“Bir sözü -teşbîh ve istiâredeki gibi- benzeyişler olmaksızın kendi anlamından başka bir anlamda kullanmak sanatına mecâz-ı mürsel denir. Mecâz-ı mürsel, başka bir edebî sanatla ilişiği olmayan mecâzdır.”164
Bir sözün mecâz-ı mürsel sayılabilmesi için şu nitelikleri taşıması gerekir:
“Söz hakikî anlamı dışında kullanılmalıdır.
Sözün hakikî anlamını düşünmemize engel bir şey bulunmalıdır.”165
“Benzetme amacı olmaması.”166
“Mecazî manada kullanılan kelimenin mecâz-ı mürsel sayılabilmesi için kelimenin benzetme maksadiyle kullanılmaması gerekir. Kelime benzetme maksadıyla kullanılmışsa isti’âre ya da teşbîh olur. Meselâ:
Varlıklar arasında benzetme dışındaki ilgilerin yirmi beş, otuza kadar çıkabileceği Ta’lim-i Edebiyat’ta yazılıdır. Parça-bütün, azlık-çokluk, durum-yer, geçmiş-gelecek, özellik ve genellik gibi lisanımızda en çok kullanılan ilgiler üzerinde örneklerle duralım.”167
Bâki-i mu’ciz ne hâcet dîn-i hak isbâtına
‘Âlem içre mu’ciz-i bâki yeter Kur’an saña (6-4)
dîn-i hak: İslam
Dostum âlem seniñ'çin ger olur düşmen baña
Gam değil zirâ yetersin dost ancak sen baña (12-1)
âlem: Halk
Ol ham-i ebrûya kılsam secde her sâ'at n'ola
Kıble ile ol ham-i ebrû ber-â-berdür maña (14-2)
secde: Namaz kıble: Kâbe 164 Bayraktutan, 1998, 160. 165 Külekçi, 2005, 22. 166 Bayraktutan, 1998, 161. 167 Külekçi, 2005, 22.
86
Gam diyârında ecel peyki güzâr itmez maña
Yok sanur varum meger kim i’tibâr itmez maña (16-1)
ecel peyki (ecel habercisi): Cebrail
Cezâ güninde sorulmaz hatâlar eyledüğüñ
Yeter figân ile men virdiğüm ‘azâb saña (18-4)
cezâ güni: Mahşer
Meni karârum ile koymaz olduñ ey gerdûn
Yiridür âhum ile virsem inkilâb saña (18-5)
gerdûn: Felek (dünya)
Ey Fuzûlî feleğüñ var senüñle nazarı
Kim gam ü mihnetini virdi ne kim var saña (20-10)
felek: Dünya
Giceler encüm sayaram subha dek
Ey şeb-i hecrüñ mana yevmü’l-hisâb (26-5)
nevmü’l-hisâb (hesap günü): Mahşer
Kilk-i kudret levh-i sînemde seni kılmış rakam
Eyleyüb mahbûblar mecmû’asından intihâb (27-6)
kilk-i kudret: Kader
Olmadın mey-hâne-i ‘ışkuñda mest-i câm-i zevk
Düzmedi bezm-i felekde Zühre kânûn-i tarab (32-3)
câm: şarap (dış-iç)
Gayre eyler bî-sebeb miñ iltifât ol nûş-leb
İltifât itmez maña mutlak nedür bilmen sebeb (33-1)
87
Âferin cevher-i makbûlüñe kim ‘âlemde
Mümkin olmaz bu sıfât ile ki sensen bir zât (38-6)
‘âlem: Halk
Göñül gam dünlerin tenhâ geçürme iste bir hem-dem
