• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: MUHALEFETİN KONGRELER VE EYLEM DÖNEMİ

3.6. Anadolu’da Muhalif Hareketler ve Vergi Ayaklanmaları

3.6.1. Erzurum Vakası

Olaylar 1906 yılının Şubat ayında, Erzurum’da ağır vergi yükünden şikâyet eden halkın, Şahsî Vergi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nun “Mazhar-ı Umumî” adı verilen bir tür toplu dilekçe ile kaldırılmasını istemeleri ile başladı. Dilekçede, İstanbul’a vergi ya da ne adla olursa olsun herhangi bir paranın gönderilmeyeceğini belirten halk, bu iki vergiden muaf tutulmayı istedi. Halk, Vali Nazım Paşa’nın toplanan vergilerin dörtte birini İstanbul’a gönderdiğini, kalanıyla da şehrin ihtiyaçlarını karşılamadığını düşünüyordu. Mart ayı içerisindeki iki dilekçe girişimi daha sonuçsuz kaldı (Kansu, 1995:44). Erzurum’un kazalarından Yusufeli’nde36 de kaymakamın belirttiğine göre, iltizam sahiplerinin vilayet merkezindeki destekçilerinden güç alarak, düşük fiyata aldıkları iltizam karşılığında çok fazlasını halktan zulümle topladığını belirtiliyordu (Ulusalkul, 1937:9). Olayların bundan sonraki gelişiminde ise şehrin örgütlü gruplarının etkileri görülmeye başladı. Sabahattin Bey’in Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet örgütü ve Ermeni Taşnaklar, halkının iktisadi koşullar nedeniyle hoşnutsuz oldukları şehri, ideal muhalefet sahası olarak görüyorlardı (Hanioğlu, 2001:109). IV. Orduya bağlı askerlerde de genel bir hoşnutsuzluk hâkimdi ve bu hoşnutsuzluk, ayaklanmanın başlamasından kısa bir süre önce kendisini gösterdi. Knight, ordunun son yirmi yıl içerisindeki durumunu tarif ederken, sınır boylarında imkânsızlıklar içinde mücadele etmelerinden, hiçbir zaman maaşlarını ve terfilerini zamanında alamadıklarından söz eder (Knight, 1909:55). 1907 yılında Yemen’de geçirdikleri

156

sekiz yılın ardından evlerine gönderilen askerlerin Beyrut’ta karaya çıkarak alacaklarını temin edene kadar gerçekleştirdikleri sessiz eylem de buna bir örnek olabilir (The Times, 4 Eylül 1907:6).

1906 Mart’ında Erzurum’daki bir başka önemli oluşum da “Can Veren” adı bir grubun ortaya çıkarak şehirdeki harekete öncülük etmeye başlaması oldu. Can Veren grubu ilk olarak 13 Mart’ta halkın telgrafhaneyi işgaline ön ayak oldu. Vali, müftüden olayları yatıştırmasını istedi ise de müftü halkın haklılığını kabul ederek onların safında yer aldı. Askerler de isyanı bastırmak için harekete geçmiyorlardı. 28 Mart’a değin Erzurum telgrafhanesi defalarca işgal edildi ve Bab-ı Ali’ye dilekçeler gönderildi. Ancak hükümet vergilerin toplanması konusunda kararlıydı, Bab-ı Ali’den gelen cevapta valiye bir yolunu bulup vergileri toplaması emredildi. Hükümetin bu kanaatinde Vali Nazım Paşa’nın hükümete ayaklananların biraz nasihat veya biraz cebir ile yola getirilebileceğine dair telgrafları da etkiliydi (Demirel, 2000:28). Şehirdeki Hıristiyanlar, isyancılarla mutabık olmakla birlikte, olaya biraz daha ihtiyatlı yaklaşarak, taleplerin Vali Nazım Paşa’ya birkaç kez daha dilekçelerle iletilmesini öğütlüyorlardı. Müslüman halk, başta buna sıcak baktıysa da daha sonra fikir değiştirerek Saraya doğrudan telgraf çekerek ve duvar ilanlarıyla taleplerini tüm kesimlere iletme yolunu seçtiler37.

