle çalışma konumuz evrensel olup, tüm toplumu da ilgilendirdiğinden önem arz etmektedir.

(14)

Çalışmamızda, toplumda karşılaşılan cinsiyete dayalı ayrımcılık konusu, gerek iç hukukumuz çerçevesinde; gerekse uluslararası antlaşmalar ışığında incelenmiş ve mahkeme kararları doğrultusunda karşılaşılan sorunlar irdelenmiştir.

Çalışmamızın amacı, temel hakların kullanılmasında mağdur olan kadının, bu haklardan tam olarak yararlanamamasının sebepleri ve bu mağduriyetinin giderilmesi için alınan ve alınması gerekli önlemlerin ortaya çıkarılması hususları olmuştur.

Çalışmamız kapsamında öncelikle, temel hakların tanımı ve sınıflandırılması yapılacaktır. Daha sonra cinsiyete dayalı ayrımcılık kavramı, cinsiyet kavramı, feminizm ve türleri incelendikten sonra, ulusal mevzuatımızda cinsiyette dayalı ayrımcılık yasağı, ayrımcılığın kaldırılması için uluslararası belgelerdeki düzenlemeler irdelenerek, ayrımcılık türleri ve son olarak cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortaya çıktığı alanlar ve bu ayrımcılık çeşitleri incelenecektir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

I-Temel Hak ve Hürriyetler Kavramı

Temel hak ve hürriyetler alanında; “hürriyet (özgürlük)”, “hak”, “insan hakları”, “kamu hürriyetleri”, “kişi hakları”, “vatandaş hakları”, “temel haklar” ve “anayasal haklar” gibi değişik terimler kullanılmaktadır. Çoğunlukla, bunlar eş anlamda kullanılan kavramlardır. Ancak bununla birlikte, bunlar arasında bir takım farklılıklar vardır1. Bu kavramlardan hürriyet, insanın insan olduğu için sahip olduğu serbestçe hareket etme gücüdür2. Yani, hürriyet kişinin “her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi isteğine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi ” biçiminde açıklanabilir. Başka bir deyişle hürriyet, içine “serbestliği” de alan geniş bir kavramdır3.

Gerçekten hürriyetin esasını oluşturan “serbestlik” yani “zorlamaya bağlı olmadan dilediği gibi davranma” kavramını tam ve kesin biçimde tanımlamak mümkün değildir. Hürriyete temel olan serbestliğin ölçüsü nedir? 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde hürriyeti şöyle nitelemiştir: “ Hürriyet, başkasına zarar vermeden her şeyi yapabilme gücüdür; bundan ötürü her insanın doğal haklarının kullanılmasının sınırı; toplumun diğer üyelerine aynı haktan yararlanmayı sağlayan sınırdır. Bu sınırlar ancak yasa ile belirtilebilir. Yasa ise yalnız toplum için zararlı olan hareketleri yasaklayabilir” şeklinde tanımlanmıştır4. Hukuksal olarak mutlak bir hürriyetten bahsetmek mümkün değildir. Ancak kişi, kendi özgür isteği ile toplum kurallarına uyarsa ve devlet kişinin düşünce ve davranışlarını gerçekleştirmesinde hoşgörülü bir tutum içinde ise o zaman insan haklarına dayalı demokrasiden söz edilebilir.

Hak, kişilere objektif hukukun tanıdığı, kullanılmasını güvenceye aldığı, başkalarına yerine göre hukukî veya ahlâkî ödevler yükleyen hukuka veya ahlâkî değerlere aykırı yöntemlerle kullandırılmasına engel olunmasını yaptırımla

1

Gözler, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Kitabevi, Bursa 2004, s.146.

2

Gözübüyük, A.Şeref, Anayasa Hukuku Anayasa Metni ve 11.Protokole Göre Hazırlanmış Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Turhan Kitabevi, Ankara 2008,s.97.

3

Mumcu, Ahmet-Küzeci, Elif, İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, Turhan Kitabevi, Ankara 2007,s.10-11.

4

(16)

karşılayan menfaatlerdir5. Hürriyet, modern demokratik hukuk anlayışına göre kişiye doğuştan gelir. Onlara dokunulmaz. Hak ile hürriyet aynı öze sahiptirler. Hak konusunda, pek çok görüş mevcuttur. Windscheid'e (1817-1892) göre hak, “hukuk düzeni tarafından bahşedilmiş irade yetkisidir”. Jhering’e (1818-1892) göre hak, “hukukça korunan çıkardır” . Kant’a (1724-1804)göre hak, “bireyin diğer bireylerle bağdaşabilir özgürlüğü” biçiminde tanımlamıştır.

Pozitif çerçevede hak, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı yetkidir. Kısaca, hak “yasal yetki” biçiminde anlaşılabilir6. Fakat genel olarak hak, insanların doğuştan sahip oldukları pozitif hukukun tanıma eylemine bağlı olmayan yetkidir. Gerek 1961, gerekse 1982 Anayasalarında “insan hakları”, “insan hak ve hürriyetleri”, “temel hak ve hürriyetler” deyimleri kullanılmıştır. Bu durum da göstermektedir ki, “hak” ve “hürriyet” kavramlarını kesin çizgilerle birbirinden ayırmada güçlük vardır. Pek çok hukukçu, hürriyeti bir “hak” olarak kabul etmiş, ayrı bir tanımlama yoluna gitmemiştir7. Hürriyet, bireyin toplum içerisinde sahip olduğu bağımsızlık alanıdır; fakat, “bireysel bağımsızlık” olmaktan çok, insanların “karşılıklı bağımlılığı” dır. Hürriyet bir haktır; ama her hak, hürriyet değildir. Hür olmak, başkasına karşı öne sürülebilen haklara sahip olmaktır. Hürriyet, bütün hakların ortak kökenidir; haklar ise, özgürlükleri sağlamak için kişiye hukukça tanınan yetkiler, yani meşru araçlardır8.

Kamu hürriyetleri, ulaşılması gereken ideali gösteren haklar listesinden devletlerin iç hukuklarına yansıttıklarıdır9. Yani, kamu hürriyetleri, yazılı hukuktan kaynaklanan, hukuksal gerçekliği olan ve daha çok iç hukukta söz konusu olan özgürlüklerdir. İnsan hakları ise doğal haklar kavramından kaynaklanan ve daha çok uluslararası hukukta kullanılan bir kavramdır10. Kamu hürriyetlerinin en önemli özellikleri; vazgeçilemez, dokunulamaz ve feragat edilemez oluşlarıdır. Kamu hürriyetlerinin bu özellikleri, siyasal iktidarı sınırlayıcı sonuç doğururlar. Kamu

5

Derdiman, Cengiz, Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Türk Anayasa Düzeni, Aktüel Yayınları, İstanbul 2006,s.184. 6 Mumcu-Küzeci, s.16. 7 Gözübüyük, s.299. 8

Kaboğlu,İbrahim Ö.,Anayasa Hukuku Dersleri,Legal Yayıncılık,İstanbul 2009,s.224.

9

Derdiman, s.189.

10

(17)

hürriyetinin özellikleri çağdaş insan hakları anlayışının da benimsediği evrensel değerlerlerdir11.

