• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETİ’NDE SİYASET VE MUHALEFET MUHALEFET

1.6. Anayasa Tartışmaları

Yeni Osmanlıların başlattığı ve daha sonra giderek Kanun-ı Esasasîcilik/anayasacılık akımına dönüşen bu hareket bilhassa İstanbul’da kendine özgü bir kamuoyu yaratarak varlığını sürdürmüştü, beklenen sonuçları elde edemese de üyelerinin gayretlerinden ve umutlarından söz edilmelidir. Yeni Osmanlıların Avrupa’daki yayınlarında Padişah’a ve saltanat rejimine bağlılık göze çarpmaktadır; akıllarındaki aldatılmış, yeterince bilgilendirilmemiş ya da kötü yönlendirilmiş padişah portresini kendilerince doğru yola getirmeyi düşlemişlerdir. Ziya Paşa Rüya adlı bir yazısında Sultan Abdülaziz’i sarayın bir köşesinde tek başına yakalayıp ona bütün gerçekleri tüm çıplaklığı ile anlatmayı ve inandığı reformlara onu ikna etmeyi düşlediğini yazar. Böylesine safdilâne bir samimiyetle de yürütülen bu çabalar tümüyle boşa gitmemiş; dönemin aydınlarında bir hareketlenme yaratmış, kendi içinden bilhassa Namık Kemal gibi bir isim çıkarmıştır. Onun tesir gücü ve şöhreti İstanbul’a dönüşünden itibaren giderek artmıştır (Koçak, 2003:72-82).

İstanbul dönüşü Namık Kemal, yıllara varan muhalefetin ardından Âli Paşa ile barışmıştı (Hürriyet, 20 Aralık 1869.). Takip eden bir yıl içinde Âli Paşa’nın ölümünün ardından, İbret gazetesini çıkarmaya başlayan Namık Kemal’i İstanbul’da geniş sayılabilecek bir okuyucu kitlesi takip etmeye başladı (Kuntay, 1949:95-104). İbret dışında Diyojen ve Hadîka gazetelerinde de yazılar kaleme alan Namık Kemal,

26

Beyitte geçen kelimelerden “şütür” deve, “humar” eşek anlamına gelmektedir (Koray, 1992:546-565).

38

onu takip eden kamuoyuna fikir hürriyetinden söz etmeye ve bunun Avrupa’nın en önemli üstünlüğü olduğundan söz etmeye devam etti (Hadîka, 24 Kasım 1873:1).

Diyojen’de özellikle basın hürriyeti ve matbuat nizamnamesini konu eden yazılarında

üslubunun sertleştiğini de görmek mümkündür. Burada nizamnameden duyduğu memnuniyetsizliği açıkça belirterek; hükümetin politikalarına uygun yazmak ya da düşünmek zorunda kalan aydının doğruluktan uzaklaşacağını ifade eder. (Diyojen, 9 Ağustos 1872:1)27. Bu dönemdeki yazılarının asıl mecrası olan İbret’in de mevcut siyasî koşullar içinde uzun yıllar basın hayatına devam edebileceğine dair güveni de yoktur (Diyojen, 21 Ağustos 1872:1). Namık Kemal’in bu dönemdeki muhalefeti Avrupa’da yazdıklarına oranla daha ölçülü ancak yine de etkilidir. Buradaki yazılarında Tanzimat Fermanı ile ilgili geniş izahlar bulunur. Dış borçlanma ve israf gibi konularda devlet adamlarını doğrudan eleştirmek yerine Tanzimat’tan sonraki yirmi yılı ve Reşid Paşa’yı yücelterek dönemin devlet adamlarının icraatlarıyla bir kıyas mekanizması yaratmaya çalışır. Osmanlı Devleti’nin Şeriat üzerine inşa edildiğine, tüm kanun ve uygulamalarda İslam’ın esas alınması gerektiğine ve İslam’ın terakkiye mani olmadığına vurgu yapmaya devam eder. Namık Kemal’in Avrupa’dan dönmeden önceki yayın faaliyetleri ile sonraki faaliyetleri kıyaslandığında Hürriyet’teki yazılarının doğrudan kişi, kurum ve güncel devlet uygulamalarını cesurca ele aldığını, İbret’tekiler gibi dönüşünden sonra ele aldığı yazıların ise nispeten daha teorik olduğunu söylemek mümkündür (Sungu, 1999:777-857).

