• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.8. SEKĠZĠNCĠ ALT PROBLEME ĠLĠġKĠN MODEL ÖNERĠSĠ

2.8.8. MAĞDUR KADIN ĠMAJI

Mağdur kadın imajı ders kitaplarına kısmen yansımakla beraber, açıkça dikkat çeken bir imaj değildir. Mağdur kadın imajı, ders kitaplarında anlatılan çeĢitli konuların arasında fark edilmektedir. Aslında ders kitapları böyle bir imajı yansıtma kaygısı taĢımamaktadır. Ancak yapılan kadın tarihi çalıĢmalarında, kadınların mağduriyetine dair bilgiler de bulunmaktadır. Kadının tarihteki sosyal ve ekonomik durumunun tam anlaĢılabilmesi için mağdur yanlarının da aktarılması ihtiyacı vardır. Ġnsanlığın ve kadınların geliĢim süreçlerini değerlendirebilmeleri, yaĢanan olayların doğru yorumlanabilmesi için kadınların mağduriyetlerinin ortaya konulması kaçınılmazdır. Kadınların mağdur durumlarının bilgilerine ulaĢmak hiç zor olmayacaktır.

Kadınların mağduriyeti kimi zaman fermanlara yansımıĢ ve kimi zaman sığınma evleri açılmasına sebep olmuĢtur. Bu ferman ve sığınma evleri kadının mağduriyetini ispatlamak bakımından anlamlıdır. Fatih Sultan Mehmet‘in fermanı kadın hakları açısından da önemli görülmüĢtür.

Fatih Sultan Mehmet, fermanında kadınların haklarını Ģu cümlelerle savunacağını bildiriyor: ―Hane-i mülkümde kimse zevcesine el kaldırmaya… Her kim ki nesne-i saadetimde zevcesini incitir; onun kadrine mülkümde yer yoktur. Ta ki zevcesi zevcini sine-i hakikatinde affeder. Zinhar ben yaĢadıkça kimse kimsenin hakkını gasp etmeye… El Ģeriat ki, göze (kadının iffetine) yapılanı görmeye ancak Allah (c.c) kâfidir‖. Bu sözleriyle günümüzde sosyal toplumun kanayan en büyük yarası olan

kadınlara yönelik Ģiddete karĢı katı bir tavır alan Fatih, sadece tavır almakla yetinmiyor, eĢine Ģiddet uygulayan erkeğe, eĢi affedene kadar sürgün cezası uyguluyordu.

1453`te Ġstanbul`u fethederek Türk ve dünya tarihinde yeni bir çığır açan II. Mehmet, fethin hemen ardından Ġstanbul halkından altı temsilciyi Ģehrin durumunu öğrenmek için huzuruna çağırmıĢtır. Temsilcilerle görüĢtükten sonra Ģehirde boĢanan çiftlerin ve intihar eden kadınların oranını öğrenen Fatih, Bizans`ın Kostantinapolis valisi Takilitipos`dan bu konuyla ilgili resmi rakamları kendisine getirmesini istemiĢtir. Yapılan tespitin sonucunda intihar eden evli kadınların sayısının Ģehrin üçte birine yakın olması üzerine Fatih, 13 Haziran 1453 de ―Zevce-i Taalluk‖ isimli fermanla Osmanlı ve Türk tarihindeki ilk kadın haklarını savunan belgeyi yayınlamıĢtır. Çağına göre devrim niteliği taĢıyan bu fermanı nedeniyle, ünlü tarihçiler Abdî, Avnizade Mahmut Efendi, Nikola Yorga, Phillips Marko, James Michelle zamanının ―ilk feminist hükümdarı‖ olarak tanımlamıĢtır.

