• Sonuç bulunamadı

Madrid Protokolü’ne Eleştiriler

3. MARKALARIN ULUSLARARASI TESCİLİNE İLİŞKİN

3.2. Markaların Uluslararası Tesciline İlişkin Madrid Protokolü

3.2.7. Madrid Protokolü’ne Eleştiriler

Madrid Protokolü her ne kadar Madrid Anlaşması’nın temel dezavantajlarını ortadan kaldırsa da, Protokol’e katılım konusunda çekimser kalan ülkeler çeşitli olumsuz eleştiriler yapmakta ve sistemin çeşitli dezavantajları içerdiğini vurgulamaktadırlar. Bir çok ülke ulusal marka sisteminin Madrid Sistemi ile uyumlu olup olmadığını incelemekte, bir anlamda sistemin muhasebesini yapmaktadır.

12 ibid. s. 9

A.B.D., Avustralya, Kanada gibi bir çok ülke ise sistemi yıllardır başvuru sahipleri ve ofisler açısından değerlendirmektedirler. 13

Teoride Protokol’ün uluslararası düzeyde koruma sağlamak için en iyi yol olduğu açıktır. Ulusal ofis aracılığıyla tek bir dilde, tek bir ücret ödeyerek yapılan bir başvuru marka sahipleri için oldukça cazip ve pratiktir. Ancak, bu sistemin de birtakım dezavantajları vardır ve sistemin bazı özellikleri üye ülke uygulamaları ile çelişebilmektedir.

Protokol’ün en çok eleştirildiği konular şu şekilde sıralanabilir:

 Bilindiği gibi uluslararası tescil başvurusu esas tescil ya da başvuru ile aynı mal/hizmetleri içermelidir. Başvuruya ilişkin olarak mal ve hizmetlerin kapsamı daraltılabilir ancak genişletilemez. Başvuru sahibi, esas tescilde yer almayan ilave mal ya da hizmetler için uluslararası tescil başvuru yapmak istediğinde, yeni ulusal başvurular yapması gerekmektedir. Böylece, başvuru sahibinin iştigal alanı genişledikçe yeni ulusal başvurular ve bunlara dayalı uluslararası başvurular yapması gerekecektir. Örneğin, bir Türk firmasının yalnızca Almanya’da pazarlayacağı mallar için Türkiye’de koruma elde etmesine ve buna dayalı olarak da uluslararası başvurular yapmasına gerek yoktur. Bu durumda ulusal başvuru yolu daha pratik olacaktır.

 Madrid Protokolü’ne göre başvurunun bir ulusal tescile ya da başvuruya dayalı olma zorunluluğu, başvuru sahibinin diğer ülkeler için yapacağı koruma talebini sınırlamaktadır. Çünkü başvuru sahibi farklı ülkelerde farklı markalar ve farklı mal/hizmetler için tescil talebinde bulunmak isteyebilir. Bu durumda da Madrid Protokolü’nün çok pratik bir yöntem olmadığı açıktır.

Ayrıca, bazı ülkelerin mevzuatları markanın koruma kapsamının yalnızca ticarette fiilen kullanılan mal/hizmetleri içermesine izin vermekte ve mal/hizmetlere

13 Gould Robert, The Madrid Protocol and the Canadian (United States) Trademark System : Is There

ilişkin genel tabirler kullanılamamaktadır. Örneğin A.B.D.’de marka başvurusundan önce markanın, koruma talep edilen mal/hizmetler üzerinde fiilen kullanılıyor olması gerekmektedir. Dolayısıyla marka sahipleri yalnızca ticari alanda fiilen kullandıkları mal/hizmetler için başvuru yapabilmektedir. Oysa, bir çok ülkede markanın kapsamındaki mal/hizmetlerin üzerinde kullanılması şartını aranmaz. Bu sebeple, örneğin Amerikan başvuru sahipleri kendi ülkelerinde sınırlı kapsamda başvuru yapabilirken, diğer ülkelerde markanın kapsadığı mal/hizmetleri genişletebilmektedirler. Madrid Protokolü ile başvuru yolu ise bu kapsamda kısıtlayıcı bir yöntem olacaktır. 14

