• Sonuç bulunamadı

İran ve Rusya’daki Devrim ve Meşrutiyet Olayları

BÖLÜM 3: MUHALEFETİN KONGRELER VE EYLEM DÖNEMİ

3.3. Yurt Dışında Jön Türk Hareketini Etkileyen Olaylar (1902-1908)

3.3.1. İran ve Rusya’daki Devrim ve Meşrutiyet Olayları

Japonya’nın Jön Türkler için esin kaynağı olmasının yanı sıra Rusya’ya karşı elde ettiği zafer bir başka Meşrutî idarenin ortaya çıkmasını hızlandırdı. Savaşın getirdiği ekonomik güçlükler ve ağır vergiler neticesinde meşrutiyet talebiyle ortaya çıkan Rus Köylüler Birliği’nin ardından Potemkin zırhlısında askerlerin isyanı, 1905 Ekim grevi gibi olaylar Çar’ı Duma’nın açılmasına ikna etti. Ancak Rusya’da anayasal hareketler yönünden ilk siyasal gelişmeler 1890’lardan itibaren görülmeye başlamıştı. Ortaya çıkan siyasi toplulukları 1903 yılında “Özgürlük Birliği (Soyuz Osvobojdenie)” adlı liberal bir topluluk aynı çatı altında topladı. Bu birliğin bürokrasiye ve kısmen otokrasiye muhalefetinin yanı sıra meşrutiyet ve sivil hakların tanınması talepleri orta kesimin de desteği ile bir burjuva-liberal devrimi ortaya çıkarttı (Acar, 2008:86). Bu gelişmeler tüm çevre ülkelerde yankılar uyandırdı. Türk siyasî tarihini kaleme alan birçok kaynak 1905-1907 arasında Anadolu’daki kalkışma hareketlerini 1905 Rus İhtilâli’nin tesirleri olarak ele almaktadır. Bu tesir açısından Jön Türkler ve Rus Devrimciler arasındaki bazı mektuplaşmalar da dikkat çekicidir (Çavdar, 2004:90). Jön Türk gazetelerinde de Rus İhtilâli ilgiyle karşılanmış; ihtilâlcilerin ordularıyla birlikte verdiği hürriyet mücadelesi “Rus Ordusu ve İhtilâlciler” başlığıyla Terakki gazetesinin ilk sayfalarında anlatıldı (Terakki, 1907:1).

23 Meşrutiyet’in ilânından sonra da Japonya’ya duyulan ilgi devam etmişti, Tanin’de “Japonya Misali” başlıklı yazılar göze çarparken, Ahmet Fazlı Bey de 1910 yılında Japonya ile ilgili bir kitap kaleme alarak Tokyo’dan göndermişti (BOA. HR. T.O. 403/29).

134

Bilhassa Doğu Anadolu’daki olayları bir halk/köylü ihtilâli olarak inceleyen Petrosyan, Sultan II. Abdülhamid’in endişeleri arasında, Jön Türklere sempati duyan Osmanlı Bahriye subayları ile Rus Donanmasının birleşmesi ihtimalinden söz etmektedir (Petrosyan, 1974:231). Tahsin Paşa da, gerek isyan eden askerlerin ele geçirdiği Rus zırhlısı Potemkin’in boğaza ilerleme olasılığından, gerek Osmanlı ordusundaki askerlerin bu ihtilâlci hareketlerle uzlaşmasından duyulan endişeleri doğruluyordu (Tahsin Paşa, 1999:237). Doğu Anadolu’daki Rus konsolosluklarının raporlarında da Padişah’ın, Rus İhtilâli’nin etkilerinin yayılmasını önlemek amacıyla, bölgeden Rusya’ya gerçekleşen her türlü giriş çıkışı kısıtladığını ve pasaport ve geçiş engelleri çıkartılmasını emrettiğini yazıyordu (Valuyskiy, 1956:134). Bakü ve Tiflis’te çıkan İrşad gibi bazı gazetelerin de içeriğinin muzır olduğuna hükmeden Bab-ı Ali,