Bu fermanın ardından baĢta Bizans ahalisi olmak üzere Ġstanbul`daki kadınların büyük bir feraha kavuĢtuğu da yine tarihçiler tarafından kaydediliyor. Kadınların haklarını böylesine koruyan fermanın peĢinden çeĢitli uygulamalar da gündeme gelmiĢtir. Fatih Sultan Mehmet, Fatih Medresesi müderrisi Numan Efendi`nin eĢine Ģiddet uygulaması üzerine tarihte ilk kez BeĢiktaĢ `ın KabataĢ semtinde `Ġhsaniye` isimli bugünkü anlamda ilk rehabilitasyon ve kadın sığınma evi kurdurmuĢtur. Bu merkeze PadiĢah tarafından bugünkü anlamda bir uzman hekim (Sururizade Abdurrahman Efendi) ve psikolog diye adlandırabilecek bir hekim Tayyibe Kalfa tayin edilmiĢtir. Numan Efendi`nin eĢi Nefise Hatun bu eve sığınan ilk muhtaç kadın olarak tarihe geçmiĢtir. Numan Efendi bu olayın ardından Rodos Adası`na daimi ikâmetle sürgüne gönderilmiĢtir (Kiremitçi, 2010: http://tarihimiz.net/v3/Haberler/tarih/Kadin).

Batı‘da, dünyada ilk kadın sığınağının 16. Yüzyılda Ġtalya‘nın Bologna Ģehrindeki ―The Casa del Soccorso di San Paolo‖ olduğu kabul edilmektedir. Ancak Ribatü‘l Bağdadiye tekkesi, üç asır önce 13. Yüzyılda faaliyet gösterdiği için kadın sığınma mekanı olarak önceliği hak etmektedir. Gerçi 1972‘de Londra‘da açılan Chiswick Kadın Sığınma Evi‘nin de dünyanın ilk kadın sığınma evi olduğunu belirten kaynaklara da rastlanmaktadır (http://en.wikipedia.org/wiki/Refuge). Ancak Fatma Bint-i Abbas ile ilgili bilgiler dünyanın ilk kadın sığınma evinin Bağdadiye Tekkesi

olduğunu göstermektedir. Bu tekkeye sığınan çok sayıda kadın eğitim alma fırsatını da elde etmiĢtir.

Tarihte kız çocuklarını zavallı duruma düĢüren en önemli acıklı hikayelerden bazıları Ġslam‘dan önce ―Cahiliyye Devri‖ adı verilen dönemde yaĢanmıĢtır. Halkını geçindirecek kadar bereketli olmayan Arabistan toprakları, sonradan Ġslamiyet‘in yasakladığı kız çocuklarını öldürme olaylarının olduğu bir mekan olarak anlatılmaktadır. Daima yoksulluk içinde yaĢayan bazı çöl kabilelerinin geçinemeyecekleri korkusu ile kız çocuklarını öldürme yolunu seçtikleri bilinmektedir. Ancak bu olayın en vahim tarafı kız çocuklarının diri diri gömülmesidir (Ġslam Ansiklopedisi, 1993: 129). Cahiliyye Devri denilen Ġslam‘dan önceki dönemde, kız çocuğunu öldüren bir adam Hz. Muhammed‘e gelerek, ―Ey Allah‘ın Resûlü, biz cahiliyet ehli iken, puta tapan kiĢilerdik. Çocuklarımızı öldürürdük. Benim bir kızım olmuĢtu. KonuĢacak yaĢa gelmiĢti, kendisini çağırdığımda sesini duyunca sevinç duyardım. Bir gün onu çağırdım ve peĢime taktım, birlikte yürüdük. Sonunda çok uzak olmayan bir akrabamın kuyusunun baĢına geldik. Elimle tutup onu kuyuya attım. Ondan hatırladığım son söz, babacığım, babacığım, çığlığı idi‖. Bunun üzerine Rasulullah (s.a) ağladı. Sonra ona dedi ki: ―Doğrusu Allah cahiliyet ehlinin yaptıklarını kaldırmıĢtır. Sen yeniden amel et.‖

