• Sonuç bulunamadı

B. SOSYAL ALANDA YAPILAN ISLAHATLAR

2.2.5. Müsadere Usulüne Son Verilmesi

Müsadere Arapça bir kelime olup lügatlerde, suçlu bir kimsenin malının hükümetçe padişah adına zapt edilmesi; ya da kanunen yasaklanmış olan eşya ve mallara yine kanuna uygun olarak el konulması şeklinde açıklanmaktadır. Hukuk literarüründe ise lügat anlamına uygun olarak işlenen bir suçun karşılığı olarak suçlunun mal varliğının bütünü veya bir kısmı üstündeki mülkiyetine son verilmesi ve bu mülkiyetin kamusal karakter gösteren bir teşekküle devredilmesidir(Meydan LarausseIX:154).

Müsadere yöntemi bir ceza türü olarak doğu ve batı aleminde bütün tarih boyunca uygulanmıştır. Bir ceza ya da güvenlik tedbiri olarak bu yöntem, tek başına uygulandığı gibi başka cezalarla birlikte de tatbik edilmekteydi. Bazen özel mülkiyet sahibi başka bir ceza görmezken, bazen de idam edilerek mallarına el konuluyordu.

Cezanın niteliğine göre mal varlığının bir kısmı ya da tamami alınmaktaydı. (Öğün,1999:371).

Padişahların müsadere uygulamasının temelinde dört önemli sebebin yattığı görülmektedir. Güçlü merkezi bir imparatorluk kurmak ve merkezi otoriteye rakip olabilecek güçlerin oluşumunu engellemek, ekonomik bunalım ve savaş zamanlarında hazineye gelir sağlamak, üst düzey devlet görevlilerinin öldükten sonra mirasçılarına bir şey bırakamayacaklarını düşünerek dürüst davranmalarını sağlamak, devlet adamları ve nüfuz sahibi kişilerin çeşitli gayri kanuni metodlarla devlete ait malları ele geçirme ihtimallerine karşı önlem almak (Akyılmaz,2008:391).

Müsadere mekanizmasının işleyişinin mahiyeti yolsuzluklara son derece müsait idi. Müsderede malları yazmakla görevlendirilen memur ile ilgili tek teminat onun dürüst olup olmamasıydı. Bu memurlar bazen malları kendi aralarmda bölüşüp üçte birini bile hazineye göndermedikleri oluyordu. Ve bu memurların bu hali ihbar dışında bilinemiyordu. Müsadere uygulamalarinın bu kadar yaygın hale gelmesi kendi mal varlıkları da her an tehdit altında bulunan dönemin devlet adamları tarafından eleştirilmekteydi(Mumcu,1985:159).

Tanzimat döneminin seçkin bilim adamlarından olan Ahmed Cevdet Paşa’da madde-i müstekreh (iğrenç) olarak nitelendirdiği müsdere yönteminin İslami kurallara uymadığı düşüncesindedir. Devlet hizmetinde elde edilen mal varlığının kamuya ait sayılması görüşüne dayanılarak asırlarca tatbik edilmiş olan bu yöntemin, devlete pek çok zararlar verdiğini ifade eden Paşa, bu görüşüne gerekçe olarak şu hususları belirtmektedir:

1. Müsadere yöntemi yalnız devlet memurları hakkında uygulanmayıp tüccar ve benzeri kesimlerden az çok ekonomik güce sahip olduğu hissedilen herkese uygulanmıştır.

2. Devlet memurlarının tümü mallarını devlet veya mülkten çalıp gasp etmiş olmadıklarından mevcut olan mallarından evlat ve vereselerini mahrum etmek Allah’ın rızasına, peygamberimizin şeriat-ı mutahharasına ve insaf ve insaniyete uymamaktadır.

Osmanlı tarihinin buhranlı bir devrinde tahta çıkan III. Seim (1789-1807) döneminde müsadere yönteminin ıslah edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Rusya ve Avusturya ile iki yıldan beri devam etmekte olan savaş Osmanlı maliyesini alt üst etmişti. Padişah bu krizi aşabilmek amacıyla devlet adamlarının da reyine başvurarak bır takım çareler aradıysa da başarılı olamadı. Sonunda bizzat işe girişerek para tedarik etmek istedi. Aklına gelen ilk tedbir ise müsadere oldu. Ancak bu uygulama itirazlara uğrayınca. itirazlara cevap olmak üzere neşrettiği bir hatt-ı hümayunda; niyetinin yetim malı ve kendi emeğiyle servet edinmiş kimselerin malına dokunmak olmadığını, ancak sadece devlet kapısında zengin olmuş kimseler den ölenlere ait malların ne ölenin varislerine ne de sultanın kendisine ait oldıığunu, bu malların din ve devlet uğrunda sarf edilmek üzere tamamen hazineye alınacağını belirterek, uygulamanın kendinden önceki padişahlar zamanında da bundan farklı olmadığını vurgulamıştı (Karal,1946:81-83).

