• Sonuç bulunamadı

İmam Şâfiî‟ye göre mürsel haber, Hz. Peygamber‟in sahabilerine yetişmiş tabiunun munkatı olarak Hz. Peygamber‟den yaptığı rivayetlerdir.832

829

Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 494.

830

Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 495; Cüveynî, et-Telhis, II, 406; Cüveynî, el-Burhan, I, 252; Şîrâzî, el-Luma„, 169.

831

Görmez, Sünnetin ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, 195.

832

Şâfiî usûlcüler de mürsel haberi şu şekilde tanımlamışlardır: Hz. Peygamber‟e muasır olmayan birinin, -bu kişi tabiun veya bir başka dönemden olabilir- hadisi Hz. Peygamber‟e izafe etmesi veya sahabe döneminde yaşamayan birinin hadisi sahabilerden birine nispet ederek aktarmasına mürsel haber denir.833

Mürsel hadisle amelin gerekli olup olmadığı müctehidler arasında tartışma konusudur. Fukahanın ekserisi, mürsel haberle amelin vacip olduğu görüşündedir. Bunlar arasında; Ebu Hanife, Irak ehli, İmam Malik ve Medine ehli vardır.834

Ancak İmam Şâfiî ve Şâfiî usûlcüler mürsel haberle amel edilemeyeceğini prensip olarak benimser.835

İmam Şâfiî mürselin anlamında meçhullük olduğunu, asıl ravisinin belirtilmesi halinde, rivayetinden hoşlanılmayan birinin ortaya çıkabileceği ihtimalinin bulunduğunu belirterek genel anlamda reddeder.836

Şirazî, ravinin rivayette bulunduğu şahsı adil olarak gördüğünden irsalde bulunduğunu, ancak ravi nezdindeki bu adaletin irsalde bulunulan kişinin haberiyle amel etme gerekliliğini doğurmadığını dolayısıyla kendisinden rivayet yapılan ravinin araştırılması için isminin atlanmaması gerektiğini vurgular.837

Sem‟ânî de, ravinin haberi işittiği kimsenin ismini tesmiye etmekten sükûtunu, ravinin rivayeti yaptığı şahsın zayıflığına ve adaletli olmayışına hamletmektedir. Bu durum, rivayetin kabulüne engel teşkil eder. Sem‟ânî, yukarıdaki görüşe ilave olarak da şunları getirir; “Raviler adet üzere, rivayet ettikleri şahsın ismini zikrederler ki, sened Hz. Peygamber‟e kadar ulaşsın ve raviler

833

Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 497; Cüveynî, et-Telhis, II, 418; Cüveynî, el-Burhan, I, 243.

834

Hanefiler, hicri ikinci ve üçüncü asırdaki mürselleri ittifakla kabul etmişler, ancak bu asırdan sonraki mürsellerin kabulünde ihtilaf etmişlerdir: Kerhi, asırlardan ötürü mürsellerin kabulünde bir fark görmez ve şöyle der: “Müsned rivayeti kabul edilenin, mürsel rivayeti de kabul edilir.” İsa b. Eban, irsalde bulunan kimsenin, ilim nakli yönüyle meşhur olması şartını koyar. Ebu Bekr er-Râzî ve Serahsi (ö. 490/1096), hicri üçüncü asra kadarki mürselleri geçerli sayar. (Şevkânî, İrşâdu‟l-Fuhul, I, 315, 318.)

835

Şâfiî, er-Risale, 236, No. 1276; Cüveynî, el-Burhan, I, 245.

