“İki anlamı bulunan bir kelimenin cümlede kastedilmeyen uzak anlamı ile bir başka kelime arasında zıtlık/karşıtlık olmasıdır. “Eyyâm-ı heremde (yaşlılık günlerinde) tutalım genc (hazine) bulunmuş” mısrasındaki “herem” (yaşlılık) ile Farsça “genc” kelimesinin hazine anlamı değil de Türkçe gençlik anlamı arasında böyle bir ilgi vardır.”108
“Îhâm-ı tenâsübdeki ilişkinin tezad sanatına uygulanması sonucu ortaya çıkar. Yalnız bu sanatta bir benzerlik değil zıtlık aranır. Kelimenin cümlede yeri olmayan ikinci manası kendisine tezat teşkil eden diğer bir kelime ile irtibatlandırıldığı takdirde îhâm-ı tezad meydana gelir.”109
Kısacası îhâma konu olan kelimenin işaret edilmeyen manası bir tezat içinde verilirse îhâm-ı tezât sanatı meydana gelmiştir.
Nerkisüñ fikri Fuzûlî göz ü göñlümde gezer
Dutar âhu vatan ol yirde ki otlu suludur (93-7)
Ot’un bitki dışındaki ateş anlamıyla su arasında îhâm-ı tezâd oluşmuştur.
Ser-verlik ister isen üftâdelik şi'âr et
Kim düşmeden ayağa çıkmadı başa bâde (246-6)
Ayağ (kadeh) kelimesinin kastedilmeyen ayak (insan uzvu) manası ile baş arasında îhâm-ı tezâd oluşmuştur.
108 Saraç, 2011, 164. 109 Kocakaplan, 2011, 58.
43 Îhâm Örnekleri
Hoş ol zemân ki harîm-i visâle mahrem idüm
Ne mübtelâ-yi belâ ne mukayyed-i gam idüm (194-1)
Her saru bahsam surâhî tek sücûd itmek işüm
Handa olsam bâde tek düşmek ayağa ‘âdetüm (210-2)
Temâşâ-yi ruhuñ ‘azmine çıhdı âf-tâb ammâ
Gelürken sür’at ile düşdi yüz yirde şitâbından (213-2)
Görinmez sûret-i ümmîd-i vasluñ levh-i cânumda
Mükedderdür meger ol âyine cismüm gubârından (214-4)
Girüb mescidlere ger muktedâlar pey-revi olman
Budur vechi ki hergiz görmedüm yüz muktedâlardan (215-5)
Bezm kânûnı bozuldı ne içün çeng ile def
Yığılub itmeyeler hâkim eşiğinde gulû (239-3)
‘Âşık oldum yine bir tâze gül-i ra’nâya
Ki salur âl ile her dem meni yüz gavgâya (244-1)
Hayrân-i mâh-i rûyuñ hur-şîde mihr salmaz
Müştâk-i tâk-i ebruñ eksük bahar hilâle (247-3)
Devran maña kalem tek sevdâ kapusın açdı
Tâ kaddümi gamuñdan dönderdi za’f nâle (247-5)
Her demüñden miñ Mesîhâ zinde-i câvîd olur
Sen iden izhâr i’câzı Mesîhâ itmedi (280-3)
Âşyan tâ ravzâ-i kûyuñda dutdı murg-i dil
1.4. İKTİBÂS سﺎبتقﺍ (Alıntı/Ödünç alma)
“İktibâs kelimesinin lügat anlamı “ateş yakmak için bir yerden kor almaktır.” Edebiyatta: Manayı kuvvetlendirmek, söze güzellik kazandırmak maksadiyle bir şâir veya nâsirin, eserine âyet, hadîs ya da bunlardan parçalar almasıdır.”110
“Bugün başka yazarların yazılarından bölümler almaya da iktibas deniliyor. Bu, kelimenin yanlış kullanılmasıdır. Şiir ve nesirde sadece ayet ve hadisleri zikretmek iktibas sanatının sahası içine girer.”111
“İktibâsın şartı, alınan âyet ya da hadîse dâir sözde herhangi bir işaret veya açıklamanın bulunmamasıdır.”112
“İktibâs olunan söz, vezin zorunluluğundan dolayı artırılıp eksiltilebileceği gibi, takdim tehir de edilebilir.”113
“Söz içerisinde zikredilen âyet-i kerîme veya hadîs-i şerîf tamam bir mana ifade edecek şekilde alınmışsa tam iktibâstır. Nâkıs iktibas, vezin veya başka sebeplerden dolayı, asıl mananın bozulmamak ve tamamen anlaşılmak şartıyla iktibâsta artırma, eksiltme yahut kelimelerin yerlerinde değiştirme yapmaktır.”114
Meselâ:
Bulmazdı kahruñ açmasa hân-i siyâsetin
Hel min mezîd115 lokmasına dûzah iştihâ (2-5)
Ey Fuzûlî her ‘amel kılsañ hatâdur gayr-i ‘ışk
Bu durur men bildiğüm Vallâhu a'lem bi's-savâb116 (27-7)
Subh-dem gül-zâr içinde çaldı bülbül erganun
Yâ eyyühe’l-uşşâk kumû inneküm lâ-tesma’ûn117 (233-1)
Ergavan dutdı piyâle nesteren doldurdı câm 110 Külekçi, 2005, 177. 111 Kocakaplan, 2011, 59. 112 Külekçi, 2005, 177. 113 Bayraktutan, 1998, 88. 114 Külekçi, 2005, 177.
