• Sonuç bulunamadı

Mahmud Celaleddin Paşa ve Oğullarının Avrupa’ya Geçişi

BÖLÜM 3: MUHALEFETİN KONGRELER VE EYLEM DÖNEMİ

3.1. İlk Jön Türk Kongresi Öncesinde Muhalefet

3.1.1. Mahmud Celaleddin Paşa ve Oğullarının Avrupa’ya Geçişi

1895-1897 yılları arasındaki etkinliğinden oldukça uzak bir görüntü çizen Jön Türk hareketine yeniden ivme kazandıran gelişme, 1899 yılının Aralık ayında gerçekleşti. Padişahın kayınbiraderi olan Damad Mahmud Celalleddin Paşa’nın oğulları ile birlikte Jön Türkler safına katıldı. Bu firar, II. Abdülhamid ve Damat Mahmut Celaleddin Paşa

5 Bu dönemde İstanbul’da, 1890’dan itibaren yayın yapan Servet-i Fünun dergisi etrafında daha ziyade edebiyat ile ilgilenen bir entelektüel zümre belirmiş ve dergi, her ne kadar siyasî düşüncelerle ilgili bazı Fransız düşünürlerini sayfalarında tanıtsa da siyasî bir yapılanma içine girmemiştir. Derginin yazar kadrosuna siyasî kimliği belirginleşecek olan Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler 1897 yılında katılmışlardı (Yöntem, 1962:385-386).

114

arasında uzunca bir süredir devam eden kırgınlığa dayanmaktadır. Daha önce sözü edilen Scalieri-Aziz Bey vakasına eşi Seniha Sultan ve kâhyası Hacı Bekir’in adının karışması nedeniyle o dönemde yürütmekte olduğu Adalet Nazırlığı’ndan azledilen Damat Mahmut Celaleddin Paşa, yıllarca kendi halinde bir hayat yaşadı (Uzunçarşılı, 1944:260-328). Bu süre zarfında kendisini çocuklarının eğitimine verdi; bahsi geçen vaka ile bir ilişkisi olmadığı anlaşıldığında Padişah tarafından Evkaf Nezareti kendisine teklif edildiyse de kabul etmedi6.

Kendisinin de ifade ettiği üzere nazırlığı döneminde II. Abdülhamid’in güvenini kazandı ve arkadaşlığını temin etti. İlerleyen yıllarda ilişkileri bozulmasına rağmen Padişah’a devlet meseleleri hakkında bazı layihalar sunmaktan da geri durmadı. Ancak bunlardan birine verdiği cevapta II. Abdülhamid, önce kayınbiraderinin devlet işlerinde kendisini yalnız bırakmasına sitem ettikten sonra, “senelerden beri kendisi

devlet işlerinden uzakta bulunduğu için bugünkü siyasî ihtiyaçları bilmezler ve anlamazlar. Onun için evlerinde otursunlar ve bir daha benim işime karışmasınlar”

demişti (Ege, 1977:20).

Aralarındaki son derin görüş ayrılığı ise demiryolu imtiyazı meselesine dayanmaktaydı. Oğullarının piyano öğretmenleri (Çeza Heke) vasıtasıyla kendisiyle iletişim kuran bazı İngilizler, kuruluşlarını Padişah nezdinde temsil etmesini istemişlerdi. Bunu kabul eden Paşa demiryolu imtiyazı ile ilgili layihalar kaleme almaya başladı. İmtiyazın İngiltere’ye verilmesi halinde İngilizlerin politik desteğinin de temin edileceğini düşünen Paşa, layihalarında demiryolu imtiyazının İngilizlere verilmesinin uygunluğunu savundu (BOA. Y. EE. 84 /39, BOA. Y.EE. 84/39).