Temel haklar, siyasal iktidarın kullanımında esas alınması gereken, devlet örgütlenmesinin temellerini oluşturan veya anayasal sistemin temelinde yatan haklar demektir. Belli bir siyasi toplumda bu hakların “temel” olması, onların anayasal hükümler hüviyetinde olmaları ve bütün devlet faaliyetinin bunlara uygun olarak gerçekleştirilmesini zorunlu olduğu anlamına gelir. Kısaca hukuk dilinde temel haklar, “anayasal haklar” demektir12.Temel haklar ve özgürlükler kavramı, insan haklarından daha dar kapsamlıdır. Birçok Anayasada yer alan bu kavramın en yaygın anlamı; temel hakların, insan haklarından Anayasada tanınan ve güvenceye alınan haklar olmasıdır. Temel haklar, yazılı hukukun tanıdığı haklardır. Ülkemizde bu kavram, ilk kez 1961'de Anayasaya girmiş; kişi hakları, sosyal ve ekonomik haklar ve siyasal haklar olmak üzere üç alt başlıkta düzenlenmiştir13.

“Temel haklar” tabirindeki “temel” sıfatı gereksizdir. Eğer bunun gerekli olduğu iddia edilirse, insan haklarını temel olan ya da olmayan gibi ikiye ayırmak gerekecek ve temel olmayan haklar koruma açısından daha güçsüz güvencelere bağlanabilecektir. Bu ise insan hakları ihlallerine kapı açmak demektir14. Temel hak ve özgürlüklerin, soyut anayasa kuralları olmaktan çıkarılması, uygulanabilir duruma getirilmesi için düzenlenmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki, her düzenlemede belli ölçüler içinde, bir kısıtlama vardır. Bu nedenle Anayasa, temel hak ve özgürlükler düzenlenirken ya da kısıtlanırken izlenecek ana kuralları belirtme gereğini duymuştur. Bu amaçla Anayasa, bir yandan yasama organına nasıl hareket etmesi gerekeceğini belirtmiş, diğer yandan yasama organının Anayasaya uygun hareket etmesini sağlamak için de, yargısal yolla denetlenmesi olanağını getirmiştir15.

İnsan hakları kavramı, olabildiğince yaygın kullanımına rağmen, tanımlanması ve sınırlarının bilimsel olarak belirlenmesi güç bir kavramdır. İnsan, yapısının gereği olarak; vazgeçilmez, devredilmez, zaman aşımına uğramaz haklara sahiptir. İnsanın kişiliğine ve onuruna bağlı olduğu için, iktidarın ve dolayısıyla yürürlükteki hukuk

11

Derdiman, s.190.

12

Erdoğan, Mustafa, Anayasal Demokrasi,4.Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara 2001,s. 138.

13

Gülmez, İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, s.5.

14

Erdoğan, s.189.

15

(18)

düzeninin bu hakları tanıması, koruması ve güvence altına alması gerekir. Ancak, insan hakları kavramı iktidarların, diğer deyişle pozitif hukukun, bu tanıma eylemine bağlı değildir. İktidar ve hukuk, bu hakları tanımasa veya saygı göstermese de yine beşeri şahsiyete bağlı olmasının gereği, niteliklerini kaybetmeyecektir16.

İnsan hakları, insanın insan olması dolayısıyla sahip olduğu hakların bütününü oluşturur17. Aslında bu varsayımın arkasında, insanların diğer canlılara nazaran bazı üstün özelliklerinin bulunması ve bu üstünlüklerinden dolayı bazı hakları doğuştan kazandıkları inancı vardır18.Yani insan hakları, insan değerini korumayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesini amaçlayan, üstün kurallar bütünüdür19. İnsan hakları bu anlamıyla, tarihsel ve düşünsel olarak doğal hukuk anlayışından kaynaklanmıştır. İnsan hakları, “insan onuru ” nu güvenceye alan haklardır. Gerek insan haklarıyla ilgili uluslararası ve bölgesel kuruluşların kurucu anayasal belgelerinde, gerekse ürettikleri değişik nitelikli belgelerde yinelenen “insan haklarına ve temel özgürlüklere evrensel ve eylemsel saygı” ilkesi, aslında insana saygı anlamına gelir. İnsan hakları, çeşitli kavramlar arasında en kapsamlı ve en yaygın kullanılan kavramdır. Çünkü insan haklan, “pozitif hukuk” denilen yazılı hukuktaki, yani en başta Anayasadaki haklarla sınırlı değildir. İnsan hakları, “olan” haklar değil, “olması gereken” haklardır. Yazılı hukukun dışındaki ve üstündeki haklardır. İnsan hakları, yer ve zaman sınırlarını, belli bir ülkede ve belli bir aşamada ya da dönemde Anayasa ve yasalarla tanınan hakları aşar, yani evrenseldir. Ayrım gözetmeksizin, tüm insanlara tanınması gereken haklardır. Tüm insanlığın ortak değerleri, erişmeyi amaçladığı ortak ülküleridir20. Hukuksal düzlemde insan hakları ve temel haklar kavramları arasında yapılan ayrım, Evrensel Bildirgeyi izleyen dönemde giderek önemini yitirmiştir. Çünkü insan haklarının çoğu yazılı hukuka girmiş ve öngörülen yaptırımlarla güvenceye bağlanmıştır21.

16

Batum, Süheyl, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine Etkileri, İÜHFY, İstanbul 1993, s.25.

17

Döner, Ayhan, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması ve Avrupa Sistemi, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2003,s.19.

18

Bozkurt, Enver, İnsan Haklarının Korunmasında Uluslararası Hukukun Rolü, Nobel Yayınları, Ankara 2003, s.13.

19

Akıllıoğlu, Tekin, İnsan Hakları, İmaj Yayıncılık, Ankara 1995,s.19.

20

Gülmez, Mesut, İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, s.4.

21

(19)

İnsan hakları listesinde yer alan tüm hakların tanınması ve korunması ile insan haklarının gerçek manada varlığından ve anlam kazandığından söz edilir. Eğer, bunlardan herhangi birisinin tanınmaması söz konusu olacak olursa, hiçbir insan hakkının kullanılmasının anlamı kalmaz; bu hakların yeterli bir güvenceye kavuşturulduğundan da söz edilemez. İnsan haklarından herhangi birisi diğerleri ile tamamlanmadıkça hürriyet tam olmaz; anlam kazanamaz22.

II – Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınıflandırılması

Temel hak ve hürriyetler; kişisel haklar, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ve siyasal haklar olarak üçe ayrılır. Temel hak ve hürriyetlerin sınıflandırılması, daha iyi anlaşılmaları ve onlarla ilgili açıklamaları kolaylaştırmak için anayasa hukukçuları tarafından yapılmaktadır. Bir temel hak ve hürriyetin, bir grupta yer alması ile diğer bir grupta yer alması arasında, o temel hak ve hürriyetlerin özü ve değeri bakımından bir fark yoktur23.

Kişileri, devlete ve topluma karşı koruyan hak ve özgürlüklere, koruyucu haklar (kişisel haklar) denir24. Bu koruma sadece öteki kişilere karşı değil, öncelikle devlete karşı olarak düşünülmüştür25. Kişisel haklar, bireyin maddi ve manevi bütünlüğünün asgari güvencesini sağlar26. Bu haklar, tarihsel süreç içinde ilk olarak ortaya çıkmıştır ve bu hakların ekseni “birey”dir. Başka bir anlatımla, toplum değil, birey söz konusudur ve birey sadece maddi varlık olarak değil, manevi varlık olarak da ele alınmıştır27.

Bu haklar, kişinin devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak özel alanının sınırlarını çizen hak ve hürriyetlerdir28. Devlet, kişinin bu özel alanına giremez. Kişi bu alanda dilediğini yapar. Özgürlüğün içeriği, onu kullanan kişinin isteğine göre belirlenir. Ama bu, devletin bu alanda düzenleme yapamaması

22

Kapani, Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınevi, Ankara 1981, s.6-7.

