• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3:DÜRERÜ’L-HÜKKÂM ŞERHİ MECELLETİ’L-AHKÂM …

3.3. Kavâid-i Külliyye

3.3.5. Madde 4

[Şek ile yakin zail olmaz]

(Şek ile yakîn zâil) yani mürtefi´ (olmaz.) Zira yakîn, şekden akvî olmakla iz´af bulunan şek ile akvî olan yakîn mürtefi´ olamaz. Ama yakîn onun hilâfı bulunan diğer yakîn ile zâil ve mürtefi´ olur.

Bu madde, Eşbâh’da ""ﻚﺸﻟﺎﺑ لوﺰﻳﻻ ﻦﻴﻘﻴﻟا diye mezkûr olan kâidenin tercümesi olup " ﺎﻣ "

ﻚﺸﻟﺎﺑ ﻊﻔﺗﺮﻳ ﻻ ﻦﻴﻘﻴﺑ ﺖﺒﺛ

" 2 ve ﻦﻴﻘﻴﺑﻻا ﻊﻔﺗﺮﻳ ﻻ ﻦﻴﻘﻴﺑ ﺖﺒﺛ" ﺎﻣ "3 diye mezkûr olan kâideler dahi bu manadadır.

Şek, lugatta mutlaku’t-tereddüd manasına olup ıstılahta bir şeyin vukû ve adem-i vukûunda yani olup olmamasında aklın tereddüd etmesidir. Şu vechile ki iki taraf yani mezkûr iki taraftan biri diğeri üzerine tercih etmeye (Hamevî) ama mezkûr iki taraftan biri diğeri üzerine tercih ile beraber mercûh olan tarafı kalb atmaz ise şu taraf râcihe “zan” ve taraf-ı mercûhe “vehm” denilir. Ve taraf-ı mercûhi kalb atar ise râcih tarafı: Galibü’z-zan olur ki “galip zan” da yakîn menzilesindedir. Nitekim âti üz zikr yakînin tarifinden dolayı anlaşılır. Galip zan tarafı yakîn menzilesinde olduğundan diğer bir kimsenin beytine dâhil olup o kimsenin sârik ettiğini galebe-i zan hâsıl oldukta o

1 Diğer bir kavle göre nefy-i semen ile icâre riayet olur. 2 Yakîn ile sabit olan şüphe ile zail olmaz.

3 Yakîn ile sabit olan ancak yakin ile zail olur. 39

kimsenin sahib-i menzil tarafından katli mübah olur. (Zevahirü’l-Cevâhir)

Yakîn lugaten kararlaşmak demektir. Araplar "ضﻮﺤﻟا ﻰﻓءﺎﻤﻟا ﻦﻘﻳ" yani havuzda su kararlaştı derler. Şer´an “vukû ya adem-i vukû tarafı meczûm ya zann-ı galip ile maznûn olmaktan ibarettir” diye tarif olunduğu gibi “an nazar ve istidlâl hâsıl olan ilimdir” diye dahi tarif olunmuştur. (Şerhi Eşbâh Li-Muhammed Efendi)

Şu tafsilattan yani: Bervech-i bilâ şek ve yakînin tariflerinden anlaşılıyor ki yakînin bulunduğu yerde şek bulunamaz. Zira ilim bi mânel yakîn nakîze muhtemel olmaz ve yakîn ile şek bir mahalde ictima eylemez. Şu halde, yani “şek meal yakîn bulunmayınca vücudu olmayan şey mürtefi´ ve zâil olur” diye itiraz edilmiştir. Buna cevap olmak üzere denilir ki: “bu kelamın mânası asl-ı müteyakkin, üzerine sonradan târî olan şek ile zâil olmaz. Tafsîlât-ı sâlifeten yakîn, zan, şek, vehm malum olduğu gibi bi hasebi’l-kuvve yakîn, cümlesi üzerine mukaddem ve derece-i sâniyede zan ve derece-i sâlisede şek olduğu misillû vehmin mertebesi dahi cümlesinden aşağı bulunduğu anlaşıldı.

İmdî: Bir şeyin subût-i vukûu müteyakkin olunca hilâfına delil olmadığı takdirde mücerred-i şekk-i târî sebebiyle o şeyin zevâliyle hükmolunamaz. Ama hilâfına delil olduğu taktirde o şekkin zevâliyle hükmolunur. Kezâ bir şeyin adem-i subûtu müteyakkin olunca hilâfına delil olmadığı takdirde mücerred şekk-i târî sebebiyle o şeyin subutuyla hükmolunamaz.