Bundan sonra Namık Kemal ve arkadaşlarının hayatları sürgünlerle, İbret’in yayın yaşamı da kapatmalarla sürüp gitti. On dokuzuncu sayısında ilk kapatıldığında İbret’in yazarları Namık Kemal, Gelibolu Mutasarrıflığına, Menapirzade Nuri Bey, Ankara Mektupçuluğuna, Ebuzziya Tevfik Bey, İzmir Mahkeme-i Kebire-i Merkeziye Başkâtipliğine ve Reşat Bey, Bilecik Kaymakamlığı’na sözde tayin edildiler. Bu açılıp kapanmalar arasında Namık Kemal İbret, Hadîka ve Diyojen’e

27

Dönemin mizahi yayınları içersinde Teodor Kasap’ın editörlüğünde çıkanlar büyük bir önem taşımaktadır. Bunlar arasında başta Diyojen olmak üzere Çıngıraklı Tatar, Hayal, Karagöz ve Çaylak’ı saymak gerekir. Namık Kemal gibi çeşitli yazarlara kapılarını açmalarının yanı sıra bu dergilerdeki karikatürler her ne kadar doğrudan politik eleştiriler ve muhalefet içermese de “şehir intizamı” ve belediye hizmetleri gibi konularda tenkitlerde bulunmaktan geri durmamışlardı (Şeni ve Georgeon, 1992:52).

39

yazılar gönderiyor, sadrazamlık da Nedim Paşa, Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa28 ve Rüştü Paşa arasında el değiştiriyordu (Zurcher, 2002:331-332). Namık Kemal’in sürgünlerinden en şiddetlisine, bu sürgünler esnasında kaleme aldığı Vatan Yahut

Silistre piyesi neden oldu. Piyes, vatan kavramını halkın belleğine kazıdı ve halk

arasında büyük bir coşku yarattı29. Piyes içinde geçen “Vatan” sözleri ve Namık Kemal’in kendisini alkışlayanlara “Allah muradınızı versin” demesi, bir başka iktidar-muhalefet ilişkisinin halka mal olmasını sağladı (Kuntay, 1949:126-150).

Sultan Abdülaziz devrinin son döneminde Jön Türklerin ve anayasacı hareketlerin muhalefetlerini dayandırabilecekleri iki veliaht kendisini göstermekteydi. Bunlardan birincisi Murad ikincisi ise Abdülhamid’di. İkincisi daha mutedil, sırasını bekler bir hal içindeyken Murad, Yeni Osmanlılar da dâhil olmak üzere birçok siyasal baskı grubu ile görüşüyordu (Koloğlu, 2007:28-29). Şehzade V. Murad30 yalnızca Yeni Osmanlılar ile değil, bunun yanı sıra Osmanlı saltanatında bir ilk olarak, her ne kadar daha sonra tahta çıkışında ne derece etkili olduğu bilinmese de, Mason locaları ile de ilişki içerisindeydi (De Fontenoy, 1901:18)31.

Siyasal gelişmeler bir yana 1875 yılında bir dizi hadise de yaşandı. En önemlisi malî bunalımdı, Osmanlı bir süredir borçlarını yeni borçlanmalarla ödemeye başlamıştı. 1873’te dünyada baş gösteren malî kriz üzerine, 1875’ten itibaren yeni krediler bulamayan Babıâli, Avrupa’nın çeşitli bankalarından alınan dış borcun faizlerini erteleme ve dış borç ödemelerini kademeli olarak durdurma kararı aldı. Bu açıkça devletin ekonomik olarak iflası anlamına geliyordu (Pamuk, 2000:231).