Ahmet Bedevi Kuran’a göre, talep ve önerileri II. Abdülhamid tarafından geri çevirilen Paşa, demiryolu imtiyazının Almanlara verilmesinin ülkenin genel siyasetini çok olumsuz etkileyeceğini düşündüğü için yurtdışına çekilip padişahı oradan etkilemeyi uygun bulmuştu (Kuran, 2000:86-87). Ancak bu konuda Hanioğlu’nun ulaştığı bilgi ve belgeler, Mahmud Paşa’nın mücadeleye safdilâne bir şekilde atılmadığını gösterir niteliktedir. Bu bilgiye göre, Osmanlı’nın kurtuluşu için zorunlu gördüğü İngiliz taraftarlığını desteklemesi ve bu siyaseti Avrupa’da sürdürebilmesi için İngiliz

6

The Times gazetesinin bir haberinde de Damat Mahmut Paşa, 1895 yılında Dâhiliye Nezareti için düşünülen namzetler arasında gösterilmektedir (The Times, 12 Ocak 1895:5).

115

makamlarından İstanbul’daki mal varlığına karşılık on iki bin sterlin dolayında bir para talep etmişti. Bunun kendi çıkarlarına zarar vereceğini sezen Almanlar endişeye kapılarak Bab-ı Ali’ye başvurmuşlardı. Bu nedenle Osmanlı yönetimi, gerek İngiltere, gerekse parlak tekliflerle sefaretler nezdinde girişimlerle paşanın faaliyetlerine engel olmaya çalıştılar (Hanioğlu, 1985:344-345)7. Diğer taraftan Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın İstanbul’dan ayrıldığı günlerde demiryolu meselesi oldukça hararetli bir şekilde tartışılıyor, Almanya bir yandan Konya-Basra demiryolunu, Rusya ise Kars-Erzurum demiryolunu yapmak için imtiyaz istiyordu (The Times, 19 Aralık 1899:5). Bu iç politik meselelerin yanı sıra Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın Jön Türkler açısından önemi, onun hareketin zayıfladığı bir dönemde ortaya çıkmasıydı. Henüz hangi istikamete gittikleri bile belli değilken Damat Mahmut Celaleddin Paşa ve oğullarının İngiliz pasaportlarıyla bir anda İstanbul’u terk etmeleri Avrupa’da büyük bir ilgi uyandırdı (Journal Des Debats, 18 Aralık 1899:2; The Times, 21 Aralık 1899:6). Kendisi henüz yolda iken firarı ile ilgili başlayan siyaset ve basın çevrelerindeki dedikodular, Marsilya’da karaya çıktığında da sürmüştü. Oğulları ve İstanbul’dan ayrılmasına ön ayak olanlardan biri olan M. Charlier ile gazetecilerin karşısına geçen Paşa, Fransa’nın özgür bir ülke olmasına rağmen, II. Abdülhamid ile ilişkilerinin bozulmasını göze alamayacağını tahmin ettiği için burada fazla kalmayacağını beyan etti. Gelir gelmez kendisine İstanbul’a dönmesini teklif eden sefiri de açıkça reddettiğini söylüyordu (Le Figaro, 21 Aralık 1899:1). Paşa’nın Marsilya’daki ilk faaliyetleri ve verdiği mülakat da İstanbul’a süratle bildirildi. Marsilya Başşehbenderliği tarafından sürekli teftiş edilerek gözlem altında tutulan Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın Fransız Hükümeti’nce tutuklanarak iade edilmesi talebi de reddedildi (BOA. Y. EE. 56/3). Bazı kaynaklara göre, Fransız Hükümeti’nin Paşa’yı iade etmesini sağlamak için Bab-ı Ali tarafından hakkında, eşine ait mücevherleri çaldığına, aklî dengesinin yerinde olmadığına ve oğullarını da zorla alıkoyduğuna dair şayialar yayılmıştı. Bu nedenle onu karşılarında gören Fransız gazetecilerin ilk dikkat ettikleri şey aklî melekeleri ve oğullarının tutumu oldu; Paşa, birikimi ile gazetecileri etkilemişti (Ramsaur, 2004:85). Kısa bir süre sonra da maceralı kaçış hikâyesi gazetelerde yer almaya başladı; haberlere göre Damat Mahmut