İsyancılar 28 Mart’tan sonra, şiddet kullanmaya başladılar. Erzurum olaylarını Meşrutiyet hareketinin ilk kıvılcımı sayan Mehmet Nusret yazdığı kısa Erzurum tarihçesindeki anlatımına göre, Vali konağını ablukaya alan halk, telgrafhaneyi işgal ederek önünde sabahlamışlardı. Telgraf Müdürü Suphi Bey’in, hattın bir ucunun Nazım Paşa’nın konağına bağlı olduğunu ve valinin saray ile konağından haberleştiğini halka açıklaması üzerine bu hat da kesildi (Nusret, 1922:89). Nihayet İstanbul, olaylar karşısında yumuşamaya başladı. Hükümet, vergilerin tahsili için kimseye zor kullanılmaması ve içinde olunan yıl itibariyle Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nun alınmaması gibi bazı geri adımlar attı (BOA. Y.A. HUS. 501/123). Diğer yandan Sadrazam’ın 4 Nisan 1906 tarihli yazısında, “erbâb-ı muhalefete karşı cihet’i

askeriyece” yapılması gerekenler belirtilmişti. Ancak aynı belge içerisinde askerlerin

37

F.O. 424/210, Shipley’den O’Conor’a, Correspondance Respecting Asiatic Turkey 1906, Erzurum, 20 Mart 1906, No: 100, s. 135, PRO.

157

halkla birlikte hareket ettiklerinden de bahsediliyordu, hadisenin soruşturulması için bir komisyon kurulacak ve mesele bir şekilde halledilecekti (BOA. Y.A. HUS. 501/72). Hadiselerin ciddiyetini kavrayan hükümet Nazım Paşa’yı azlederek Kastamonu’ya gönderdi. Yerine geçecek olan Diyarbakır Valisi Ata Bey, şehre gelinceye kadar Erzurum Redif Kumandanı Vekili Neşet Paşa’nın vekâleti uygun görüldü (BOA. Y.A. HUS. 501/92). Olaylar, İstanbul’dan yapılması istenen vali değişikliğinin gerçekleşmesi ve halkın dükkânlarını açarak işleri ile meşgul olması çağrılarıyla normale dönmeye başladı (BOA. Y.A. HUS. 501/102; BOA. Y.A. HUS. 501 /111).

Ata Bey, ödenmeyen maaşları derhal ödedi; valilikte rüşvet alan memurları da uzaklaştırarak halkın güvenini kazandı. Ancak halk, kısa süre sonra Ata Bey’in vergilerin tahsili konusunda farklı bir tutum içerisinde olmadığını, tahkikatın neticelenmesini beklediğini fark etti (Nusret, 1922:88). Nitekim 1906 Ekim’inde son bulan soruşturma neticesinde, olaylar sırasında halka nasihatçi olarak gönderilen ve daha sonra da halkın yanında yer alan Müftü Lütfullah Efendi ve Can Veren Örgütü’nün lideri Durak Bey de dâhil olmak üzere çok sayıda kişinin tutuklanıp şehirden çıkarılmasına hükmedildi. Ata Bey hızla tutuklama emirlerinin tatbikine giriştiğinde olaylar daha şiddetli bir şekilde yeniden başladı, aynı gece tutuklananların sayısı altmış civarındaydı (Kansu, 1995:56). Tutuklananlardan Hacı Akif Ağa’nın zaptiyeler tarafından alınırken direniş göstermesi üzerine şehir halkı ayaklanarak vali konağını sardı. Halk tutuklananların şehre geri getirilmelerinin ve serbest bırakılmalarının yanında, şehirle ilgili işlerde idareye katılmayı da istiyordu (Hanioğlu, 2001:112). 23 Ekim 1906 tarihli bir telgraf durumu şöyle anlatmaktadır:

Erzincan Mutasarıfflığı’ndan gelen şifreli telgrafnamenin sureti Gayet müstaceldir