836

birbirinden kopmasın. Aksi takdirde haberi rivayet edenin tilaveti ve künyesi kaybolur. Ayrıca hadisin isnadıyla rivayetinin bu ümmetin mehasinlerinden olduğunu ve bir başka ümmete verilmediğini belirtir. Bu nedenle de bu ümmetin selefleri isnadları talep etmiş ve isnadlardan ayrı olan hadisleri de munkatı olarak isimlendirmişler.838

Cüveynî, haberlerde dikkate alınan sikalığın, yaygın olan görüşle sabit olduğunu, sikalığın bozulması halinde de haberin kabulünde tevakkuf yapılması gerektiği görüşünü benimser ve şunları ifade eder: “Sikalık için aranan kriterlerin farklı olmasından ötürü mürselin bazı yönleri reddedilmekte bazı yönleri de kabul edilmektedir. Nitekim bazı kimseler sikalık için hürriyet ve adalet gibi şartları dikkate almayıp genel olarak soyut bir sikalığı kabul eder.”839

Gazzâlî‟de adil birinin rivayette bulunmuş olması halinde, atlanan kişinin tâdil edilmeyeceğini savunur.840

Bazı durumlarda gerek İmam Şâfiî gerek Şâfiî usûlcüler bir takım şartlar arayarak mürsel haberin kabulüne yanaşır. İmam Şâfiî‟nin mürsel hadislerin bir kısmını kabul ederken aradığı kriterler şunlardır:

1. Sika ravilerin, mana itibarıyla mürsel hadisin benzeri bir başka hadisi rivayet ederek, Hz. Peygamber‟e isnat etmeleri durumunda mürsel hadisi doğru kabul eder. Bu tür bir mürsel aşağıda sıralanacak mürsellere göre daha kuvvetlidir.

2. Mürsel hadisin, muteber ravilerce rivayet edilen başka bir mürselle muvafık olmasını arar. Eğer bulamazsa başka arayışlara girileceğini belirtir. Şöyle ki; tabiunun mürsel olarak rivayet ettiği hadise uygun bir sahabi görüşünün bulunması. Bu durum hadisin doğru bir kaynaktan çıktığını gösterir.

3. Çoğu âlimin, mürsel hadise uygun tarzda fetva vermiş olması. 4. Mürsel hadis ravisinin hadisi kimden aldığını ismen belirtmesi

838 Sem‟ânî, Kavâtıu‟l-Edille, I, 380. 839 Cüveynî, el-Burhan, I, 244. 840 Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 497.

5. Mürsel hadis ravisinin, bu tür bir hadis rivayetinde bulunan muhaddislerden biriyle birleşmesi ve ona muhalefet etmemesi. İmam Şâfiî bu tür mürsel hadisleri muttasıl hadis seviyesinde değerlendirmediğini de belirtir.841

İmam Şâfiî‟nin koşmuş olduğu bu şartlara Şâfiî usûlcülerin bir kısmı ile bazı müctehidler itiraz etmiştir: İmam Şâfiî‟nin adil bir kimsenin mürsel rivayet ettiği haberi bir başkasının müsned olarak rivayet etmesi şartını geçerli sayışına katılmadığını Kadı Ebubekr el-Bakillani şu şekilde belirtir: “Böyle bir şartın koşulmasının anlamı yoktur. Her ne kadar müsned mürselin sıhhati için delil olsa da, bir yönden hadis müsned rivayet edildiği zaman842

mürsele ihtiyaç olmaz. Dolayısıyla bu görüş geçersizdir.

Cüveynî de, İmam Şâfiî‟nin mürsel hadisi geçerli sayarken aradığı şartların bir kısmına itiraz etmektedir. Nitekim İmam Şâfiî‟nin rivayet şartlarına uymayan bir mürseli,843

sahih habere muvafık olması halinde geçerli saymasını bir kıyaslamaya giderek şu şekilde eleştirir: Zayıf birinden yapılan rivayet, adil olan birinin haberine uygun düştüğünde sıhhatine hükmedilemeyeceği gibi bu tür bir rivayet de geçerli değildir.844

Ayrıca mürsel hadisin, muteber ravilerce rivayet edilen başka bir mürsele muvafık olması gerekir şartının dikkatle incelenmesi gerektiğini vurgular. Ona göre mürsel, hadis usûlünde zayıf olarak kabul edilir. İrsalin çok olması, onu kuvvetli hale getirmez. Zayıf olan bir kimseden yapılan rivayet ameli gerekli kılmadığı gibi zayıflardan oluşan bir gruptan yapılan rivayet de aynı hükümdedir. Cemaatin yaptığı irsal kabul için tesir edecek olursa aynı şekilde tek kişinin irsalle yaptığı rivayetin kabulüne kanaat getirmek gerekir. Mürsel hadise, çoğu âlimin uygun tarzda fetva vermiş olması şartı da usûle aykırı bir şekilde çoğunluğun uygun görüp hüküm vermesine hüccet teşkil etmez. Çünkü mürselin bu şekilde takviyesi

841

Şâfiî, er-Risale, 235, 236, No. 1265, 1275.

