• Sonuç bulunamadı

1.5. Aile İşletmelerinin Kuruluşu ve Gelişimi

1.5.1. Mülkiyet Ekseni

Dünyada aile isletmelerinde mülkiyetin el değiştirme tercihleri farklılık göstermektedir. Bir araştırmaya göre küresel anlamda aile işletmelerini yöneten kuşağın %28’i işletmelerini bir sonraki kuşağa satmayı veya vermeyi düşünürken, %23’ü birleşme, %20’si ticari satış, %14’ü yönetimin satın alması veya bir başka yönetici gruba satmayı, %13’ü özel sermaye gruplarına açılmayı, %8’i çalışanlarına satmayı, %6’sı halka arzı düşünmektedir (Thornton, 2005’den Akt. Özbaşar, 2006: 4).

Tüm ailelerde aynı şekilde olmasa da genel olarak aile işletmelerinin dönüşümü şu şekildedir: Genel olarak bir kurucunun yer aldığı ve tek kişini yönettiği “tek patron” dönemi, zaman ilerledikçe “kardeşler arası ortaklıklar” dönemi ve özellikle de ikinci ve üçüncü kuşak neslin dâhil olduğu “kuzenler arası ortaklıklar” dönemi.

1.5.1.1. Tek Patron Dönemi

Aile işletmelerinde, genel olarak kuruluşunun ilk yıllarına tekabül eden ve de genelde kurucunun söz sahibi olduğu dönem “ tek patron” dönemidir. Bu dönemde genelde işletmenin tüm hisselerinin sahibi ya tek kişidir ya da hisselerinin küçük bir

kısmı başka kişilerde özellikle de yakın aile çevresindedir. Çoğunlukla aile içerisindeki girişimci ve de lider olan bir tip tarafından kurulan işletmede iyi bir yönetim kurulunun olduğunu söylemek güçtür. Yönetim kurulu varsa bile en yakındaki çok da aktif olmayan anne, baba, eş gibi aile üyelerinden oluşan yönetim kurulunda genel olarak söz sahibi ve otorite kurucudur. Hatta kurucu yönetim, üretim, satış, muhasebe gibi birçok fonksiyonu kendi başına idare eder ve problemlerde kendi başına çözüm üretir.

İşletmede mutlak söz sahibi olan tek bir kişinin bulunduğu bu tip şirketler, işlerin tek elde toplanmasından dolayı bazı zorluklar çekebilmektedir. Gersick’e göre (1997: 32) “özellikle ilk gelişme yıllarında yeterli sermayeye sahip olmayan şirketlerin sermaye temini konusunda problemleri olmaktadır. Bunun yanında aile üyesi küçük hisse sahiplerinin isteklerini karşılayabilme ve de işletme büyürken ileride nasıl bir mülkiyet yapısının oluşacağı en önemli problemlerindendir”. Ayrıca işletmenin birçok fonksiyonunu yöneten ve elinde tutan “tek patron” sisteminde işletme büyüdükçe, işletme kendini aşmaya başlamaktadır. Tek patron işlere yetişememekte ve de işletme iyi organize olamamaktadır. Yine kurucunun rahatsızlanması veya başka bir nedenle çalışamaması iş yerini felce uğratmaya yeterlidir (Ateş, 2003: 28).

1.5.1.2. Kardeşler Arası Ortaklıklar

Yönetim ve mülkiyetin değiştiği bir sonraki aşama kardeşler ortaklığıdır. Bir işletme tek patron döneminden, kardeşler ortaklığı dönemine geçebildiği gibi, aynı zamanda da kardeşler ortaklığı şeklinde de kurulmuş olabilir. Kardeşler ortaklığı, işletme sahibinin kardeşi veya kardeşleriyle kurduğu ortaklık olabileceği gibi işletme sahibinin çocukları ile kurduğu veya işletme sahibinin işleri çocuklarına devrettiği bir işletme şeklinde olabilir. Bu şekildeki bazı işletmelerin içerisinde etkin olarak görev yapan kurucu nedeniyle “tek patronlu” işletme özelliği devam edebilmektedir.

Gersick’e göre (1997: 41) kardeşler arası ortaklıkların en özelliği, “işletmenin kontrolünün en az iki kardeşin elinde bulunması ve bir neslin işletme kontrolünde etkin olması”.

International Finance Corporation adlı kurumun (Abouzai, 2011: 15) hazırladığı rapora göre, kardeşler arası ortaklıkların olduğu şirketlerde artık, daha fazla aile üyesi, işletme içerisinde yer almaya başlamıştır. Böylelikle bir önceki döneme göre nispeten işler daha karmaşık hale gelmiştir. Kardeşler arası bir ortaklığın mevcut olduğu ortaklıklarda, kardeşler arası uyumu sağlamak, iş süreçlerini ve prosedürlerini oluşturmak, aile bireyleri arasında etkili iletişimi sağlamak ve de işletmenin nasıl ve kimler tarafından yönetileceği, bu işletmelerin en önemli ve en problemli taraflarıdır. Gersick (1997: 41) de buna benzer değerlendirme ile kardeşler arası ortaklıkların en problemli taraflarını şu şekilde görmektedir.

 İşletme sürecinin nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirileceği

 İşletmede aktif görev almayan diğer kardeşler veya aile üyelerinin rolü  Sermayenin nasıl elde tutulacağı; başka bir deyişle kazanç, yatırım ve

tüketimin nasıl yapılacağı.