Erzurum hadise-i sabıkasından dolayı tebitlerine irade-i seniyyeyi hilafet penahi istihsal olunan eşhasın sevklerine kıyam edilmesinden naşi bu gece saat dokuzda ahali vali beyefendinin konağına hücum etmiş ve müşarünileyh hazretlerini İbrahim Paşa Camii şerifine götürerek orada cerh ile beraber hali mevkufunda bulundurdukları haber alınması üzerine fırka kumandanı asker ile mahal-i vakaya gitmek istediği halde, yalnızca kendisini kabul edeceklerini ahalinin söylemesi üzerine, kumandan paşa mezkur camiye gitmiş ve vali bey efendiyi mecruh olduğu halde görmüş ve fakat derece-i cerhi henüz anlayamamış olduğu gibi eşhası merkûmeden tebid olan üç kişinin hemen

158

iadeleri için vali müşarünileyhe cebren telgraf yazdırdıkları, kumandanlık-ı mezkurdan şimdi müşiriyet-i celileye gelen açık bir telgrafta bildirilmiş ve müşiriyet-i müşarünileyhten icabı vech ile tebligat-ı cevabiye ifa kılınmış olduğu berayı malumat maruzdur.

Fi 10 Teşrinevvel 322

Erzincan Mutasarrıfı Mehmet Arif” (BOA. Y.A. HUS. 507/12).

Bu arada şehirdeki dükkânlarını günlerce kapalı tutan tüccarlar da olayları desteklediler. Şehirde tansiyonun düşmesi ve bir ölçüde asayişin normalleşmesi ancak sürgün edilenlerin geri gelmeleri ile mümkün olabildi. Dükkânlar geri gelen müftünün isteğiyle yeniden açıldı38.

Ekim ayında Erzurum’un yeniden karışmasına değin, Ankara, Bitlis, Trabzon, Samsun Sinop, Kastamonu, Necid ve Basra’da39 başlayan olaylarda birçok kişi yaşamını kaybetti. Vergi isyanları, en başından itibaren Müslüman ve gayrimüslimlerin ortak hareketi ile gelişiyordu. 27 Ekim tarihli bir arşiv belgesinde telgrafhanedekiler de dâhil olmak üzere şehirdeki memurların hizmetlerini terk ettikleri, Rus sefaretinin yazışmalarından edinilen bilgiye göre de hareketin Hıristiyanları değil, devlet idaresini hedef aldığı belirtiliyordu. Bu belgeye göre isyancılarla birlikte hareket eden bazı askerlerin de bir an evvel şehirden çıkartılması gerekliydi. Böyle bir şehre vali göndermek de kolay değildi, çevre illerdeki valilerin hiç biri de buna gönüllü olmadılar (BOA. Y.A. HUS. 507/20). Aynı durum yaklaşık bir yıl sonra da kendisini gösterdi; Ankara Valisi Erzurum’a gitmek istemedi (The Times, 15 Ekim 1907:5).

Ekim ayında şehir öylesine karıştı ki, Kasım ayında Sadrazam, şehirde resmî dairelerin, jandarma ve polis teşkilâtının yeniden faaliyete geçmesi için gerekli meblağın Trabzon’dan nakledilmesini istedi. (BOA. Y.A. HUS. 507/71). Valuyskiy’nin Rus arşivine dayalı çalışmalarında, şehre hâkim olan Can Veren örgütü, içerisinde sivillerin ve askerlerin bulunduğu bir tüccar birliği olarak tarif edilmekteydi.

38 F.O. 424/210, Barclay’dan Grey’e, Correspondance Respecting Asiatic Turkey 1906, Beyoğlu, 25 Ekim 1906, No: 100, s. 135, PRO.

39 Basra’da El Haccam aşireti vergilerin ödenmesine karşı şiddetli bir muhalefet sergilemişti. Mart ve Nisan ayları boyunca aşiret mensupları askerle çatışmış, ölü sayısı 100’ü aşmıştı. Hükümet bölgeye Nasriye ve Amara gibi yakın bölgelerden 700 civarında asker göndererek olayları kontrol altına alabilmişti. F.O. 424/210, O’Conor’dan Edward Grey’e, Correspondance Respecting Asiatic Turkey 1906, İstanbul, 3 Nisan 1906, No. 20, s. 17 ve Konsolos Crow’dan O’Conor’a, Correspondance Respecting Asiatic Turkey 1906, Basra, 5 Mart 1906, No:21, s. 18, , PRO.