7

İlber Ortaylı da demiryolu imtiyazı meselesinden söz ederken Damat Mahmut Paşa adlı birinin bir

116

Celaleddin Paşa’nın eşinden bile gizlediği firarını geç haber alan Padişah, engel olmak için elinden geleni yaptıysa da başarılı olamamıştı (The Times, 25 Aralık 1899:4). Mahmut Celaleddin Paşa’nın, Jön Türklerin,“harekât-ı necibane” dedikleri firarının Marsilya’dan sonraki ilk durağı Paris oldu. İlk iş olarak Padişah’a hitaben bir mektup kaleme aldı. Oldukça sert bir üslubu havi olan mektupta Damat Mahmut Celaleddin Paşa, Sultan II. Abdülhamid’e:

vatanın sebep-i felâketi, bunca denaet ve cinayetlerin sebeb-i hakikîsi sizsiniz. Döktüğünüz kanlar, söndürdüğünüz hânmânlar ve uydurduğunuz yalanlar herkesçe malumdur. İslam ve Hristiyan binlerce nev’i beşer mahvoldu…” diyordu (Tütengil, 1954:18).

İstanbul’da ise devlet yazışmalarında, Paşa ve oğullarının izleyeceği yol ve takip edecekleri siyasetin neler olabileceğine dair tartışmalar yaşanmaktaydı. İngiliz himayesine sığınacağı tahmin edilen firarîlerin, İngiliz siyasetinin nasıl istifade edebileceğine dair mütalaalar Padişah’a sunuldu (BOA. Y.PRK.TKM. 43 /22; BOA. Y. EE. 56/5). Saray’ın endişeleri büyük ölçüde haklıydı, zira onların gelişi gerek Avrupa şehirlerindeki Jön Türklerde, gerekse siyasî çevrelerde oldukça heyecan yarattı (The Times, 19 Aralık 1899:5).

İlk olarak Ahmed Rıza Bey ile temas kuran Damat Mahmut Celaleddin Paşa ona, “bu

vatan belki de asırlardır sizin kadar faziletli bir evlada sahip olmadı” gibi methiyelerle

dolu bir mektup yazdı. Ahmed Rıza’nın cevabı da ondan aşağı kalır gibi değildi. Böylelikle o günlerin en önemli iki muhalifi uzlaşmış görünüyorlardı (Ramsaur, 2004:88). Damat Mahmut Celaleddin Paşa, Paris’te verdiği ilk röportajlarda da, padişahı ağır bir dille eleştirmekten geri durmadı. II. Abdülhamid’in, V. Murat’tan en alt seviyedeki ulemaya varıncaya kadar herkese bir hapis hayatı yaşattığını söylüyordu. İmparatorluğun Hıristiyan tebaasının sürekli olarak elçiliklerin koruması altında olmasına rağmen, Müslüman halkın Padişah’a karşı tamamen korumasız bir durumda olduğunun altını çizmekteydi (The Times, 16 Ocak 1900:13).

Kısa süre sonra bir başka devlet adamı daha tıpkı Damat Celaleddin Mahmut Paşa gibi oğulları ile birlikte Avrupa’ya kaçtı. Bu isim uzun yıllar üst düzey görevlerde bulunmuş olan ve ilerleyen yıllarda Arnavut bağımsızlık hareketinin kahramanlarından biri olacak olan İsmail Kemal Bey’di. İngiliz taraftarlığı nedeniyle merkezden

117

uzaklaştırılmak amacıyla Trablusgarp’a vali olarak atandığında İngiliz sefaretine sığınarak ülkeyi terk etmişti. İshak Sukûti, İsmail Kemal Bey Paris’e geldiğinde İttihat Terakki reisliği için onu düşünmüş; ancak Kemal Bey’in ileri derecede İngiliz dostluğu ve Arnavut milliyetçiliği onu bu fikrinden caydırmıştı (Birecikli, 2009:95-123). Saray tarafından bu firarın cezalandırılması gecikmedi. Bir yıl sonra neticelenen mahkemesinde İsmail Kemal Bey, ömür boyu hapse mahkûm edildi (The Washington

Post, 10 Nisan 1901:6). Saray’ın hışmına uğrama endişesi benzer bir şekilde, Dr.

