• Sonuç bulunamadı

Müderris kelimesi sözlükte “okumak, anlamak” olarak geçmektedir. Müderris kelimesi 5. yüzyılda Nizamiye Medreselerinde en yüksek rütbede ders veren kişiler için kullanılmıştır. Müderris kelimesinin yanı sıra Nizamiye Medreselerinde “tedrîsü’n-Nizâmiyye” gibi tabirler kullanılmıştır. Nizamiye medreselerinin yanı sıra diğer medreselerde de bu tip adlandırmalara rastlanmaktadır. Selçuklular döneminde ki medreselerde müderris atamaları Divan-ı Vezaret’ten16 çıkmış olan karardan sonra Nizamülmülk’ün imzasıyla gerçekleşirdi.

Bunun dışında müderris atamaları kısa bir süre de olsa sultanlar ve halifelerin emirleriyle atamalar sağlanmıştır. Selçuklular döneminde ise atamalarda da hocaların aldığı belge türü, liyakat ve hoca kalitesi önemliydi. Müderrislerin atanmasında vücut ölçülerinin uyumu, aklı, zeki oluşu, kültürü, adlî anlayışı, cömert gibi özellikleri olması ayırt edici unsurlardı. Müderris ataması yapılırken de onlara özel bazı merasimler düzenlenirdi. Müderrisler çok özel hazırlanırlar ve atanma süreçleri gerçekleşirdi. Selçuklular döneminde müderrisler genellikle atandıktan ölene kadar görevlerini ifa etmiş olup sadece Alparslan zamanında bir müderrisin azledildiği bilinmektedir. Müderris ücretleri de görevlerini ikda ettiği vakıf

16vân-ı Vezâret, Büyük Selçuklular Devleti’nde önemli işlerin görüşülüp bir karara bağlandığı büyük divana

verilen isimdir. Vezirlik makamı İran kaynaklı olup daha önceki Türk-İslam devletlerinden de örnekler barındırmaktadır. Bu büyük divana vezirler başkanlık ederken, divana katılanlar ise müstevfi, tuğraî, müşrif, arız’ul-ceyş’den oluşmaktaydı (A. Özaydın (2013). “Vezir”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 43, s. 82-87).

30

gelirlerine göre belirlenirdi. Müderrislerin birçoğu genellikle iyi yetişmiş, bilgili ve genel kültürü gayet iyi olurlardı. Müderrisler mütevâzî olup kendi maaşlarıyla geçinirlerdi. Müderrislerin bir kısmı da genellikle şair, edebiyat ve hat konusunda iyi yetişmişlerdir (Bozkurt, 2006: 467-468).

Osmanlı Devleti’nde ise müderrislik kavramı medrese kurumunun kurumsallaşmasından itibaren ilmiye teşkilatında yerini almıştır. Osmanlı Devleti’nin merkez ilmiye teşkilatında müderrislik, kadılık ve müftülük üç temel öğelerdi. Müderris kavramı da ders veren çeşitli uzman kişilere verilen isimdi. Medrese hayatı yerini yüksekokullara bırakınca dahi müderris kelimesinin kullanımı devam etmiştir. Zira 19. yüzyılda eğitim veren kişiler müderris olarak adlandırılmıştır.

Diğer Türk-İslam devletlerinde medrese hayatının en önemli unsurlarından birisi olan müderris kavramı Osmanlı Devleti’nde de medrese kurumunun en önemli öğelerinden birisi olmuştur. Müderris kavramının önemli oluşu icazetnamelerde hem müderris isminin hem de okuttukları derslerin isimleri geçmesi bakımından önemlidir. Müderris unvanı ulema sınıfında da belirli bir yeri olduktan sonra hiyerarşik bir yapı kazanmaya başlamıştır. İlk zamanlarda Osmanlı medrese hayatında görev yapan müderrisler önemli ailelerden gelmekteydiler. Zaman geçtikçe sınırların genişlemesine paralel olarak medreselerin çoğalması müderrislerin sıradan kişilerden olduğu da görülmektedir.