Hülâsa: Asl-ı müteyakkini üzerine târî olan şek, izâle edemez. Tabir-i diğerle: “şekk-i târî, yakîn-i sâbıkın hükmünü tağyir eyleyemez. (Hamevî)

Bu kâide-i fıkhiye, usulde bir mezhebe göre “Kur’an’ın haber-i vâhid ile neshi caizdir” diye mezkûr olan mesele ile nakz edilmiştir. Zira Kur’an mütevâtir olup ilm-i yâkini ifâde et-tiği halde haber-i vâhid ilm-i yakîni ifade eylemez. Buna cevaben denilmiştir ki “yakînden maksut kati olmayıp belki bir şey ile sabit olan şey, ancak onun misliyle mürtefi´ olur” demektir. Nass ile haberü’l-vâhit vücûbü’l-amelde müsâvidir. Bu ise ahkâmda kâfidir. (Hamevî; fi’l-Kâideti’s-Salise)

Âtîdeki 5 ve 6 ve 7 ve 8 ve 9 ve 10 ve 11 ve 12. maddeler, bu kâideden istihrâc olunmuş ve onun furûatı hükmünde bulunmuş olmakla asıl kaidede muteber olan “hilafına delil

olmadığı taktirde” kaydı, mevâddd-ı mezkûrede dahi muteberdir. (Eşbâh; fi’l-Kaideti’s-Salise)

Şu kaide, ilm-i celil-i fıkhın cem´i ebvâbında câri olduğu ve kaide-i mezkûre üzerine müteferri mesâil, ilm-i fıkhın üç rub´i, ya daha ziyade idüğü zikrolunmuştur.

Bu kâide üzerine müteferri bulunan bazı mesaili bervech-i zîr zikr ile mezîd-i tevzihe ibtidar olunur:

Bey´:Bir kimse satın aldığı malı hıyar-ı gayb ile reddetmek istedikte tüccara lede’l- irâe

bazıları “mebi´de bulunan irâe ve müşahede olan hal ayıptır.” Ve bazıları dahi “ayıp değildir” diye ihtilaf ettiklerinde müşteri hıyar-ı ayıp ile reddedemez. (Redd-i Muhtâr; fi-Evve-li’l-Ayb)

İcâre: Ecir-i müşterek bizzat kendisinin yahut ecirinin ameli ile mesela dakki 1

sebebiyle roba yırtılsa zâmin olur fakat icbar müşterek, me’zun olduğu ameli sahib-i sevbin iânesi ve yardımı ile yapıp ta roba yırtılsa ve fakat sahib-i sevb veya ecîr müşterekten hangisinin fiiliyle yırtıldığı mâlum olamasa İmam-ı Azam kavli üzere layık olan, adem-i zamândır. (Redd-i Muhtâr; fi-Bâb-ı Zamânü’l-İcbar)

İkrâr: Bir kimse, “zannıma göre falan kimseye bin kuruş borcum vardır” dese o kimse

için borcu ikrâr etmiş olmaz. (Hamevî) Çünkü o kimsenin borcu olmaması berâeti zimmet asıldır kaidesine mebni müteyakkin iken yakin tarafı şek ve zan ile zâil ve binâen-aleyh bu vechile olan ikrar ile borç sabit olmaz. Nitekim: Bir kimsenin diğer kimsede bin kuruş alacağı olup ta o kimse “ben mezkûr bin kuruşu o kimseye eda eyledim” ya o kimse “mübelliğ-i mezkûrdan beni ibrâ eyledi” diye ikame-i beyyine etse 75. madde hükmünce eda ya ibrâ sabit ve müteyakkin olur. Hatta o kimse “o kimse bana bin kuruş borcu olduğunu ikrar eyledi” diye tarihi ikrârı beyan ve “ikrar-ı mezkûr onlardan sonra olduğunu tasrih eylemeyerek ikame-i beyyine etse o kimsenin bu beyyinesiyle bir şeye hüküm olunamaz. Zira o kimsenin ikrar ettiği bin kuruş mukaddimen eda ya ibrâ olunan bin kuruş mudur? Yoksa başka bin kuruş mudur?” diye şek hâsıl olmakla bu şek ile yakîn zail olmaz. (Hamevî) Ama o kimsenin ikrâr-ı tarih-i

1 Vurması

eda ya ibrâdan sonra olduğu sabit olursa “yakînin hilâfına delil bulundu” demek olmakla 1563. madde hükmünce mukarrun bihe bin kuruş, mukarrun leh için hüküm olunur. (Hindiyye; fi’l-İkrar)

İbrâ: Bir kimse zannıma ya hesabıma ya reyime göre “falan kimsede alacağım yoktur”

dedikten sonra ondan şu kadar kuruş alacağı olduğuna ikame-i beyyine etse kabul olunup bervech-i balâ beraetin hükmü yoktur. (Hindiyye; fi’l-Babi’l-Âşir min-Kitabü’l-İkrar)

Benzer Belgeler