Bundan sonra Osmanlı Devleti’nin arkasında Avrupa’da alacaklı da olsalar onu destekleyen finans çevreleri olmayacak, devlet iyiden iyiye büyük devletlerin

28 Hüseyin Avni Paşa’nın sadrazamlığına kadarki kariyerini anlatan biografik bilgi için ayrıca bkz. Huseyin Avni Pacha, The Present Grand Vizier of Turkey, The Diplomatic Review, Cilt: XII, No:2, Nisan 1875, Londra, s. 209-212.

29

Bkz. Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre, İstanbul 2004.

30 V. Murad’ın, veliaht oluşu ve dışadönük tutumu 1866’da Fransız hükümeti tarafından devlet işlerinde tecrübe kazanması için davet edilmesini sağlamıştı. Ancak V. Murad’ın veliahtlığına hiçbir zaman sıcak bakmayan Sultan Abdülaziz, bu isteği geri çevirerek onun yerine kendisi -biraz da bir darbe endişesiyle- iki yeğenini de yanına alarak bir yıl sonra meşhur Avrupa Seyahatini gerçekleştirdi (Jonquıére, 1914:45).

31 V. Murad tahtan indirildikten sonra da onu tekrar padişah yapmak için en yoğun çaba mason cemiyetleri ve onlarla ilişkili yayın organlarınca gösterilmişti (Le Yildiz, 1 Ocak 1893:1). Bu konuda yabancı basında çıkan haberlerde Murad, masonlar içerisinde aktif, meşrutiyet taraftarı ve ilerici olarak tarif edilir (De Fontenoy, 1906:6)

40

merhametine sığınacaktı. Olanlara bir de Hersek’teki güney Slavlarının isyanları eklendi, kısa süre sonra Bulgar köylüleri ayaklanarak onları izlediler. Bölgede açık bir Rus siyasî nüfuzu da mevcuttu (Palmer, 1992:148).

Aydınlar arasında muhalefetin hedefine yine bir sadrazam yerleşmişti; İstanbul’da kulaktan kulağa yayılan yolsuzluk dedikoduları ile Mahmut Nedim Paşa’ya duyulan güvensizlik üst seviyeye ulaştı (Şeref, 1978:132-133). Mehmet Memduh, “Hal’ler İclaslar” adlı eserinde, Ali ve Fuat Paşalar devrinde de bazı muhalif tavırlar görülmesine rağmen bunların hiçbirisinin vükela ve ekâbir arasında Nedim Paşa dönemindeki gibi saraya yönelik bir kin doğurmadığından söz etmektedir (Mehmet Memduh, 1911:125).

Faizlerin ödenemediği ilk moratoryumun ardından Balkanlar’daki olaylar giderek büyüdü. Mayıs 1876’da Selanik’te Fransız ve Alman konsoloslarının öldürülmesi büyük bir diplomatik krizi de beraberinde getirdi. 10 Mayıs 1876’da Beyazıd, Süleymaniye ve Fatih medresesi öğrencileri Mahmut Nedim Paşa ve Şeyhülislâm’ın azli için büyük bir gösteri yaptılar (Roos ve Field, 1968:185). Aynı gün derslerini bırakan öğrenciler nutuklarında, devlet ve memleketin hakları ve bağımsızlığının düşmanların ayakları altında çiğnendiği bir zamanda derslerle uğraşmanın “dindarlık ve yiğitliğe” uygun olmayacağını, Müslümanlar her tarafta, Hıristiyanların hakaret ve kıyımları altında ezilirken buna yol açan devlet büyüklerini ortadan kaldırmanın şer’an görevleri olduğunu söylüyorlardı (Mahmud Celaleddin Paşa, 1983:93). Sultan Abdülaziz bu olayın ardından kabinede değişiklik yaptı. Mütercim Rüştü Paşa sadarete, Hüseyin Avni Paşa seraskerliğe, Hasan Hayrullah Efendi ve Mithat Paşa da Şûra-yı Devlete getirildi. Bu atamanın ardından bir ay geçmeden içlerinde Süleyman Paşa, Kayserili Ahmed Paşa ve Hüseyin Avni Paşa’nın da bulunduğu bir grup Dolmabahçe’yi sararak padişahı tahtan indirdi (Ortaylı, 2004:145-146). Bu gelişme konsolosluklardan ivedi olarak ülkelerine bildirildi ve gönderilen raporlarda Osmanlı başkentinin en huzurlu günlerinden birini yaşadığı, halkın yeni sultanı kutlamalarla karşıladığı yazılmaktaydı (Documents Diplomatiques, 1925:145-146).