Bazı Araplar ise karısının doğumu yaklaĢtığında bir kuyu açar, doğan çocuk kız ise hemen kuyuya atarlar, erkek ise bırakırlardı. Ġslam‘ın ilk yıllarında yaĢamıĢ olan Ferezdak adlı bir kiĢi, dedesi Sa‘saa Ġbn Naciye ibn Ġkal‘ın çok sayıda kız çocuğunu öldürülmekten kurtardığını, Ģiirlerinde övünerek anlatmıĢtır. Sa‘saa cahiliye döneminde kendi kabilesinden hiçbir kızın öldürülmesine izin vermemiĢ ve kızları ölümden kurtarmak için çalıĢmıĢtı. Bin ya da bundan daha az kızı kurtardığı söylenmektedir (Ġbn- i Kesir, 1987: 832). Kuran-ı kerim, Tekvir Suresi‘nde kıyamet sahnelerini anlatırken ―diri diri gömülen kız çocuğuna hangi suçtan öldürüldüğü sorulduğu zaman‖ (8-9) mealindeki eleĢtiri içeren ayetiyle bu uygulamanın hesabının sorulacağını belirtirken, olayın vehametine de dikkat çekmektedir.

Ġslamiyet‘le birlikte kesinlikle yasaklanan ve ortadan kalkan bu uygulama bazı kabilelerde geçim sıkıntısı durumunda ilk gözden çıkarılanların kız çocukları olduğunu göstermektedir. Bu çocukların tercih edilmesinin temel nedeni ―kız‖ olmasıdır. Bu olay kız çocuklarının mağduriyetinin vahim örnekleri arasında görülmektedir. Yine cahiliye

devrinde cariye kadınların fuhĢa zorlandığı ve bunu gelir kaynağı olarak gören insanların olduğu bilinmektedir. Kredi karĢılığı tefecilere kadınları verme ve borç ödendikten sonra geri alma yine bu dönemin uygulamaları arasındadır. Bu uygulamalar da Ġslamiyet‘le birlikte yasaklanmıĢtır. Bu yasaklamalarla birlikte Ġslamiyet‘te kadına miras, eğitim ve iktisadî haklar verilmiĢtir (Fazlurrahman, 1996: 21).

Kadın ve kız çocuklarının mağdur edilmesi doğrudan yapıldığı gibi dolaylı olarak da yapılmıĢtır. Tarihi kayıt altına alan erkeklerin tam olarak kadınlarla empati kurmaları zor olabilir. Bu anlamda tarih yazımına kadın eli değmesi oldukça önemlidir. Çünkü bir kadının hemcinsleri ile empati kurması ve olaylara onların gözüyle bakabilmesi daha kolaydır. Kadınların bakıĢ açılarının tarih yazımına farklı boyutlar getireceği kesindir. Bu talep tarih yazımında ―kadın-erkek ayrımını‖ içermemektedir. Sadece kadınların hemcinslerini anlama konusuna daha yatkın olabileceği düĢüncesi olarak değerlendirilmelidir. Örneğin, saray kadınlarının ve erkeklerininin hayatı dıĢarıdan bakıldığında gösteriĢli gelebilir ; ancak tarih bilgileri hem kadınlar için hem de erkekler için bunun her zaman özenilecek bir durum olmadığını göstermektedir.