842

Bu itiraza Nevevî (ö. 676/1277) tarafından cevap verilmiştir: Cem edilmesi mümkün olmayan sahih iki hadis tearuz ettiğinde ortaya çıkar. Bu iki hadisten mürsel olan diğer hadise tercih edilir. (Şevkânî, İrşâdu‟l- Fuhul, I, 64.)

843

caiz olursa, aynı şekilde zayıf raviden yapılan rivayetin de takviye edilmek suretiyle caiz olması gerekir. 845 Ayrıca İmam Şâfiî, “genel” tabirinden ulemaların çoğunluğunu kastedecek olursa, bu takdirde mürselin kabulünde de icmâyı şart koşmuş olur. İcmânın sabit olması halinde ise mürsele ihtiyaç duyulmaz.846

Cüveyni‟nin bu eleştirel yaklaşımına kısmen katıldığımızı söyleyebiriz. Nitekim zayıf bir ravinin rivayetinin geçerliliğini, lafız veya mana yönüyle muadil sahih bir haberin varlığına bağlamamız halinde, bir haberin sıhhati için ravide aranan şartların koşulması büyük ölçüde önemini yitirebilir.

Mürsel haberi kabul edenler, sahabe ve tabiunun adil bir kimsenin mürselini kabul konusundaki ittifakını gerekçe göstermişlerdir. Nitekim; İbn Abbas, pek çok hadis rivayet etmiş olmasına rağmen, yaşının küçüklüğü sebebiyle Hz. Peygamber‟den sadece dört hadis işittiği söylenmiştir. İbn Abbas, bu durumu “riba nesiededir”847

hadisinde açıkça dile getirerek; “Bunu bana Usame b. Zeyd haber verdi” demiştir. Ayrıca İbn Abbas, “Allah Resulü Akabe cemresini atıncaya kadar telbiye yapardı” 848

şeklinde rivayette bulunmuş, kendisine bu haberle ilgili müracaat edilince de; “Bunu bana kardeşim Fazl b. Abbas haber verdi”849

demiştir. İbn Ömer, Hz. Peygamber‟den, “Kim cenaze namazını kılarsa, ona bir şu kadar (kırat) sevap vardır.”850

sözünü rivayet etmiş, daha sonra bu haberi Ebu Hureyre‟ye isnad etmiştir. Ebu Hureyre, “Kim Ramazan‟da cünüp olarak sabahlarsa, orucu bozulmuştur.”851

hadisi için “Bunu ben söylemiyorum. Kâbe‟nin Rabbine yemin

845

İbn Subkî, Cüveynî‟nin bu değerlendirmesine şöyle cevap verir: “İmam Şâfiî ne çoğunluğun görüşünü ne de icmâyı arzu etmiştir. Maksadı ilim ehlinin çoğunluğudur. Zanna dayalı bir şey takviye edildiği takdirde onunla amel edilir. Mürsel, haddi zatında zayıftır. İlim ehlinin çoğunluğunun görüşü de aynı mahiyettedir. İkisi birleştiğinde zannı galip oluşur. (Cüveynî, et-Telhis, II, 342.)

846

Cüveynî, et-Telhis, II, 427.

847

Buhârî, Buyu 79.

848

Buhârî, Hacc 22.

849

Buhârî, Buyu 79; Müslim, Musakat 86, 102; Nesai, Buyu 50; İbn Mace, Ticarat 49.

850

Müslim, Cenaiz 54; Tirmizi, Cenaiz 49; Nesai, Cenaiz 79; İbn Mace, Cenaiz 34.