23

Armağan, Servet, Anayasa Hukuku’nda Temel Haklar ve Hürriyetler, Harran Üniversitesi Yayınları: 2, Şanlıurfa 1996,s.30. 24 Gözübüyük, s.171. 25 Akıllıoğlu, s.141. 26

Donelly, Jack, Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, (Çeviren: Mustafa Erdoğan-Levent Korkut ), Yetkin Yayınevi, Ankara 1995,s.44.

27

Akıllıoğlu, s.141.

28

(20)

anlamına gelmez. Devlet, düzenleme yaparak özgürlüklerin kullanılmasını kolaylaştırır, ama sınırlandıramaz29.

Devletin yüklendiği edimin niteliğine göre yapılan bu tasnif, çeşitli yönlerden eleştirilmektedir. En önemli eleştiri belirtilen kategorilerde yer alan haklara ilişin olarak devlete yüklenen edimin niteliğinin, her zaman ileri sürüldüğü gibi olmaması gösterilmektedir. Buna göre hak kategorileri içinde devletin üstlendiği yükümlülüğün niteliği bakımından kesin sınırlar çizilmesi mümkün değildir 30. Örneğin, çalışma hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülükleri yanında, kişinin çalışmasını engellememek gibi kaçınma yükümlülüğü de vardır.

Koruyucu haklar, devlete sadece müdahale etmeme, karışmama görevi vermez. Aksine bazı koruyucu hakların kullanılabilmesi için devletin pozitif bir edimde bulunması gerekir. Örneğin, koruyucu haklarından sayılan adil yargılanma hakkının yerine getirilmesi için devletin negatif edimleri dışında, pek çok pozitif ediminin de bulunması zorunludur. Bağımsız ve tarafsız mahkemelerin oluşturulması, ceza-infaz sistemlerinin kurulup işletilmesi, maddi durumu elvermeyen kişiler için adli yardım sağlanması gibi pek çok olumlu edim yerine getirilmeden; adil yargılanma hakkından bireylerin yararlandırılması söz konusu olamaz. Yani, bu ayrım kategorize edilen hakların tümü açısından geçerli olmayıp, sadece bir genellemeyi yansıtmaktadır.

Klasik haklar olarak nitelendirilen kişi özgürlükleri, onların herkes tarafından kullanılmasına imkân veren, onları gerçekleştiren sosyal haklar tanınmadıkça eksik ve yetersiz kalacağı gibi sadece sosyal hakları tanıyan fakat klasik insan haklarını inkâr eden bir sistem de aynı şekilde eksik ve yetersiz kalacaktır31. Farklı kategoriler içinde ele alınan hakların birbirlerini tamamladıkları ya da bir başka ifadeyle birbirlerinin varlık koşullarını oluşturdukları söylenebilir.

Devlete olumlu bir davranışta bulunma ve hizmet etme, katkı sağlama ve yardımda bulunma yükümlülüğü ve sosyal alanda belli ödevler ve fonksiyonlar yükleyen, sağlık hakkı, öğrenim hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı ve konut hakkı gibi haklara ekonomik, sosyal ve kültürel haklar denir. Bu haklar aynı zamanda kişilere de bunların gerçekleştirilmesini devletten talep etme yetkisi

29

Gülmez, İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, s.19.

30

Algan, Bülent, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, Seçkin Yayınevi, Ankara 2007,s.32.

31

(21)

verirler32. Örneğin, devlet malî imkânları ölçüsünde bütün vatandaşların eğitilmesi, hastalandığında tedavi edilmesi, barınacağı yeri yoksa konut sağlanması gibi imkânları hazırlamak ve sunmak zorundadır33.Yani bu haklar devletten olumlu bir davranış, bir hizmet ve yardım isteme hakkını tanır ve devlete sosyal alanda belirli ödevler yükler34. Bu tür haklar, Anayasanın “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” bölümünde yer almıştır. Bunlar sosyal devlet anlayışının kapsamı içine giren hak ve özgürlüklerdir35. Kişisel hakların negatif karakteri karşısında ekonomik ve sosyal hakların pozitif niteliği önemlidir. Ancak bu ayrımı mutlaklaştırmamak gerekmektedir. Yani, sosyal haklar dışındaki haklar için de devletin pozitif edim yükümlülüğü vardır.

Kişinin, siyasi iktidarın kullanılmasına katılmasını sağlayan haklara ise siyasi hak ve ödevler denir36.Yani bu haklardan anlaşılan, bir ülkede yaşayan insanların devlet ile olan ilişkileridir 37. Siyasi haklar, vatandaşlık hakları ile biçimlenir ve garanti edilir38.

Demokratik toplumlarda genel kabul gören ve yazılı anayasaların büyük çoğunluğu tarafından esas alınan tasnif, Jellinek tarafından ortaya konulan; ancak daha sonra başka yazarlarca geliştirilen, negatif statü hakları (kişi hakları), pozitif statü hakları (sosyal ve ekonomik haklar) ve aktif statü hakları (siyasal haklar) şeklindeki sınıflandırmadır39

. Bu ayrımın temelinde, statü kavramı ve bireyin devlet karşısındaki konumu yatmaktadır. Bireyin devlet karşısındaki konumu, bireyin devletten beklediği edimin niteliği konusunda da belirleyicidir40. Fakat bu tasnif mutlak olarak uygulanamamaktadır.

32

Kapani, s.6.

33

Atar, Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, Mimoza Yayınları, Konya 2007,s.110.

34

Giritli, İsmet-Sarmaşık, Jale, Anayasa Hukuku Genel Esaslar-Türk Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 2001,s.75.

35

Gözübüyük, s.174.

36

Kalabalık, Halil, Temel Hukuk Bilgisi, Değişim Yayınevi, Sakarya 2003, s.143-144.

37

Giritli-Sarmaşık, s.75.

38

Gören, Zafer, Temel Hak Genel Teorisi, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 2000,s.28.

39

Kapani, s.6.

40

(22)

III-Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık Kavramı

Ayrım yapmak fiilinin genel sözlük anlamı, fark gözetmek veya farklı davranmaktır. Sözcüğün kendisi, herhangi bir küçültücü anlam ya da ima içermemektedir. Fakat ırk, renk, dil, cinsiyet gibi özellikler söz konusu olduğunda, ayrım yapmak sözcüğü, genellikle toplumda bazı azınlık gruplarına zarar verecek, yani onlar aleyhine sonuçlar doğuracak şekilde fark gözetmek veya farklı davranmak anlamında kullanılmaktadır41. Ayrımcılık yasağının genel ölçüsü, insan onurudur. İnsan onuruna aykırı ve insan kişiliğine saygı ile bağdaşmayan ayrımlar yapılamaz42

. İnsanlık tarihinde cinsiyet ayrımı, hemen daima kadınlar aleyhine işlemiştir.

Bundan ötürü, diğer anayasalar ve haklar bildirileri gibi Türk Anayasaları da, cinsiyet ayrımını yasaklayarak, kadınlara karşı ayrımları önlemeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda, Türkiye'nin de katıldığı "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'nin 1.maddesi; “kadınlara karşı ayırım” deyimini: “Kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama” olarak düzenlemiştir43. Yani cinsiyete dayalı ayrımcılık

,

bir cinsin, diğerine oranla ayrıcalıklara sahip olması, bireysel ve toplumsal düzlemde daha özerk, daha sorumlu ve daha fazla söz sahibi olması biçiminde özetlenebilir44. Kadınlar, tüm ülkelerde gerek sosyal, gerekse yasal açıdan cinsiyet esaslı ayrımcılıkla karşılaşmaktadırlar. Bu durum, kadınların temel hakları ile çelişmektedir. Gelişmiş ülkelerde de sağlanan

gelişmelere rağmen cinsiyet esaslı ayrımcılık hâlâ devam etmektedir45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, “Ayrımcılık Yasağı” başlığını taşıyan 14.

maddesinde, “ bu sözleşmede beyan edilen hak ve özgürlüklerin kullanılması, cins, ırk, renk, dil, din, siyasal veya başka bir inanç, ulusal veya toplumsal köken, ulusal

41

Öden, Merih, Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Yetkin Yayınları, Ankara 2003,s.319.

