• Sonuç bulunamadı

MacIntyre’ın Diğer Eserlerinde Olgu-Değer Problemini Ele Alışı

BÖLÜM III: MACINTYRE’IN OLGU-DEĞER PROBLEMİNE YAKLAŞIMI VE ONA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER

1. MACINTYRE’IN (AHLÂK) FELSEFESİ

2.2 MacIntyre’ın Diğer Eserlerinde Olgu-Değer Problemini Ele Alışı

“Olgu ve Değer Bağlamında Hume” adlı makalesi MacIntyre’ın, olgu-değer problemini daha etraflıca ve çerçevesi belli bir biçimde ele aldığı bir metnidir diyebiliriz. Zira diğer eserlerinde yukarıda anlatılanlardan çok farklı bir noktaya değinmediği gibi, daha ziyade kısa anlatımlar ve bahisler üzerinden açıklamıştır. MacIntyre, makalesinden farklı olarak, kitaplarının bazı yerlerinde, birtakım filozofları olgu-değer bağlamında incelemiştir. Dolayısıyla, tezin bu aşamasına kadar MacIntyre’ın olgu-değer problemine ilişkin asıl yaklaşımının, yani büyük resminin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Ancak gerek Erdem Peşinde: Bir Ahlak Teorisi

Çalışması gerekse Ethik’in Kısa Tarihi: Homerik Çağdan Yirminci Yüzyıla isimli

kitaplarında yukarıda anlatılanlardan farklı olabilecek önemli birkaç nokta daha bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu başlık altında, bu iki eserinde olgu-değer problemine dair MacIntyre’ın daha evvel bahsetmediğimiz diğer yaklaşımlarına, değerlendirmelerine ve eleştirilerine yer vereceğiz.

MacIntyre, XVIII. yüzyıl ahlak felsefecilerinin yapıtlarında ortak görülen bir duruma dikkat çeker. Ona göre, bu dönemin metinlerinde, ahlâki buyruklar ile insan doğasının gerçekleri arasındaki bağı koparmak ve ahlâkı, insan doğası üzerine temellendirmek gibi bir çaba içerisinde olduğu görülür. Bu bağlamda, tamamen olgusal içerikli öncüllerden, ahlâki veya değerlendirici bir sonuca ulaşılamayacağı gibi bir ilkeye yöneldiklerini düşünür. Örnek olarak Kant ve Kierkegaard’ı veren MacIntyre, Hume’un bu noktada, bir iddia yerine, şüpheci bir tespit ortaya koyduğunu düşünür. Hume’dan tevarüs eden bu tezi, bazı ahlâk filozofları, ‘mantıksal bir doğru’ kabul edecek kadar ileri taşıdıklarını belirtir.267 MacIntyre’ın XVIII. yüzyıla ilişkin bu tespiti

veya değerlendirmesi, aslında birçok felsefecinin dile getirdiği bir husus olarak karşımıza çıkar. Aydınlanma Çağı olarak isimlendirilen bu dönemle birlikte artık klasik düşüncede kabul gören birçok şey yeniden sorgulanmış ve değişime uğramıştır. Birçok alandaki metafiziksel kabuller yerine insan aklı ve deneyimi ölçüt olmuştur. Bu anlamda, ahlâki temellendirmeler de bu değişimin doğal bir sonucu olarak nasibini almıştır. Bir yanda Kant’ın öncülük ettiği rasyonalist akımın temsilcileri ahlâkın

84

temeline aklı konumlandırmaya çalışırken diğer tarafta Locke ve Hume’dan beslenen ampirist gelenek, ahlâkın merkezine deney veya deneyimi yerleştirir.

MacIntyre, öncüllerde bulunmayan bazı ögelerin sonuç önermesinde bulunabileceği iddiasını, Arthur N. Prior’un bu ilkeye ilişkin karşı-örneğini paylaşarak temellendirir: Bu bağlamda, “O bir gemi kaptanıdır” öncülünden hareketle “Bir gemi kaptanı ne yapmalıysa o da aynı şeyleri yapmalıdır” gibi geçerli bir sonuç önermesi çıkarılabilir. Benzer bir biçimde, “Bu saat zamanı göstermede oldukça hatalı ve düzensizdir” ile “Bu saat, rahatça taşımak için çok ağırdır” olgusal öncüllerinden, “Bu kötü bir saattir” değerlendirici bir sonuç önermesinin çıkarılabileceğini savunur. Son örnek üzerinden; “O, dönüm başına çevredeki diğer çiftçilerden daha bol ürün alır” öncülüyle beraber, “O, toprağın verimini artırmada şimdiye kadar bilinen en etkili yöntemi uygular” ve “Onun süt hayvanları çiftçi festivallerinde hep birincilik ödülü alır” olgusal öncülleri, bizi “O iyi bir çiftçidir” gibi değerlendirici bir sonuca ulaştırabileceğini belirtir.268