Diğer taraftan, birçok ülkede tescil başvurusunda Nis Sınıflandırmasına ait sınıf başlıklarının yazılması mümkündür. Firmalar bu ülkelerde, ulusal tescillerini en kapsamlı biçimde sınıfların üst başlıklarını yazarak alabilirler. Ancak bu ülkelerdeki firmalar Madrid Protokolü çerçevesinde uluslararası alanda da koruma sağlamak istiyorlarsa, bir çok ülkenin bu şekilde ifade edilen mal veya hizmetlerin tescilde yer almasına izin vermediğini göz önüne alarak mal veya hizmetlerin ayrıntılı bir şekilde tanımlamalıdırlar. Bunun için de tekrar bir ulusal başvuru yapmaları gerekmektedir.

 Madrid Protokolü’ne göre uluslararası tescil başvurusu Fransızca veya İngilizce olarak yapılmalıdır. İngilizce ya da Fransızca dillerinin konuşulmadığı bir ülkede başvuruya ilişkin mal veya hizmetlerin İngilizce ya da Fransızca’ya çevrilmesi ve menşe ofiste başvurunun esas tescil ya da başvuru ile aynılığı açısından kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu gereksinimleri yerine getirebilmek için ulusal marka ofislerinde iyi düzeyde yabancı dil bilen elemanlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Ayrıca, başvurunun İngilizce ya da Fransızca dillerinden biriyle yapılması zorunluluğu başvuru sahipleri için ekstra çeviri ücretlerini de beraberinde getirmektedir.

Bu konuda özellikle Güney Amerika ülkeleri Protokol’ü yoğun bir şekilde eleştirmekte, kendi anadilleri olan İspanyolca’nın dünyada çok yaygın olarak

14 Barreda Jose, The Madrid Protocol: Does it require a revision? Trademark World 118,1999, s.30-31

kullanılan bir dil olması nedeniyle Protokol’ün resmi dillerinden biri olması gerektiğini belirtmektedirler.15 Hatta, buna ilişkin olarak Madrid Anlaşması ve Protokol’üne Ait Ortak Yönetmelikte değişiklik yapılmasına ilişkin çalışma grubunun Ekim 2000’de Cenevre de yapılan toplantısın da İspanyol delegasyonu tarafından, İspanyolca’nın da Protokol’ün resmi dili olmasına dair bir öneri getirilmiştir.16

 Protokol’ün en çok eleştirildiği konulardan birisi de başvuru sahibinin uluslararası başvurunun belirlenen akit taraflardaki durumu konusunda bilgi sahibi olamamasıdır. Protokol kapsamında başvuru yapan bir firma belirlenen tüm akit taraflarda marka korumasının başvuru tarihinden itibaren 20 ay sürebileceğini (menşe ofisin iki içerisinde başvuruyu ileteceği ve akit tarafların 18 aya kadar varan inceleme süre limitlerini göz önüne alarak) bilmelidir. Markanın belirlenen akit taraflar da kabul edilmesi için geçen süre başvuru sahipleri için oldukça uzun bir süredir. Bu süre zarfında malların piyasaya sürülmesi başvuru sahipleri için bir risk olacaktır. Çünkü 12 ya da 18 aylık süreler içinde başvuru sahibine markanın reddedildiğini bildirilebilmektedir. Ayrıca Protokol hükümlerine göre, bir uluslararası başvurunun belirlenen akit taraflarda tescile bağlandığının bildirilmesi zorunlu değildir. Bu nedenle, markanın tescilinin kesinleşmesi veya başvuru sahibinin bu konudan haberdar olması iki yıl kadar bir zaman alabilmektedir. Oysa, bir çok ulusal ofiste markanın tescile bağlanması 5-6 ay sürmektedir.

Ancak, Madrid Anlaşması ve Madrid Protokolü’ne ait Ortak Yönetmelik’te 2000 yılı içinde yapılan bir değişiklikle, isteyen akit taraf başvurunun yayınlandığını ve korumanın kesinleştiğini WIPO aracılığıyla başvuru sahiplerine bildirebilecektir.

