• Sonuç bulunamadı

3.2. TANZİMAT DÖNEMİNDE İKTİDARIN MEŞRUİYETİ

3.2.3. Meclis-i Meşveret

Meclis geleneği Türk siyasi kültürünün en önemli ve değişmeyen kurumlarından biridir. Bu kurumu kurulan birçok Türk devletinde görmek mümkündür. Osmanlı İmparatorluğunda da meclis benzeri divan-ı hümayun ve meşveret meclisleri benzeri uygulamalar görmek mümkündür. Türk hükümdarı başka bazı devletlerdeki kanun yapan fakat kendini bağlı saymayan cinsten bir diktatör değildi. Türk hükümdarı meclisten çıkan karara uymak zorunda idi. Ancak meclisin onayını aldıktan sonra uygulamaya geçebiliyordu. Türk siyasi düşüncesi “devlet halk içindir” prensibine dayanıyordu (Donuk, 2009: 43).

Divan-ı Hümayun Klasik dönemde çok önemli bir işleve sahipti. Devletin en önemli işlevi adaletin sağlanması olduğundan, Divan-ı hümayun her şeyden önce yüce bir mahkemeydi; divan aynı zamanda bütün devlet işleri hakkında tartışan ve karar alan bir hükümet işlevine de sahipti (İnalcık, 2009: 99). İdari, örfi, şer’i, hukuki, mali ve sair işler divanda görüşülür; daha sonra padişahın onayına sunulup karara bağlanırdı. Bu kararlar, padişah hükmü şeklinde çıkar ve fermanlar mühimme denilen ana divan defterlerine kaydedilirdi.

Önceleri padişahın daha sonra sadrazamın başkanlığında yapılan divan toplantılarının zamanla terk edilmesi üzerine işler sadrazam ikindi divanına ve tedrici olarak da Babıali’ye intikal etti. Meşveret sadece hümayunla sınırlı değil, devletin hemen hemen her devrinde devlet merkezinde ve sefer halinde ihtiyaç duyuldukça yapılırdı. Sorumluluğun paylaşılmasını ve toplum katmanları arasında alınan karar etrafında bir fikir ve amaç birliği oluşturulmasını gerektiren olağanüstü ve önemli

87 konularda sıklıkla başvurulan bir uygulama olup çeşitli kesimlerden görüşülecek konuyla ilgili kimselerin bir araya gelmesiyle gerçekleştirilirdi (Akyıldız, 2004: 31).

18. yüzyıl itibariyle sarayda divan toplantıları devri kapanmış artık bu toplantılar veziri azam başkanlığında onun konutunda görülmeye başlanmıştır.

Toplumsal konumu ne olursa olsun, herkes divan-ı hümayuna doğrudan doğruya başvurabilirdi. Reaya önemli işleri için İstanbul’a heyet halinde temsilcilerini gönderirdi. Dolayısıyla adalet ve güvenliğin en emin olduğu yerler, başkente en yakın olan yerlerdi. Uzak bölgelerde şikâyetler kadılara yapılır, tutulan notlar ve şikâyetler mektup olarak İstanbul’a gönderilirdi. Eğer dava ivediyse İstanbul’a sözcü de yollanırdı. Yerel kadıların kararlarına karşı da divana başvurulabilirdi. Bu durumda ya mahkeme yeniden görülebilir ya da başka mahkemeye aktarılabilirdi.

Sultan himaye ve adaletin yerine getirilmesi için çoğu kez, müfettiş gönderme ve adaletname gibi yöntemlere başvurabilirdi. Bazen tebdil-i kıyafet kendi teftiş yapardı. Bunun yanında vezir-i azam teftişlerde bulunur durumu sultana bildirirdi (İnalcık, 2009: 97).

Sultan önemli kararlar öncesinde kendisinin ya da vezir-i azamın başkanlık ettiği meclisi toplayabilirdi. Meşveret, kuran ve hadisin emrettiği dini bir ödevdir. Bu divanlara şeyhülislam, kıdemli vezirler, emekli askerler ve görüşlerini özgürce söyleyebilecek başka danışmanlar çağrılabilirdi. Meşveret, genellikle savaş kararlarından önce toplanırdı. Bu yöntem bilgi edinme ve sorumluluğu paylaşma için gerekli bir yöntemdi. Vezir-i azam kendisi böyle bir toplantı yapmak istediğinde önce sultanın iznini almak zorundaydı. Ancak birtakım meclislerin sultanı tahttan indirme ve geçici hükümet kurma gibi kararlar aldığı da olmuştur. Büyük siyasi buhranlarda bu gibi kararlar, şeyhülislamın huzuruyla Şeriat adına alınırdı (İnalcık, 2009: 99).

