• Sonuç bulunamadı

2.2. DEVLETTEN İMPARATORLUĞA DÖNEMİ

2.3.1. İmparatorluk Döneminde İktidarın Meşruiyeti

2.3.1.1. Kul (Devşirme) Sistemi

Osmanlı hükümdarları devletin yönetimi esnasında güçlerini kullanmak ve bunun devamlılığını sağlamak açısından iktidarın kendi şahıslarında toplandığı bir yönetim tarzı gerçekleştirmişlerdir. Bunu yaparken kullandıkları meşru kaynaklardan biri de bürokrasinin farklı türleridir. İdari görevlerde kullandıkları ulema ve kullar burada en çok göze çarpan bir tarzdır. Sarayda eğitim görerek idari görevlere alınan bu kesim içinde kullar icra yetkisi ulema ise hukuki ve mali meselelerin yönetim ve denetiminden sorumluydular.

Osmanlı İmparatorluğu, Klasik Çağ adlı eserinde İnalcık devşirme sisteminden ayrıntılı bir şekilde bahsederek bu sistemi Osmanlı devlet idaresinin temel kurumlarından biri olarak tanımlamıştır (İnalcık, 2009: 83). Ona göre bu sistem, yani sarayda ve devlet hizmetinde gençler yetiştirilmesi Osmanlılara, Ortadoğu İslam devletlerinden gelen eski bir gelenektir. Anadolu Selçukluları döneminde de kul kökenli ünlü kumandanlar olmuş ve sadece askeri hizmetler için kullanılmıştır. I. Murat devrinde yeniçeri ordusu savaş esirlerinden kurulmuştur.

Osmanlı idaresi kendi reayası Hristiyan halkından aynı amaçla çocuk toplama

51 yöntemi getirmiştir. Devşirme oğlanı denilen bu çocuklar, esir sayılmazdı. Devşirme, Osmanlı kul sistemine getirdikleri önemli bir yeniliktir. Yine İnalcık’a göre, bu sistem merkeziyetçi bir imparatorluk kurmaya çalışan I. Bayezid devrinde tam bir gelişme gösterdi. Tahrir defterlerinde bu devre ait kayıtlar onun yalnızca yüksek idari-askeri makamlara değil, tımarları da kullara verdiğini göstermektedir.

Mutlak merkeziyetçi imparatorluğunu kurarken II. Mehmet kul sistemini geliştirmiş ve veziriazamlık dâhil olarak devletin icra makamlarını kulların eline vermiştir. Bu devirde ulema vezirliği, yalnız padişah kullarına mahsus bir makam sayılmaktaydı. Kullardan oluşan kapıkulu, ilk devirde devlet içinde üstün nüfuzu olan güçlü uçbeyleri karşısında, Osmanlı padişahlarının merkezi otoritesinin kurulmasına başlıca faktör olmuştur. Kul sistemi Süleyman ve ilk iki halefi zamanında en geniş uygulama aşamasına erişmiştir. Kulların menşei başlangıçta en çok savaş esirleri idi. I. Bayezid zamanında kullara devşirmeden gelen çocuklar da katılmıştır. 16. yüzyılda ise 7-8 bin olan kulların üç bin kadarı devşirmelerden oluşuyordu. Bunlar sadece yönetim katında değil ayrıca sarayda diğer görevlerde de kullanılmaya başlamıştı (İnalcık, 2009: 84).

Osmanlı’da iktidarın meşruiyeti konusunda Fatih Sultan Mehmet döneminden iki önemli olay olan fetih ve Çandarlı Halil Paşanın katli bu sistemin kurulması bakımından dikkat çekici etkenlerdir. Fetih ile gazanın gerçek liderliği İslam âlemini de göze alarak Osmanlı’nın eline geçmiştir. Çandarlı’nın katli ise artık kul sisteminin tam olarak başlaması anlamına gelir. Egemenliğin tanrı tarafından verilmiş bir vazife olduğu ve toplumun esnekliğinin tek bir hükümdarın varlığına bağlı olduğu siyasetin gereği olarak algılanmış ve kul sistemi de buna bağlanarak genel bir meşru otorite sağlanmıştır bu dönemde.

