• Sonuç bulunamadı

2. AFÎFÜDDÎN TİLİMSÂNÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ

1.1. Tahalluk Kavramları

1.2.2. Marifet ve Bilgi Kavramları

1.2.2.2. Müşahede

“Müşahede” kavramı sözlükte bir mecliste hazır olmak, idrâk etmek, kesin olarak haber vermek, muttali olmak, bilmek, yemin etmek, şahitlik etmek, şahit olmak, gözüyle görmek, temâşa etmek, kendine gelmek, galebe ve gaybet hâlinden çıkmak, kendini, eşyayı ve çevreyi tanımak, seyretmek, perdenin kalkması anlamlarına gelir.496 Tasavvufî ıstılah olarak müşahede, seyr u sülûk esnasında sâlikin gözü önünden eşyanın hakîkatini gizleyen perdenin kalkması, eşyayı Hakk’ın birliğine delil olarak görmesi, basiretle gaybı görmesi, kalp gözü ile gizliliklere nüfuz etmesi ve eşyada Hakk’ı müşahede etmesi anlamına gelmektedir.497 Müşahede hâlini yaşayan sâlik zâtı ile birlikte Hakk’ın varlık denizine atılmış gibidir.498 Zira müşahede Allah’ı ve tecellîlerini kalp gözü ile görmektir.499

Müşahede, mücahedenin bir sonucudur. Müşahedenin vukuu sâlikin seyr u sülûk sırasında ilahî hukuka gösterdiği saygı oranı ve imanda ulaşmış olduğu derece kadardır. Mücahede ile nefisler ölürken, müşahede de kalpler dirilir. Mücahede arınmayı öngörürken müşahede aydınlanmayı ifade eder. Bu aydınlanma sûfînin

495

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 143-144.

496

Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 515-516; Ebu Huzâm, Mu’cemu’l-Mustalahâti’s-Sûfîyye, s. 102.

497

Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 169-170.

498

Yüksel Göztepe, Abdülkerim Kuşeyrî’de Haller ve Makamlar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006, (Basılmamış doktora tezi), s. 111.

499

marifet ışıklarını alabilmesi için kalbini tasfiye, nefsini tezkiye etmesine bağlıdır.500 Nifferî bunu şöyle ifade etmiştir:

“Cenâb-ı Hak beni durdurdu ve bana şöyle dedi: Gözünle ve kalbinle benim gizli ve açık melekûtumdan idrâk ettiğinde, onun bana olan tevazuuna ve senin için sabit kıldığım marifet sebebiyle onun azametinin ihtişamına boyun eğişine seni şahit kıldığımda ibâre ile değil de işhad ile onun marifetine sahip olursun. Sonra senin onun yanı sıra onun gayrısının inkıtaa uğramayan ilimleri ve konuşanlarının lisanını aşmanı sağlarım. Marifetini onların marifetlerini taşıyabilmesi için kavi kıldığım kimse haricinde, hiç kimsenin bana giremeyeceği kapıları sana açarım. Öyle ki sen onu taşırsın, o seni taşımaz. Sen ona şahit olup onun tarafından şahit olunmazsın. Huzurumun sınırına ulaşırsın. Huzurumda falan oğlu falan denir. Orada kim olduğuna, nereye dâhil olduğuna, dâhil olana kadar ne kadar marifete sahip olduğuna, taşıyacak kadar hangi takate sahip olduğuna bak.”501

Bu ifadenin şerhine ilişkin olarak Tilimsânî’ye göre, ruhlardan, manalardan ve cisimlerden görülen/idrâk edilen her şey Teâlâ’nın melekûtundandır. Bunları müşâhede etmek ancak Hak Teâlâ’nın işhâdı iledir, yani mertebelerindeki tecellîsiyle olup vücûdun sûretleri vasıtasıyla gerçekleşir. Hak Teâlâ şuhûd ile zuhûr ettiğinde kendisine ibadet edilen tek mabut olarak zâhir olur ve sâlik hudutlar ve Hakk’ın sûretleriyle huzur bulmadan ilişkisini keser. Böylece şâhid onun mertebelerinde meşhûd/müşâhede edilen olur. Tilimsânî bu durumu şöyle ifade eder: “Kim Hak Teâlâ’nın hakîkatinin mertebelerinden yükselirse Hâlikı’nın ilminden şu ana kadar olan mahlûkatı sûretler olarak görür. Huzura ulaştığında ise isimle isimlendirilir ve burada sabit kalır. Çünkü isimler burada değişmiştir ve sıfatlar nakledilmiştir.”502 Nitekim müşahede, kulun kendinden habersiz olarak kendisinin yok olmasıyla varlığı Allah’ın sıfatıyla görmektir.503 Tilimsânî’ye göre, müşahede Hakk’ın sûretlerinden bizzat kendisi için özel olandır, onun tezâhürleridir. Ancak ona göre, gaybın cem’inin bulunduğu yerden kendine doğru gelmesi ise şehâdettir. Bunu Tilimsânî

500

Tahir Uluç, İbn Arabî’de Sembolizm, İnsan Yay., İstanbul 2007, s. 110.

