• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3:DÜRERÜ’L-HÜKKÂM ŞERHİ MECELLETİ’L-AHKÂM …

3.3. Kavâid-i Külliyye

3.3.13. Madde 12

[Kelâmda asıl olan manay-ı hakikidir.]

(Kelamda asıl) yani: racih ve ekser (olan manay-ı hakikidir.) Bu suretle manay-ı mecazî hilaf-ı asıl olur.

Bu madde Eşbâh’ta ""ﺔﻘﻴﻘﺤﻟا مﻼﻜﻟا ﻰﻓ ﻞﺻﻻا diye mezkûr olan kaidenin tercümesidir. Asıl, delil, kaide-i külliye, ma-yebtenî aleyhi gayruhû, muhtacun-ileyh, evlâ müteferriun-aleyh, halet-i kadîmeh, mukaddem gibi birkaç manaya gelir ise burada racih manasınadır.

Mânâ burada lafızdan kast olunan şey demektir. Turuk-i edai maksûd,1 inde ehli’l- belağa üçtür. Hakikat ve mecaz ve kinayedir. Hakikate misal “fenerdeki mumu yak” kelamı gibi. Mecaza misal dahi “feneri yak” sözüdür. Kinayeye gelince “falanın tavilü’n-necâdı yani falan adamın kılıç bağı yani hamailü’s-seyfi uzundur lafzıdır ki bu lafızdan manay-ı hakiki kast olunur lakin manay-ı hakikinin kastı li-zâtihi olmayıp belki melzûmu bulunan tavîlü’l-kâme manasını kast ve irade içindir. Ama inde’l-usûl turuk-i edâ-i maksud ikidir ki o da hakîkat ve mecazdan ibârettir. Ulemâ-i usûle göre kinâyâtın bazıları hakikattir bazıları mecazdır. Hakikat olan kinâyât hüve ve hiye ve ente gibi elfâzdır. Nitekim bir raculü veledine nispetle künyelemek yani meselâ Ebu İbrâhim demek kinaye olup fakat lafzının manası hakikidir. Lakin darîre yani gözsüz olarak tevellüd eden âmâya Ebu’l-Aynâ´ denilmek yani bu vechile künyelemek kinâye olup fakat mecazdır.

Hakikat, vâzıın vaz eylediği manada istîmâl olunan lafızdır. “Esed” lafzının, “aslan”

1 Turuk, tarikin cem´idir. Tarik, yol demektir. Yani insan için maksudunu ifade etmenin yolları. 60

manasında istimâli gibi.

Mecaz manay-ı hakiki ile manay-ı müsta´melün fîh beyninde alâka ve münâsip ve manay-ı hakikiyi iradeye mani kârine bulunduğu halde vâzıın vaz eteği mananın gayrisinde müsta´mel olan lafızdır. Lakin manay-ı hakiki ile manay-ı müsta´melün fih arasında alâka itlâk olunan münasebet bulunmak mecazın mahiyeti iktizâsından olup ama manay-ı hakikiyi iradeye mani karine bulunmak dahi mecazın sıhhatinde lazımdır. “Esedi hamamda gördüm” kelamındaki “esed” lafzının, racu’l-i şecâ´ için istî´mâl edilmesi gibi. Buradaki esed lafzı manay-ı mecazide müsta´mel olduğuna karîne “hamamda” lafzıdır.

Yani her kelamda racih olan o kelamı mehma emken manay-ı hakikisinde istî´mal etmektir. Binaberîn, bir lafız manay-ı hakiki ile manay-ı mecazî beyninde dair yani bir makamda bu iki manada dahi istî´mali mümkün oldukta manay-ı hakikisinde istî´mal olunup manay-ı mecazı sakıt olur. Tabiri diğerle, manay-ı hakiki ile amel mümkün oldukça mecaza gedilemez. Zira mecaz hakikatin halefi olup halef ise asıl olan hakikate muaraza edemez.

Lafzın, manay-ı hakiki ile manay-ı mecazide istî´mali müsavi olduğu, yahut manay-ı hakikide istî´mali, manay-ı mecazide istî´malinden daha ağleb bulunduğu taktirde hüküm bil ittifak böyledir. “40.” madde şerhinde bu mesele tafsil olunur. Nitekim lafzın manay-ı hakikide istî´mali mümkün olunca manay-ı mecazi de istî´mali daha ağleb olsa bile İmam-ı Azam hazretlerine göre yine manay-ı hakikide istî´mal olunur. Ama bir kelamın manay-ı hakikisinde istî´mali mümkün olmaz ise “60. ve 61.” maddelerde beyan olunduğu gibi o kelam, mecrûh ve gayr-i asıl olan manay-ı mecazide istî´mal olunur. Yoksa ihmal edilemez .