MacIntyre, yukarıda verdiği örneklerde geçen saat ve çiftçi kavramlarının özgül nitelikleri dolayısıyla her iki değerlendirici önermenin de geçerli olduğunu savunur. MacIntyre’a göre, bu ve benzeri kavramlar geçerliliklerini ‘işlevsel olma’larından almaktadırlar. Yani ‘saat’ ve ‘çiftçi’ gibi kavramlar, özellikleri gereği verdikleri hizmet üzerinden, yani işlevsellikleri üzerinden, tanımlanır. Bu noktada MacIntyre, saat ve çiftçi kavramlarının, keza diğer kavramların, iyi bir saat veya iyi bir çiftçi kavramlarından [teloslarından] bağımsız düşünülemeyeceğini, tanımlanamayacağını; çünkü, birinin çiftçi olma kriteri ile iyi bir çiftçi olma kriterinin -diğer kavramlarda da benzer şekilde- birbirinden bağımsız şeyler olmadıklarını belirtir.269

MacIntyre yukarıdaki iddiasını temellendirirken, Aristoteles ve Aristotelesçi klasik geleneğin, insanı, iyi insan olarak tanımlamasını örnek gösterir. Dolayısıyla, MacIntyre’a göre, standart yorumcuların öne sürdükleri mantıksal ilkeden -olgudan değer çıkarılamayacağı ilkesinden-, işlevsel kavram içeren argümanlar hariç tutulması

268 MacIntyre, 136-38. 269 MacIntyre, 138-39.

85

gerekmektedir.270 Keza Ethik’in Kısa Tarihi’nde MacIntyre, “Karşıdaki ev yanıyor”

veya “Yemek üzere olduğun şey zehirlidir” gibi olgusal ifadelerin de, insan eylemlerine rehberlik edebilme özelliğine ve işlevine sahip olduklarını ve bu bağlamda düşünülmesi gerektiğini ifade eder.271 Sonuç olarak MacIntyre, olgu ile değer arasında

kurulabilecek bağda, telos’un gerekliliğine odaklanır. Çünkü MacIntyre’a göre, telos insanın tabiatıyla irtibatlı olan olgular ile ahlaki olgular (değerler) arasındaki bağı kurmamızı sağlayacaktır. Her ne kadar modern felsefe olgu ile değerin ayrı iki alan olduğunu iddia etse de, MacIntyre için Aristotelesçi erdem anlayışı bu bağı kurmamıza yardım edecektir.272

Moore’un etiğini, husûsen iyi kavramını, modern ahlâk felsefesi bağlamında açıklayan ve değerlendiren MacIntyre, iyinin başka herhangi bir şeyin altında betimleme teşebbüsünün, “doğalcı yanlış/yanılgı” olarak tanımlandığını belirtir. Bu anlamda, iyi, “haz veren” anlamında kullanılamayacağı gibi, “Tanrı’nın buyrukları” anlamına da gelmeyecektir. Dolayısıyla, ‘olan’dan ‘olması gereken’in (mantıksal olarak) çıkarsanamayacağı iddiası, “doğalcı yanılgı”nın savunucuları tarafından da başından beri benimsenmiştir.273

MacIntyre, G. E. Moore’un öncüsü olduğu Mill eleştirmenlerinin, John Stuart Mill’in, hazzın arzulanan bir şey olduğu öncülünden, hazzın arzulanması gereken bir şey olduğu sonucuna vardığını iddia ettiklerini masının hatalı bir çıkarım olduğunu; çünkü olgudan olması gerekenin çıkarılamayacağını iddia etmişlerdir. Lakin MacIntyre’a göre, bu filozoflar yanılgıya düşmüşlerdir; zira Mill’in kanıtlama (proof) hakkındaki açıklamaları dikkatle incelendiğinde, tüm insanların hazzı arzuladıkları iddiasının, tüm insanların hazzı arzulamaları gerektiği sonucuna ulaştıracak bir biçimde kullanılmamıştır. Mill’in haz kavramını inceleyen MacIntyre, esasen Mill’in kendi

270 MacIntyre, 139-40.

271 Alasdair MacIntyre, Ethik’in Kısa Tarihi: Homerik Çağdan Yirminci Yüzyıla, çev. Hakkı Ünler

(İstanbul: Paradigma Yayınları, 2001), 196.