Bahaeddin Şakir ve Sezai Beylerin de Paris’e kaçmalarına neden oldu. Bahaeddin Bey de, ilerleyen yıllarda muhalefete önemli katkılar yapan bir isim oldu, Sezai Bey de yayına başlayacak olan Şura-yı Ümmet’in başına geçti. Bu dönemde, İttihat ve Terakki içerisinde en fazla öne çıkan isim Ahmed Rıza gibi gözükse de, Jön Türkler arasında Bahaeddin Şakir ve Sezai Beyler birleştirici bir rol oynadılar (Ramsaur, 2004:162). İlerleyen yıllarda bu iki isim cemiyetin tüm şubelerindeki Jön Türkler ile irtibat kurma ve yazışma görevini üstlendi. Cemiyet içersindeki iş bölümünün anlatıldığı bir mektupta bahsedilen bu görev, onları cemiyetin en çok tanınan isimleri haline getirdi (OİTCMMK8, 1906:45).

Damat Celaleddin Mahmut Paşa bu tarihten sonra Jön Türklerin tüm şubelerini ziyaret ederek neredeyse tamamıyla temas kurdu. Önce Paris’ten Cenevre’ye, oradan Londra’ya geçti. Daha sonra Kahire’ye giden Paşa, buradan dönüşünde Korfu’ya gitti. Kısa bir süre de Roma’da kaldıktan sonra vefat ettiği Brüksel’e geçti. Cenevre’ye gittiğinde İshak Suküti’nin güçlükle yürüttüğü Osmanlı Gazetesi’ni devralarak önce Londra’da sonra Folkstone’da neşriyata başladıysa da, gazetecilikle çok fazla ilgilenmeyip, Kahire’ye Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın yanına gitti. Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın bu ziyaretten itibaren yaptığı görüşmelerden, bu harekete giriştiği için bir pişmanlık duyduğu ve geri dönüş havasına girdiği anlaşılmaktadır (Akşin, 2006:65). Osmanlı Gazetesi’nin yayınına İngiltere’de devam etmesi, Jön Türk yayıncılığının merkezini de buraya kaydırdı. Paris sefiri Münir Paşa, 20 Ocak 1901 tarihli şifre telgrafında yaklaşık yedi aydır Meşveret’in yayınlanmadığını, Paris’te yayınlanmakta olduğunu öğrendiği Liberal Ottoman gazetesini de takip etmekte olduğunu, “yeni yeni melanetkeranenin” yayın yerinin İngiltere olduğunu yazıyordu

118

(BOA. Y. PRK. EŞA. 37/27). Münir Paşa’nın bahsettiği Le Liberal Ottoman gazetesi Abdülhalim Memduh ve Necmettin Kemali tarafından Paris’te çıkıyordu. Gazete, Jön Türklerle ilişki içerisinde olmalarına rağmen, İttihat ve Terakki’nin değil Osmanlı Hürriyetperveran Cemiyeti’nin yayın organıydı. Başlığın altındaki dövizde “Hak

arayan Osmanlıların yayın organı” yazıyordu. 15 Şubat 1901 tarihli nüshasındaki

ilkyazı da Münir Paşa’nın Fransız polisi nezdindeki bu girişimleriyle ilgiliydi (Le

Liberal Ottoman, 15 Şubat 1901:1).