Çandarlı’nın katli ve kul sisteminin gelmesi esasen Osmanlı İmparatorluğunda iki muhalif devlet adamı kanadının ortaya çıkmış olduğunun da göstergesiydi. Biri çok öncelerden uygulamaya başlanan medrese eğitimiydi ve burada Müslüman Osmanlı reayasından kadı, fakih ve müderris gibi ulema sınıfı için devlet adamı yetiştiriliyordu. Diğeri ise Enderun mektebiydi ve burada da dini eğitimin daha az olup savaş ve hükümet sanatlarının öğretilmesi esasıyla kullar yetiştiriliyordu.

52 Kul sisteminin tamamen yönetime adapte edilmesiyle Osmanlı saltanatı tam olarak başlamıştır diyebiliriz. Fatih öncesi yönetim ulemadan oluşuyordu. Fakat Fatih’in Çandarlı Halil Paşayı görevinden alıp katletmesiyle Osmanlıda ulemanın devlet içindeki konumunu ve dolayısıyla nispeten din-devlet ilişkisini etkilemiştir.

Bu devrimsel nitelikteki olaydan sonra veziriazamlık makamı devşirme-kul bürokrasisine geçmiş ve böylece ilmiyenin Osmanlı yönetimindeki nüfusu nispeten azalmıştır. Yani ulema bürokrasisi yerini kul bürokrasisine bırakmıştır. Fatih, Sünni yorumu empoze ederek diğer mezhepleri göz hapsinde tutarak uzak köşelere sürmüş ve en önemlisi bir ulema bürokrasisi ortaya çıkarıp, eğitim sistemini bu çerçevede kurmuştur. Devletin memurlarını bu sınıf teşkil etmiştir.

Osmanlı, imparatorluğunu bürokrasiyle güçlendirmeye çalışırken, tarikatlardan, mezheplerden ve karmaşık dini öbeklenmelerden oluşan bir kitle ile karşılaşmışlardır. Muhalefet sayılabilecek bu gruplar arasında savaşçı ruhlu Türkmenler de vardır. Çünkü bu sistem ile kendi varlıklarının yönetim kademesinde zayıflayacağını düşünmektedirler. Bu muhalefet Tanzimat dönemine kadar sürmüştür.

Tanzimat dönemi ile birlikte bozulmaların başladığı kul sistemi esasen Osmanlı İmparatorluğunun en muhteşem yılları olan 15-16.yüzyıllarda meşruiyetin kaynaklarından biri olarak göze çarpmış ayrıca o zamanın hükümdarlarının da gücünü ortaya koymuştur. Çünkü imparatorluk dönemi ile birlikte Weber’in bahsettiği karizmatik liderlik anlayışı da kendini göstermektedir.

Weber bu terimi bireyi normal insanlardan ayıran ve doğaüstü, insanüstü ya da hiç olmazsa istisnai bazı kudretleri belirten kişisel bir özellik olarak tanımlar.

Toplumsal değişmeyi de bu özelliğe sahip kişilerin ortaya çıkışlarıyla ilgili görür.

Weber toplumsal değişmeyi kültürel ve toplumsal olarak ikiye ayırır. Toplumun kültürel değişmesi doğrusal bir yönde gittikçe rasyonelliğe doğru rol almaktadır.

Büyüden bilime, çok tanrılıktan tek tanrılığa geçiş buna örnektir. Bu değişim değerler, inançlar alanında olur. Toplumsal bünye meşruluğunu kaybettiğinde karizmatik bir lider ortaya çıkar ve eski toplumsal bünye yıkıntıları üzerinde izleyicileri ile birlikte yeni bir düzen kurar. Weber buna karizmanın kurumlaşması adını verir (Weber, 1947:358-373).

53 Bu durumda Fatih Sultan Mehmet’in ulemayı yönetim dışı bırakmaya çalışarak kul sistemini getirmeye çalışması ve kanunnameleri yürürlüğe sokması da Weber’in bahsettiği rasyonelliğe doğru dönüşümün bir aracıdır diyebiliriz. Bu yönetim anlayışı ile sultan hem bürokratik anlayışı daha sistematik bir hale sokmakta hem de karizmatik lider olma özelliklerini de kendine katmaktadır.

Mazman yayınlanmamış doktora tezinde geniş ölçüde araştırdığı bu yönetim anlayışına göre bürokratik reformlar ve buna mukabil eğitim sisteminde yapılan büyük değişikliklerle hem kul sistemi getirilmiş hem de mali ve askeri alanda da kendini hissettiren bir modernleşme çabası olarak algılanabilecek bir düzenleme ortaya çıkmıştır (Mazman, 2005: 120-124).