41

Sultan Abdülaziz önce Topkapı Sarayı’na, daha sonra kendi isteği üzerine Feriye Sarayı’na alındı. Bir makasla bileklerini keserek intihar ettiği bilgisi, mevcut bilgilerin bize sunduğu kabul gören ölüm nedenidir32.

V. Murad’ın 1 Haziran 1876’da tahta geçişinin ardından Padişahın ilk açıklaması Mithat Paşa için tam bir hayal kırıklığı oldu. Sadullah Paşa vasıtasıyla kendisine iletilen bu sözlerde “Padişahımız bir millet meclisi kurulmasını istemiyor. Halkımızın

bilgi ve eğitim düzeyi böyle bir adım atılmasına elverişli değildir. Yaygın güvensizliği kaldırmak, idareyi kuvvetli kanunlara bağlamak yeterlidir. Her şeyden önce maliye işlerinde reformlar yapılamalıdır. Efendimizin isteği budur” deniyordu (Süleyman

Paşa, 1910:60-61). Böylelikle Sultan II. Abdülhamid’in Kanun-ı Esasîyi yıllarca rafa kaldırdığında ileri sürdüğü “halkın eğitim düzeyi ve meşrutiyete kabiliyeti” gerekçesi ilk kez onun tarafından dile getirilmiş oldu. Sultan V. Murad, ilk iradesinde ise devletin tüm unsurlarını içine alan, adalet ve şeriat üzerine inşa edilmiş bir yeniden yapılanmayı gereklilik olarak işaret etti (Fesch, 1909:24).

8 Haziran’da meşrutiyet rejiminin gerekli olup olmadığının tartışılacağı bir meşveret meclisinin toplanmasına karar verildi. Böylece Anayasacılık tartışması ilk kez devlet katına taşınmış oldu. Bu toplantıya katılanların bir kısmı bir an evvel anayasanın ilân edilmesi için gerekli çalışmalara başlanmasını savunurken diğer tarafta bu fikre çekimser yaklaşanlar ve tamamen karşı olanlar yer aldı. Sessiz kalanların büyük kısmı I. Meşrutiyet devrinin en önde gelen devlet adamlarıydı. Açıkça görüş belirtenlerin içinde en şiddeti muhalefeti Mütercim Rüştü Paşa gösterdi, önce Süleyman Paşa’yı “sen askersin, böyle şeylere karışma” diyerek susturdu, sonra da Namık Paşa’yı “demek sen de ‘rouge’(solcu-sosyalist) olmuşsun” sözleriyle itham etti (Berkes, 2004:315).

32

Yeğeni II. Abdülhamid üç sene sonra amcasının cinayete uğradığı iddiasıyla bir soruşturma açtırmış, içlerinde Mithat Paşa’nın ve güreş meraklısı Sultan Abdülaziz ile baş edebileceği düşünülebilecek Pehlivan Mustafa adlı bir kişinin de mahkûmiyetini sağlamış ise de yerli yabancı birçok hekimin ölüm raporu bir intihara hükmeder. Sultan Abdülaziz’in veliaht adayı olarak gördüğü oğlu Yusuf İzzeddin de aynı yöntemle yıllar sonra ölümü seçti (Onsungu, 1950:57-60). Salnamelerde tahta çıkış ve iniş tarihleri belirtildikten sonra ölümü için “şehiden irtihal ile” ifadesi yer almaktadır (Salname-i Devlet-i Ali Osmaniye, 1902:26). Sultanaziz’in ölüm şekli meselesi yıllarca ilgi uyandırmasına rağmen tabu olarak kalmış, meşrutiyetin ikinci kez ilânından sonra bile Sultan’ın ölümünden, II. Abdülhamid’in tahta çıkışına kadar geçen süreyi anlatan Rumca bir piyesin gösterilmesi yasaklanmıştı (Çetinsaya, 2003:62).