Ecel hâbından efgânlar çeküb Mecnûn’ı bîdâr it (42-3)
hem-dem: dost, sevgili
Nihan ‘ışkumı ma’lûm itse ‘âlem dûd-i âhumdan
‘Aceb yoh kim gümân-i genc ider halk ejdehâ görgeç (52-2)
‘âlem: Halk
Devr ser-mest-i şarâb-i gaflet itmiş ‘âlemi
Munca ser-mestüñ temâşâsına bir huş-yâr yoh (61-4)
‘âlem: Halk
Câm dut dir sâki-i gül-çihre zâhid terk-i câm
Ey göñül fikr eyle gör kim hansıdur dutmalu pend (63-6)
câm: Şarap (dış-iç)
Şerh-i ahvâlüm saña meste nasîhat kimi telh
Telh güftâruñ maña mahmûra sâgar tek lezîz (65-3)
Sâgar: Şarap (dış-iç)
Bu gamlar kim menüm vardur ba’îrüñ başına koysan
Çıhar kâfir cehennemden güler ehl-i ‘azâb oynar (70-6)
ehl-i ‘azâb: Cehennem ehli
Ey Fuzûlî zehr-i kahr ile doludur tâs-i çerh
Çekmez anuñ kahrını her kim çeker bir dolu tâs (124-7)
88
Dîdâr-i dôstdur iki ‘âlem netîcesi
Yoh andan özge ‘âşıka ‘âlemde mültemes (127-3)
iki ‘âlem: Dünya ve ahiret
Büt-i nev-resüm nemâza şeb ü rûz râgıb olmuş
Bu ne dindür Allah Allah büte secde vâcib olmuş (135-1)
secde: Namaz
Mahrem olmaz rindler bezminde mey nûş itmeyen
Ey Fuzûlî çek ayağ ol bezmden ya çek ayağ (145-7)
ayak: şarap (dış-iç)
Ey kemân-ebrû şehîd-i nâvek-i müjgânuñam
Bulmuşam feyz-i nazar senden senüñ kurbânuñam (181-1)
kemân-ebrû: sevgili (parça-bütün)
Gamuñdan başa dün hasret eliyle ol kadar urdum
Ki subh olunca mürde cismümi toprağa tapşurdum (190-1)
toprağa tapşurdum: Ölen birini toprağa vermek (gömmek) Düşmesün hiç kimse yâ Rab men kimi candan cüdâ
Tâ ezelden beyle yazılmış ser-encâmum menüm (205-3)
ser-encâm (bir işin sonu, başa gelen, vak’a): Kader
Şem’-i ruhsâruñ nihan dut çeşme-i hur-şîdden
Nûr-i çeşmüm ihtirâz eyle yaman gözden yaman (216-6)
nûr-i çeşm (göz nuru): sevgili
Göñül gam hem-demidür kanın ey göz merdümi içme
Bilürsen kana kandur gam saña koymaz anuñ kanın (224-4)
hem-dem: dost, sevgili kana kan: kısasa kısas
89
Çizginürken dôstlar kâmınca fermânuñda çerh
Hâkim-i takdîrden tağyîr-i fermân olmasun (235-5)
hâkim-i takdir: Allah
Hadengi sâyesinde hoş geçür evkâtuñı ey dil
Ki gül-zâr-i hayâtuñ zîneti serv-i revândur bu (236-3)
evkât: Ömür
Cihâna kaddüñ ile kâkülüñden fitneler düşmüş
Kıyâmet ibtidâsı fitne-i âhir zemandur bu (236-5)
fitne-i âhir zeman: Fitne-i devr-i Muhammed veya Muhammed devri. (İslamiyet öncesi, kesret vardı. Tevhid ile beraber âlemde fitne-tevhid tezadı oluştu. İslamiyet’in ortaya çıktığı bu dönem için Ali Nihat Tarlan da bu açıklamayı yapar.)