851

olsun ki bunu Muhammed (s.a.v.) söyledi” diyerek, rivayet etmiş; Bu haber için kendisine başvurulunca da; “Bunu bana Fadl b. Abbas haber verdi” demiştir.852

Berâ b. Azib de “Size aktardığımız hadislerin hepsini biz Hz. Peygamber‟den duymuş değiliz. Bir kısmını ondan duyduk; bir kısmını da onun arkadaşlarından” demiştir. Tabiuna gelince; Nehai: “ „Eğer haddeseni fulanun an Abdillah‟ dersem bana hadisi nakleden odur. Eğer „Kale Abdullah‟ dersem bunu birçok kişiden işitmişimdir” demiştir. Daha birçok tabiundan mürsel hadisi kabul ettikleri nakledilmiştir.853

Şâfiî usûlcüler zikri geçen gerekçelerle ilgili kanaatlerini şu şekilde ortaya koymuşlar:

Cüveynî‟nin mürselle ilgili değerlendirmesi şöyledir: Sahabe İbn Abbas‟ın Hz. Peygamber‟den az haber işittiğini ve pek çok rivayette bulunduğunu bilmektedir. Aynı şekilde tabiun da bunu bilmekte ve rivayetlerini de kabul etmekteydi. Cüveynî, zikri geçen sahabilerin delil olarak getirilmesinden ötürü ikna olmadığını, zira aynı asırda icmâ etmeleri mümkün olmayan birçok grup tarafından hadislerin irsal edildiğini belirtir. İbn Abbas‟la ilgili olarak şu şekilde devam eder: “Bir kimsenin kısa bir müddet içinde pek çok şeyi işitmesi mümkündür. İbn Abbas‟ın sadece dört hadis işittiği yönündeki ifade büyük bir yalandır. Biz biliyoruz ki şeriatı nakletmede istekli bir kimsenin, bir günde, sözü, fiili, sükûtu şer‟ olan hakkında dörtten fazla hadis işitir.854

Şayet biz İbn Abbas‟ın temyizinden, Hz. Peygamber‟in vefatına kadar vakti baz alacak olursak bu pek çok seneye ulaşır ki bu durum söylemlerinin butlanına delalet eder. Bir veya iki hadisle onun irsaline dair rivayette bulunanların bu çabası da hüccetlerini güçlendirmez. Zira mürselle amele dayanak olarak getirilen delil icmânın terkine delalet eder. Bu nedenle de bizim için icmâ iddiası doğru değildir.” Cüveynî, bu delillere yönelik cevabını ve eleştirilerini

852

Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 498.

853

zikrettikten sonra, sahabe mürselini kabul ettiğini, Allah Teala‟nın onları adaletle nitelendirdiğini belirtir. Bu şekilde sorunun ortadan kalkacağını da zikreder.855

Gazzâli de zikri geçen dayanakların doğru olduğunu ve bir kısım sahabenin mürsel haberleri kabul ettiğinin bir göstergesi olduğunu kabul eder. Ancak zikredilen örneklerden, sahabenin bir kısmının da mürsel haberleri kabul etmediğinin anlaşıldığını, İbn Abbas‟ın, adaletlerinden kuşku duymadığı İbn Ömer ve Ebu Hureyre ile sadece ravinin açığa çıkması için tartıştığını da belirtir. Ona göre bu konu ictihadi olup icmâ sabit olmamıştır.856

Gazzâlî tercih ettiği görüşü de şu şekilde açıklar: “Tabiun veya sahabe, sarih haberi sadece sahabeden rivayette bulunmakla tanınıyorsa, bunun mürseli kabul edilir. Eğer böyle tanınmıyorsa kabul edilmez. Çünkü onlar bazen, hiç sohbeti bulunmayan bedevi gibi sahabe olmayan kimselerden rivayette bulunmuşlardır. Bizim için sabit olan sadece sohbet ehlinin adaletidir. Nitekim Zühri, irsal yaptıktan sonra “Bunu bana Abdülmelik‟in kapısı önünde bir adam haber verdi” demiştir. Yine Urve b. Zübeyr, Büsre‟den naklettiği bir haber hususunda “Bunu bana muhafızlardan biri haber vermişti” demiştir.857