Abbasi Halifesi Harun ReĢid‘in kız kardeĢi, Harun ReĢid‘in vezirlerinden Cafer ile yaĢadığı gizli aĢktan sonra evlenmiĢtir. Ne var ki Harun ReĢid‘in eĢi Zübeyde‘nin adamları tarafından hakkında suçlayıcı sözler yayılan Cafer, Harun ReĢid‘in emriyle öldürülmüĢtür. EĢinden böyle bir olayla ayrılan Abbase de bir müddet sonra eĢi gibi Harun ReĢid tarafından ölüm cezasına çarptırılmıĢtır. Abbase Sultan‘ın baĢına gelenleri Batıdaki Romeo-Juliet hikayelerinden daha elim bulan Prenses Kadriye Hüseyin, onun yaĢadıklarını dehĢet verici bir haksızlık ve Harun ReĢid‘in Ģöhret güneĢini gölgeleyen hüzün verici bir bulut olarak yorumlamaktadır (Hüseyin, 1982: 67). Saray içinde yaĢanan gizli güç savaĢları her zaman kurbanlar almıĢtır. Bu kurbanlar arasında erkekler olduğu kadar kadınlar da yer almıĢtır. Abbase Sultan saray kadınlarının karĢılaĢtığı sıkıntılara ıĢık tutması bakımından bir örnektir. Abbase Sultan istediği evliliği yapmıĢ; fakat saray oyunları nedeniyle yaĢayamamıĢtır. Evliliği de hüzünlü bir Ģekilde son bulmuĢtur. Muhakkak ki tarihte böyle örnekler çoktur. Kitaplarda yer almasa da prenseslerin siyasi kaygılarla yaptıkları evliliklere her zaman rıza gösterdikleri söylenemez. Siyasî evliliklere çoğu zaman çıkarlar karar vermekte idi. Donald M. Nicol, Epiros despotlarının, Ġtalyan prenslerine; Sırp krallarının, Trabzon Rum imparatorlarının, kızlarını Osmanlı, Akkoyunlu beylerine ―eĢ‖ olarak sunmak suretiyle bağımsızlıklarını koruduklarını; ancak böyle piyon gibi kullanılan prenseslerin mutlu

olmadıklarını belirtmektedir (Pazan, 2008: 42). Bu tip evliliklerin en trajik örneği, Bizans imparatoru II. Andranikos‘un beĢ yaĢındaki kızı Simonis Palaiologna‘nın 1299‘da 50 yaĢındaki Sırbistan kralı Stepan Milutin‘le evlendirilmesidir. BeĢ yaĢındaki kız çocuğu imparatorluğun geleceği için feda edilmiĢtir. 13. Yüzyılda Yunanistan‘da hüküm süren ailelerin on bir kadın üyesinden sekizi ya Ġtalyan, ya Frank eĢlerle evlendirilmiĢtir. Erkeklerin hiçbiri bu dönemde yabancı kadınla evlenmemiĢtir. Diplomatik kaygılarla yaptırılan bu evliliklerde kız çocukları bir araç olarak görülmüĢ ve çoğu bu tip evliliklere karĢı çıkamamıĢtır. Sırp Mara Brankoviç, Bizans imparatoru Konstantinos XI. Palaiologos ile evlendirilmeye karĢı çıktığında dul ve yetiĢkin bir bayandı (Nicol, 2001: 6). Mevcut ders kitaplarında barıĢı sağlamanın ve dostluğu sürdürmenin aracı olarak dikkat çeken bu tip evlilikler her zaman mutsuzluk getirmiĢtir iddiası gerçekçi olamaz, ancak bu tip evliliklerin her zaman mutluluk getirdiği de söylenemez. Hepsi için olmasa da bazı prenseslerin mağdur oldukları Ģeklinde yorum yapılabilir. Yıldırım Bayezid‘in Despina adlı eĢinden olan kızı PaĢa Melek Hatun, Timur‘un esiri olduktan sonra Moğol emirlerinden Celaleddin Ġslam‘ın oğlu ġemseddin Mehmed ile evlendirilerek Semerkand‘a gönderildiği iddiası bazı kaynaklarda yer almaktadır (Pazan, 2008: 74). Bu bilgiler saray kadınlarının esir edilerek iradeleri dıĢında ki hayatları yaĢamaya zorlandıklarına iĢaret etmektedir. Esaretin kadın ve erkekler için yaygın olduğu dönemlerde sadece saray kadınları değil, sıradan kadın ve erkeklerin esir ve köle olarak kullanıldığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. ―Tom Amcanın Kulübesi‖ adlı eseriyle ünlenen ve köleliğe karĢı mücadele etmiĢ olan Amerikalı Harriet Beecher Stowe, küçük oğluna yazdığı bir mektupta Ģunları ifade etmektedir: ― Halkımız tarafından kölelere reva görülen haksızlık ve vahĢet karĢısında üzüntüden neredeyse kalbim parçalanıyordu. Bazı geceler sen yanımda uyurken çocukları ellerinden alınan zavallı köle anneleri düĢündüğümde ateĢ gibi yaĢlar akardı gözlerimden‖ . YaĢadıklarından esinlenerek yazdığı Tom Amcanın Kulübesi adlı eseriyle kendince haksız bulduğu bu durumla mücadeleye baĢlamıĢtı (Kohlhagen, 2004: 59). Esaretin ve köleliğin ortaya çıkardığı mağduriyet ders kitaplarında yer alarak, insan hakları eğitiminin bir aracı olarak kullanılmalıdır. Ġnsanların her zaman ve her ortamda birbirine saygılı, hoĢ görülü davranmaya ihtiyacı olacaktır. Köleliğin yaygın olduğu dönemlerin –hem kadınlar hem erkekler için- anlatılması insanlığın özgürlük mücadelesinde geçirdiği evreleri daha net görmek açısından önemlidir.

