• Sonuç bulunamadı

Mansur/Türkiye Davası

Belgede Kişi hürriyeti ve güvenliği (sayfa 75-81)

Tutuklukta makul sürenin aşılmış olması nedeniyle AİHS 5/3 fıkrasının çiğnendiği iddiası ile başvuruda bulunulmuş, AİHM kararının 40. paragrafında belirtilen sonuca ilişkin olarak mahkeme, mahkemenin zorunlu yetkisinin tanınmış olduğu bildirgenin sunuluş tarihi olan 22 Ocak 1990 tarihi ile Edirne 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 19 Şubat 1991 tarihli karar tarihi arasında geçen süre olan bir yıl yirmisekiz günlük bir sürenin dikkate alınabileceği, 22 Ocak 1990 tarihi sonrasından sürdürülen tutukluluk hallerinin sözleşmenin 5. maddesinin 3. fıkrasınca doğrulanıp doğrulanmadığının değerlendirilmesi için mahkeme anılan tarihe kadar 5 Kasım 1984 tarihinde yakalanmış olan başvuranın yaklaşık beş yıl üç aylık bir süre boyunca tutuklu kalmış olduğunu dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Devamla, belli bir davada yargılanmak üzere bekleyen suçlanan bir şahsın gözaltı halinin makul bir süreyi aşmamasını sağlamak öncelikli olarak ulusal yargı mercilerinin görevidir. Bu bağlamda varsayılan mahsumiyet ilkesi, kişisel özgürlüklere saygı kuralından sapma ve serbest bırakılma başvurusunda bunların dikkate alınmaması hususlarının göz önünde bulundurarak kamu yararına ilişkin gereklerin mevcut olup olmadığı konusundaki tüm hususları incelemelidir. Mahkemenin bu kararda

152 GÖLCÜKLÜ /GÖZÜBÜYÜK, a.g.e. , s. 245, 08.06.1995-6/1994/453/533-534 sayılı karar Adalet

Bakanlığı Eğitim Başkanlığı Yayını Yargı Mevzuat Bülteninin 06.06.2000 tarihli 113 sayısında yayınlanmıştır.

verilen nedenler ve başvuru sahibi tarafından başvurularda belirtilen gerçekler bazında sözleşmenin 5. maddesinin 3. fıkrasında ihlal edilip edilmemesi hususunda karar vermesi istenmektedir.

Mahkemenin zaman itibariyle yetkisi kapsamındaki süre içinde Edirne 1. Ağır Ceza Mahkemesi başvuranın tutukluluk süresinin devamına ilişkin hususu dokuz kez görüşmüştür.

Mansur’un serbest bırakılmasının ret edilme gerekçesi olarak suçlamaların niteliğini ve delil durumunu öne sürmüş ve üç kez de karar için bir gerekçe göstermemiştir.

Hükümet sanığın karşı karşıya olduğu ağır cezayı, kaçma ihtimalini veya delilini yok etme ve hileli itilaf tehlikesini vurgulamıştır. Mansur un Türkiye de herhangi bir sabit ikametinin olmadığını ve serbest bırakılmasından sonra adli mercilerin duruşma celplerine icabet etmeme veya sadece süresinin tespiti gereken cezasının infazından kaçma ihtimalini dile getirmiştir.

Başvuran Mansur söz konusu kararların mükerrer olduğundan şikayetçi olmuş ve daima Türkiye de ikamet ettiğini ve İstanbul da ki kapalı çarşıda bir tüccar olduğunu, mahkemelerin kendisinin durumuna ilişkin gerekçelerin göz ardı ettiğini bildirmiştir.

AİHM kararında, bir sanığın kaçmasına ilişkin tehlikenin sadece söz konusu cezanın ağırlığı bazında değerlendirilmeyeceğini işaret etmiş, aynı zamanda bir kaçma tehlikesinin mevcudiyetini teyid eden veya kaçma ihtimalinin yargılanmak üzere tutuklu tutulmayı haklı çıkarmayacak derecede düşük olduğunu ortaya koyan başka ilgili etkenlerinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiş. Söz konusu davada birinci mahkemenin tutukluluk halini teyid eden emirlerini de kaçmaya ilişkin bir tehlikenin neden olduğuna ilişkin herhangi bir açıklama yapılmaksızın basma kalıp denmese de hemen her zaman aynı kelimelerin kullanıldığını, delil durumu ifadesinin suça ilişkin ciddi göstergelerin mevcut olduğu ve devam ettiği şekilde anlaşılması gerektiğini, mevcut davada bunların şikayet konusu tutukluluğun devamını haklı çıkarmadığını belirterek başvuranın söz konusu süre içinde sürdürülen tutukluluk halini 5. maddenin 3. fıkrasını ihlal ettiğini kabul etmiştir. 153