 İşletme içerinde veya dışarıda bulunan aile üyeleri arasında iletişim

1.5.1.3. Kuzenler Arası Ortaklıklar

Amerika’da yapılan bir araştırmada, tüm aile şirketlerinin yaklaşık % 75’i bir kişinin ya da evli bir çiftin sahip olduğu ve yönettiği şirketlerdir. Yine Amerika’daki aile şirketlerinin % 20’si kardeşler arası ortaklık diyebileceğimiz ortaklıktır. Kalan % 5’lik kısım ise kuzenler arası ortaklıktır ve de ortaklıklar içerisinde en düşük yüzdeye sahip olan ortaklık çeşididir (Gersick, 1997: 31).

Kuzenler arası ortaklıklar aile şirketlerinde mülkiyetin evriminin en son aşamasıdır. Bu aşamada hissedar olan pek çok kuzen bulunur; aynı zamanda şirkette çalışan ve çalışmayan hissedarlar ayırımı daha belirgin ortaya çıkar. Yapı olarak kardeş ortaklığına benzerlik gösterir. Şirketin bu aşamaya gelmesi en az üç kuşak gerektirir. Bu nedenle kuzen ortaklıkları diğerlerine göre çok daha karmaşık yapıdadır (Ateş, 2003: 32-33).

Gersick’e göre bir kuzenler arası ortaklığın olduğu bir aile işletmesinde en önemli iki noktaya dikkat edilmesi gerekir. Bunlardan birincisi, aile ve işletme ortaklarının karmaşıklaşan yapısını yönetebilmek ikincisi ise işletme için sermaye piyasası oluşturabilmektir (Gersick, 1997: 48).

Büyüyen ve gelişen bir aile işletmesi konumunda olan aile şirketleri, aile üyesi çok fazla ortağı bünyesinde barındırmaktadır. Bazı tanımlarda bu tip ortaklığın oluşabilmesi için en az on ortağın bulunması gerektiği de söylenmektedir. Amca, dayı, hala, teyze, kardeşler, büyükanne, büyükbaba, kuzenler, damatlar gelinler gibi ailenin birçok ferdi işletme içerisinde bulunmaktadır. Akrabalık bağları güçlü olduğu için bu tip işletmelerde duygusal yoğunluk, aile işletmesi olmayan şirketlere göre daha fazladır. Bu yoğunluğun, kurumsallaşmayı henüz sağlayamamış işletmelerde negatif bir etki yapması kuvvetle muhtemeldir. Bu şekil şirketler büyüme sürecine girdikten sonra işletme içerisinde, kurumsallaşma sürecini başlatabilmiş ve de oturtabilmiş ise çok daha iyi yönetilebilme imkânına sahip olmaktadır.

Gersick’in bahsettiği bir diğer nokta ise büyümüş bir aile işletmesinin, yeni işler yapması, büyümenin devamı için yeni sermayeler elde edilmesi ve de sermayenin elde tutulması gerekmektedir. Büyümüş bir aile şirketinde sermaye temini konusunu Gersick, sermaye piyasasına girebilme imkânı ile değerlendirmektedir.

Sermaye piyasası, yatırımcılar, tasarruf sahipleri ve bunlar arasındaki fon akımını sağlayan aracı kurumlar ve bankalar, yatırım ortaklıkları ve yatırım fonları gibi aracı ve yardımcı kuruluşlardan oluşan, modern finansman sistemidir (Ceylan ve Korkmaz,2004:18). Yani yatırım yapmaya hazır son derece dağınık birçok kişinin, yatırıma ihtiyacı olan daha az sayıda girişimci etrafında birleşmesidir.

Kredi temin etmede sorunlar yaşayan ve öz kaynakları yetersiz olan KOBİ’ler için sermaye piyasasından fon elde etme, önemli bir finansman alternatifi olarak karşımıza çıkmaktadır. KOBİ’ler hisse senedi, tahvil, hisse senedi ile değiştirilebilir tahvil, kara iştirakli tahvil, katılma intifa senetleri, kar ve zarar ortaklığı belgesi, hisse senedi ile değiştirilebilir kar ve zarar ortaklığı belgesi ve finansman bonosu

aracılığıyla sermaye piyasasından fon sağlayabilirler. Sermaye piyasası KOBİ’ler için önemli bir finansman kaynağı olmasına rağmen, daha önce de belirttiğimiz gibi KOBİ’ler bu olanaktan çok fazla yararlanamamaktadırlar. KOBİ yöneticilerinin geleneksel “yönetim bizde olsun, kimse karışmasın” anlayışı; KOBİ’lerin halka açılırken katlanmak zorunda oldukları bağımsız denetim ücretleri, reklam giderleri, hisse senedi basımı, ilan ve duyuru giderleri, satış komisyonu; şirketlerin küçük ölçekli olmalarından dolayı sermaye piyasalarına açılmanın çok fazla yarar getirmeyeceği düşüncesi; KOBİ’lerin sermaye piyasasının öngördüğü organizasyona ve muhasebe sistemlerine sahip olmamaları ve kimi işletmelerin kayıt dışı kalarak vergi ödememe eğilimleri Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin sermaye piyasasına girmelerinin önündeki önemli engellerdir (Kutlu ve Demirci, 2007: 192).