115 Daha yok mu? (Akyüz, 1958, dipnot 5, 126.) 116 Doğrusunu Allah bilir. (Akyüz, 1958, dipnot 7, 151.)
45
Mutribâ çal nağme-i yâ eyyühe’l-müstağfirûn118 (233-2)
Her görenler hüsn-i hattuñ ohıdı sad-âferin
Lâ bişey’in ahsenü illâ kalîlen teşkurûn119 (233-3)
Gözlerüñ ser-hôş olanda bâde-i pür-hûn içer
Zîr-i lebde çağrışur sâkî velâhüm yehzenûn120 (233-4)
Sen Fuzûlî yar yolında can virürsen ‘âkibet
Eşidenler diyeler innâ ileyhi râci’ûn121 (233-5)
118 Ey, (içkiye) tövbe edenler! (Akyüz, 1958, dipnot 2, 357.)
119 Çok az bir şey de verseniz biz yine size teşekkür ederiz. (Akyüz, 1958, dipnot 3, 357.)
120 Ve onlar üzüntü duymazlar. Sûre: 2 (Bakara), âyet: 38, 62, 112 vb. (Akyüz, 1958, dipnot 4,
357.)
1.5. İLTİFÂT تﺎفتلﺍ
Kelimeye lügatlarda, “dönüp bakma, dikkat, hatır sorma, sözü başka bir şahsa çevirme, hitab…” gibi manalar verilmektedir.”122
“Terim anlamı: Şiirde ve nesirde anlatılmakta olan konunun muhatabını, heyecan tesiriyle değiştirme sanatıdır.”123
“Edebî sanat olarak: “Bir konuyu anlatırken, o anda doğan yeni duygularla hitâbın yönünün değişmesidir.” İltifâtta değişen yalnız hitâbın yönüdür. Konuda değişme olursa iltifât sayılmaz. Hitâb da yön değiştirirken konu ile ilgili olmalıdır. Konu dahilinde hâricî bir zarûret ve lüzûm dolayısiyle dış etkilerle hitâbın değişmesi iltifât olmaz.
İltifât sanatında (…), şâir hitap ettiği şeye şahsiyet verir. Yani gaipte iken muhâtab yapar.”124
“Sanatkâr konuyu anlatırken heyecana o derece kendini kaptırır ki birden konu ile ilgili bir kişiyi veya nesneyi muhatap (ikinci şahıs) mevkiine getirir ve ona seslenerek konuşmaya başlar. Bu sebeple iltifat sanatı çok defa nida sanatıyla birlikte bulunur.”125
Terdid’de daha önce söylenilenden vazgeçilir ve sonuç, önce söylenilen sözün anlamını zayıflatır. Rücû’da daha önce söylenilene daha kuvvetli şekilde tekrar dönülür. Ve son söylenilen, öncekinin anlamını kuvvetlendirir.
Peykanları ile doludur çeşm-i pür-âbum
Ey bahr sağınma senüñ ancak güherüñ var (76-3)
Sevgilinin peykanları benim gözyaşlarımla doludur diyen âşık bir anda denize yönelip onunla kendini mukayese ediyor. Muhattap kendisi iken denize sesleniyor, denize yöneliyor.
Pinhâni odum ‘âleme fâş oldı Fuzûlî
Yâ Rab ki menüm şem’ kimi yana zebânum (191-7)
122 Külekçi, 2005, 155. 123 Tok, 2011, 87. 124 Külekçi, 2005, 155. 125 Kocakaplan, 2011, 60.
47
Şair gizli aşkının duyulduğunu söyleyip Fuzûlî ile dertleşirken hitabın yönünü değiştiriyor ve Allah’a yönelip “Benim dilim de mum gibi yansın.” diyor.
İltifât Örnekleri
Mesdûddur Fuzûlî’ye meyhâneler yolı
Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i savâb aña (8-7)
Kimse ol bed-hûya izhâr idebilmez hâlümi
Ey sürûd-i nâle Tañrı’yçün sen olgıl çâre-sâz (114-3)
Ne pervâne döyer bir şu’leye ne şem’ bir âha
Fuzûlî sanma kim beñzer saña ‘âlemde her ‘âşık (152-7)
Dün ki fursat düşdi hâk-i der-gehüñden kâm alam
N’oldı ey göz yaşı göz açmağa fursat virmedüñ (164-3)
Hicrân ile yanar giceler rişte-i cânum
Rûşen ola ey şem’ saña sûz-i nihânum (191-1)
Sûzandur odumdan tenüme sancılan ohlar
Pervâneem ey şem’ dutuşmuş per ü bâlüm (202-5)
Çıhmış ol şûh bu gün tökmeğe kanın görenüñ
Girme ey göz kerem it kanuma zinhâr menüm (207-6)
Sañadur iktidâsı tavf-i kûy-i Leyli itmekde
Has ü hârı kopar ey nâka Mecnun reh-güzârından (214-6)
Daşlara döğüb başumı rüsvâ gezer oldum
Ey ‘akl kaçub kurtulagör derd-i serümden (217-5)
Yâr dün çekmişdi katlüm kasdine tîğ-i cefâ
48
İl ta’nesinden isterem ol kûya gitmeyem
Öz ihtiyârum ile meni koyma ey cünûn (231-2)
Dutub kuşlar başumda âşyan feryâde gelmişler
Çıh ey âhum odı bir dem başumdan sav bu gavgâyı (277-6)
Nâvekin gör kim yarub eşküm dutar göz perdesin
Ey diyen Mûsî ‘asâsı kat’-i deryâ itmedi (280-2)
Tâ ki servüm basa başum üzre gâhî bir kadem