Böylece, yukarıda bahsedilen olumsuzluğun bir ölçüde giderilmesi sağlanabilecektir.

15 ibid. s.32

16 WIPO, Working Group on the Modification of the Common Regulations Under The Madrid Agreement Concerning the International Registration of Marks and the ProtocolRelating to That

3.2.8. Türk Patent Enstitüsü’nde Madrid Protokolü Uygulamaları

3.2.8.1. Genel Bakış

Gümrük Birliği çerçevesinde Avrupa Birliği standartlarına uygun düzenlemeler yapan Türkiye, sınai mülkiyet hakları bakımından da önemli değişiklikler gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne katılımı ve ülkemizin Dünya Ticaret Örgütü kuruluş anlaşmasının 134 üyesinden biri olması dolayısıyla, Türk girişimcilerin ürünlerini uluslararası piyasalarda pazarlayabilmeleri için marka tescili zorunlu hale gelmiştir. Uluslararası sınırların ortadan kalkması ve yeni pazar arayışları firmaları ürünlerini uluslararası piyasalarda pazarlamaya yöneltmektedir.

Bu süreçte en önemli kavramlardan biri de markalaşmak ve marka yaratmaktır. Bir firmanın uluslararası pazarlara açılmadan önce markasını tescil ettirmesi gerekmektedir. Nitekim, Türkiye’de tescilli bir markayı taşıyan ürünün başka ülkelere ihraç edilmesi durumunda, markanın o ülkelerde tescilli olması gerekmektedir. Tescilsiz markaların dış piyasalara sunulması durumunda, mallar Türkiye gümrüğünden rahatça çıkarıldığı halde, diğer gümrüklerde mallara el konulma ihtimali bulunmaktadır. Bunun sebebi ise o ülkede aynı markanın aynı ya da benzer mallar için başkası adına tescilli olması ve bu tescil sahibinin malın gümrükten geçişini engelleyebilmesidir.

Türk sanayisi son yıllarda büyük aşamalar göstermiş ve ürettiği kaliteli mallarla dünya pazarında yerini almıştır. Bu sebeple, ürünlerini uluslararası piyasalarda pazarlayan Türk firmaları için markalarını diğer ülkelerde de tescil ettirmek büyük önem taşımaktadır. Ancak, firma sahipleri için ayrı ayrı her ulusal ofise marka tescil başvurusu yapmak oldukça zahmetli ve pahalı bir yöntemdir. Bu çerçevede Madrid Protokolü’nün Türkiye’de yürürlüğe girmesi ile birlikte marka sahiplerinin bu zahmetli yükümlülüklerden bir ölçüde kurtulması sağlanmıştır.

Türkiye, Gümrük Birliği ile getirilen yeniliklerin son aşamalarından biri olan Madrid Anlaşması’na İlişkin Protokol’e 5 Ağustos 1997 tarih ve 97/9731 sayılı

Bakanlar Kurulu kararı ile taraf olmuştur. Protokol, 1 Ocak 1999 tarihinden geçerli olmak Türkiye’de yürürlüğe girmiştir.

Madrid Protokolü’nün ülkemizde yürürlüğe girmesi ile birlikte Türkiye için sınai mülkiyet alanında yeni bir sayfanın açıldığı söylenebilir. Protokol, bir yandan Türk sanayicilerinin TPE aracılığıyla markalarının uluslararası tescilini kolay ve ekonomik bir şekilde yerine getirebilmesine olanak vermiş, diğer taraftan da Türkiye’nin AB Ortaklık Konseyi’nin 1/95 sayılı kararındaki yükümlülüğünün yerine getirilmesini sağlamıştır.

Madrid Protokolü’nün TPE’nde işleyişi iki ayrı bölümde incelenebilir.