Kadınların çalıĢma hayatı içinde de mağdur edildikleri bilinmektedir. Aynı iĢi yapan erkek ve kadınların ücretlerinde ki farklılık pek çok kaynakta dile getirilmektedir. Yine çalıĢan kadınların yaptıkları grevlerin sebeplerinden biri de erkeklerle eĢit ücret alma talebidir. Amerika‘nın Newyork Ģehrinde Cotton Tekstil Fabrikasında çalıĢan kadınlar, 1800‘lerde daha iyi çalıĢma koĢulları, daha iyi ücret alma gibi sebeplerle mücadele ediyorlardı. Yaptıkları çalıĢmalardan sonuç alamayan kadınlar sonunda 8 Mart 1908‘de greve gitmiĢlerdir. Ancak gevre katılan kadınlar, fabrikaya kilitlenerek, dıĢarı çıkmaları engellenmeye çalıĢılmıĢtır. Fabrika yanmaya baĢlayınca barikatları aĢarak kaçamayan kadınlardan 129‘u yanarak ölmüĢtür. Erkeklerden daha düĢük ücret alan, ağır Ģartlarda çalıĢan bu iĢçi kadınların insani talepleri dikkate alınmak yerine, ağır bir Ģekilde cezalandırılmıĢlardır. Kadınların iĢ dünyasında ki mağduriyetleri tabii ki bu örnekle sınırlı değildir. Bu konuda araĢtırma yapıldığı takdirde çok sayıda örneğe rastlamak mümkündür. III. Uluslar arası Sosyalist Kadınlar Konferansı‘nda alınan bir kararla 8 Mart‘ın kadınlara özgü bir gün olarak kutlanması kararlaĢtırıldı. I. ve II. Dünya savaĢları sırasında pek çok ülkede yasaklanan bu gün 1960‘tan sonra ABD‘de kutlanmaya baĢlayınca yaygınlaĢabilmiĢtir. BM Genel Kurulu, 1977 yılında 8 Mart‘ın ―Dünya Kadınlar Günü‖ olmasını kabul etmiĢtir. 1975‘de Meksika‘nın Mexico City Ģehrinde yapılan BM I. Uluslararası Dünya Kadın Konferansı‘nda CEDAW (Kadına KarĢı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi SözleĢmesi) kabul edilmiĢtir. Bu sözleĢme aynı zamanda kadının çeĢitli boyutlarda mağduriyetinin göstergesidir. Kadının mağduriyetinin uluslararası düzeyde kabul edilmesi ve bunun ortadan kaldırılması çalıĢmalarıdır (DurmuĢ, 1988: 18).