Ger müşg dirse ‘âşık ol bûy-i zülfe sâkî
Tünd olma bir kadeh vir ter eylesün dimâğı (261-6)
kadeh: Şarap
Gül-i ruhsâruña karşu gözümden kanlu ahar su
Habîbüm fasl-i güldür bu ahar sular bulanmaz mı (264-5)
fasl-i gül: Bahar mevsimi
Dil-i pür-hun mıdur sînemde yâ ol kaşları yanuñ
Çekilmiş nâveki cismümde kalmış kanlu peykânı (266-3)
kaşları yanuñ: Sevgili
Mazharı her hikmetüñ sensen ki kilk-i kudretüñ
Safha-i eflâke nakş itmiş hutût-i ahteri (268-2)
kilk-i kudret: Kader
Mahşeri eşküm virür seyl-âba ger Rûz-i Cezâ
90
rûz-i cezâ: Mahşer günü
Gün çıhınca saçaram gevher-i eşk encüm tek
Giceler yâduma geldükçe meh-i ruhsârı (269-3)
meh-i ruhsârı: Sevgili
Yeñi aydan felek sathında miñ kâleb düzüb bozmuş
Virince kaşlaruñ tâkına sûret sun’ mi’mârı (270-5)
sun’ mi’mârı: Allah
Ey Fuzûlî ne belâ ohları kim gelse maña
Sebeb ol kaşları yanuñ gözidür yâ kaşı (275-7)
kaşları yanuñ: Sevgili
Ey ecel can tama’ın kılma Fuzûlî’den kim
Bir kemân-ebruya çohdan anı kurbân itdi (282-7)
ecel: Cebrail
Bakâ-yi sûret-i Şîrîn içün tevfîk mi’mârı
Binâ-yi ‘ışk-i Ferhâd’uñ esâsın Bî-sütûn itdi (283-6)
tevfîk mi’mârı: Allah
Ey göñül ‘ömrümi virdüñ yile ‘âşıklığ ile
Bahma her gonce-leb ü gül-ruha âh itme dahi (284-3)
gonce-leb, gül-ruh: Sevgili
‘Aks salmaz peykerüm gözgüye baksam za’fdan
‘Âlem-i sûretde bir şeydâ bulınmaz men kimi (286-2)
‘âlem-i suret: Dünya
Kâr-gâh-i sun’da bir sûret it nakş-i zamîr
Miñ hayâlüñ dutmagıl ser-riştesin sûzen kimi (286-8)
91
Bahrlar seyr eyleseñ mutlak ter olmaz dâmenüñ
Ger hevâ-yi ‘ışk ile memlû iseñ yelken kimi (286-10)
yelken: Gemi (parça-bütün)
Va’de-i vasl ile ey gül-ruhlar itmeñ muztarib
Mihnet-i hicrân ile ârâm bulmuş göñlümi (288-3)
gül-ruhlar: Sevgililer
Döne döne lâ’l-i mey-gûnuñ öper ey gonce-leb
Kılmasun mı reşk-i câm-i bâde hûnin-dil meni (291-6)
gonce-leb: Sevgili
Reşha-i câm bizi dutdı n’ola ger sâkî
Gele kurtara bizi ala ayağı derini (295-6)
reşha-i câm (cam sızıntısı): Şarap
Terk-i mey itdüñ ey göñül eyyâm-i gül gelür
Elbette bu işüñ çekilür bir nedâmeti (301-2)
1.14. MÜBÂLAĞA ﺎغلﺎبم (Abartma)
“Sözlük anlamı: İşi, bir şeyi çok büyütme, pek ileri vardırma.”168
“Sanatkârı heyecanlandıran hâdisenin, heyecanın mahiyet ve şiddetine göre büyümesi veya küçülmesidir.”169
“Mübâlağa sanatı üç kısma ayrılmaktadır:
Teblîğ: Akla ve göreneğe uygun mübâlağadır. Yani ileri sürülen özellik
mevzu için mümkündür ve alelâde şartlarda da görülebilir. Bu çeşit mübâlağa makbûl sayılmıştır.170 İğrâk: Akla uygun fakat göreneğe uygun olmayan
mübâlağalardır. Mübâlağanın bu türü de makbûl sayılmıştır.171 Gulüv: “Akla da
göreneğe de uygun olmayan mübâlağadır. Mübâlağanın makbûl sayılmayan şeklidir. Ancak yapılan mübâlağa bir şarta bağlanmış veya teşbîh maksadı güdülmüşse ve edeb dışı olmamak kaydıyla alay, şaka, eğlence gibi maksad taşıyorsa makbûl sayılmıştır. Dinî duyguları inciten, küfür derecesine varan gulüvler de söylenmiştir.”172 Gulüvlere “Acem mübâlâğası da denmiştir.”173
Kâr-ger düşmez hadeng-i ta'ne-i düşmen maña
Kesret-i peykânuñ itmişdür demürden ten maña (11-1)
Âşığın vücuduna o kadar çok ok isabet etmiş ki okun temrenleri âşığı demirden bir vücuda dönüştürmüştür. Âşık, âdeta ok geçirmez bir zırh gibi olmuştur.