3.2.8.2. TPE’nin Menşe Ofis Olduğu Durum

Türkiye’nin menşe ofis olduğu durumda Türkiye’de yerleşik olan, Türk vatandaşı olan ya da Türkiye’de etkin bir ticari kuruluşa sahip olan kişi ya da kuruluşlar, TPE nezdinde tescilli ya da başvuru halinde olan markaları için uluslararası tescil talebinde bulunabilmektedir. Bu talep Uluslararası Büro’ya TPE aracılığıyla iletilmektedir. Uluslararası tescil prosedürlerinde de anlatıldığı gibi, TPE başvuruyu WIPO’ya iletmeden önce şekli olarak ve başvurunun esas tescil ya da başvuru ile aynılığı açısından kontrol etmektedir.

Türkiye’nin menşe ofis olduğu durumda, uygulamada önemli sorunlarla karşılaşılmaktadır. Başvuru sahiplerinin ve vekillerin sistem konusundaki bilgisizliği sebebiyle uluslararası tescil başvuruları genellikle önemli hatalar içermektedir.

Vekillerin ve başvuru sahiplerinin özellikle Nis Sınıflandırma Sistemi’ni yanlış yorumlamaları ve İngilizce bilgilerinin yetersizliği sebebiyle, menşe ofis başvurularının incelenmesi uzmanlar için emek ve zaman kaybına yol açmaktadır. Bu sebeple, Madrid Protokolü ve Nis Sınıflandırması konusunda vekiller ve başvuru sahipleri için eğitim programlarının ve seminerlerin düzenlenmesi oldukça faydalı olacaktır.

3.2.8.3. TPE’nin Belirlenen Akit Taraf Olduğu Durum

Türkiye’nin Madrid Protokolü’ne katılımı çerçevesinde önemli bir yükümlülüğü de Protokol’e taraf diğer ülkelerden gelen ve Türkiye için koruma talebi yapılan başvuruların incelenmesidir. TPE’nin Madrid Protokolü uygulamaları konusunda iş yükünün önemli bir bölümünü bu başvurular oluşturmaktadır. Madrid Protokolü’ne katılım sürecinde uluslararası tescil başvurularının incelenmesi için hiçbir mevzuat değişikliğine gidilmemesi inceleme sırasında çeşitli sorunlara yol açmaktadır.

Bu sorunlardan en önemlisi, Uluslararası Büro tarafından Türkiye’ye gönderilen uluslararası tescil başvurularının başvuru tarihi itibariyle, TPE kayıtlarına daha önce giren ulusal başvuruların önüne geçtiği durumudur.

Uluslararası Büro’nun TPE’ye göndermiş olduğu bir başvurunun başvuru tarihi, çeşitli nedenlerle bir buçuk yıl öncesine kadar gidebilmektedir. Örneğin İngiltere’de 1 Ocak 2000 tarihinde yapılmış bir uluslararası tescil başvurusu iki ay sonra Mart 2000’de WIPO’ya iletilebilmektedir. Bu başvuruda şekli bir uygunsuzluk varsa, bu sorunun başvuru sahibi ya da menşe ofis tarafından giderilmesi dört ay kadar uzayabilmektedir. Böyle bir durumda başvurunun TPE’ye iletilmesi, Temmuz 2000 tarihini bulmaktadır. TPE’de veri girişi ve benzerlik araştırmalarının tamamlanması ise ortalama üç ay almaktadır. Böyle bir durumda, başvurunun uzmana incelenmek üzere havale edilmesi Ekim 2000’i bulmaktadır. Söz konusu başvurunun rüçhan hakkını haiz olması durumunda ise bu süreye bir altı ay daha eklemek gerekir.

Bu durumda , bu başvuru incelendiği tarihte (Ekim 2000), 1 Ocak 2000’den sonra yapılacak bir ulusal başvurunun önünde yer alacaktır. Eğer, bu süre zarfında incelenen bir ulusal başvuru yayınlanır ve hatta tescile bağlanırsa, bu durum mükerrer markaların ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için,

Enstitü’ye bu re’sen iptal yetkisinin verilmesi gereklidir. Aksi takdirde, TPE sicilinde mükerrer markaların yer alması kaçınılmazdır.