Kadınların mağduriyeti bazen de kadın olmalarından kaynaklanmıĢtır. Kadınların fiziksel ve biyolojik farklılıkları, kimi zaman onların aleyhine kullanılmıĢtır. SavaĢlar bu farklılıkların en çok suistimal edildiği ortamları hazırlamıĢlardır. SavaĢların, kıtlık dönemlerinin vs. durumlarda bir toplumun bütün bireyleri ciddi düzeyde etkilendiği ve bu durumda kadın erkek herkesin ciddi mağdur olduğu inkar edilemez bir gerçektir. SavaĢ ve felaketlerin acılarını kadınlar, erkekler ve çocuklar hep beraber yaĢamaktadır; ancak SavaĢların kadınlara telafi edemeyeceği yaralar açtığı da bilinmektedir.

Erkekler savaĢa gidince geride kalan kadınlar, evinin hem erkeği hem kadını olarak ağır sorumluluklar üstlenirken, savaĢın getirdiği fakirlikle mücadele ederek çocuklarını ve evde kalanları korumak durumunda kalmıĢtır. Hem ülkesinin ekonomik

problemlerini üstlenirken hem de evlerinin düzeninin sürdürmeye çalıĢmıĢlardır. Kadın açısından savaĢların en acı tarafları bunlar değildir muhakkak; ancak savaĢların neticesinde iĢgale uğrayan topraklarda düĢman askerlerinin eline düĢen, tecavüze uğrayan, ağır iĢkencelere maruz kalan kadınların hikayeleri göz ardı edilmemelidir. Türk tarihi de bu tip hikayelerle doludur.

Falih Rıfkı Atay 1918‘de kaleme aldığı bir yazısında I. Dünya SavaĢı yıllarında Rusların iĢgale ettiği, Doğu Anadolu bölgesinde yaĢananları anlatmıĢ ve bu yazısında vahĢice öldürülen erkek ve kadınlardan, tecavüze uğrayan genç kızlardan bahsetmiĢtir.

Güney Marmara‘da Yunanların yaptıkları ile ilgili olarak 29 Mayıs 1921 tarihli bir raporda Ġngiliz subayı Mister Cockhill, Yunanlı Teğmen Kaçaros‘un Türklere yaptığı zulümleri anlatmaktadır. Bu raporda Evden çıkarılan çok sayıda kadın ve çocuğun süngülerle meydanda toplandığından, genç kızlara çok kötü iĢkenceler yapıldığından, bu genç kızların elbiselerinin yırtıldığı, göğüslerinin kesildiğinden, kadınların ayaklarına kapanarak merhamet dilendiklerinden, boğazı kesilerek öldürülen bir kadının çocuğunun süngüye takılarak erkeklere uzatıldığından bahsedilmektedir.

Yine Müttefik Ġnceleme Kurulunda görevli Kızılhaç temsilcisi M. Gehri‘nin 10 Temmuz 1921 tarihli Ġzmit‘te yazdığı 5 numaralı raporunda, tecavüze uğramaları sonucu çıldıran, Yunanlar tarafından eğlence aracı olarak kullanılan kadınlardan bahsetmektedir. KurtuluĢ SavaĢı sırasında Yunanlar tarafından gerçekleĢtirilen iĢkence ve eziyetler Marmara ile sınırlı kalmamıĢ orta Anadolu‘ya kadar uzanmıĢtır (Sarıhan, 2006).

1920‘de Çukurova Haçın ilçesinde Ermenilerle mücadeleye katılan ve yapılan olaylara Ģahit olan Melek Hanım‘ın öldürülmesinden sonra bohçasından çıkan destanın bir bölümünde Ģunlar yazmaktadır:

Meydan kazan kurdular Bebekleri kaynattılar Gün görmedik hanımları Süngü ile oynattılar Kapı kapı geziyorlar Ġfadeyi yazıyorlar

DüĢman baĢına vermesin Oğlak gibi yüzüyorlar

Kele Dudu, Kele Dudu Kanlı gömlek yu diyorlar Bebekleri kaynatmıĢlar

Kuzu eti, ye diyorlar… (Tansel,1988: 44)