Bu madde üzerine vakıf, vasiyet, ikrardan bazı mesâil, bervech-i âti teferrû´ olunur.

Vakıf: Hem veled-i sulbîsi hem de veledinin veledi bulunan bir kimse “bu malımı

veledime vakf ettim” dedikte bu vakıf, ancak veled-i sulbîsine masrûf olup veledü’l- veled bunda dâhil ve galle-i vakıftan hissedar olmaz. Hatta vâkıfın evlad-ı sulbîsi münkariz olsa galle-i vakıf fukaraya sarf olunup yoksa veledü’l-velede sarf olunmaz. İşte bunda görülüyor ki kelam manay-ı hakikide istî´mal olundu. Lakin hiyn-i vakıfta

vâkıfın veledi bulunmayıp belki veledü’l-veledi bulunsa galle-i vakıf veledü’l-velede sarf edilip fakat bervech-i bâlâ hiyn-i vakıfta vâkıfın evladı sulbîsi bulunmayıp belki veledü’l-veledi bulunmakla vakıf ona sarf olunduktan sonra vâkıfın veledi sulbîsi doğsa vakıf veled-i sulbîsine rucû eder. Zira ism-i veled, veladetten me’hûz ve veled-i sulbîde hakikidir. Gerek zükûr gerek inâs olsun.

Keza, hem evlad-ı sulbîsi hem de ahfâdı, yani evladının evladı bulunan bir kimse “bu malı evladıma vakfettim” deyip de, yani evlat lafzını bir defada zikrettikte “sulbî evladı” yahut “ihfâdı” diye tasrih etmese bu vakıf, yalnız evlad-ı sulbîsine mahsus olup evlad-ı sulbîye munkarız olduktan sonra dahi mesele-i ânife vechile âhfâd bu vakıfta dâhil olmaz. Zira “evlat” lafzını manay-ı hakiki olan evlad-ı sulbîye haml asıl olmakla, evladın manay-ı mecazisi bulunan evladü’l-evlada, bu vakfa teşrik edilmez.

Evlad-ı sulbîye var iken evladü’l-evlada vakıf sarf edilmez. Çünkü manay-ı hakikiyi irade etmek mümkün iken mecaza gedilemez. Fakat suret-i mezkûrede hem manay-ı hakikiyi hem de manay-ı mecaziyi irade ederek bervech-i mezkûr olan vakıfta ahfâda teşrik olunmadı. Çünkü manay-ı hakiki ile manay-ı mecazi vakt-i vahitte lafz-ı vahid ile irade-i vahidede içtima edemez.

Yani, lafz-ı vahitten müstâ´milin itlâk-i vahidinde hakiki ve mecazi manalarıyla beraber iradesi mümkün olamaz. Mesela “aslanı katletme” sözündeki aslandan hem racül-i şücaî hem de hayvan-ı malumu birden kastetmek mümkün olmaz. (Mecâmi ve Şerhi)

Ama “evlad” lafzının ahfada dahi şumulüne delalet eder bir karine mevcut bulunur ise o surette umum mecaza gidilerek “evlad” lafzı ahfâda dahi şamil olur. “4.” madde şerhine bak. Umum mecaz bir lafızdan bir manay-ı eâm kast edilmektir ki o manay-ı âmm ın bazı envaı hakikat ve bazı envaı mecaz olur. Binâen-aleyh umum mecazda hakikat ile mecazın beyni cem´ edilmiş olmaz.1

Mesela vâkıf “vakfımın gallesini neslen ba´de neslin evladıma vakf ettim diye, neslen ba´de neslin sözü karinesiyle evlat lafzı ahfâda dahi şâmil olarak gerek vâkıfın evlad-ı