501

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 195.

502

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 195.

503

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, (sad. Turgut Ulusoy), Elif Ofset, 4. Baskı, İstanbul 1978, c. II, s. 20.

şöyle ifade etmişlerdir: “Tâliplerin nefisleriyle zafer için yaptıkları seferleri son bulmuştur.”504

Müşahedeyi Herevî (ö. 481/1089), “Hak ile kulun arasındaki perdelerin kesin olarak kalkmasıdır.” şeklinde tarif etmiştir.505 Tilimsânî’ye göre, bu Hakk’ın enginliğinin ifadesidir.506 Amr b. Osman Mekkî (ö. 297/910) ise müşahedeyi şöyle tarif etmiştir: “Müşahede, kalp sahasının dışına çıkmadan (Allah ile) huzur hâlinde perdelerin açılması neticesinde yakînin artmasıdır. Müşahede kurb (yakınlık) manasında, huzur (Allah’ın huzurunda bulunma) demektir. İlme’l-yakîn ve onun hakîkatlerine yakın bir hâldir.”507 Tilimsânî Hak Teâlâ kul ile arasındaki perdelerin kalkmasını “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler”508 âyetine nisbet ederek ifade eder.

Herevî’ye göre, kulun cem mertebesinde varlık nurunun parıltısıyla meydana gelen marifet müşahedesi onu “cem’in hakîkatine” ulaştırır. Böylece sâlikin sûretinde tecellî eden zâtî nur aslına, sâlikin hakîkatinde aslî yokluğuna döner. Zira bekâ vasfı tamamen Hak Teâlâ’ya, fenâ vasfı da kula döner.509 Tilimsânî ise bu hususu şöyle izah eder: “Cem’in müşahedesi, Hakk’ın hakkıyet eliyle halkıyyet bağını çözmesidir. Bu sayede mahlûkâtın sûretinde zuhûr eden nur aslına döner, kul da ademiyyetine döner. Böylece sadece Hak Teâlâ’nın vücûdu bâki kalır, kulun vücûdu ise fenâ bulur. Fenâdan sonra bekâ mertebesine dönen kul ise Hakk’ın varlığıyla var olur, ilâhî sırları ve Hak Teâlâ’nın eşyadaki tecellîlerini, isim ve sıfatların makamlarını gayb hazinelerinde gizli olan hakîkatleri bilir.”510

Tilimsânî müşâhedenin sahibi kimselere Hallâc ve Ebû Yezîd’i misal olarak gösterir. Bilindiği üzere Hallâc o, “ene” lafzıyla meşhur kimsedir. Bunun için “ene’l

504

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 195.

505

Tilimsânî, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, c. II, s. 513, 516.

506

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 196.

507

Serrâc, İslâm Tasavvufu: El-Lümâ’, s. 56.

508

Ahzâb, 33/72.

509

Tilimsânî, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, c. II, s. 517.

510

Tilimsânî, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, c. II, s. 517; Herevî, Kitâbu Menâzili’s-Sâirîn, (trc. Abdürrezzak Tek), s. 311.

hak” (ben hakkım) demiştir. Ebû Yezîd’e ise “Sünhânî mâ a’zame şânî” (Cübbemin içinde Allah’tan başkası yok) sözünden dolayı insafsızlığa uğramıştır ve Tilimsânî’ye göre, bu ona cennette hakîkati hazırlamıştır. Sûfîlerden biri müşahede sırasında “Cennette Allah’tan başkası yoktur.” derken bir diğeri “Hiçbir şey görmedim ki, o Allah olmasın.”511demiştir. Bu müşahedenin galebesi ile her şeyi Allah olarak gördüm demektir. Bu durumda kul fâil olan Allah’ı sır gözüyle, fiili ise baş gözüyle görür. Bundan dolayı böyle bir ifade kullanır. Fakat bu sözler umûm tarafından yanlış anlaşılmıştır. Zira onların tamamında sûretler peyder pey ortadan kaybolmuş ve sonunda Hakk’ı müşâhede etmişlerdir.512

Müşahede esnasında Allah kulunun kalbine varlığıyla tecellî ettiği için kul Allah’ın sıfatlarının etkisiyle kendi sıfatlarını fark edemez hâle gelir.513 Bu sebeple Tilimsânî’ye göre, sâlik Hakk’ın isimleriyle isimlerin ve sıfatlarıyla vasıflanır.514 Nitekim “kulda beşerî özelliklerden bir canlılık kaldığı müddetçe, müşahede sahih olmaz” diyen Ebû’l-Hüseyin Nurî (ö. 295/908) de sâlikteki beşerî varlık belirtilerinin tam bir müşahedeye ulaşmasına engel teşkil ettiğini belirtmektedir.515 Tilimsânî’ye göre, beşerî varlığını nefyedip hiçliğini müşahede eden sâlik fena ve bekadan sonra müşahedeye ulaşır. Bu esnada sâlikin nazarında her ne varsa kaybolmuştur ve o Hak Teâlâ’nın kayyûmiyetini görmüştür. Zira bu durum taayyünâtü’l-ademiyye’dir.516 Fena hâli sonucu sâlikin Hakk’a kurbiyet kesb edip O’na vâsıl olmasıyla beliren müşahede hâli, aynı zamanda sır makamı, muhâdese ve ilhâm hâlidir. Bu halde kişi ne bir şey isteyebilir, ne de bir şey isteyecek dili olur. Bilakis orada sadece sükût ve müşahede vardır.517 Tilimsânî ise müşâhede sahibinin müşahede esnasındaki bu sükûtunu Allah’tan bir şey talep etmemesi olarak yorumlar. Zira o talep ettiğinde

511

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 196.