Başvuruların incelenmesinde karşılaşılan diğer bir sorun da özellikle TPE uygulamalarında Nis Sınıflandırması’nın yanlış yorumlanması ve WIPO tarafından gönderilen uluslararası başvurularda genel tabirlere rastlanmasıdır. TPE uygulamalarında mal ve hizmetlerin sınıflandırması alt grup bazında yapıldığı ve benzerlik incelemesinde de bu alt gruplar esas alındığı için, özellikle Nis Sınıflandırması’nın sınıf başlıklarını içeren uluslararası başvuruların incelenmesinde sorunlarla karşılaşılmaktadır.

Uluslararası başvurulara ilişkin TPE uygulamalarında yaşanılan önemli bir sorun ise ünvan değişikliği işlemlerine ilişkindir. Ünvan değişikliği talepleri özellikle Türk Patent Enstitüsü’nün belirlenen akit taraf olduğu durumlarda ulusal mevzuatımızla çelişmektedir. Çünkü 556 Sayılı Markaların Korunmasına Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmeliğin 20 nci maddesinde “..marka sahibinin ünvanının veya şirket nevinin değişmesi halinde bu değişikliklerin markalar sicilinde adına kayıtlı bulunan markalarının ve başvurularının tamamı üzerinde bu değişikliklerin yapılması istenir” hükmü yer almaktadır. Oysa sisteme taraf olan diğer hiçbir üye ülkede böyle bir zorunluluk yoktur. Başvuru sahibi istediği markası için ünvan değişikliği talebinde bulunabilmektedir. Ayrıca, uluslararası tescil sistemi prosedürleri kapsamında ünvan değişikliğinin reddi gibi bir kavram olmadığı için, bu durum Enstitümüz için önemli sorunlar yaratmaktadır.

Uluslararası sistem ile Türk mevzuatı uygulamalarının uyum süreci henüz tamamlanmamış olsa da TPE’nin Madrid Protokolü’nün kolaylık ve basitlik ilkeleri ile çelişmeyen yeni uygulamaları benimsemesi sistemi daha etkin ve verimli kılacaktır.

Sonuç olarak Madrid Protokolü Türk sınai mülkiyet sistemi için yeni bir açılımdır. Protokol ile birlikte uluslararası piyasalarda rekabet etmek ve mal ve

hizmetlerini Türkiye sınırları dışına taşımak isteyen Türk girişimcilere yeni bir dünyanın kapıları açılmıştır. Bu sayede Türk sanayiinin gelişmesi ve uluslararası piyasalarda etkisini sürdürmesi mümkün olacaktır. Diğer taraftan, Türkiye’de yatırım yapmak veya mallarını Türk piyasalarında pazarlamak isteyen girişimcilerin markalarını Türkiye’de tescil ettirmeleri kolaylaşacak ve bu da yabancı yatırımcıların taklit korkusu olmadan daha güvenle Türkiye pazarlarına girmesine yol açacaktır.

Böylece, Madrid Protokolü Türk ekonomisinin iki yönlü gelişimine yardımcı olacaktır.

BÖLÜM 4

TOPLULUK MARKA TESCİL SİSTEMİ

4.1 Topluluk Marka Sistemine Genel Bakış

4.1.1. Topluluk Marka Sisteminin Tarihçesi

Avrupa Birliği’nin temel amacı malların ve hizmetlerin serbestçe dolaşabildiği bir ortak pazar kurulmasıdır. Avrupa Birliği’nin bir çok ülkesinde hala birbirinden bağımsız ulusal marka kanunlarının varlığı, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımının önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Avrupa Birliği’nin ilk yıllarında bile ulusal marka korumasının kompleks sisteminin, Avrupa Birliği amaçları ile mümkün olduğu kadar az çelişecek, aynı zamanda da marka korumasını mümkün kılacak bir sistemle değiştirilmesi gerektiği düşünülmüştür. Topluluk Markası’nın oluşturulmasına ilişkin öneri bu amaca ulaşmak için önemli bir adımdır.17