Kafkasya’dan gelen gazete ve dergilerin dağıtımını yasakladı (BOA. Y.A. HUS. 513/17). Osmanlı entelektüelleri arasında yayılan meşrutiyet hareketi ve Jön Türklük, Rus Müslümanlarınca XIX. yüzyılın sonlarından itibaren ilgi ile izleniyordu. Bu tarihlerden itibaren İstanbul ve Rus Müslümanları arasında gerek hac gerekse münferit ziyaretler vesilesiyle bilgi alışverişi gelişmişti. 1908 öncesinde Yusuf Akçura gibi birçok Müslüman aydın Jön Türk hareketine katkı sağladı; Meşrutiyet’ten sonra Ahmet Ağaoğlu gibi isimler de İstanbul basınında boy gösterdiler (Kanlıdere, 2009:512). Bu dönemde, Japonya ve Rusya’ya oranla ilişkilerin doğrudan yaşandığı İran’da da bir Meşrutiyet devrimi yaşandı. Tıpkı Osmanlı Devleti gibi köklü monarşi geleneğine dayanan İran ve Osmanlı Devleti reformcuları arasındaki etkileşim esas itibariyle daha erken bir dönemde başlamaktadır. Her iki devletin Batı ve Rusya karşısında yitirdikleri kuvvetlerini, daha çok bürokratik reform ve modernleşme hareketleri ile geri kazanmaya gayret ettikleri, Tanzimat devri (1839-1878), bu ilişkinin ilk aşamasını teşkil etmektedir. Bu dönemde her iki ülkenin entelektüelleri batı düşüncesinden etkilenmeye başlamışlardı. Osmanlı anayasanın ortaya çıkışı ve tatil edilişinin ardından ise paralellik gösteren siyasal eğilimler yeni bir safhaya girdi. Bazı İran entelektüelleri de tıpkı Jön Türkler gibi, ülke dışında basın-yayın ve siyaset mücadelesine giriştiler. İstanbul da, onların başlıca hareket üslerinden biriydi. İranlı reform taraftarları II. Abdülhamit’in izniyle 1878’den 1891’e kadar İstanbul “Ahter” adında farsça bir gazete çıkardılar. Gizlice İran içlerine de gönderilen gazete, bu topluluğun düşüncelerini

135

yaymak konusunda başlıca vasıtalarından biriydi. II. Abdülhamit de, Cemalettin Afgani’nin de tesiriyle gazetede savunulan Sünni-Şii ayrımı gözetmeksizin Müslümanların halifenin buyruğu altında birleşmesi fikri nedeniyle, onlara ülkelerindeki sansürden etkilenmeyecekleri geniş bir yayın hürriyeti tanıdı (Zarınnebaf, 2008:52).

Kaçar hanedanından Nasıreddin Şah döneminde (1848-1896) gerek İranlı entelektüellerin Avrupa ile temasları, gerek ekonomik bozulmalar yüzünden rahatsızlıklar su yüzüne çıkmaya başladı (Kılıç, 2002:146). Ekonomik sorunlar arasında başta yabancı tüccarlara verilen imtiyazlar geliyordu. İngiliz Jolious De Royter adlı bir ticaret adamı, ülkenin bankacılık, madencilik ve demiryolu gibi imtiyazlarını ele geçirdi. 1890 yılında tütün imtiyazının elli yıllığına satılması, ekim ve üretiminin kısıtlanması büyük bir ayaklanmaya neden oldu. Tütüncüler, Tebriz, Meşhet, İsfehan, Yezd gibi şehirlerde İran tarihinde Reji Ayaklanması olarak anılan kalkışmayı başlattılar, özellikle gerçekleştirdikleri tütün boykotu, Şah’a geri adım attırdı (Tabriz, 2004:60-94). Ülke içinde Avrupa’da eğitim görmüş bazı aydın gruplar da Rusların, yargı sistemi, İngilizlerin ise devlet maliyesi üzerindeki etkilerine karşı bir hareket başlattılar (Hone-Dickinson, 1910:53).

İran anayasa hareketine düşünce önderliği yapan isimler, Nasıreddin Şah’ın 1890’dan sonra entelektüeller üzerinde kurduğu baskı sonucunda ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. İslam dünyasında batıya karşı bir birlik kurulması düşüncesi ile birçok girişim ve tartışma içerisinde olan Cemalettin Afgani de 1892’de Avrupa’ya gitti. Burada batılı düşünce adamları ile giriştiği fikir tartışmalarının ardından, Afgani (Bkz. Özcan, 1995), daha sonra yeniden İstanbul’a geldiğinde Mirza Ağa Han Kermani, Ahmad Ruhi gibi siyasî muhalifleri tekrar etrafında toplamaya başladı. Ayrıca bu dönemde Mirza Hüseyin Han gibi yüksek eğitimini de İstanbul’da alan bazı İran sefirleri, Osmanlı devlet örgütünün yapılanmasından etkilendiler ve İran reformu için referans aldılar (Bayat, 1991:23-38).