42

Akıllıoğlu, s.268.

43

Öden, s.324.

44

Çotuksöken, Betül-Erzan, Ayşe-Silier, Orhan, Ders Kitaplarında İnsan Hakları Tarama Sonuçları, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2003,s.106.

45

(23)

bir azınlığa mensup olma, mülkiyet, doğum veya başka bir statü gibi her hangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın güvence altına alınır” hükmü yer almaktadır46. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesi, aynı ya da benzer durumda bulunan bireyleri, haksız farklı muameleye karşı korumaktadır47. Ayrımcılık yasağı, bağımsız bir ilke olmayıp, Sözleşme’nin ve Ek Protokol’ün diğer hükümleri ile birlikte yorumlanmalıdır. Buna karşılık, 04.11.2000 tarihinde kabul edilen Ek 12. Protokol, bağımsız bir ayrımcılık yasağı öngörmektedir. Ek 12. Protokol, ayrımcılık yasağını sadece sözleşmedeki haklarla sınırlı olmaktan çıkarıp; her türlü alana genişletmiştir. Ek 12. Protokol’ün 1. maddesi, “yasalarla öngörülen bütün hakların kullanımı; cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüş, ulusal veya sosyal köken, ulusal azınlık, mülkiyet veya diğer statülerine bakılmaksızın korunacaktır. Hiç kimse, kamu otoriteleri tarafından 1. fıkrada belirtilen şekilde ayrımcılığa tabi tutulamaz” hükmünü taşımaktadır. Bu protokol, Türkiye tarafından da 4 Kasım 2000 tarihinde onaylanmıştır.

IV- Cinsiyet Kavramı ve Kadın A-Fizyolojik Cinsiyet

Fizyolojik cinsiyet, kadın veya erkek olmanın biyolojik yönünü ifade etmektedir ve biyolojik bir yapıya karşılık gelmektedir. Kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik farklılıklara, fizyolojik cinsiyet farklılıkları denilmektedir48. Kadınların ve erkeklerin fizyolojik temelli olan ve doğuştan gelen farklılıkları, beynin ve hormonların çalışma düzeni ile açıklanmıştır.

Kadınların ve erkeklerin beyinleri aynı değildir. Erkek beyni hesaplamalar, vücut ölçüleri gibi kriterler göz önünde bulundurularak düzenlendiğinde bile %9 daha büyüktür. 19. yy.’da bilim adamları bu bilgiyi, kadının erkekten daha az zihin kapasitesi olduğu yönünde yorumlamışlardır. Oysa bu alan farkına karşın, kadın ve

46

Demir, Ahmet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Türk Hukukunda Ayrımcılık Yasağı, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2007, s.1.

47

Gölcüklü, Feyyaz-Gözübüyük, A.Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi, Ankara 2002, s.400.

48

Dökmen, Zehra, Toplumsal Cinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Sistem Yayıncılık, İstanbul 2004, s.4.

(24)

erkek eşit miktarda beyin hücresine sahiptir49. Buffery ve Groy‘e göre, kadınların sözel yeteneklerde ve erkeklerin mekânsal yeteneklerde daha iyi olmaları ise, sağ ve sol beyin özelleşmesi ile açıklanmaktadır50.Kadın ve erkek beyinleri arasındaki farklılıklar, çok karışık ve dağınıktır. Örneğin, beynin işitme ve dil merkezlerinde kadınlar, erkeklere kıyasla %11 daha fazla nörona sahiptir. Duygu ve hafıza merkezi tıpkı konuşulan dili işlemeye ve başkalarının duygularını gözlemlemeye yönelik beyin devreleri gibi, kadınlarda daha geniştir. Bu, kadınların genel olarak duygularını ifade etmede ve duygusal olayların detaylarını hatırlamada daha iyi oldukları anlamına gelmektedir51.

Cinsiyete dayalı ayrımcılık, her zaman “doğal” hatta anatomik temellere dayandırıldığından, adının konması ve sorgulanması zaman almıştır. Bugün bile kadınlara karşı ayrımcılık, kadınların fiziksel yapı ya da doğurganlık nitelikleriyle doğrulanmaktadır. Oysa gerek antropoloji, gerek sosyoloji ve tarih alanında yapılan çalışmalarda elde edilen pek çok bilimsel bulgu, kadınlara biçilen bu kimliğin aslında toplumsal bir yapı olduğunu ortaya koymaktadır52 .

Fizyolojik cinsiyet, bedenin fiziksel farklarına göndermede bulunurken; toplumsal cinsiyet, erkekler ve kadınlar arasındaki ruhsal, toplumsal, kültürel farkları dikkate almaktadır. Fizyolojik cinsiyet, insanların doğuştan biyolojik olarak belirlenmiş dişilik ve erillik özelliklerini tanımlamaktadır. Fizyolojik ve toplumsal cinsiyet kavramları, birbirinden bağımsız olarak incelenmemekte; toplumsal olarak kadına ve erkeğe atfedilen roller, pek çok açıdan insan fizyolojisine dayandırılmaktadır.

Kadın, fizik gücünün zayıflığı nedeniyle toplum tarafından özel bir korunmaya muhtaçtır53. Kadınların, genel görünüm ve fiziksel güç bakımından erkeklere oranla daha zayıf yapıda oldukları düşünülmektedir. Böylece fiziki güç gerektiren meslekler, kadınlar için çalışma alanı dışında kalmaktadır.

49

Brizendine, Louann, Kadın Beyni,(Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş),Say Yayınları, İstanbul 2008,s.21. 50 Dökmen, s.42. 51 Brizendine, s.26. 52 Çotuksöken-Erzan-Silier, s.106. 53

Ataysoy, Zafer Gören, Genel Eşitlik İlkesinin Bir Uygulama Hali Olarak, Farklı Cinslerin Eşit Haklara Sahip Olması, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1991, s.110.

(25)

Objektif, biyolojik ve cinsel farklılıklar, birbirleri ile kesinlikle karşılaştırılmayan yaşam olgularıdır. Bu farklılıklar gebelik, doğum, emzirme dönemi ve ay dönümü gibi sadece bir cins tarafından gerçekleştirilebilecek yaşam olgularıdır. Bu nedenle kadının kendine has korunmaya muhtaçlığından kaynaklanan, iş güvenliği hükümlerine ve özellikle anneyi koruyan hükümlere yer verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin, 788 sayılı Memurin Kanunu’nun 6. maddesinde yer alan “ Kadınların memur ve müstahdem olmaları caizdir. Ne gibi memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilebilecekleri her vekâletin memurlarına ait kanunlarında tespit olunur” şeklindeki hükümleri eşitlik ilkesine aykırı bulmamıştır. Mahkeme, bu kararının gerekçesini şöyle açıklamıştır: “Ne gibi memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilebilecekleri her vekâletin memurlarına ait kanunlarında tespit olunur, şeklindeki hüküm ilk bakışta eşitlik prensibine aykırı gibi görünürse de kadınların vücut yapıları ve işlerin niteliği bakımından bazı kamu hizmetlerine alınmamaları, bu prensibi zedeleyecek nitelikte değildir. Kamu hizmetinin aksamadan yürütülmesi gerektiğinden kadınların vücut yapılarının elverişli olmadığı hizmetlerin her vekâletin memurlarına ait kanunlarda gösterilmesinin Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmadığı” 54 oyçokluğu ile karar altına alınmıştır.

