• Sonuç bulunamadı

MEŞRUTİYET’TEN İSLAM DEVLETİ’NE, İSLAM DEMOKRASİSİ’NE

39tekzib ve tezyif etmek üzre asrın ulema ve etkıya-yı benâmından

MEŞRUTİYET’TEN İSLAM DEVLETİ’NE, İSLAM DEMOKRASİSİ’NE

Meşrutiyet fikri ve idaresi yeni/yenileyici, dönüştürücü ve iddialı unsurlar taşımakla ve cumhuriyete, demokrasiye doğru akmakla birlikte netice itibariyle hilafet-saltanat sistemi içinde, onunla uz- laşma arayan, onu kendine doğru çeken bir karaktere sahipti. Bu bakımdan “İslam Devleti” terkibinin ve fikrinin, I. Cihan Harbi’nin nihayete ermesiyle mağlup Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ve ardın- dan Osmanlı saltanatının ilga edildiği, manevi bir kurum olarak ka- lan hilafetin de ilga sürecine girdiği bir tarih kesitinde, yeni bir İsla- mi siyasi rejim arayışı sırasında ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun takip edilebildiği kadarıyla İngiltere kontrolündeki Mısır merkezli oluşu da çok anlaşılabilir bir şeydir. Zaten Arap hilafet hareketi de Mısır merkezli olarak başlamıştır.

Tekrarlamakta fayda var; bugün anlaşıldığı manada İslam Devle- ti fikrinin tedavüle çıkması ve kullanılması Osmanlı Devleti’nin, hi- lafet ve saltanatın tasfiyesi süreciyle, Darü’l-İslamın parçalanma- sı yahut müphemleşmesiyle, Müslüman hayat üsluplarının zaafa uğramasıyla, üst siyasi merkezin ortadan kalkmasıyla doğrudan alakalıdır. Bir başka şekilde söylersek İslam Devleti fikrini hilafe- tin ilgası süreci harekete geçirmiş ve mümkün kılmıştır. Mütare- ke öncesi döneme ait nadir kullanımlar bu yeni aşamadaki “İslam Devleti”nden ziyade herhangi bir İslami idare şekli anlamına gel- mektedir.59

58 Bu konuda bkz. İsmail Kara, Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017), 76-113.

59 “Devlet-i İslâmiye” terkibine tesadüf edilen biraz daha eski tarihli bazı me- tinler vardır ama buralarda kastedilen herhalde bizim burada sözkonusu ettiğimiz manada değildir. İki örnek vermek gerekirse: “Hülasa devletimiz muammer olmak isterse Şeriat-ı Ahmediyeye ittibadan ve Devlet-i İslâmiye halinde kalmaktan ayrılamaz.” [Namık Kemal], “Devlet-i Aliyye’yi bulun- duğu hal-i hatar-nâkten halâsın esbâbı,” Hürriyet 9 (24 Ağustos, 1868): 3; “Kemâl-i ehemmiyetle dikkat olunacak ahvaldendir ki Devlet-i Aliyye-i Os- maniye sırf bir devlet-i İslâmiye gibi teşekkül etmemiştir. Zira Devlet-i Aliyye’den mukaddem teşekkül eyleyen düvel-i İslâmiyenin dahi tarihleri mazbut olup bunlar eğerçi şeriat-ı garrâ-yı Ahmediyenin kâffe-i benî beşer üzerinde müsavi olan adaletini dirîğ etmemişler ve az çok o tarîk-i 2

Dîvân

2019/2

51

Osmanlı Devleti, Osmanlı hilafet ve saltanatı uzun asırlardan beri –kısmen paradoksal olarak modernleşme döneminde daha fazla olmak üzere– bütün İslam dünyasına, Hicaz bölgesine, Mek- ke ve Medine’ye, Kudüs’e, hac yollarına, Hint’ten Balkanlara, Ku- zey Afrika’ya, Kafkaslardan Yemen’e, Şiiler dahil yeryüzündeki bü- tün Müslümanlara fiilen veya fikren, tamamen veya kısmen hitap etme, onları doğrudan veya bir şekilde yönetme, koruma, etkileme, onlarla çok yönlü münasebete geçme, imdat ve yardım çağrılarına cevap verme, bu unsurlarla kendisi için yeni bir siyaset üretme im- kanlarına ve iradesine sahip tek siyasi-dinî yapı ve devletti. Bu ko- num Osmanlıların aynı zamanda asırlara dayanan meşruiyet kay- naklarından biri, vazifesi, kendini tarif ederken kullandığı ve yeni şartlarda güç devşirmek için modern usullerle devreye soktuğu ev- safı, tecrübesi ve hususiyetleri manasına geliyordu.60 Avrupalı dev-

letlerin kıyıcı sömürgeleştirme ve işgal faaliyetleri bu fonksiyonları ve vazifeleri hem kuvvetlendirmiş hem de zorlaştırmıştı.