Bu muhalif grubun üyelerinden Mirza Ağa Han Kermani’nin İran hükümdarı Nasıreddin Şah’ı bir Cuma günü öldürmesinin ardından tahta geçen Muzafereddin Şah döneminde, İran ekonomisinin kapıları yabancı sermayeye iyice açıldı (Le Figaro, 9

136

Mayıs 1896:3). Muhalif hareketler hız kazandı ve farklı politik topluluklar oluşmaya başladı. Bunlar arasında Tebriz’de yayına başlayan Gencîne-i Fünun gazetesinin yanı sıra, Ademiyet Derneği, İran Uyanma Lejyonu ve Terakki Ocağı’nı sayabiliriz. Öte yandan Japonya’nın Meşrutî gelişimi ve askerî başarıları ile 1905 Rus Devrimi ve Jön Türklerin faaliyetleri İran’daki siyasî hareketlere canlılık getiren dış etkenler arasındaydı (Tabriz, 2004:92). İran, Rus ve Osmanlı Meşrutiyet hareketleri üzerine karşılaştırmalı bir doktora tezi hazırlayan Nader Sohrabi İstanbul’u, Londra, Kalküta ve Kahire gibi ihtilâlcilerin yasaklanmış gazeteleri ve muhalif hutbelerini yayınlandıkları merkezlerler arasında göstermektedir (Sohrabi, 1996:30).

Ekonomik güçlüklerle boğuşan halk 1905’te Tahran’da ayaklandı. Ulema Kum şehrine çekilerek sadrazama, isteklerinin kabul edilmesini istediklerini, aksi takdirde daha büyük olayların çıkacağını anlatan bir mektup gönderdiler. Artan baskılar sonucunda Muzafereddin Şah, daha fazla dayanamayarak 5 Ağustos 1906’da, Kanun-ı Esasî’yi ve Meşrutiyet’i ilân etti (Browne, 1910:107-115). Elli bir maddelik İran anayasası, Muzafereddin Şah ve veliaht Muhammed Ali Şah imzalarını taşımaktaydı. Şah, kısa süre içerisinde meclisin açılacağını, devlet erkânı içerisinde herkesin görev ve sorumluluklarını belirleyen bu anayasa ile ülkelerine zenginliğin geleceğine dair inancını halkına duyurdu (The Times, 9 Mart 1907:13).

İran’ın Meşrutiyet süreci birkaç yıl daha çeşitli sorunlar içerisinde geçti. Bu mücadeleler sırasında Ömer Naci Bey gibi bazı İttihatçılar da İranlı ihtilâlcilerle birlikte çalıştı. İran ve Osmanlı Meşrutiyetçi hareketleri arasındaki ilişki İran İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin varlığından anlaşılmaktadır (Hanioğlu, 2001:188-317). 1907’de Jöntürkler, ikinci kongrelerini topladıklarında karar metninin tamamlanmasının ardından İran Meclis-i Mebusan reisine, Osmanlı muhaliflerinin iyi dileklerini arz eden ve “Yaşasın İran Meclisi” diye biten bir telgraf gönderdiler (Kuran: 2000:296).

Hatta bu dönemin Meşrutî hareketleri, hem oluşum hem de kurumsal etkileşim bakımından İran ve Türk muhaliflerinin ihtilalci kanatlarıyla da sınırlı değildi. İran’da devlet müesseselerinin Osmanlı modelinde düzenlemesi ve Osmanlı Kanun-i Esasî’sinin İran anayasası üzerindeki derin etkisi ile İran’da olanlar Sultan II. Abdülhamid’i de etkiledi. II. Abdülhamid, Rusya’nın ardından İran’da da anayasal

137

rejimin ihdası üzerine, Osmanlı ülkesi için de Meşrutiyet’i yeniden düşünmeye başladı. Sultan II Abdülhamid, başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin anayasalarını getirterek tercüme ettirdi ve bizzat inceledi. Ancak vehimleri aklına hep aynı soruyu getiriyordu: Kanun-ı Esasî Türk’ün Menfaatine mi? (Tahsin Paşa, 1999:336).