Topluluk marka tescil sistemi, Avrupa Birliği’nin tüm üyelerini koruma kapsamına alan ve her ülkede eşit haklar sağlayan bir sistemdir. Topluluk markası, marka sahibine Avrupa Birliği sınırları dahilinde koruma sağlamaktadır. Topluluk Marka Sistemine ilişkin ilk çalışmalar 1964 yılında “Avrupa Markası Anlaşması”

taslağının hazırlamasıyla başlamıştır. Bu taslak 1973 yılına kadar basılmamış, ayrıca 1976 ve 1978 yıllarında iki yeni taslak daha hazırlanmıştır. Ancak Topluluk Markası düzenlenmesine ilişkin ilk ciddi teklif 1980 yılında gelmiştir. Topluluk Markası, iki aşamalı bir program olan Avrupa Marka Sisteminin ikinci aşamasıdır. İlk aşama marka konularının harmonizasyonu ve üye ülkelerin marka kanunları uygulamaları arasındaki farklılıkları ortadan kaldırılması amacıyla tasarlanmıştır.

Üye ülkelerin marka kanunlarını uyumlaştırma amaçlı İlk Konsey Direktif’i (First Council Directive) 1988 yılında ihdas edilmiştir. 21 Aralık 1988 tarihinde Avrupa Topluluğu Konseyi üye devletleri markalara ilişkin kanunların uyumlaştırılması amacıyla hazırlanan 89/104 sayılı Direktif’i kabul etmiştir. Direktif, markaları kullanma gereksinimini, lisansları ve markanın üçüncü taraflar tarafından kullanımına rıza gösterme hallerini kapsayan bir doktrini18 tayin etmiştir. Ayrıca, Direktif markanın genel tanımını içermekte ve ulusal marka tescillerinin iptaline ve markanın reddine ilişkin sebepleri belirtmektedir. Direktif’in 16(1) maddesine göre üye ülkeler en geç 28.12.1991 tarihine kadar ulusal hukuk sistemlerini Direktif’le uyumlu hale getirmekle yükümlü idi. Daha sonra süre 31.12.1992 tarihine kadar uzatılmıştı. 19

Direktif’le birlikte Avrupa Topluluğu’na üye ülkelerin marka mevzuatlarının birbiriyle tamamen uyumlaştırılması hedeflenmemiş olup, sadece ortak pazarın işleyişini etkileyen mevzuat uygulamalarının uyumlaştırılması amaçlanmıştır.

Direktif’de marka olabilecek işaretler, marka sahibinin hakları, tescile engel durumlar, marka hakkının tüketilmesi, tescilli markayı kullanma zorunluluğu, lisanslar ve markanın kullanımının engellenmesi gibi konular ele alınmıştır.

Direktif’in bir sonucu olarak tescilli markanın koruma kapsamı tüm üye ülkelerde ortak kurallara bağlanmıştır. Bu, marka sahipleri için marka korumasını ve iç pazardaki mal akışını kolaylaştıracaktır. Aslında tescil prosedürlerine ilişkin kurallar tüm Avrupa Birliği ülkelerinde değişmektedir ve bu ülkeler tescilsiz markaların korunmasına ilişkin durumlarda hala farklı uygulamalara sahiptir.

Ulusal mevzuatların Direktif’le uyumlu hale getirilmesi için üye ülkelerde çalışmalara başlanmış ve 1991 yılında Fransa ve Danimarka’da markalarla ilgili düzenlemeler kabul edilmiştir. İtalya ve Yunanistan’da gerekli değişiklikler 1992 yılında yapılmıştır. Almanya ise çalışmalara, iki Almanya’nın birleştirilmesinin yarattığı entegrasyon güçlüğü nedeniyle ancak 1993 yılında başlayabilmiştir. 20

18 “Exhaustion doctrine” olarak da bilinen bu doktrin Türkçe’ye “tükenme doktrini” olarak çevrilebilir

19 Arkan Sabih, Marka Hukuku Cilt:1, Ankara, A.Ü. Hukuk Fak. Yayınları1997. , s. 3-4

20 ibid.