Bu olayda Anayasa Mahkemesi, her şeyden önce, kadınlara karşı ayrım kavramını, kadınlara karşı ayrımcı bir anlayışı da içerecek şekilde geniş anlamda değil, kadınları açıkça bir takım haklardan yoksun bırakmak anlamında dar yorumlamıştır. Mahkeme, kadınların hangi görevlerde istihdam edilecekleri kanunla saptanarak kamu hizmetine alınmalarında da eşitlik ilkesine aykırılık görmemiştir. Oy çokluğuyla verilen karara 788 sayılı Kanunun 6. maddesindeki her iki hüküm yönünden de muhalif olan bir üyenin karşı oy yazısında şu görüşler savunulmuştur:

“ 788 sayılı Memurin Kanunu, esası itibariyle kamu memurluğunu erkeklere mahsus bir hizmet telâkki eden bir zihniyetle kaleme alınmıştır. Nitekim mezkûr kanunun memur olma şartlarını gösteren 4. maddesinin (b) fıkrasındaki askerlik hizmetini ifa etmiş veya ihtiyat sınıfına nakledilmiş veya askerliğe elverişli olmadığı sabit olmuş bulunmak şartının yer almış bulunması ve bu maddede kadınlar için bu

54

(26)

yönden bir istisna ön görülmemiş olması bunu göstermeye kâfidir. Bu esastan hareket edilince mezkûr kanununun 6. maddesindeki ‘Kadınların memur ve müstahdem olmaları caizdir’ hükmünü, Anayasanın kanun önünde eşitlik ve kamu hizmetlerine girme hususundaki temel kurallarına uygun saymak mümkün değildir. Aksine, bu hüküm memur olabilmeyi kadınlara bir lütuf ve atıfet gibi kabul eden bir hükümdür, maddenin bu cümleden sonra gelen ‘Ne gibi memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilecekleri her vekâletin memurin kanunlarında tespit olunur’ hükmü bu görüşü teyit etmektedir. Yani kamu hizmeti, erkeklere mahsus bir görevdir; kadınlar memurluğa ancak vekâletlerin tayin edecekleri hizmetler için kabul edilebilir manası bu maddenin sözünden ve ruhundan açıkça belirtilmektedir. Bu sebeple maddenin tümü Anayasa'nın 12. ve 58. maddelerine aykırıdır” denilmiştir.

1961 Anayasası, kamu hizmetine alınmada kadın ve erkek ayrımı yapmaksızın, yalnızca ödevin gerektirdiği niteliklerin aranmasını öngörmüştür. O halde kadınlar, bazı görevlere kadın oldukları için değil, ancak görülecek işin mahiyeti gereği aranan ve genel olarak ifade edilmiş bir takım nitelikleri taşımadıkları için alınmayabilirler. 788 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. cümlesindeki hüküm ise, genel olarak ödevin gerektirdiği nitelikten söz etmeyip; yalnızca kadın olmaları nedeniyle kadınlar aleyhine fark gözetmekle eşitlik ilkesini ihlâl etmektedir.

B-Toplumsal Cinsiyet ve Roller

Başlangıçta, toplumsal cinsiyet ve fizyolojik cinsiyet birbirleri yerine kullanılan kavramlar iken, 1960’lardan bu yana farklılaşan toplumsal, ekonomik ve siyasal oluşumlar sonucu anlamlar arasında farklılık vurgulanmıştır. Feministler özellikle de Simone de Beauvoir biyolojik cinsiyet ile tarihsel, toplumsal ve kültürel olan toplumsal cinsiyet arasında zorunlu bir bağ olduğunu savunmuştur. Simone de Beauvoir’ın, “kadın doğulmaz, kadın olunur” deyişi bu bağlamda önem taşır. Dişi ya da eril cinsiyette doğuyor olsak da kadın ve erkek olmanın çeşitli tarzlarını üstlenmemizden ve icat etmemizden cinsiyet ikiyle sınırlı olduğu halde, toplumsal cinsiyetin sonlu bir sayıyla sınırlandırılabilir olmadığı söylenebilir55. Bu anlamda toplumsal cinsiyet terimi, dünyanın eril ve dişil olarak bölünmesine, cinsel ya da

55

Direk, Zeynep, Cinsiyetli Olmak Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007,s.71.

(27)

cinselleştirilmiş bir kategorileştirmeye işaret eder. Fransa’da, toplumsal cinsiyet kavramı acımasızca eleştirilmiş ve cinsiyet sorununu gizlemek amacıyla “incir yaprağı” kullanıldığı için kınanmıştır. Fakat toplumsal cinsiyet kavramının, daha kesin bir anlamı da vardır. Örneğin Joan Scott, bunu, cinsiyetler arasındaki ilişkinin sosyal örgütlenmesine işaret etmek için kullanır. Ona göre toplumsal cinsiyet şu anlama gelir: Biyolojik determinizmin (Scott'a göre bu, “cinsiyet” ve “cinsel farklılık” gibi terimlerde örtük olarak mevcuttur) reddi; ilişkisel bir boyutun devreye sokulması, yani erkek ve kadının karşılıklı terimlerle tanımlanması ve cinsiyete dayalı ayrımların temelde sosyal niteliğine vurgu yapmak56 anlamına gelmektedir.

Toplumsal cinsiyet, cinsiyete dayalı işbölümü ve biyolojik cinsiyetler arasındaki ilişkileri vurgulamak amacıyla; toplumda sadece kadının değil, erkeğin de pozisyonunu işaret eden bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet teriminin, biyolojik cinsiyetle açıklanamayan toplumsal sınıf, ataerkillik, siyaset ve ilgili toplumdaki üretim biçimleri ile bağlantılı yeni bir anlamı olduğu üzerinde fikir birliği sağlanmıştır57.Toplumsal cinsiyet kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade etmektedir; kültürel bir yapıyı karşılamaktadır ve genellikle bireyin biyolojik yapısı ile ilişkili bulunan psikolojik özelliklerini de içermektedir58.

Toplumsal cinsiyet, toplumsallaşma yoluyla bireyin fizyolojik farklılığın üzerine bedensel ve davranışsal ipuçlarından yola çıkarak oluşturulmuş ve tarihsel süreç içerisinde toplumsal olarak yapılandırılmıştır. Toplumsal cinsiyet, kadınların ve erkeklerin toplumda üstlenmiş oldukları işlerin ve yerine getirdikleri rollerin, doğal ve kendiliğinden bir iş bölümünün sonuçları olmaktan çok, genelde kültürel olarak belirlenmiş ve zaman içinde değişebilir olduklarını göstermeye yaramaktadır. Bu öğrenilmiş davranışların tümü, toplumsal cinsiyet kimliğini oluşturmakta ve toplumsal cinsiyet rollerini belirlemektedir59. Yani toplumsal cinsiyet, toplumsal ve

56

Duby, Georges-Perrot, Michelle-Pantel, Pauline Schmitt, Kadınların Tarihi, (Çeviren: Ahmet Fethi),Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2005, s.461.

57

Savcı, İlkay, “Toplumsal Cinsiyet ve Teknoloji”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilgiler Fakültesi Dergisi, c.54, sy.1, 1997, s.130.

58

Dökmen, s.18.