272 Cemzade Kader Düşgün, “Aristoteles ve Alasdair MacIntyre’da Erdem Merkezli Adalet Anlayışı”

(Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 2019), 101.

86

merkezi kavramının -haz- bulanıklığında boğulduğunu, fakat olgudan değere bir geçiş yapmadığını iddia eder.274

MacIntyre, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, Aristotelesçi doğa anlayışının reddedilişinin bir neticesi olarak, Aristotelesçi edim yaklaşımında da bir kopuş olduğunu belirtir. Nitekim, yukarıda belirtildiği gibi, ‘insan’ kavramının bir işlevsel kavram olması da, belki teolojide bir dereceye kadar istisna tutulsa da, genel itibariyle geçerliğini yitirmiştir. Bu bağlamda, MacIntyre’a göre, bu dönemden sonra artarak devam eden şu olmuştur: edim üzerine yapılan izahların genelinde, edimin temelini oluşturan ‘fizyolojik’ ve ‘fiziksel mekanizmaların’ ne olduğunun keşfedilmesi üzerine odaklanıldığı görülür.275

İşte bu Aristotelesçi yaklaşımdan mekanik yaklaşıma geçişte, MacIntyre’a göre, insana ilişkin olgu kavramı da dönüşüme uğramıştır:

“Birinci görüşte, insan eylemi erekselliğe göre açıklandığından, eylem, yalnızca eylemin amacını oluşturan iyiler hiyerarşisine göndermede bulunarak karakterize … edilmek zorundadır. İkinci görüşe göreyse, insan eylemi, yalnızca bu iyilere göndermede bulunarak karakterize edilemez değildir; edilmemelidir de. İlk görüşe göre, insan eylemine ilişkin olgular (yalnızca onların değerli olduğunu düşündüğü şeylere ilişkin olguları değil) insan varlığı için değerli olan şeylere ilişkin olguları da kapsar; buna karşılık ikinci görüşe göre, değerli olana ilişkin hiçbir olgudan söz edilemez. ‘Olgu’, değer-bağımsız hale gelir … ve ‘olan’ ile ‘olması gereken’ arasındaki [kopuş kaçınılmaz olur.]”276

Yukarıda, MacIntyre’ın ahlâk felsefesi bahsinde, onun modern etik kuramlarının sorunlarına yönelik değerlendirmelerinden ve eleştirilerinden bahsetmiştik. Olgu- değer bağlamında ise, MacIntyre, olan ile olması gereken arasındaki ayrımı, modern etik kuramlarının, değeri olgudan külliyen koparma istemelerinin bir sonucu olarak görür. Ona göre, modern ahlâk düşüncesinin duygucu bir niteliğe bürünmesinin temel sebeplerinden biri, bu ayrımın giderek katılaşmasıdır. MacIntyre, bu ayrımı,

274 MacIntyre, 270-71.

275 MacIntyre, Erdem Peşinde: Bir Ahlak Teorisi Çalışması, 183. 276 MacIntyre, 186-87.

87

Aydınlanma sürecinin bir icadı olarak görür ve bu ayrımın, esasen mantıksal bir ayrım değil modern çağın doğurduğu bir tarihsel olgu olduğunu savunur. Bu anlamda, MacIntyre, ahlâkı ve ahlâklılığı bir temele oturt(a)mayan, ahlâki tartışmaları bulanıklaştırıp ve sonuca varmayan bir sonsuz döngü içerisine sokan olgu-değer ayrımı tezinin iddialarını bir kenara bırakıp, klasik yaklaşımda olduğu gibi, değerin bir şekilde olguya dayandırılması gerektiğini, hiç değilse insan doğasına dayandırılmasının gerektiğini iddia eder.277