İkinci aşamada ise Topluluk markası ile ilgili 40/94 sayılı “Topluluk Marka Tüzüğü” kabul edilmiştir. Tüzük’te esas olarak tüm Avrupa Birliği ülkelerinde aynı hukuki geçerliliğe sahip bir markanın -Topluluk markasının- yaratılması amaçlanmıştır.

Tüzüğün temel görevlerinden biri de resmi bir Topluluk Marka Ofisi’nin oluşturulmasıdır. Bu sebeple OHIM adıyla da bilinen “İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi” (Bundan sonra “Ofis” olarak anılacaktır) oluşturulmuştur.

4.1.2. Topluluk Marka Tüzüğünün Yasal Dayanağı

Topluluk Marka Tüzüğü yasal dayanağını Avrupa Topluluğu Kurucu Anlaşması’nın 235 inci maddesinde yer alan, “zımni güç” (implied power) hükmünden almaktadır. Bu maddeye dayalı herhangi bir yasa Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi’nde oy birliği ile kabul edilecektir. Buna ilişkin herhangi bir ihtilaf olmaması gerekmektedir. Bu oy birliği şartı Topluluk Marka Tüzüğü’nün tasarısının yasalaşmasına kadar geçen sürenin hayli uzun olmasının temel nedenidir. 21

Topluluk Marka Tüzüğünün 140 ıncı maddesi “marka işlemlerine dair ücretler, ücretlerin geç ödenmesi, sicilin değiştirilmesi, devirlerin ve lisansların kaydı, sicil suretlerinin veya tescil belgelerinin hazırlanması, dosyaların incelenmesi gibi konularla ilgili tamamlayıcı düzenlemeler yapılmasını” öngörmektedir. Bu gibi tamamlayıcı düzenlemeler de Avrupa Topluluğu komisyonu tarafından hazırlanacak ve üye devletlerinin temsilcilerinden oluşacak özel bir komite tarafından kararlaştırılacaktır. Eğer bu komite bir karara varamazsa, tamamlayıcı düzenlemeler Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi tarafından kararlaştırılacaktır.

4.1.3. OHIM’in Statüsü ve Organizasyonu

Topluluk Marka Ofisi yasal, idari ve finansal bağımsızlığa sahip bir kuruluştur.

Ofis, Avrupa Topluluğu Mevzuatı çerçevesinde kurulmuştur ve tüzel bir kişiliğe sahiptir. Topluluk Marka Tüzüğü’nün 11 inci maddesinde Ofis’in İspanya’da Alicante şehrinde yerleşik olacağı ve tüzel bir kişiliğe sahip olacağı belirtilmiştir.

Ofis’in diğer Avrupa Topluluğu kuruluşlarının sahip olduğu bütün imtiyazlara ve muafiyetlere sahip olacağı ve personelinin de Avrupa Topluluğu Personel Tüzüğüne tabi olacağı belirtilmiştir. Ayrıca Ofis, diğer Topluluk kuruluşları ile aynı sorumluluklara sahiptir.

Topluluk Marka Ofisi bir başkan ve bir ya da daha fazla sayıda başkan yardımcısı tarafından yönetilmektedir. Ofis’in idaresi, her üye ülkeden ve komisyondan bir temsilcinin oluşturduğu bir idari kurula tevdi edilmiştir. Ofis’in mali işleri Bütçe Komitesi tarafından yürütülmektedir. Ofis, esas olarak tescil ücretleri ve yenileme ücretlerinden kaynaklanan kazancı ile bütçesini dengelemekle

Topluluk Marka Ofisi bir başkan ve bir ya da daha fazla sayıda başkan yardımcısı tarafından yönetilmektedir. Ofis’in idaresi, her üye ülkeden ve komisyondan bir temsilcinin oluşturduğu bir idari kurula tevdi edilmiştir. Ofis’in mali işleri Bütçe Komitesi tarafından yürütülmektedir. Ofis, esas olarak tescil ücretleri ve yenileme ücretlerinden kaynaklanan kazancı ile bütçesini dengelemekle