59

(28)

kültürel olarak belirlenmiş cinsiyeti, biyolojik cinsiyetten ayırmak için kullanılan bir kavramdır60.

Fizyolojik özellikleri itibariyle, dişi ya da erkek olarak dünyaya gelen kişiler, bu özellikleri doğrultusunda aileleri tarafından belli rollere yönlendirilmekte, okul hayatları başladıktan sonra da aynı bakış açısı eğitim kurumları aracılığı ile devam ettirilmektedir. Söz konusu bakış açısının baskınlık dengesi ise, kişinin yetiştiği kültürel ortam tarafından şekillenmektedir. Bütün bu etkenlerin birleşimiyle kendilerine biçilen rolleri kabullenme eğiliminde olan ve bu doğrultuda kişiliklerini geliştirmeye çalışan bireyler yetişmektedir.

Kadının toplumsallığı tarih ve geleneğin etkisi altındadır61. Dünya nüfusunun ortalama yarısını oluşturan kimi zaman bu miktarın üzerine çıkabilen kadın nüfusu, sayısal gücüne rağmen sosyal statüsünde en çok değişimlere uğramış ve sorunlarla karşılaşmış grubu oluşturmaktadır62. Bu sorunlar özellikle toplum tarafından zamanla oluşturulmuş iş bölümü ilişkisidir. Erkek ile dişi arasındaki “doğal işbölümü” olarak adlandırılan cinsel münasebetler, erkek ile kadının iktisadi, siyasal, toplumsal ve tarihsel süreçte alacakları farklı konumların ön belirleyicisi, olmuştur. Bu işbölümü, belli başlı ilkel topluluk içinde kadınların toplayıcılık, erkeklerin ise avcılık faaliyetlerine yöneldiği biçimler almıştır63. Çağdaş dünyada, üretim teknolojilerinin kas gücünün yerine, beyin gücüne geçilmesi ve bilgi teknolojileri sayesinde hızla yayılması, kadın erkek arasındaki rol ayrımının giderek daha az belirgin olmasında önemli rol oynamaktadır64.

1-Toplumsal Cinsiyet Rollerini Geliştiren Faktörler

Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınlar ve erkekler arasındaki sosyal ve kültürel rol farklılıklarını vurgulamaktadır. Bu roller toplumsal değişimlerden etkilenir ve toplumun ekonomik ve politik sistemleri tarafından biçimlendirilir65.

60

Çelik, Özge Atalay, “Uluslararası ve Ulusal Metinlerde Toplumsal Cinsiyet-Çevre Politikaları İlişkisi”, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c.4, sy.2, 2003, s.34.

61

Doğan, İsmail, Vatandaşlık Demokrasi ve İnsan Hakları, Pegem Yayıncılık, Ankara 2007,s.433.

62

Doğramacı, Emel, “Atatürk ve Kadın Hakları”, Atatürk Araştırma Dergisi, c.8.sy.24,1992,s.29.

63

Özbudun, Sibel, 8 Mart’tan 8 Mart’a mı?, Diyalektik Yayınları, İstanbul 1995,s.81.

64

Mayatürk, Evrim, Çalışma Yaşamında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ve Bir Uygulama, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2006, s.6.

65

Hablemitoğlu, Şengül, Toplumsal Cinsiyet Yazıları: Kadınlara Dair Birkaç Söz, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2004, s.187.

(29)

Tüm toplumlarda mevcut olan kadın ve erkekleri birbirinden ayıran kültürel değerler; toplumsal koşullanmaları da beraberinde getirmektedir.

Dolayısıyla söz konusu kültürel değerler, toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumunu da desteklemektedir.

Toplumsal cinsiyet rollerini geliştiren faktörlerden biri okuldur. Bireylere verilen dersler, okutulan kitaplar, kitaplardaki rol dağılımları, resimler, toplumsal cinsiyet rollerinin öğretilmesinde ve aktarılmasında etkili bir yoldur66.

Toplumsal cinsiyet rollerini geliştiren bir diğer faktör de önyargılardır. Önyargılar, bireyleri cinsiyetine bağlı olarak gruplandırır ve bireyleri tanımadan gruba ait kalıp yargılarla değerlendirir. Cinsiyet esaslı ön yargılar, bunların gerçekliğine inanıp, bunların davranışa dönüştüğü zaman cinsiyet esaslı ayrımcılığa neden olmaktadır.

Toplumsal cinsiyet rollerini geliştiren bir diğer faktör, ataerkil aile yapısıdır. Ataerkil yapı, erkeğin kesin egemenliğine dayanmaktadır67. Bireyin ilk eğitim aldığı yer aile kurumudur ve toplumsallaşmaya aile ile başlar. Ataerkil kültürel yapı, cinsiyete dayalı bir ayrım ortaya çıkarmaktadır. Erkeğin, gücün kaynağı ve kadının da güçten etkilenen olarak görülmesi, kadın-erkek arasında hiyerarşik bir düzen ile ataerkil bir toplum oluşmasına neden olmaktadır.

Toplumsal cinsiyet rollerini geliştiren bir diğer faktör, törelerdir. Töreler, hayatın içinde sosyo-ekonomik şartlar içinde kendiliğinden oluşarak uzun zaman yürürlükte kalırlar. Töreler erkek merkezli bir anlayıştan kaynaklanarak, kadınların toplumdaki rollerini belirler. Böylece kadının ikincil bir cins gibi algılanmasına neden olarak onların geri planda kalmasına neden olmaktadırlar.

Toplumsal cinsiyet rollerini geliştiren bir diğer faktör, gelenek ve göreneklerdir. Türk toplumunda gelenek ve görenekler nedeniyle, kadınlara yönelik hep kısıtlanan, kontrol edilen ve erkek güdümünde olması gerekiyor gibi bir anlayış söz konusudur.

Bireylerin toplumsallaştırıldığı yerlerden biri de hiç şüphesiz (fiziksel çevre) sokaklardır. Toplumsal cinsiyetin kurgulandığı yerlerden biri olarak sokak,

66

Gökkaya, Veda Bilican, Türkiye’de Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Kimliği, Doktora Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 2009, s.20.

67

Alkan, Türker, “Kadın-Erkek Eşitsizliği Sorunu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 475, Ankara 1981, s.5.

(30)

çoğunlukla erkeklerin günün her saatinde özgürce dolaşabildiği ve kullanabildiği bir yerdir. Erkeklere ait gibi görülen bu ortamda kadın, genelde özgür olamamakla birlikte suçun nesnesi olmakta, gasp edilmekte, saldırıya, tacize ve tecavüze uğrayabilmektedir. Dolayısıyla sokak, diğer toplumsal kurumlarda olduğu gibi cinsiyetçi ideolojinin tüm özelliklerini barındıran bir yapıya sahiptir.

Toplumsal cinsiyetin öğretildiği en önemli kurumlardan bir diğeri de hiç şüphesiz devlettir. Diğer kurumlarda olduğu gibi devlette, toplumsal cinsiyet davranışlarının ve düşüncelerinin üretildiği bir kurumu temsil eder. İçinde barındırdığı kanun ve kurallar doğrultusunda toplumsal yapıyı korumaya ve sürdürmeye çalışan devlet, bunun için var olan toplumsal cinsiyet rollerini olması gerektiği gibi bireylere yansıtır. Uygulamış olduğu doğum politikaları, evlilik düzenlemesi, Medeni Kanun’daki ve Ceza Kanunu’ndaki uygulamalar buna örnek verilebilir.