159

Rus Konsolos Skryabin’in raporlarına göre valilik binasını kendisine üs edinen Can Veren, şehirdeki güvenliği Dadaşlar vasıtası ile sağlıyor ve örnek bir yönetim sergiliyordu (Valuyskiy, 1958:139).

29 Ekim 1906 itibariyle Ata Bey azledildi; onun yerini ise Elazığ valisi Nuri Bey aldı. Önceki valilerin akıbetini bilen Nuri Bey, ihtilâl komitesi ile iyi ilişkiler kurma yoluna gitti. Mehmet Nusret, Nuri Bey’den hürriyetperver bir zat şeklinde söz etmektedir (Nusret, 1922:93). Yeni Vali Nuri Bey’in müspet tavrından istifade ile şehirdeki kontrolü artıran ihtilâl komitesi, askerlere ve halka hitaben bildiriler yayınlamaktaydı. Askerlere hitaben hazırlanan bildiride, askerlerin içinde olduğu maddî güçlüklerden dem vurulmuş ve olası bir kargaşada askerin kendilerine silah doğrultmamasını istemişlerdi. Diğer bir bildiri ise daha ziyade Müslümanlara hitaben yazılmıştı ve “Ey İhvân-ı din” hitabıyla başlıyordu. Bu bildiride açıkça Meşrutiyet’in iadesi talep

edilmekteydi (Valuyskiy, 1956:128-129).

Nuri Bey’in, meydanı ihtilâl komitesine bırakması da olayların son bulmasını sağlamadı. 1907 Mart ayı itibariyle Saray’ın ihtilâlcileri affetmesi ve vergileri düşürmesine rağmen şehirde olaylar devam etti. Hükümetin ikinci girişimi vergilerin tamamen kaldırılması olduğunda, Erzurum’dan Meşrutiyet’in yeniden ilân edilmesi ve Meclis-i Mebusan’ın tekrar açılması talebi ortaya çıktı. Bütün Jön Türk camiası olayların gelişimini ilgiyle izliyor, Avrupa’daki gazetelerde destek yazıları yayınlıyordu. Olayların bitmemesi üzerine hükümet, askerî tedbirleri yeniden devreye sokmak istediyse de, Müşir Zeki Paşa, ihtilâlcilerin üzerine gitmeyi kabul etmedi (Kars, 1984:38). Vergi meselesi çözüldükten sonra artan hububat fiyatları nedeniyle ekmek fiyatlarının yükselmesi sonucunda, şehirdeki bazı karaborsacı tüccarlar öldürüldü. Hükümet, 1907 sonlarında tekrar harekete geçti, ihtilâlcilerin dağıttıkları bildiriler bahane edilerek bir tutuklama kararı çıkartıldı. Vergiler kaldırıldığından, arkalarındaki halk desteğini büyük ölçüde yitiren doksan iki ihtilâlci tutuklandı. Bunların içinde seksen kadar tüccar ile olaylara öncülük eden Hacı Akif Ağa, Durak Bey ve Hüseyin Tosun Bey bulunuyordu (Demirel, 1990:40-48). Bu tarihe kadar kimliğini gizleyen Hüseyin Tosun Bey gördüğü işkence karşısında ismini itiraf edince İstanbul’a gönderildi; Ali Haydar Mithat onun Fransa nezdinde serbest bırakılmasına uğraşmışsa da mahkûmiyetine engel olamadı (Ali Haydar Mithat, 1946:178).

160

Böylelikle son bulan olaylar 1904-1908 döneminin siyasal hayatında derin izler bıraktı. Toplumun bütün kesimlerinden bir araya gelen halk ilk defa, görülmeyen türden bir kalkışma hareketi içinde Meşrutiyet taraftarlarının yanında yer aldı. Sürgündeki Jön Türkler de gücünü halktan alan bir Meşrutiyet ihtilâlinin imkânsız olmadığını görmüş oldular. Anadolu’da gelişen isyan hareketlerinin Jön Türkler üzerinde yarattığı tesiri Niyazi Bey 3 Temmuz 1908’de Resne dağlarına çıktığında Yıldız Sarayına gönderdiği ilk beyannamede görüyoruz: “Erzurum’da icra kılınan

mezalim, milleti korkutmamıştır. Belki daha ziyade teşvik ve teşci etmiştir” (Ahmet

Niyazi: 1908:83).