Osmanlı Devleti’nde 17. yüzyıla gelene kadar müderris ataması, kadıaskerlerin önerisiyle yapılmaktaydı. Bundan sonraki yıllarda ise “Haşiye-i Tecrîd17, Miftâh18 uygulaması

hâkimdi. Atamalarda kırklı medreselerin tayini için kadıaskerler tarafından görülmekteydi. Müderris atamalarında en yüksek rütbede olan kişilerin tayinleri padişahın teklifleri ve sadrazamın padişaha yaptığı arzlar sonucunda gerçekleşmekteydi. Padişahların bazı müderrisleri tayin ettiğine dair sadrazamın verdiği birçok telhisler vardır.

17Hâşiye-i Tecrid medreseleri müderrislerin günlüğünün 20 ile 25 akçe arasında olan medreselerdir. Arapça

gramer, Sarf ve nahiv, Mantık, Teoloji, Astronomi, Belagat, Geometri bu medreselerde okutulan derslerdi. Tecrid adı verilmesi ise Nasreddin Tusi’nin Tecrid aslı kitabının ana ders kitabı olarak okutulmasından dolayıdır (A. Boy (2017). Medreselerin Kısa Bir Geçmişi ve Kayseri Medreseleri, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4(1), 60).

18Miftah medreseleri ise müderrislerin günlüğünün 30 ile 35 akçe arasında olan medreselerdir. Miftah

medreseleri Hâşiye-i Tecrid medreselerinin bir üst derecesinde olan medreselerdir. Bu medreselere aynı zamanda otuzluk medrese adı da verilmekteydi. Miftah medreselerinin ismi ise 1160 ve 1229 yılları arasında

“Maveraünnehir”de yaşamış “Sekkaki” adında ünlü bir ilim adamının yazmış olduğu “Miftah-ülİlm” adlı bir

edebiyat kitabının okutulmasından almıştır (A. Boy (2017). Medreselerin Kısa Bir Geçmişi ve Kayseri Medreseleri, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4(1), 60).

31

Osmanlı ilmiye teşkilatında genellikle medreselerden mezun olanlar müderris olabilmek için aday gösterilirler. Medreseden mezun olanlar isimlerini Anadolu veya Rumeli kadıasker defterine kaydederdi. Böylelikle müderrislerin mülazemet süreci başlamış olurdu. Bir müderris ilk atandıktan sonra yirmili, otuzlu, kırklı, ellili gibi derecelere ulaşarak gerekli koşulları karşıladıktan sonra Sahn müderrisi olurdu. Sahn müderrisi olabilmek için kadıasker mahiyetinde ve ilim heyetinde yüksek derecede bulunan kişilerin bir sınavdan başarılı olarak geçmesi gerekirdi. Ulema ailelerinden olan kişiler ise Mevalizade Kanunu’nun vermiş olduğu imtiyazla yüksek derecede ki müderris sınıfından atanırlardı. Müderris olarak başvuran kişilerin sıra halinde tayin olması eskiden beri uygulanmış olan bir sistemdi. Medrese sayısı azken ve müderris sayısında olan azlık her medreseye bir müderris uygulaması hâkimdi. Ancak 20. yüzyıllara gelindiğinde medreselerde ki her bir derse bir müderris uygulaması getirildi. Her derse bir müderris tayin olması bir sıra halinde yapılmaya başlanmıştır. Müderrislerin tayinlerinin resmileşmesi tuğralı orijinal beratla kazanılırdı. Beratlarda tayinlerin süresi, maaşı, başlama ve bitiş tarihlerinin yanı sıra gittikleri yer ve medrese adları yazılmaktaydı.