‘Âlemi pervâne-i şem’-i cemâlüñ kıldı ‘ışk
Cân-i ‘âlemsen fidâ her lâhza miñ cândur saña (21-3)
Güzel yüzünün ışığına âlem (halk) pervane olmuştur. Muztaribdür çâre-i derdümde veh kim bilmeyüb
Bir devâsuz derde uğratmış özin miskin tabîb (35-4)
168 Tok, 2011, 190. 169 Külekçi, 2005, 131. 170 Külekçi, 2005, 132. 171 Külekçi, 2005, 134. 172 Külekçi, 2005, 135. 173 Tok, 2011, 190.
93
Derdime öyle çaresiz bir dert ki derdime derman arayan tabibi dahi devasız bir derde düşürmüştür.
Meni candan usandurdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı (264-1) Âhın alevi, felekeleri yakacak kadar çoktur.
Yetdi bî-kesliğüm ol gâyete kim çevremde
Kimse yoh çizgine gird-âb-i belâdan gayrı (273-4)
O kadar yalnızım ki çevremde havadan gayrı hiçbir şey yok.
Mübâlağa, bir konu veya kavramı herhangi bir bakımdan olduğundan daha fazla göstermek suretiyle yapılmışsa ifrat; olduğundan daha az, daha önemsiz göstermek için yapılmışsa buna da tefrit denir. Burada belirleyici olan abartmanın yönüdür.
1.14.1. İfrât طﺍرﻓﺍ
“Bir varlığın niteliklerini aşırı derecede, şiddetli olarak anlatmaktır.”174
Burada şiddetin yönü yukarı doğrudur.
Andanam rüsvâ ki seyl-âb-i sirişküm çâk ider
Zahm-i tîğuñ kanı geydürdükçe pîrâhen maña (11-3)
Gözyaşının sel olması ve çok kan akıtmaktan kandan gömlek giymişe dönmesi.
Fuzûlî başuna ol serv sâye saldı bu gün
‘Ulüvv-i rif'at ile yetmez âf-tâb saña (18-7)
Servi gibi olan sevgili gölgesini Fuzûlî’nin başına salmış. Yükselmede, yücelmede güneş dahi Fuzûlî’ye yetişemez artık. Tabi burada Hz. İsa mazmunu da vardır.
94
Yazabilmez leblerüñ vasfın temâm-i ‘ömrde
Âb-i Hayvan virse kilk-i Hızr’a zulmetden devât (40-2)
Karanlıktan mürekkep yapılsa (ki zulumat üç ay süren karanlık bir yoldur) ve karanlık bir ömür boyu sürse sevgilinin dudağının vasıflarını yapmak yine de mümkün değildir.