Destanın içeriğinden erkek ve kadınlara, hatta çocuklara yapılan iĢkencelerin boyutları fark edilebilmektedir. Özellikle o dönem için namusu oldukça önemseyen Türk kadınının, tehditlerle oynatılarak psikolojik tacize maruz kalması söz konusudur. Annelik duygusu kadına çocukları için canını feda edebilme cesaretini vermektedir. Bu duyguya sahip kadınların bebeklerinin piĢirilmesi, süngülerle öldürülmesi, kadına kendi ölümünden daha ağır gelecek bir durumdur. ÇeĢitli savaĢlarda, maddi ve manevi zorluklarla mücadele eden eĢi, babası askerde iken her türlü iĢin sorumluluğunu üstlenen, gerektiğinde cepheye koĢan Türk kadınının psikolojik yaraları, diğerleri kadar kolay sarılamamıĢtır.

Mustafa Kemal Atatürk‘ün yeniden Meclis baĢkanlığına seçildiği 13 Ağustos 1923‘te savaĢ kahramanları ile ilgili olarak yaptığı konuĢması, TBMM Zabıt Ceridesinde Ģu Ģekilde yer almaktadır:

―Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi, yangınlarda ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır.

Onlar arasında namuslarına tecavüz edilmiş, ebediyen ağlamaya mahkûm genç kızlar da vardır.” (Sarıhan, 2006: 71).

Mustafa Kemal Atatürk 16 Ocak 1921‘de United Telgraph‘ın sorularını cevaplandırırken, Antep‘te öldürülen ve imha edilen kadın ve çocuklardan bahsetmektedir.

SavaĢlarda kadın, erkek, çocuk fark etmeksizin insanların öldürülmesi savaĢın doğası olarak görülebilir. Ancak savaĢların kadınlar üzerindeki yıkıcı etkisi savaĢlarda öldürülmelerinden kaynaklanmamaktadır. Asıl yıkıcı etkisi kadınların tecavüze ve iĢkenceye uğrayarak, kadınlara ömrü boyunca unutamayacağı acılar bırakmasında yatmaktadır. Yakın tarihimizde yaĢanan Bosna ve Irak savaĢlarında da bu tip olayların hala yaĢandığı bilinmektedir.

Tarih ders kitaplarında savaĢların veya felaketlerin kadınlar üzerindeki yıkıcı etkisinin anlatılması değer eğitimi açısından önemli görülmelidir. SavaĢların insanlığa verdiği telafisi mümkün olmayan zararların bilinmesi, öğrencilerin savaĢa sonuçlarıyla bakabilmesini sağlayacaktır. Kadını karĢı cins olma yönüyle değil de insani yönüyle görebilmek, kadının toplumda değer kazanması için oldukça önemlidir. ĠĢkencenin kadın ve erkek fark etmeksizin kaldırılmaya çalıĢılması ve savaĢ durumunda kadınların bedenlerine, ruhlarına yapılan saldırıların engellenmesi için bilinçlendirme gereklidir. Tarih dersi bu konular için araç olabilmelidir. Hâlâ yüzyılımızda bile kadının bedenine ve ruhuna yapılan saldırılar daha aĢikar bir Ģekilde dünya kamuoyunun önünde gerçekleĢmektedir. ĠĢkence ve tacizlerin engellenmesi için eğitilmiĢ zihinlere ihtiyaç vardır. Bunun için toplumsal hafızaların yoklanması ve bu acıların sorgulanması sağlanmalıdır.

Halkın belleği çilekeĢ ve zavallı kadınların hikayeleri ile doludur. Kadınların sosyal hayat içinde maruz kaldıkları haksızlıklar, toplumda kadının durumunu ortaya koyabilmek bakımından çok önemlidir. Tarihin her safhasında kadınların mağduriyetini gösteren örnekler yaĢanmıĢtır. Bu örnekler aracılığıyla öğrencilere toplumun bütün bireylerine saygı gösterme ve değer verme tutumu kazandırılabilir. Siyasi nedenlerle yapılan evlilikler kadının mağduriyetini ortaya koymak için yeterli değildir (YaĢar, 2007: 14).

Benzer Belgeler