Özellikle II. Mahmud (1808-1839) zamanında müsadere yönteminde öyle bir döneme girilecekti ki zengin ve varlıklı herhangi bir kimsenin öldüğünün ihbar edilmesi, terekenin devlet tarafından müsadere edilmesi için yeterli olacaktır. İhbar etme ve bunun karşılığında elde edilen ihbariye ücreti müsadere olayında mekanizmanın işlemesinde kolaylık sağlamaktaydı. Bu uygulamanın muhatapları genellikle ayanlardı. 17. yüzyılın sonlarından itibaren güç kazanmaya başlayan 18. ve 19. yüzyıllarda tüm olumsuzluklarına karşılık faydalı yönleri de olduğundan devletin bir türlü vazgeçemediği ayanlar (Mert,DİA,III:195-198), merkezi otorite karşısında kazandıkları siyasi ve ekonomik güçlerinın de etkisiyle işledikleri suçlardan dolayı genellikle cezalandırılamıyor; ya da hafıf cezalara çarptırılıyorlardı. Merkezden gönderilen valiler, kolaylıkla idam edilip malları müsdere edilirken, ayanlar en fazla azil ve sürgün cezalarına çarptırılmaktaydılar. Bu ise merkezi otoriteniniyice zayıflamasına neden oluyordu.

Merkezi otoriteyi yeniden tesis etmek azminde olan Sultan II. Mahmud, bu amacına ulaşabilmek için müsadere yöntemini etkili bir şekilde kullanmıştı. Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın bir yeniçeri isyanı sonucunda öldürülmesini (16 Kasım 1808) fırsat bilerek, ayanların nüfuzunu kırmak amacıyla, çoğunu idam ettirip mallarını müsdere ettirdi (Mert,DİA,III:195-197). Eceliyle ölen ayanların ise varisleri

olup olmadığına bakılmaksızın terekeleri zapt edilmekteydi. Böylece merkezi yönetimin, gerektiğinde mahalli otoritelerinden askeri, idari ve başka alanlarda faydalandığı ve sağlıklarında cezalandıramadığı ayanların öldüklerinde ayanlıklarını bir tür suç sayarak, servetlerine el koyup cezayı infaz etme anlayışı içinde olduğu görüImektedir.

Bu şekilde Anadolu ve Rumeli deki ayanların nüfuzunu büyük ölçüde kıran II. Mahmud(Nagata,1997:191-193), yapmak istediği ıslahat karşısındaki en büyük engel olarak gördüğü Yeniçeri ocağını kaldırırken de müsadere yöntemine başvurdu. 1826 tarihinde top güleleriyle dağıtılan bu ocağın izlerini tamamen silmek ve yeniden toparlanmasına fırsat vermemek üzere sağa sola dağılan yeniçerilerin sığınak yeri haline gelmiş olan Bektaşi vakıflarına ait malvarlıkları müsdere edildi. Bu vakıflar 14. yüzyılın ikinci yarısında Yeniçeri teşkilatının Bektaşi tarikatına bağlanmasının ardından tarikatın hoşa gitmeyen tutumlara girmesini engellemek ve Anadolu’da Safevi propagandasının etkisini azaltmak amacıyla özellikle II. Bayezid zamanında bir hayli zengileştiri1mişti(Ocak, DİA V:378).

Her ekonomik buhran sırasında müsadere yöntemine başvurulması, toplum ve devlet ileri gelenleri arasında eskiden beri mevcut olan müsadere karşıtı görüşlerin iyice güç kazanmasına neden olduğ Ayrıca 16. ve 17. yüzyılların hukuk anlayışı 19. yüzyılda doğal olarak değişmeye başlamış, dünya hukukundaki gelişmelerin paralelinde daha yumuşak bir anlayış yerleşmeye başlamıştı.19. Yüzyılın değerli aydınlarından Ahmed Cevdet Paşa; devlete düşen görevin memurlara ait mal varlığının kaynağını şüpheli görerek müsadere yoluna başvurmak değil, onların haksızlık yapmasına fırsat vermemek olduğunu ifade ederek bu yeni anlayışı tebarüz ettirmektedir. Osmanlı sultanları da bu gerçeği kabul ettiklerinden II. Mahmud (kendisi de pek çok ayanın malını müsadere etmiş olmasına rağmen) döneminde bu yöntemin ıslah edilmesine teşebbüs edildi(Mumcu,1985:259). Musadere meselesinin çözüme kavuşturulması bir zarüret halini almıştı. Yeniçeri Ocağının kaldırılması üzerine 17 Haziran 1826 günü, ümera ve ulema toplantısından sonra tamim olunan fermanda Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı belirtildiği gibi müsderenin de kaldırıldığı ilan edilmiştir. II. Mahmud söz konusu fermanında “bundan böyle saltarıatın millet ıçin bir dehşet, bir korku kaynağı değil bir destek olmasını istiyorum. Bunun için

kişinin malına devletçe el konulması ge1eneğini kaldırıyorum” demesine ve müsaderenin ancak kamu malı olduğu mahkeme kararıyla saptanan servetlere uygulanması kuralını getirmesine rağmen müsadere tamamen kalkmış olmuyordu.

Bu ferman, müsadere usulünü tamamen ortadan kaldırmamış, devlet memurları dışında çeşitli yollardan servet sahibi olmuş kimselere ait malların bundan böyle müsadere edılemeyeceği hükmunü koymakla yetinmiştir.

Nihayet 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanıyla mahkeme kararı olmaksızın hiç kimsenin mallarına el konularnayacağı esası kabul edilmiş ve böylece keyfi müsadere uygulamalarına son verilmiştir. Bütün Osmanli tebasına can, ırz, namus ve mal güvenliği vadeden fermanda, müsadere uygulamlarının sakıncalarına da temas edilerek özel mülkiyeti sürekli olarak tehdit altında bulunduran bu yöntemin insanların çalışıp üretme azmini kırmak suretiyle ülkenin kalkınmasını engellediği önemle belirtilmişti (Ögün, Osmanlı, VI:374).