C-Çakıcı /Türkiye Davası

153 GÖLCÜKLÜ /GÖZÜBÜYÜK ,a.g.E.,s.250, .08.06.1995-14/1994/461/542 sayılı karar TC Adalet

Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını, Yargı Mevzuatı Bülteni, 03 Ekim 2000 tarihli 123. sayısında yayımlanmıştır

Başvuran kardeşinin ortadan kaybolmasının sözleşmenin 5. maddesinin bir çok kez ihlal edilmesine sebep olduğunu belirtmiş. Başvuran erkek kardeş Ahmet Çakıcı nın bir gece için Hazro ya sonrada 02 Aralık 1993 tarihine kadar göz altında tutulduğu Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığına götürülerek güvenlik güçleri tarafından gözaltında tutulduğunu ifade etmiştir. Kardeşinin gözaltına alınması kayıtlara geçirilmemiş ve yetkililer tarafından ret edilmiş, böylece gözaltında iken sağlanması gereken güvencelerden yoksun bırakılmıştır.

Sözleşmenin 5. maddesinin 3. fıkrasının gerektirdiği gibi makul bir süre içinde hakim önüne çıkarılmamış, avukata, doktora veya bir akrabasına başvurulmasına izin verilmemiş ve sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrası bağlamında göz altına alınmasının yasallığına itiraz etmesi engellenmiştir. Başvuranın görüşüne göre ailesinin Ahmet Çakıcı nın göz altına alındığı şeklindeki iddiası konusunda yetkililer tarafından hızlı ve etkili bir soruşturma yapılmadığını bu suretle sözleşmenin 5. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Hükümet Ahmet Çakıcı’nın gözaltına alındığı iddiasına itiraz ederek yetkililerin erkek kardeşi ile ilgili bütün bilgileri özellikle de isminin gözaltı kayıtlarında yer almayışı konusunda ki bilgileri başvurana verdiklerini belirtmiş ve hükümet ayrıca komisyonun gözaltı kayıtları konusundaki eleştirilerini bu dava esası içerisinde ilgisiz ve orantısız olduğunu belirtmiştir. Hükümet şahısları iddia edilen süreler içerisinde kayıtlara geçirmeden veya uygun adli usule başvurmadan gözaltında tutmanın mümkün olmadığı görüşünü savunmuştur. Ayrıca mahkemenin Güneydoğudaki terör tehdidinin sonucu olarak ulusun varlığına tehdit oluşturan olağanüstü halin varlığını kabul ettiği, Aksoy Davasını delil olarak göstererek sözleşmenin 15. maddesi bağlamında yapılan derogasyona atıfta bulunmuştur.

Komisyon, Ahmet Çakıcı’nın özgürlüğünün güvenlik güçleri tarafından keyfi olarak engellendiğine karar vererek hükümetin onun başına gelenler hakkında güvenilir veya delile dayanan bir açıklama yapmadığına karar vermiş ve komisyon ayrıca gözaltındaki bir şahsın kaybolmasını önlemek için getirilen güvenceleri incelerken Lice, Hazro ve Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı’ndaki gözaltı kayıtlarının kusurlu, karanlık ve tutarsız olduğunu, güvenilir ve doğru olmadıklarını gözlemlemiş ve jandarmaların doğru ve etkili kayıt tutma usullerini uygulamaya koyduğu konusunda tatmin olmamıştır.

AİHM, Ahmet Çakıcı’nın güvenlik güçleri tarafından yakalandığını 08 Kasım 1993 gecesini geçirdiği Hazro ya götürüldüğünü 02 Aralık 1993 tarihine kadar gözaltında

tutulduğu Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığına hatırlatmıştır. Bu gözaltının Hazro Diyarbakır kayıtlarına geçirilmediğini ayrıca nerede ve ne durumda olduğuna dair başka bir resmi kayıtın mevcut olmadığını belirtmiş. Gözaltına alınmaların tarihi, saati, yeri ve nedeni ile bunu gerçekleştiren şahısların bu konuda etkili olan şahısların isimleri ile ilgili bilgilerin kayıt edilmesi sözleşmenin 5. maddesi 1. fıkrasının amacı doğrultusunda bir şahsın gözaltına alınmasının kanunun uygunluğu açısından gerekli olduğunu, başvuran hakkında kayıt tutulmamasını söz konusu kayıtlar ile ilgili genel güvensizlik bulgularını ağrılaştıran ciddi bir ihlali ortaya koyduğunu vurgulamıştır.