Gözde gezer çizginüb katre-i eşküm müdâm
Katre-i eşküm kimi çerhde seyyâre yoh (60-5)
Gözyaşı damlalarım, gökteki yıldızlardan daha çoktur. Sûret-i bî-cân ile cennet dolar büt-hâne tek
Kılsalar cennetde tasvîrüñ çeküb gılmâne ‘arz (139-5)
Sevgili çok güzeldir ve ondan daha güzeli de yoktur. Klasik şiirimizde bu hep böyledir. Eğer sevgilinin resmini yapıp gılmanlara gösterseler cennet puthaneye döner. Bu güzellik karşısında gılmanlar donup kalırlar.
Olsaydı bendeki gam Ferhâd-i mübtelâde
Bir âh ile verirdi biñ bi-sütûn'ı bâde (246-1)
Şair, “Bendeki bu gam Ferhat’ta olsaydı, bir âh çekişiyle bin tâne Bî-sütûn dağını yıkardı.” diyerek kendinde bulunan ahın dağları eritecek, yok edecek güçte olduğunu söylüyor ve mübâlağa yapıyor.
1.14.2. Tefrît ﻳرفتط
“İfrâtın zıddıdır. Bir varlığın niteliklerini aşırı derecede daraltmak, hakkını vermemektir.”175 Burada abartının yönü aşağı doğrudur.
Riştedür cismüm ki devr-i çerh virmiş tâb aña
Merdüm-i çeşmüm düzer her dem dür-i sîrâb aña (9-1)
İğne ipliğe dönmek deyimiyle aynı anlamda bir abartmadır. Şair, inci
dizilebilecek bir ip kadar zayıfladığını söyleyerek tefrit yapıyor.
95
Gam diyârında ecel peyki güzâr itmez maña
Yok sanur varum meger kim i’tibâr itmez maña (16-1)
Ecel peykinin (ecel habercisi Cebrail’in) dahi göremeyeceği kadar can’ın görünmez hale gelmesi. Aşırı zayıflık teması burada da görülüyor. O kadar çok zayıfım ki beni göremiyor veya canımı almaya bile itibar etmiyor. Var olduğu halde yok sayılma veya yok olduğu için ecel peykinin onun farkına varamaması.
Dehânuñ dürcini hâl-i lebüñ gözden nihân itmiş
Emânet gör ki Hindû mahzen-i lü’lü’ye hâzindür (104-3)
Dudak o kadar küçüktür ki ben (hâl) onu gizleyebilmektedir.
Mübâlağa Örnekleri
Dutalum kim eşk seyl-âbına yohdur i’tibâr
Ey Fuzûlî çeşm-i giryânuñ gerekmez mi saña (19-7)
Dün subh yetürdüm feleğe mevc-i sirişküm
Gark itdi felek üzre olan encümi gird-âb (24-5)
Mest çıhub salma nazar her yaña
Görme revâ kim ola ‘âlem harâb (26-3)
Şu'le-i âh ile yandurdum dil-i ser-geşteni
Bir od oldum çizginen çevremde olmaz mı kebâb (28-2)
Gussasından başumuñ kıl kimi incelmiş tenüm
Kim tenümle tîği ortasında başumdur hicâb (31-5)
Mutrib ağlatma sürûduñla Fuzûlî hasteni
Seyl-i eşkinden sahın kopmaya bünyâd-i tarab (33-7)
Berk-i âhumdan evüm her gûşe bulmuş rahneler
96
Pertev-i hur-şîd sanmañ yirde kim devr-i felek
Yire urmuş âf-tâbın mâh-i tâbânum görüb (36-5)
Oda yahdum şem’ veş cânum bahub ruhsâruña
Çerhe çekdüm dûd-i dil serv-i hırâmânuñ görüb (37-2)
Bahdukça saña kan saçılur dîdelerümden
Bağrum delinür nâvek-i müjgânuñı görgeç (53-2)
Fuzûlî oldı bilüñ fikri ile mûy-misâl