Modernleşme döneminde Osmanlı topraklarında ve İslam dün- yasında ortaya çıkmış muhalif yahut mesafeli kişeler, cemiyetler ve coğrafyalar için de durum bir şekilde böyle idi. Çünkü onlar Os- manlı Devleti’ne, İstanbul’a bakarak, orayı merkeze alarak tercih- lerde bulunuyor, önemli bir kısmı, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere batılı devletlerin doğrudan veya dolaylı desteklerine mazhar olan muhalif siyasi-dinî fikirler geliştiriyorlardı. Dolayısıyla Os- manlı Devleti’nin ortadan kalkması/siyasi merkezin kaybolma- sı aşamasında daha güvensiz ve dağılmış bir duruma sürüklenen İslam dünyasının farklı coğrafyalarında yeni bir dinî rejim/şer‘î idare arayışına girilmesi hem normal ve kabul edilebilir hem de

adalete iktifada kusur eylememişler ise de zîr-i idarelerine geçmiş olan [gayrımüslim] milletler ile Osmanlılar misillü ittihad edemeyip onları yal- nız bir vedîa-i mahsusa gibi muhafazaya himmet buyurmuşlardır.” Ahmed Midhat, Üss-i İnkılab-Kısm-ı Evvel, 9-10.

Bu yazıda da tesadüf edileceği üzere “Hükümet-i İslâmiye” tamlaması daha yaygın bir kullanıma sahiptir ama orada rejim ve devletten daha zi- yade alt bir birim olarak icra organı kestedilmektedir. Mesela “Hükümet-i İslâmiye emr-i müşaverenin farziyeti cümle-i ahkâmından olan şer‘-i şerif üzre mübteni olup (…)” Tunuslu Hayreddin Paşa, Akvemü’l-mesâlik, 58. Tekil veya çoğul halinde Arapça benzer kullanımlar için ayrıca bkz. Abdur- rahman Kevakibî, el-A‘mâlü’l-Kâmile, 309, 482.

60 Osmanlı hilafetinin bu döneminin dinî olduğu kadar belki daha fazlasıyla seküler bir siyaset üretme biçimi olduğuna dair kıymetli bir çalışma için bkz. Cemil Aydın, “Osmanlı hilafetinin uluslararası siyasetinde kutsal ve sekülerin müphemliği,” Cogito 94 (2019): 31-57.

Dîvân

2019/2

52

aciliyet kesbetmiş, tedirginlik verici bir hadise olarak görülmelidir. Bir başka ifade ile söylersek I. Cihan Harbinden mağlup olarak ve büyük kayıplarla çıkan, Milli Mücadele’de Anadolu coğrafyasında kazandığı başarı uluslararası çevrelerde kabul edilmek istenmeyen Osmanlıların/Türklerin Lozan sürecinde İslam dünyasının merke- zinden çıkması/çıkarılması/çıkma mecburiyetinde kalması İslam Devleti fikrinin asıl sebebi ve zeminidir denebilir.

Milli Mücadele’yi hilafeti ve İstanbul’u işgalcilerin elinden kur- tarma ve cihad fikri üzerine kuran, bu istikamette ittihad-ı İslam- cı ve hilafetçi bir dil kullanan Türkiye’nin zafer sonrası Osmanlı hanedanından, hilafetten, buna bağlı olarak İslam dünyasından, kendi köklü irtibatlarından ve giderek İslamı daha fazla parante- ze olarak büyük ölçüde dinî alandan uzaklaşması beklenmedik bir hadisedir ve onun sarsıntıları, boşlukları İslam Devleti dahil yeni ve acil çözüm arayışlarını artıracaktır.

Mustafa Kemal Paşa’nın ilk bakışta doğru ve siyaseten haklı gibi gözüken Nutuk’taki anlatımı ve bu tahkiyenin iç mantığı hikayenin sadece bir tarafını vermek bakımından zikre değer. Türkiye o yıl- larda İslam dünyasından, onun mesuliyetini taşımaktan uzaklaş- masının (kurtulmasının!) kendince mantıklı gerekçelerini üretmek ve sayıp dökmekle meşguldür (Bu çizgi giderek yer yer İslamdan uzaklaşmaya da dönüşecektir). Bunun aynı zamanda işgalci dev- letlerin Türkiye’yi ittikleri yer olduğu umumiyetle gözden kaç(ırıl) acaktır:

Halife ve hilafet, onların [muhaliflerin ve muhalif bir risâle yazıp neş- reden Hoca Şükrü’nün] dediği gibi, sultası [otoritesi, siyasi hakimiyeti] umum dünya Müslümanlarına şâmil olmak lâzım gelince, bütün mev- cudiyetini ve menâbi‘-i kuvvetini halifenin emr ü nehyine hasr etmekle Türkiye halkının omuzlarına tahmîl edilecek yükün ne kadar ağır ola- cağını insaf edip düşünmek lâzım gelmez miydi?

Onların serd eyledikleri icabât ve ahkâma göre, halife namında hüküm- dar, Çin, Hind, Afgan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Mısır, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan hülasa dünyanın her tara- fındaki İslâmların ve İslâm memleketlerinin umûrunda tasarruf sahibi olacaktı. Bu hayalin hiçbir vakit tahakkuk etmemiş olduğu malumdur. (...)

Bu tarihî hakikatten tecâhül ederek, hemen kâmilen ecnebi devletle- rin taht-ı tabiiyetinde bulunan veya müstakil olan İslâm milletlere veya devletlere halife namı altında bir hükümdar nasb ü tayin etmek akl ü hakikat ile kâbil-i telif olabilir miydi? Bilhassa, böyle bir hükümdarın

Dîvân

2019/2

53