Günümüzde bilginin ve diğer kaynakların öğretilmesinde en etkili araç haline gelen medya; bu işlevi, toplumun beklentileri doğrultusunda yaparak, kadını üretmeden, tüketen bir varlık olarak tanıtmakta hatta onun bedenini reklamlarda meta olarak kullanmaktadır68. Kitle iletişim araçlarıyla, toplumda kadın modeli oluşturulup; kadından beklenen davranış kalıpları toplumda kadınlara yüklenmektedir. Medyada genelde, kadının anne ve ev kadını olarak, erkeğin ise üretime katılan taraf olarak sunulduğu görülmektedir.

2-Cinsiyete Dayalı Ayrımcılığın Tarihçesi

İnsanlık tarihi incelendiğinde, toplumları oluşturan kadınların ve erkeklerin konumunu; geleneklerin, siyasi ve sosyal gelişmelerin ve en önemlisi dini kuralların belirlediği görülmektedir. Ataerkil toplum yapısı içinde kadınlar, evin yönetimi için yetiştirilmiş, toplumun öteki alanlarında yer almalarına pek gerek duyulmamıştır. Kadınların, ilkçağdan günümüze kadar gelinen süreçteki toplumsal konumuna bakacak olursak: İnsanlık tarihinde üç önemli dönem vardır. Bunlar; toplayıcılık ile avcılığın olduğu birinci dönem, tarımın olduğu ikinci dönem ve sanayinin olduğu

68

(31)

üçüncü dönemdir. Her toplum biçiminin dayandığı bir geçim biçimi, geliştirdiği kendine özgü bir yaşam biçimi ve bu yaşam biçimiyle uyumlu düşün biçimi olmuştur69 .

Kadınların tarihi yoktur; sadece “tarihteki kadınlar” olarak anılan ünlü kadınların-Penelope'den Kleopatra'ya- bir çeşit portre galerisi vardır. Tarihte, savaşçı kadın Amazonlar ortaya çıkmıştır70. Amazonların, Fatsa ve Ordu arasında yaşadıkları düşünülür ve önderi kraliçedir ve kraliçeye erkekler hizmet etmiştir. Silah olarak ok, yay ve balta kullanan Amazonlar belli günlerde komşu kabilelerin erkekleriyle birlikte olmuştur. Amazonlardan doğan kızlar yeni bir savaşçı olarak yaşatılırken, erkekler ya öldürülmüştür ya da köle olarak kullanılmıştır71.

İlk çağda çocuk doğurma ve çocukların bakımı zorunluluğu, kadınların av faaliyetlerine katılmak için gerekli olan hareketlilikten yoksun kılmış, esasta göçebe olan avcı topluluklar içinde onlara nispi bir yerleşiklik sağlamıştır. Kadınlar bu yerleşikliklerini çevredeki kök, bitki ve meyveleri toplayarak, ısınma, korunma ve barınmada asli bir unsur haline gelen ateşin koruyuculuğunu üstlenerek, çocukların bakımını gerçekleştirerek, giysileri hazırlayarak ve daha sonraları da el dokumacılığı, sepet örücülüğü, elde çanak, çömlek yapımcılığı vb. faaliyetlerinde bulunmuşlardır72. Yani, basit tarım faaliyetleri ve el işi ile el aletleri üretimi kadınlara düşmüştür. Avlanma, erkeklerin; toplama ise kadınların yapmak zorunda oldukları, ekonomik iş bölümünü yansıtmaktadır. Avcı ve toplayıcı gruplarda eşitsizliğe çok az rastlanmaktadır. Göçebe kavimler, yerleşik düzene geçmeye başlayınca avlanmanın yerini ilkel tarım almıştır. Yerleşik hayatla gelen bu yeni üretim şekliyle kadının sosyal statüsü değişmiştir73 .

İlkel toplumlarda grup evliliğinin egemen olması sonucunda çocuğun babasının kim olduğu bilinmemiştir. Böylece soy ana tarafından belirlenmiştir. Diğer taraftan cinsiyete dayalı işbölümü sürecinde erkeğin avlanmasından dolayı; ava giden erkeğin

69

Şenel, Alâeddin, İlkel Topluluktan Uygar Topluma Geçiş Aşamasında Ekonomik, Toplumsal, Düşünsel Yapıların Etkileşimi, Bilim Sanat Yayınları, Ankara 1995,s.16-17.

70

Duby-Perrot-Pantel, s.458.

71

Altındal, Meral, Osmanlıda Kadın, Altın Kitaplar Basımevi, İstanbul 1994,s.7.

72

Özbudun, Sibel, 8 Mart’tan 8 Mart’a mı?, s.83.

73

(32)

geri dönmeme riskinin fazla olması, kabile içinde kadının ön plana çıkmasına neden olmuştur74.

İlk tanrıçaların kadın olduğunu gösteren değişik bazı kanıtlara rastlanmaktadır. Ana tanrıça Kibela gibi tapınılan kadın heykellerinin, erkek olduğu düşünülen tanrı heykellerinden önce görüldüğünü, ancak daha sonra kadın tanrıça heykellerinin yanında erkek tanrıça heykellerinin ortaya çıktığını arkeolojik araştırmalar göstermektedir. Henüz erkek tanrı sembollerinin görülmediği dönemde, üremede erkeğin rolünün anlaşılması ve ekonomide sapan aracılığı ile toprağın işlen-meye başlanması ile birlikte ataerkil düzen ağır ağır yerleşişlen-meye başlamıştır. Bu değişimin M.Ö. 6000-3000 yılları arasında gerçekleştiği tahmin edilmektedir75.

Hititlerde kadın, oldukça geniş haklara sahiptir. Bunun kanıtı kadın hükümdarın siyasi hayatta geniş yetkilere sahip olması, antlaşmalarda kralın ve kraliçenin imzalarının birlikte bulunmasıdır76.

Eski Mısır'da, kraliçelerin yanında tapınakları yöneten kadınlar da önemli haklara sahiptirler. Bazı araştırmacılar, kadınların Eski Mısır'da çağdaşı uygarlıklara göre daha özgür bir yaşam sürmelerini, göçebelik sisteminin tam olarak ortadan kalkmamasına bağlarlar. Mısır'da Firavunlar, sık sık başkentlerini değiştirdikleri için kentleşme, hiçbir zaman diğer antik kentlerde olduğu kadar gelişmemiştir. Böylece iktidar birikimini engellemiştir ve göçebelik kısmen varlığını sürdürmüştür. Eski Mısır'da kadınlar, önemli haklara sahiptir. Gerçi bu haklardan toplumun tüm katmanlarındaki kadınlar değil, sadece imtiyazlı sınıftaki kadınlar yararlanabilmiştir. Bu kadınlar; mülk edinme hakkına ve mirasta hak sahibi olabilmeye sahiptirler77. Eski Mısır uygarlığının ilk dönemlerinde meşru bir evlat, annesinin adını taşımıştır ve miras genellikle annenindir; miras oğluna değil, en büyük kız evlada geçmiştir. Eski Mısır uygarlığında, kadınlar siyasal haklarda erkeklerle eşittirler. Klanlar anaerkildir, erkek evlendikten sonra karısının evine taşınmıştır, orda ortak tarlalarda çalışarak kadının klanının işgücüne eklenmiştir. Kadın, kendi kişisel kararıyla kocasından ayrılabilme hakkına sahiptir. Bu durumda koca, karısının evini ve klanını terk ederek kendi ailesine dönmek zorunda kalmıştır. Buna karşın

74

Kızılçelik, Sezgin-Erjem, Yaşar, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevi, Ankara 1996,s.31.

75

Güriz, Adnan, Feminizm Postmodernizm ve Hukuk, AÜHFY, Ankara 1997, s.3.