1 ئﺮﺘﺠﻤﻟا ﻰﻠﻋ ﺪﺳا ﻆﻔﻟ قﻼﻃﺎآ ﻚﻟذو ىزﺎﺠﻤﻟا ﻰﻨﻌﻤﻟاو ﻰﻘﻴﻘﺤﻟا ﻰﻨﻌﻤﻠﻟ ﻞﻣﺎﺷ ﻰﻠآ ﻰﻨﻌﻣ ﻰﻓ ﻆﻔﻠﻟا ﻞﻤﻌﺘﺴﻳ نا ﻦﻋ ةرﺎﺒﻋ زﺎﺠﻤﻟا مﻮﻤﻋ ﻘﺤﻟا ﻰﻨﻌﻤﻟاﻮه ىﺬﻟا سﺮﺘﻔﻤﻟا ناﻮﻴﺤﻟاو ىزﺎﺠﻤﻟا ﻰﻨﻌﻤﻟاﻮه ىﺬﻟا عﺎﺠﺸﻟا ﻞﺟﺮﻟا لوﺎﻨﺘﻳ ﻰﻨﻌﻤﻟااﺬه نﺎﻓ ةﻮﻘﻟاو ةأﺮﺠﻟا ﺐﺣﺎﺻ ىا ﻰﻘﻴ ﺪﺳﻻا ﻆﻔﻠﻟ (Hasan-ı Basrî) 62

sulbîsi, gerek ahfâdı, galle-i vakfa müstehak olur.

İstidrâd: Evlad-ı sulbîsi bulunan vâkıf, bu mesele vechile “evladıma vakfettim”

dedikte, yani evlat lafzını bir defa olarak zikrettikte Muhît-i Serahsi ve ona tebaan Dürer ve Gurer sahibi ve Fethü’l-Kadir’e azven Eşbâh ve keza İs´âf sahipleri evladın inkırazından sonra vakıf, evlad-ı evlada dahi sarf olunur. Çünkü “evlad” tabiri, evlada ve evlad-ı evlada şamil olur demişler isede Mevlana Ebussuud, Muhît-i Serahsi tahtie ederek “bu vechile bir defa zikrolunan evlat lafzı vâkıfın veledi olunca evlad-ı evlada şamil olmaz” demişlerdir. Tenkihu’l-Hamidiyye’nin kitab-ı vakfına müracat oluna.

Vasiyet: Bir kimse bu malımı falan kimsenin veledine vasiyet ettim, dedikte o kimsenin

veledi sulbîsi bulunduğu taktirde bu vasiyet yalnız ona munsarıf olup veledü’l-veled vasiyete dâhil olmaz.

Keza bir kimse, bostanının semeresini “yemişini” birine vasiyet ederek vefat ettikte hiyn-i vefatında mezkûr bostanda semere bulunsa vasiyet ona, yani, hiyn-i vefatında mevcut semereye masruf olup yoksa ondan sonra hâdis olana dahi şamil olmaz. Zira semere, hakikaten mevcudun ismi olup ma´duma şumulü ancak mecazen olabilip lafzın hakikatte istî´mali mümkün olduğu cihetle mecaza gedilemez. Hem hakikat hem de mecaz beynini cem´ caiz olmadığından semere-i mevcude ve ma´dumeye şamil olmaz. Fakat musi, ebeden lafzını zikr ettikte umum mecaza gidilerek semere-i mevcude ve ma´dumeye şamil olur. Ve bir de musinin vakt-i vefatında mezkûr bostanda semere bulunmasa artık semereden mecazen semere-i ma´dume kast edilmek lazım gelip musinin vefatından sonra hadis olacak semereye musallah berhayat oldukça müstehak olur.

İkrar: Bir kimse "ﺪﻳﺰﻟ راﺪﻟا ﻩﺬه" dese bu kelamın manay-ı hakikisi: “bu hane zeydin mülkdür” demek olmakla o hane zeydin mülkü olduğunu o kimse ikrar etmiş olur. Hatta o kimse “bu kelamdan maksadım o hane Zeydin meskeni olduğunu, yani mesela icare ya iare tarikiyle Zeyd onda sakin idiğini ifade idi. Yoksa mezkûr hane mülkümdür” dese bu mana, mecaz ve mercuh olmakla kabul olunmayıp ikrarıyla muaheze olunur. "ﺪﻳﺰﻟ" deki lâm-ı cârre ihtisas için olduğuna, ihtisas ise mülk ve süknâya âmm bulunduğuna binaen mülk manasını ifadede munhasır olmamalı denilemez. Zira eğerki ihtisas âmm

ise de ferd-i kamili ihtisasü’l-mülk olduğuna binaen o kimse, bervech-i mezkûr o hane Zeyd´in mülkü olduğunu ikrar etmiş olur.

Benzer Belgeler