42

V. Murad’ın tahta çıkışının hemen ardından “cülus sadakası” olarak meşrutiyet fikrinin en ateşli savunucuları ve onun uğruna sürgünler yaşayan muhalif aydınlar affedildiler. Şüphesiz bunlar içinde en önemlisi Namık Kemal’di ve gelir gelmez kendisini anayasa tartışmalarının ortasında buldu (Kuntay, 1949:708).

36 yaşında Padişah olan V. Murad’ın dönemi, iki gün sonra amcasının ölüm haberi, ardından bir toplantı esnasında, Abdülaziz’in intikamını almak isteyen Çerkez Hasan adında genç bir subayın Hüseyin Avni Paşa’yı ve birkaç nazırı daha öldürdüğünü öğrenmesi gibi hadiselerle başladı. Sultan Murad bu olayların ardından kısa sürede ruh sağlığını kaybetti (Şeyhsuvaroğlu, 1956:651-655).

Kısa sürede tahtın el değiştirmesi için bir Takvîm belirlendi. Şeyhülislâm da bu durumun tahtan indirme nedeni olduğunu fetvaya bağladı (Mehmed Memduh, 1911:132). 31 Ağustos’ta 34 yaşındaki II. Abdülhamid meşrutiyet vaadiyle tahta çıktı. Bu haber Avrupa basınında, batıda az tanınan yeni padişahın modern fikirlerin öncüsü mü yoksa eski Osmanlı siyasetinin bir temsilcisi mi olacağı yönünde sorular yer aldı (Le Figaro, Déchéance du Sultan V. Murad, 1 Eylül 1876:1). Böylelikle üç ay üç günlük V. Murad saltanatı son buldu. Salnamelerde de tahtan indirilme nedeni için “mübtela olduğu illetten dolayı” yazmaktadır (Salname-i Devlet-i Ali Osmaniye, 1902:26). Fransız belgelerine göre tahtan indirme işlemi mükemmel bir program ve düzen dâhilinde gerçekleşti ve bu haber şehirde asayişi bozmadı (Documents

Diplomatiques, 1925:188-189).

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin ve meşrutiyetin ilân edilmesinin alt yapısı üç temel faktörün etkisi altında oluşturuldu. Bunlardan ilki, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı boyunca sürekli hissettiği Avrupalı devletlerinin uluslararası ya da diplomatik diyebileceğimiz baskıcı etkileriydi. Osmanlı hariciyesi çoğunlukla Rus tehdidi ile baş edebilmek adına bu etkiye boyun eğerdi. İkinci etken ise yukarıda bahsettiğimiz, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi son nesil Osmanlı aydınının içinde olduğu ve sürüklediği Yeni Osmanlı hareketiydi. Eğer 1876’da bir anayasa fikri olgunlaşmış ise bunda bu kuşak içerisindeki entelektüellerin payı çok büyüktü. Son olarak sözünü ettiğimiz etkilerin hepsini barındıran etken ise Osmanlı Devleti’nde kuvveden fiile geçen birçok değişim hareketlerinin içinde göreceğimiz ulema, asker, aydın-bürokrat

43

üçlemesinin siyasî faaliyetleriydi. Yeni Osmanlılar ile olan iyi ilişkilerine rağmen aslında bu grubun bir ferdi sayamayacağımız Mithat Paşa işte böyle bir oluşuma liderlik etmişti (Hale, 2003:25).