76

Güriz, s.2.

77

(33)

çocuklar, annelerinin yanında kalmıştırlar. Kadınlar, dinsel ayin, tören ve tapınmalara başkanlık etmiştirler78. Özel mülkiyetin yaygınlaşmasıyla birlikte, eski toplumlar sınıflara bölünerek farklılaşmışlardır; artık köleler ve efendiler olarak ayrılmışlardır. Bu gelişmeler, kadınların konum ve durumunda da bozulmaya neden olmuştur. Kadınlar, bir zamanlar sahip oldukları dinsel yetkilerini yitirerek; dinsel ayin ve törenleri yönetemez ve gözetemez olmuşlardır. Yükselen erkek egemenliğiyle birlikte, ataerkil sistem toplumun toprak sahipleri ve efendiler halinde bölünmesine eşlik ederek kurumsallaşmıştır79.

Sümerlerde kadınların durumu, Eski Mısır'a göre kötü durumda olmuştur. Erkek, bazı şartlarda karısını öldürme ve üzerindeki borçlarına karşılık satma hakkına sahiptir.

Babiller, l. Saragon döneminde anaerkildir ve poliandri (çok kocalılık) ve biandri (iki kocalılık) şeklinde evlilikler gerçekleşmiştir. İ.Ö. 33. yy.’da , Uro-Kagina'nın saltanatı döneminde bu uygulama yasaklanarak, iki kocası olan kadınlar ceza olarak nehre atılmışlardır. Babiller’ de kadın, çocuk doğurmalıdır. Kısır kadınla, erkek arasında uygun bir tazminat karşılığı boşanma gerçekleşmiştir. Meşru eş, hukuken reşit olup sözleşme imzalayabilmiştir 80.

Eski Yunan'da, kadının aile içinde değeri vardır ve saygı görmüştür, fakat kamu yaşamına katılamamıştır. Olimpiyat oyunları sadece erkekler için olmuştur. Klasik çağ ve Teos dışında, hiçbir sitede kızlar okula alınmamışlardır. Koca, eşini tek taraflı boşayabilmiştir. Yasalar kadınların isteği üzerine boşanmayı da kabul etmiştir, ama bu hak kadınlarca pek kullanılmamıştır. Miras, erkek çocuklara devredilmiştir. Eğer, kişinin erkek çocuğu yoksa baba, mirasını kızından olan erkek torununa bırakmıştır81. Eski Yunan’ da, babası kızını istediği ile evlendirmiş ve evlenme ile kadın kocasının velayeti altına girmiştir82. Eski Yunan filozoflarına baktığımızda; Platon'a göre, devleti idare edecek bir seçkinler sınıfı olacaktır. Bu seçkinler sınıfına diğer tabakadan bir geçiş kesinlikle yoktur ve seçkinlik soydan devam eder. Bu

78

Saadavi, Neval El, Havva’nın Örtülü Yüzü, (Çeviren: Sibel Özbudun), Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1991, s.120-121. 79 Saadavi, s.122. 80 Sevim, s.14. 81 Sevim, s.15. 82

Üçok- Coşkun-Mumcu, Ahmet-Bozkurt, Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, Turhan Kitabevi,Ankara 2006,s.110.

(34)

grupta, eğitim almış -müzik ve beden eğitimi- seçkin kadınlara ihtiyaç vardır. Ama bu kadınlar Platon'un deyimiyle, “Seçkin erkeklerin ortak malı olmalı, hiçbiri özel olarak bir erkekle yaşamamalıdır; çocuklar da ortak olmalı ve ne çocuklar anne babalarını, ne de anne babalar çocuklarını tanımamalıdır”. Platon, bu seçkin kadınların yönetime katılabileceğini söyler. Aristoteles ise kadının adalet, cesaret, tedbirlilik, kanaatkârlılık konularındaki erdemlere sahip olması konusunda oldukça şüphecidir. Ona göre “Erkek ve kadın ilişkisinde erkek yaradılıştan üstün, dişi değerce alttadır. Birincisi egemen öğedir, ikincisi bağımlıdır”83. Platon, kadının erkekten daha aşağı bir statüde olduğunu kabul etmiştir. Aristoteles de, kadınların akıl ve ahlak bakımından erkekten daha aşağı bir düzeyde olduklarını, bu durumun doğada ve toplumda varlığını gösteren hiyerarşinin sonucu sayılması gerektiğini ifade etmiştir84.

Eski Çin'deki kadının durumu, Eski Yunan'daki kadının durumuna göre daha kötüdür. Lao-tzeu'nun düşünce sistemi olan taoizmde, eril ilke yin ile dişi ilke yang evrenin hareketini ve genel olarak dünya sistemini düzenlerler. Konfüçyüs, gökyüzünün erkeği ve yeryüzünün dişiyi temsil ettiğini söyledikten sonra tabiatın gelişmesi için bu ikisinin uyum içinde olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Erkek gökyüzünün verdiğini yani yağmuru, dişi yeryüzü almalıdır ve çoğalmalıdır. Burada dişinin konumu, erkeğinki gibi önemlidir ama dişi hiçbir zaman gökyüzünün altında olduğunu unutmamalıdır. Hareketlerinde erkeğe uyum göstermesi gereken odur85. Roma İmparatorluğunda ise kadınlar, Eski Yunan'da olduğu gibi yasaların kendilerine tanımadığı hakları fiilen kullanmaktaydılar. Onlar, genel anlamdaki işlerde söz sahibiydiler. Özellikle örgü ile ilgili sanat işlerinde çalışanlar olmuştur. Roma'da sosyal düzenin temeli ailedir. Evlilik sözleşmesinde erkeğin, kadın üzerinde üstünlüğü vardır. Miras, babadan oğla geçtiği için kadın miras alamamıştır. Her türlü yasal işlem için kendisi ve diğer erkekler arasında aracılık yapan bir vasi vardır ve kadınların oy hakkı yoktur86.

83 Sevim, s.17. 84 Güriz, s.3. 85 Sevim, s.16-17. 86 Sevim, s.18-19.

Referanslar

Benzer Belgeler

Genel Kurul 1979 yılında Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni kabul etti (bkz. Sözleşme, yasal bağlayıcılığı olacak biçimde,

Toplumun temel birliğini oluşturan ailenin birliği ve düzeninin korunmasına halel gelmeksizin, evli olsun veya olmasın tüm kadınların, özellikle aşağıdaki haklar- la

Taraf Devletler, kadınlara karşı ekonomik ve sosyal hayatın diğer dallarında erkeklerle kadınların eşit olarak haklardan yararlanabilmelerini sağlayarak kadınlara

Türkiye, kadın- erkek eşitliğini sağlamaya yönelik olarak, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW, 1979) başta olmak üzere,

Taraf Devletler, kadınlara karşı ekonomik ve sosyal hayatın diğer alanlarında erkeklerle kadınların eşit olarak haklardan yararlanabilmelerini sağlayarak

Bu makale, tecavüz, ev içi şiddet veya diğer kötü muamele mağdurlarının Avrupa Konseyine üye devletlerin ilgili yerel sistemlerinde korunma ve adalet talep etme

Bodrum Belediye Başkanı ve CHP Bodrum Belediye Başkan Adayı Mehmet Kocadon, Aydınlıoğlu Pasajı’nda esnaf ve vatandaşlarla yaptığı toplantıda, Bodrum trafiğinde en çok

Taraf Devletler, istihdam alanında kadınlara karşı ayırımı önlemek ve kadın erkek eşitliği esasına dayanarak eşit haklar sağlamak için özellikle aşa- ğıda