İlk zamanlarda medrese mezunları müderris olurken hiçbir sorunla karşılaşmamaktaydı. Ancak 16. yüzyıla gelindiğinde müderris sayısında ki artış ciddi problemleri de beraberinde getirmeye başlamıştır. Medreseden mezun olan müderrislerin sayısı artmasından sonra ortaya çıkan problemler üzerine Ebussuud Efendi zamanında bir takım düzenlemeler getirilmişti. Yapılan düzenleme ise mülazemet sisteminin bir kurala bağlanması idi. Medreseden mezun olan müderrisler isimlerini matlab defterine kaydederlerdi. Müderrisler tayin olmak için sırasını bekleyerek ona göre atanacakları bölgeye giderlerdi. Bunun dışında bazı özel medreseler vardı ve bazı müderrisler bu medreselere tayin olmak için beklerlerdi. Bu gibi durumlarda müderrisler arasında kadıasker eşliğinde ve bazı ulemadan kişilerle halka açık alanda bir sınav yapılırdı. Sınavı kazanan kişi ise tayin olmak için gerekli hazırlıkları yapardı. Müderrisler tayin olabilmek için girdikleri sınavlarda çeşitli sorular üzerinden imtihana tutulmaktaydılar. Müderris atamaları yapılırken de birçok kayırma gibi durumlar ortaya çıkmıştır. Padişahların da görevlerini iyiye kullanan müderrislerin bir üst rütbeye geçmesinde yardım ettiği de olmuştur. Özellikle 16. yüzyıldan sonra iltimasın yaygınlaştığını sadece ilmiye teşkilatında değil diğer alanlarda da görmekteyiz.

Müderrislerin görevleri iki grupta incelenmektedir. Birincisi asli görevleri olup ikincisi ise geçici görevlerdi. Asli görevde olan müderrisler, öğrencilerine gereken dersleri vermek ve ilime olan bakış açılarını pozitif yönde etkilemektedir. Medrese içinde ki öğrencilerin asayişi,

32

düzeni ve tertibatı konusunda da gereken görevi üstlenmişlerdir. Öğrencilere verilen derslerin kayıtları tutulması işi de özellikle küçük medreselerde müderris yapmaktaydı. Büyük medreselerde ise mütevelli bu kayıt işini görmekteydi. Müderrisler hakkında bir şikâyet yapılırsa da bu kadı tarafından denetlenirdi. 16. yüzyıldan sonra müderrislerin derslere girmediği yönündeki şikâyetler çokça artmıştı. Müderrislerin asli görevleri dışında geçici görevleri de vardı. Merkeze uzak bölgelerde devletin eli ayağı konumunda müderrisler gelmekteydi. Devlet tarafından bir takım görevler verilmiş ve bu görevlerin kendilerine verilmesinin sebebi toplum tarafından bir saygınlığı olmalarının yanı sıra eğitimli olmalarından ötürüydü. Zira müderrisler “tahkikat, teftiş, yargı, hakemlik, bilirkişilik” gibi pek çok görevi ifa etmişlerdir. Müderrislerin bulunduğu bölgede yeni kadı ataması yapıldıysa kadı gelene kadar müderris de naib19 görevi görürdü.

Müderrislerle ilgili derecelere bakıldığında çeşitli malumatlar vardır. Müderrislerin yaşamlarında ilerleyen derecelere geldiğinde çeşitli görevlere atandıkları görülmektedir. Bunun hakkında belirli bir akçe değerine gelen müderrislerin kadılık veya müftülük alanında belirli miktarda ki bir göreve gelmişlerdir. Zira 20 ile 50 akçelik20 bir müderris 150 ve 300

akçelik bir kadılığa tayin olabilirdi. Bunun dışında 50-60 akçelik bir müderris 500 akçelik bir şehir kadısı olabilirdi. Bunun dışından Anadolu ve Rumeli kadıaskerliğine tayin olup sonrasında şeyhülislamlık makamına kadar çıkabilirdi. 16. yüzyıldan sonra dâhil ve hariç medreselerinden bir müderris nişancılık21 ve defterdarlık22 görevlerinde bulunabilirdi. 16.

yüzyılın ortalarından itibaren ise kurumsallaşmanın etkisiyle bu tip geçişlere daha az rastlanmaktadır.