Perde arkasından hükümet kararlarını etkileyebilen kişilerden biri sultanın şeyhidir. Her sultanın bir şeyhi vardır. Tarikatlardan birinin şeyhi olan mürşit sıfatıyla, sultanın manevi rehberi sayılır, geleceği bildirerek Tanrı’nın yardımını sağladığına inanılırdı. Bu durumuyla şeyh, Orta Asya Türk hakanlarının yanındaki şamanlara yakın bir benzerlik gösterirdi (İnalcık, 2009: 104).

88 Sultanlar dini önderlerden, özellikle halkça tutulan şeyh ve dervişlerden her zaman çekinmişler ve bunları kendilerine yaklaştırmaya ya da sert önlemlerle onlara boyun eğdirmeye çalışmışlardır. Bu şeyh ve dervişler genellikle muhalif halk hareketlerinin baş propagandacılarıydı. Zaten ayaklanmalar ulema veya ordunun desteği olmadan ses getiremezdi (İnalcık, 2009: 106). Klasik Osmanlı devrinde şeyhliğin veya kurumsal adıyla şeyhülislamlığın Padişah nezdindeki rolü oldukça büyük olduğu bu şekilde açıkken, Tanzimat döneminde bu durumu önemli değişikliklere uğramıştır. 18.yüzyıldan itibaren meşveret meclislerine ithal edilerek artık devletin aldığı tüm kararlarda söz sahibi olması sağlanmıştır. 19.yüzyılda II.

Mahmut devrinden itibaren hem fetva hakkını muhafaza etmekte hem de bir nazır olarak özellikle siyasi, idari, hukuki ve eğitimle ilgili sahalarda Padişahın ve Sadrazamın yanında önemli bir siyaset haline gelmektedir.

Divanın önemini kaybetmesinden sonra ve özellikle 18. yüzyıl ikinci yarısından itibaren meşveret meclisinin sık sık toplanmaya başladığı, öneminin ve idari sistemdeki ağırlığının arttığı ve özellikle I. Abdülhamit ve III. Selim dönemlerinde nispeten düzenli hale geldiği görülür. Özellikle 18.yüzyılda devletin varlığını tehdit eden buhranların sebep olduğu siyasal kargaşa ve sorunların çözümünde karar ve sorumluluğu yaymak, paylaşmak ve geniş bir mutabakata dayandırarak alınan kararı halkın gözünde meşrulaştırmak düşüncesiyle meşveretler gerçekleştiriliyordu. Meşveret meclisine katılacak üyeler tespit edilirken genelde Osmanlı bürokrasisinin sacayağını, üç temel direğini oluşturan sivil bürokrasi (kalemiye), askeriye (seyfiye) ve ilmiyenin temsil edilmesine özen gösterilirdi.

Görüşülecek konu taraftarları ilgilendirmese bile bu dengeler gözetilirdi. Özellikle bazı işler bizden gizleniyor anlamı çıkmaması için bu yapılıyordu (Akyıldız, 2004:

32).

Değişik güç odaklarının temsilcilerinin mecliste bulunup alınan kararlara ortak edilmesi, özellikle devletin düşmanlarına karşı yürütmekte olduğu savaşlarda onların desteğini almak ve onlarla beraber bu mücadeleleri yürütmek açısından önem arz etmekteydi. Bu noktada meclis kararlarının meşruiyetinde ve alınan kararların dine uygunluğu konusunda görüş bildiren ve önemli bir rol üstlenen ulemanın meclisteki konumu ve temsili de önem kazanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında

89 ulemanın meşveret meclislerinde yüksek bir temsile sahip olduğu aşikardır. En önemli sebebi ise alınan kararları halka anlatacak veya kararlara muhalefet edebilecek kesim olan ilmiye mensuplarının işin içine sokularak hem sorumluluğu paylaşma, hem de böylece işin içine çekilen ulema, yani halkla daha içi içe olan bir kesim vasıtasıyla mesajın halka ulaşmasını sağlama isteğiydi. Ayrıca ulemanın reyi, alınan kararların halkın gözünde meşruiyetini sağlamak için hem gerekli hem de yeterliydi (Akyıldız, 2004: 44).

Böylece Tanzimat döneminde ortaya çıkan problemli yönetim anlayışının düzeltilmesi çabaları açısından bu meclisler önemli işlevlere sahip olmuş halk nazarında meşru iktidar olma niteliğine katkılarda bulunmuştur. Her ne kadar modern meşruiyet kaynaklarında çoğunlukla toplum sözleşmesi yani halkın yönetime ortak olduğu durumlar söz konusu olsa da bu meclisler bir bakıma halkın sesi gibi olmuş ve ortaya çıkan krizleri bir nebze hafifletmiştir.