Ayrıca Ahmet Çakıcı nın gözaltına alınması hususunda üç tanığının olduğu yetkililerin dikkatine sunulmuş olduğu halde başvurunun komisyon tarafından hükümete sunulmasına kadar gözaltı kayıtlarının incelenmesinden başka kanıtlamak için hiçbir girişimde bulunulmadığını belirterek gerekçelendirmiş, neticeten sayılan sebeplerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ahmet Çakıcı’nın sözleşmenin 5. maddesindeki güvencelerden tamamen yoksun bırakılarak yakınlarına haber verilmeden gözaltına alındığına ve bu hüküm bağlamında garanti altına alınan özgürlük ve kişi güvenliği hakkını ihlal edildiğine karar vermiştir. 154

D-Ağırağ ve Diğerleri/Türkiye Davası

Başvurucu Y.Çetinkaya 06 Temmuz 1996 tarihinde tutuklanmış ve İzmir Emniyet Müdürlüğü Terör ile Mücadale Şubesinde gözaltına alınmıştır. Ş.Poyraz isimli başvurucu ise 09 Temmuz 1996 da tutuklanmıştır. Z.Yüksel, I Çelik ve H.Adıbelli ise 10 Temmuz da ve A.Poyraz ile M.Aydın 11 Temmuz da gözaltına alınmışlardır. Başvuranlar 17 Temmuz 1996 tarihinde İzmir DGM Cumhuriyet Başsavcısı tarafından dinlendikten sonra haklarında tutuklama kararı alan DGM Hakimi önüne çıkarılmışlardır. Cumhuriyet Savcısı 02 Ağustos 1996 tarihli iddianame ile şahıslar hakkında TCK 168, 169 ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 5. maddesinin uygulanması talebi ile kamu davası açmıştır. DGM 27 Haziran 1997 tarihinde başvuranları mahkum etmiş ancak 01 Temmuz 1998 tarihli Yargıtay Kararı ile verilen ceza kararı usul hatasından dolayı bozulmuştur. Yapılan yeni yargılamada benzer cezalarla yine mahkumiyet verilmiş ve onaylanmıştır.

154 GÖLCÜKLÜ /GÖZÜBÜYÜK, a.g.e., s.250, 08.07.1999-23657/94 sayılı karar TC Adalet Bakanlığı

Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını, Yargı Mevzuatı Bülteni, 03 Temmuz 2000 tarihli 166. sayısında yayımlanmıştır.

Başvuranlar AİHM’e müracaat ederek gözaltı sürelerinin aşırı olması nedeniyle şikayetçi olmuşlar AİHS nin 5. maddesi 3. fıkrasının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.

Hükümet başvuranların iç hukuk yolları tüketilmeksizin AİHM’e müracaat edilmesi sebebi ile başvurunun ret edilmesini talep etmiştir.

AİHM iç hukuk kurallarına atıfta bulunarak uygulanan uzun gözaltı sürelerinin yasalara uygun olduğunu tespit etmiş ancak iç hukuka uygun olan gözaltı sürelerinin sözleşmede belirtilen derhal bir yargıç önüne çıkarılma hakkı ile bağdaşmadığını kabul etmiştir.

Esasa dair verdiği kararda ise başvuranların gözaltı süresini altı ila onbir gün arasında değiştiğini başvuranlara atfedilen faaliyetlerin terör tehdit unsuru ile bağdaştırılsa bile başvuranın adli müdahale olmadan altı ila onbir günden fazla tutulmasının gerekli olmadığına karar vererek sözleşmenin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğini karar vermiştir. 155

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK HUKUKUNDA KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ

155 ÖZYURT, Gülnur, Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Açısından İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının İç

I-ANAYASA HUKUKU AÇISINDAN KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ

A-1982 ANAYASASININ ÖZGÜRLÜKLERE BAKIŞI

1982 Anayasası 1961 Anayasasına tepki olarak oluşturulmuş bir anayasadır. Bu anayasanın yapımında etkisi olanlar 1980 ihtilaline 1961 Anayasasının tanımış olduğu özgürlüklerin kötüye kullanılmasının sebep olduğunu iddia ederek 1961 Anayasasına göre hak ve özgürlükler daha sınırlı olacak şekilde yer almıştır. Ancak 1982 Anayasası ile 1961 Anayasasının karşılaştırılmasında hak ve özgürlüklerin düzenlenmesi için oluşturulan çatı, mekanizma ve temel kurumlar bakımından aralarında pekte fark olduğu söylenemez.