16. yüzyıldan sonra ise müderris sayısının artması başka bir düzenlemeyi de beraberinde getirmiştir. Bu anlamda medrese dereceleri artırılarak “Sahn-ı Semân pâyesi,

pâye-i selâsin, pâye-i erbaîn” gibi pâye uygulamaları başlatılmıştır. Bunun dışında

19Nâib, Osmanlı Devleti’nde yeni fethedilen yerleri temsilen idare için subaşı veya sancak beyi, hukuk içinse

kadı veya nâib gönderilirdi. Nâibler fethedilen yerlere gönderilmeden önce iyi bir medrese eğitimi alırlardı. Özellikle fıkıh alanında ki eğitimleri gittikleri bölgelerde ki anlaşmazlıkları çözebilecek düzeydeydi. Naib aynı zamanda kadı yardımcısı ve vekili konumundadır. Bu yüzden naibler kadılar tarafından belirlenerek Anadolu ve Rumeli kadıaskeri tarafından onaylanırdı. Naiblerin sayısı da oldukça fazla olup günlükleri hayli fazla olmaktaydı (M. İpşirli (2006). “Nâib”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 32, s. 312).

20Akçe, Osmanlı Devleti’nin ilk gümüş para birimi olup aynı zamanda ilk sikkesidir. Akçe kelimesi “beyaz,

parlak” manasını taşımaktadır (H. Sahillioğlu. (1989). “Akçe”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 2, s. 224).

21Nişancı, sözlükte “bir şeyi belli etmek için üzerine alamet koymak” anlamına gelip Farsça “nişan”

kelimesinden türemiştir. Osmanlı merkez teşkilatında padişahın tuğrasını çeken aynı zamanda Divan-ı Hümayunun da üyesi olup yüksek rütbede birisidir (E. Afyoncu (2007). “Nişancı”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 33, s. 156).

22Defterdar Osmanlı merkez teşkilatında maliye teşkilatının başında bulunan kişiye verilen isimdir (M.

33

müderrislerin görev süreleri kısaltılmıştır. Bunun dışında müderrislerin görev süreleri bitmeden yaptığı usulsüzlükler nedeniyle görevlerinden alındıkları da olmuştur. Müderrislerin ücretleri ise gittikleri medreseye göre değişmekteydi. Müderrisler bir üst dereceye de çıksa bir alt dereceye de düşse o rütbeye göre maaş alırdı. Müderrislerin toplum içinde her zaman saygın bir konumda olmuştur. Müderrislerin içinde şair, tarihçi veya başka birçok ilimle uğraşan değerli kişiler çıkmıştır. Müderrislerin geneli ise ders vermekle uğraşmışlardır. Müderrislerin vermiş olduğu dersler belirli kriterlere göre vermişlerdir (İpşirli, 2006: 468- 470).

Vakfiyelere ve yıllık bilançoların içinde yer alan sayısal değerler incelendiğinde medrese kurumunun içerisinde en çok ücretin müderrislere verildiği görülmektedir. Ücret sıralamasında kurumda çalışanların önemlerine göre ücretleri de değişmekteydi. Vakıfların gelirleri az olduğu takdirde medrese çalışanlarına nakit ücretlerini karşılasın diye devlet tarafından tımar benzeri ücretlendirmeler yapılmaktaydı. Müderrislerin ücretleri dışında bir takım sosyal hakları da bulunmaktaydı. Bu sosyal haklar lojman tahsisi, bazı zamanlarda yapılan maddi yardımlar, külliyelerde çalışanlara verilen yemekler, darüşşifalarda ücret ödemeksizin tedavi olma, medrese arazilerinde tarım yapabilme, müderrisliğin yanı sıra farklı görevlerde bulunabilme, emekli olma ve bunlara benzer maddi-manevi birçok sosyal haklara sahiptiler. Müderrislerin Osmanlı toplum hayatında saygın yeri olması her zaman saygı görmelerine vesile olmuştur (Yılmaz, 2005: 102).

Benzer Belgeler