512

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 196.

513

Göztepe, Abdülkerim Kuşeyrî’de Haller ve Makamlar, s. 110.

514

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 196.

515

Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 170.

516

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 196.

517

Dilâver Gürer, Abdülkâdir Geylânî, Hayâtı, Eserleri, Görüşleri, 8. Baskı, İnsan Yay., İstanbul 2014, s. 278.

bunun küçümsenen bir şey olduğunu görür/fark eder.518 Tilimsânî’ye göre, buradaki hal ayrıca âriflerin hallerindendir. Zira ârifin dikkatlice vücûdun mahallerine bakması vücûdu teyit ettiği nazar sebebiyledir. Bazen vücûdun mahallerine bakması onların vücûddan ayrı olduğunu zannetmesi sebebiyledir. Fakat bu söz konusu değildir. Bilakis şâhidin mevcutta görmüş olduğu vücûda dair hakîkatler ancak nefsini görmesinden sonra meydana gelir. Bu esnadaki bilgiler şâhitlerin sülûkün başlangıcında gördükleri kadardır. Zira kavrayışın başlangıcı onun nefisleri /onların nefislerini görmesidir.519 Bu durumdaki kişi, kendisinde potansiyel olarak bulunan bazı kabiliyetleri keşfetmiş, varlığın sırrına ermiştir. Hakîkati başka yerde ararken hakîkatin bir parçası olduğunun farkına varmıştır.520

Bilindiği üzere sâlik için taayyünler birer perdedir. Hakk’a yükseliş halinde bulunan sâlik bu taayyünleri kaldırır, perdeleri açar ve en sonunda hakiki varlığa ulaşıp yok olur, sır olur, yoklukta var olur.521 Nifferî bunu şu cümlelerle ifade eder: “Cenâb-ı Hak beni durdurdu ve bana şöyle dedi: Onlara yönelerek her bir cüziyyetinin cüzlerinden başkasını kabul etmeye güç yetiremediğini müşâhede etmendir.”522 Tilimsânî’nin bu ifadelerin şerhi bağlamında ifade ettiği üzere müşahede ehli için cüz’iyyât, taayyün’dür. Onu müteayyin olarak görmeye gücün yetmez. Ancak, Hak Teâlâ ve vücûd, mutlak müteayyindir. Ondan ancak el-kayyûm olarak isimlendirilen vücûd-u mutlak’ın gerçekleştirdikleri dışında olanın görülmesi mümkün değildir.523 Çünkü Hak Teâlâ’nın kayyûm adının hüküm ve saltanatı üzerinde hicab hükmü olsa da bu hüküm Hak ile halk arasındaki bağı oluşturur. Bu vücûddaki kayyûm mertebesidir. Bu mertebeyi müşahede eden kimse “Gözüme ilişen her şeyde ancak Allah’ı gördüm.” demiştir. Nifferî müşahede hakkında şunları da ifade eder: “Hak Teâlâ beni durdurdu ve bana şöyle ilham etti: Seni bütün mâsivâya tek rü’yetle tam bir işhâdla şâhid tuttuğumda bu makamda isim bana aittir.

518

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 196.

519

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 197-198.

520

Ahmed Cahid Haksever, XI. Yüzyıl Bir Türk Sûfîsî Yakub-ı Çerhî, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, (Basılmamış doktora tezi), s. 241.

521

Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 340.

522

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 197-198.

523

Eğer onu bilirsen/hakkında bilgin bulunduğunda bana onunla dua et, eğer onu bilmezsen bu rü’yetin vecdi ile dua et bana zorda/belada olduğunda.”524 Şüphesiz ki Hakk’ın tecellîlerini müşahede isim ve sıfatlar mertebesinde gerçekleşir.525 Hak için olan müşahede de şahit varlıkların oluşunda ve mahlûkâtın tamamında Hakk’ı düşünmek ve O’nun eksiklerden münezzeh olduğunu bilmektir.526 Tilimsânî’ye göre, ise kevnlerin şâhitleri tam bir tanıktırlar. Ona göre, görenin rü’yetinde görülenden bir bölüm vardır, o bütün vecihlerden biridir. Bu makamda Hakk’ın ismi er-Rahman’dır. Çünkü esmâü’l-hüsnâ’dan kevn ile alakalı olan o’dur. 527

Benzer Belgeler