Damat Mahmut Celaleddin Paşa ile Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın görüşmelerinin en önemli iki konusu Abbas Hilmi Paşa’nın Jön Türklere desteği ve Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın geri dönüş meseleleriydi. Hidiv, Paşa’ya geri dönmesini ısrarla tavsiye ederken Paşa, Padişah’ın göstereceği şiddetli tepkiden endişeliydi9. Damat Mahmut Celaleddin Paşa, geri dönüş meselesini birden çok büyük devlet nezdinde, sürgün edilmeyeceğine veya başına başka fenalıklar gelmeyeceğine dair bir padişah güvencesine bağlamak istiyordu. Görüşmelerin seyrinden, arzu ettiği düzeyde bir garantiyi temin edemediği anlaşılmaktadır (Bayur, 1991:257). Paşa’yı geri döndürme çalışmaları böylece bitmedi ve ölüm döşeğinde olduğu son günlere değin sürdü. Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın Kahire’den sonra İstanbul’a döneceği yolunda kesinlik taşımayan bilgiler, Cenevre Baş Şehbenderi Kara Todori Paşa’ya da ulaşmış, onun tarafından da araştırılmaya başlanmıştı (BOA. Y. EE. 56/6).

Onun, mücadeleyi bırakmak istemesinin altında ilerlemiş olan yaşı, ölümcül bir hastalığa tutulmuş olması, Avrupa’da yürütülen bu faaliyetlerle arzu edilen sonuçların temin edilemeyeceğini düşünmüş olması gibi temel nedenlerin olduğu düşünülebilir. Onun İstanbul’a döneceğine dair düşünceler zaman zaman basını da yanıltmıştı. Bir

Washington Post haberine göre Mahmut Celaleddin Paşa, İstanbul’a, “kendisine yapılan bir şeyi affetmeyecek ya da unutmayacak biri olan kayınbiraderinin” yanına

dönüyordu (Fontenoy, 22 Nisan 1901:6). Kısa bir süre sonra Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın dönmediği anlaşıldı. Onun Mısır seyahati Hidiv ile II. Abdülhamid’in ilişkilerini bozduğu gibi, sonraki durağı olan Korfu’da bulunması da

9

Hidiv’in Damat Mahmut Paşa’yı geri döndürme gayretleri sık sık devlet yazışmalarına konu olmuştu (BOA. Y. EE. 15/122; BOA. Y. EE. 87/59).

119

Yunan Kralı ile Padişah arasında da diplomatik gerginliğe neden oldu (Fontenoy, 1 Ocak 1902:6).

Yıldız, Damat Celaleddin Mahmut Paşa’yı geri döndürmek için eldeki en tecrübeli isim olan Contrexéville Antlaşması kahramanı Ahmet Celaleddin Paşa görevlendirdi. Ancak Damat Mahmut Celaleddin Paşa onu da geri çevirdi (The Times, 26 Nisan 1900, Perşembe:6). 1897’deki başarısını tekrarlayacağını düşünen Ahmet Celaleddin Paşa, büyük ölçüde başarısız oldu, Jön Türkler arasında etkin olmayan bazı isimler dışında kimse onun teklifine itibar etmedi. Bunda Contrexéville Antlaşması ile geri dönenlerin uğradığı hayal kırıklığı müteessir olmalıdır (The Manchester Guardian, 26 Ağustos 1899:4).

Ancak yine de bu af müzakereleri esnasında Damat Mahmut Celaleddin Paşa refakatinde bulunan Hüseyin Daniş Bey gibi bazı isimlerin İstanbul’a dönmeyi tercih ettiklerini de belirtmek gerekir (BOA. Y. EE. 87/58). Hüseyin Daniş Bey’in boşluğunu, pek çok siyasî girişimde Damat Paşa ve oğulları ile birlikte hareket eden İsmail Kemal’in doldurdu. Bu isimleri 1902 yılında Şehzade Reşad ile temas kurma girişimlerinde yine birada görmekteyiz (Hanioğlu, 1995:172). Sonuç vermeyen bu girişim batı basınına bakılırsa Şehzade Reşad’ın tutuklanmasıyla neticelenmişti. Şüphesiz bu tutuklama, ancak şehzadenin gözetim koşullarının biraz daha sıkılaştırılması şeklinde olabilir (The Washington Post, 14 Ağustos 1902:6).