1961 Anayasasında ayrıntılı olarak özgürlükler sistemi yer almış ve bu özgürlükler bazı kurumsal güvenceler ile desteklenmiştir. 1982 Anayasasının da yaklaşımı pek farklı değildir. Mamafih başlangıç kısmında yer alan bazı ifadeler 1982 Anayasasının temel hak ve hürriyetlere farklı bir açıdan yaklaştığını göstermektedir. Şöyle ki; “hiçbir kişi ve kuruluşun anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icapları ile belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkamayacağı” belirtilerek demokrasiyi kendisiyle özdeşleştirmiştir.

1961 Anayasası ise genel amacını başlangıç kısmında daha farklı ifade etmiştir. Şöyle ki; “insan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdi ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleri ile kurmak” şeklinde ifade ederek farklı bir yaklaşım sergilemiştir. 156

1982 Anayasası daha önceki anayasalarımızda yer alan tabii haklar anlayışı ile insan hakları anlayışına açık bir ifade ile yer vermemiştir. Bunun yerine başlangıç kısmında, “her Türk vatandaşının bu anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buna karşılık 12. maddede 1961 Anayasasının 10. maddesinde yer alan ifadeye benzer bir ifade mevcuttur. Bu hükme göre “Herkes, kişiliğine bağlı , dokunulmaz, devredilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir”denmektedir. Her ne kadar bu hükümler incelendiğinde 1982

Anayasası’nın tabii hak anlayışını benimsediği düşünülebilir ise de, bu anayasadaki temel hak ve hürriyetler ifadesi pozitivist bir anlayışa dayandırılabilir.157

Ancak iki anayasadaki hak ve hürriyetler incelendiğinde bu farkın sadece başlangıç kısımlarına münhasır olduğu, her iki anayasada da haklarla ilgili hükümlerde devlete aktif bir rol verildiği gözükmektedir.158 .

1982 Anayasası Cumhuriyetin nitelikleri arasında “insan haklarına saygılı” devlet ifadesini kullanmıştır. 1961 Anayasası ise “insan haklarına dayanan” deyimine yer vermekte idi. Acaba bu iki ifade arasında temel bir görüş farkı mı vardır? M. Soysal’a göre “bu iki kavram arasında köklü bir fark vardır. Zira “insan haklarına dayalı devlet” bu inanç üzerine kurulu olan, insanı temel değer olarak kabul eden, kendi varoluş nedenini insan haklarının korunması yada gerçekleştirmesi amacına dayandıran devlet demektir. Kısacası bu ifadenin temelinde “devlet birey içindir” anlayışı vardır. Fakat insan haklarına saygılı devlet anlayışında artık insan hakları devletin temeli sayılmaktan çıkmıştır. Devlet başka amaçlar için vardır. Bu da anayasanın 2. maddesinde belirtilen “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışıdır”. Yani Anayasa şunu yapmak istemektedir; anayasa kendine özgü bir haklar ve özgürlükler düzeni kurmuştur. Sınırlılığı ve düzenlediği ölçüde bir haklar ve özgürlükler düzeni vardır ve devlet buna dayanır. Kısaca insanla devlet arasında devleti tercih eden bir anayasa şeklinde” olduğu görüşündedir.159 Ergün Özbudun’a göre ise160 “insan haklarına dayalı devlet ile insan haklarına saygılı devlet kavramları arasında nitelik farkının olmadığı, zira bu ifadelerin anayasanın bütünlüğü içinde değerlendirmek gerektiği” ifade edilmiştir. Her iki anayasanın temelde aynı kavram ve kurumları taşıdığını yukarıda da kısaca ifade etmiş idik. Her iki anayasanın özgürlüklere yaklaşımı hususunda farklı görüşlere yer verdikten sonra 1982 Anayasası’nda kişi özgürlüğü ve güvenliğinin düzenlendiği 19. maddeye geçmeden önce bu hükmün daha iyi anlaşılması açısından bu kavramla doğrudan veya dolaylı ilişkili olan diğer hak ve özgürlüklerin kısaca incelenmesinde yarar vardır.

B-KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ İLKESİNİ DOĞRUDAN

Belgede Kişi hürriyeti ve güvenliği (sayfa 75-81)

Benzer Belgeler