Henûz bulmadı ol sırra ihtimâl-i vuzûh (57-7)
Girüb büt-hâneye kılsan tekellüm can bulur şeksüz
Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâre yazmışlar (68-5)
Bu gamlar kim menüm vardur ba’îrüñ başına koysan
Çıhar kâfir cehennemden güler ehl-i ‘azâb oynar (70-6)
Hur-şîd hırmenine urar şu’le şu’le od
Âhum ki lâhza lâhza reh-i âs-man dutar (72-5)
Katre-i eşküm katârı sîne çâkinden girüb
Ten evine daşradan bâr-i gam ü mihnet çeker (78-7)
Dem-â-dem katre katre kan yaşumdur kim çıhar gözden
Veyâ peykanlaruñ kim âteş-i dil anı su eyler (81-3)
Fuzûlî zülfüñe bağlandı ammâ eyle inceldi
Ki gûyâ za’f anı hem zülfüñe bir târ mû eyler (81-6)
Felekde berk-i âhumdan ser-â-ser yandı kevbekler
97
Lebi şîrinlerüñ şevkiyle Ferhâd’ı menem ‘asruñ
Yanumda cem’ olan seng-i melâmet Bîsütûn’umdur (87-6)
Hamîde kâmetüm kim dâğ-i dilden kana gark olmuş
İçinde noktası gûyâ ki Kaf altındaki nûndur (90-3)
Fuzûlî virmedi ta’n ohları göz yaşına teskîn
Öñin bend itmek olmaz hâr ü hâşâk ile Ceyhun’dur (90-7)
Berk-i âhum gök yüzin dutmuş sirişküm yer yüzin
Sohbetümden hem vuhûş itmiş teneffür hem tuyûr (94-2)
Bırahdum zevrak-i dil eşk bahrine sahın ey mâh
Temevvüc virmesün teşvîş aña kim andan sâkindür (104-2)
Öldüğüm menzilde defnüm kılmağa sanmañ lâhid
Yir görüb gurbetde ahvâlüm girîbân itdi çâk (154-2)
Ciğerüm kanını göz yaşına tökdüñ ey dil
Vara vara anı Kulzüm munı Ceyhûn itdüñ (166-2)
Dimeñ Mecnûn’a ‘âşık kim başında kuş yuva dutmuş
Menem ‘âşık ki seyl-i eşkümi başumdan aşurdum (190-3)
Sensüz giceler âh ü figânum meh işitdi
Ey meh saña hem yetdi ola âh ü figânum (191-4)
Kaçan kim kâmetüñden ayru seyr-i bû-sitân itdüm
Koparub eşk seyl-âbiyle miñ servi revân itdüm (201-1)
Daş deler âhum ohı şehd-i lebüñ şevkinden
98
‘Işk ser-geştesiyem seyl-i sirişk içre yirüm
Bir habâbem ki hevâdan doludur pîrehenüm (204-5)
Eşk mevci gezdürür her yan tenüm hâşâkini
Mümkin olmaz eşk tahrîkiyle teskînüm menüm (206-4)
Bir iğne itdi meni za’f riştem ol kandur
Ki muttasıl tökülür çeşm-i hun-feşânumdan (211-4)
Kûh-ken miñ tîşeni künd eylemiş bir dağ ilen
Men koparub salmışam miñ dağı bir dırnağ ilen (220-1)
Görüb mühlik menüm çevremde bahr-i ‘ışk tuğyânın
Kaçub bir dağa çıhmış Kûh-ken kurtarmağa cânın (224-1)
Bu ne işdür ki bizi iğne kimi inceldüb
Salur iplik kimi her dem bir uzun sevdâya (244-4)
Olsaydı mendeki gam Ferhâd-i mübtelâde
Bir âh ile virürdi miñ Bîsütûn’ı bâde (246-1)
Gökde âhum yili söndürdi çerâğın güneşüñ
Yirde eşküm ayağa urdı dür-i gâltanı (267-3)
Tereşşuh kabrümüñ daşından itmiş çeşmümüñ yaşı
Hayâl eyler gören kim lâ’ldendür kabrümüñ daşı (276-1)
Yetürdi âhumı gerdûna ol büt gör ne kâfirdür