Sem‟ânî, tüm sahabenin adil olduğunu bu nedenle de adaletli oluşlarına dair ictihadda bulunulamayacağını belirtir. Bu iddiasını da Kur‟an‟dan ve Sünnetten deliller getirerek ispat etmeye çalışır: “… işte onlar, Rableri yanında, sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir…”858

Hz. Peygamber: “Ashabım

yıldızlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” 859

buyurmuştur. Sem‟ânî, sahabeden sonra gelen nesillerin adaleti hususunda ictihada

855

Cüveynî, et-Telhis, II, 424.

856 Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 499. 857 Gazzâlî, el-Mustasfa, I, 500. 858 Hadid, 57/19. 859

Mevzu bir hadistir. İbn Abdu‟l Berr “Câmiu Beyani‟l İlm” adlı eserinde tahriç etmiştir. Albani, zayıf hadisler zincirinde bu hadisten 58, 59, 60, 61 nolu rakamlarla bahsetmiştir. (Şevkânî, İrşâdu‟l-Fuhul, I, 337.)

ihtiyaç duyulduğunu belirterek şu sözü kaydeder: “Adaletini bilmediğimiz kişinin haberiyle amel etmek caiz değildir.”860

Sem‟ânî, kendi döneminden önceki eserlerden yapılan nakillerin İmam Şâfiî‟nin sadece İbn Müseyyeb‟in (ö. 100/718) mürsellerini kabul ettiği ve diğer tabiun mürsellerini dışarıda bıraktığı yönünde bir mahiyet arz ettiği iddiasına karşı çıkar. Ona göre, İmam Şâfiî‟nin, İbn Müseyyeb‟in mürsellerini kabul etmesindeki temel neden; bu mürsel hadislerin aslının muttasıl olmasıdır. Bunun benzerini; Ata, Hasan (ö. 110/728), Nehai (ö. 96/713), Mekhul‟ün (ö. 116/734) mürsellerinde görseydi onların mürsellerini de gönül hoşnutluğu içinde kabul edeceğini ifade eder.861

Sem‟ânî, tabiun mürsellerinin ekserisinin; Hasan, Nehai, Ata, Mekhul, İbn Müseyyeb, Ebu Hilal (ö. 95/714), Şabi (ö. 103/712) ve Zühri‟den (ö. 124/742)

çıktığını belirtir. Yukarıda zikri geçen fakihlerin bazı hadisleri meçhul kişilerden rivayet ettiği halde, hadis ehli arasında bir sıkıntı oluşturmadığını da kaydeder.862

Şirazî, sahabenin sahabeden irsal yapması halinde bu tür bir irsalin kabul edilmesi gerektiğini bildirir. Gerekçe olarak da sahabenin adaletinin sabit olmasını getirir. Ancak tabiun hakkında aynı şekilde hüsn-ü zanna sahip değildir. Bir kısım tabiunun, diğer bir kısımdan rivayette bulunması halinde, tabiunun adil oluşu sabit olmadığından durumlarına ilişkin bir araştırma yapılması gerektiğini savunur. Şirazî, İmam Şâfiî‟nin İbn Müseyyeb‟in mürsellerini tercihi hususunda istihsanda bulunduğunu kaydeder. 863

Şâfiîler, sahabenin adalet niteliğinin genel kabul görmesi nedeniyle mürsellerini kabul etmektedir. Ancak tabiun mürsellerini kabul etmede birtakım şartlar ileri sürerek daha titiz davranmışlardır. Bunun nedeni; tabiun‟dan olan ravilerin, bazı mürsel haberleri tanınmayan kişi veya gruplardan almasıdır.

860 Sem‟ânî, Kavâtıu‟l-Edille, I, 385. 861 Sem‟ânî, Kavâtıu‟l-Edille, I, 385. 862 Sem‟ânî, Kavâtıu‟l-Edille, I, 382.