Damat Mahmut Calaleddin Paşa, geri dönmeye her meylettiğinde birileri tarafından bu fikrinden vazgeçiriliyordu. Bunların içinde İngiltere’nin, 1900 yılında Mahmut Paşa’nın dönmeyi düşündüğünü haber alarak Sir Smith Bartlet vasıtasıyla müdahale etmesi, muhalefetin beslendiği kaynaklar bakımından ilgi çekicidir, zira İngilizler onun ve oğullarının dönmesine hiçbir zaman sıcak bakmamışlardı (Akşin, 2006:66). Aynı yıl içerisinde birkaç kez onu ikna etmeye çalışan Paris Sefiri Münir Paşa buna ancak Paşa ölüm döşeğinde iken muvaffak olabildi (The Times, 23 Nisan 1900:6). Ne var ki bu sefer de ölmek üzere olan Mahmut Paşa’yı oğlu Sabahattin Bey’in, davaları başarıya ulaşmadan dönmemesi için ikna etmesiyle neticeye ulaşamadı. Oğlunun ısrarını kabul eden Paşa, birkaç gün sonra hayata gözlerini yumdu (Ege, 1977:30).

120

Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın Jön Türk hareketine katılışı ve idaresini üzerine aldığı Osmanlı Gazetesi’nden yaptığı şiddetli muhalefet, kritik bir evreden geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yeniden heyecan kazandırmıştı. Paşa, hem kariyer itibariyle hem de saraya yakın biri olarak, Jön Türkler içerisinde doğal bir lider portresi çizdi. Jön Türklerin kümelendiği Avrupa şehirlerinin neredeyse tümüne yaptığı seyahatler heyecanını yitirmiş hareketi gayrete getirmişse de Jön Türkler onunla tam anlamıyla bir güven ilişkisi kuramadılar. Bunda II. Abdülhamid’e çok yakın olduğu ve onun kabinesinde bulunduğu yıllarda Meşrutiyet’e taraftar olmayışı ve İngiliz taraftarlığı etkili olmuş olabilir (Karal, 1995:520).

Damat Mahmut Celaleddin Paşa firarda olduğu dönem boyunca Jön Türklerin lideri gibi gözükse de işlerin yönetimini örgüt içerisinde sevilen bir şahsiyet olan Ethem Ruhi Bey’e bıraktı. Böylelikle harekete riyaset etmesinden doğabilecek eleştirilerden de korunmuş oluyordu. Fakat Jön Türkler bu süre zarfında onu, harekete itibar ve maddî kaynak sağlayan bir isim olarak değerlendirmekteydi. Bu, Jön Türklüğün artık, on yılı aşkın süredir faaliyet gösteren ve kendine has geleneği olan bir yapı olmasıyla açıklanabilir (Hanioğlu, 1985:350). Ancak Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın firarı ile Jön Türk muhalefeti, harekete dışarıdan bakan biri için açıkça anlam değiştirerek, sadece bazı entelektüel ya da devlet görevlilerinin karşıtlığı olmaktan çıktı.

Damat Mahmut Celaleddin Paşa ve oğullarının bu şekilde muhalefete geçmesi, yukarıda bahsedilen yadsınamayacak sonuçları doğurduysa da, hareketin Kanun-ı Esasî’nin ihyası ya da Meşrutiyet’e geri dönülmesi gibi nihai hedeflerine ulaşmasını sağlayamadı. Esas itibariyle Damat Mahmut Celaleddin Paşa ve diğer Jön Türklerin mutabakat halinde olduğu tek konu da bunlardan ziyade II. Abdülhamid’in hâl edilmesiydi. Onun muhalefete geçmesi, Jön Türkler içinde yeni bir kimliğin ortaya çıkmasını temellendirdi ve bu akıma oğlu Prens Sabahattin Bey gibi enerjik bir ismi kazandırdı.