Yine Mazman’a göre devşirme sistemi Weber’in bahsettiği sultanizmin bir parçasıydı ve böylece hem Orta Doğu hem de Rum idari mirasının bir karışımı haline gelerek ortaya konan yazılı kanunnameler sayesinde bürokratik yapının sağlam temeller üzerine oturtulması sağlanmıştır (Mazman, 2005: 148-149). Tabi burada belirtmemiz gereken önemli bir nokta da Batı yönetim anlayışı gibi bir meclis yerine Osmanlı İmparatorluğu’nda Divan bulunması ve bu tür meclisin halkın temsilinden çok sultanın temsilinden ibaret olmasıydı.

Weber’in dikkat çektiği önemli bir nokta ise bu bürokratik yapının zamanla bozulmaya yüz tutacağına yöneliktir. Mazman bu durum ile ilgili de açıklamalarda bulunmuş, özellikle sultanizmin en üst seviyede olduğu Kanuni dönemi sonrası bozulmalar başladığını ifade ederek, İmparatorluğun kul sistemi sayesinde özerklik kazandıkça sivil memurların daha da güçlendiğini ve kendi şahsi emelleri için devlet imkanlarını kullanmaya başladığını ifade etmiştir ki bildiğimiz gibi 17. yüzyıl sonrası da askeri, mali ve yönetimsel alanlarda ortaya çıkan bozukluklar neticesinde reformlar yapma ihtiyacı doğmuştur (Mazman, 2005: 150).

16.yüzyılın ikinci yarısından itibaren kapıkullarının sayısı 80 bine ulaşmıştı, ancak bu devirde padişahın otoritesi zayıfladığından bu kullar sarayda, hükümette ve eyalet idaresinde mutlak şekilde hâkim olmuş; dirlikleri ve devletin ve toplumun gelir kaynaklarını tekelleri altına geçirmeye çalışmışlardır (İnalcık, 2009: 91).

Kapıkulu askerleri padişahı tahttan indirip çıkarmaya ve hatta katletmeye kadar

54 zorbalığı ileri götürmüşlerdir. Bu devri ele alan çağdaş Osmanlı tarihçileri oluşan anarşiyi başlıca kul sisteminin bozulmasına atfederler.

İnalcık sistemin bozulmasında çeşitli nedenlere bağlar: İlkin kulların ve kapıkulu askerinin disiplinsizliği sebebiyle eski işleyişini kaybetmesi, esir kaynaklarının ve devlet maliyesinin daralması gibi sebepler göze çarpar (İnalcık, 2009: 92). Fakat asıl derin nedenler, imparatorluğun çöküşünü doğuran, kurumları değiştirmeye zorlayan sebeplerde aranmalıdır. Eyaletlerde kul sisteminden gelmeyen unsurlar, paşaların kapılarına girerek o yolla idarede ve orduda yer almaya başladılar.

Devlet, paşa kapılarında türlü adlarda toplanan gruplara resmi sıfat tanımak zorunda kaldı. Bu da, padişahın icra yetkilerini yalnız kapıkullarının temsil etme prensibinin terk edilmesi demekti. 17. yüzyıl itibariyle artık devşirme toplamada zorluklar çekilmeye başladı. Bu münasebetle devşirmeler yerlerine kendi çocuklarını yerleştirmeye başladı. Nazan Bekiroğlu İsimle Ateş Arasında adlı eserinde özellikle bu konu üstüne yazmış, sonsuz teminat altına alınan kulların özellikle yeniçerilerin ileriki dönemlerde disiplinsizlik göstererek gerçek manada eğitimini almamış kimseler tarafından sisteme yerleştirilmelerine başlanmasıyla yapının çöktüğünü ortaya koymuştur (Bekiroğlu, 2013: 92-93). 18.yüzyılda icra makamlarına gittikçe daha ziyade kalemlerden yetişenlerin geçmeye başlaması ve eyaletler idaresinde ayanların hâkim olması üzerine kul sisteminin önemi büsbütün azalmış ve II.

Mahmut batı Avrupa saraylarını taklit ederek eski Osmanlı saray teşkilatını temelinden değiştirmiştir. Odalar tamamıyla kapatılmış ve böylece ileriki dönemlerde kul sistemi yerini başka bir bürokrasi tipine bırakmıştır.