• Sonuç bulunamadı

6. TAHKÎKÎ BİLGİNİN NİHÂÎ MERTEBESİ OLARAK VAKFE

6.1. Tahallî Olarak Vakfe

6.1.3. Fenâ ve Mahviyet Hâli Olarak Vakfe

Vakfe, tasavvuftaki her türlü zıtlık ve çoklukların ötesindeki bir hâli de ifade eder. Bu veçhesiyle vakfe, “fena ve mahviyet” hâlidir. Bu mertebeye sadece Nifferî de “vâkıf” İbnü’l-Arabî’de ise “insan-ı kâmil” sahip olur. Nifferî bu konuyla ilgili düşüncesini şu cümlesiyle ifade eder: “Vâkıf, tek bir hükme göre, konuşur ve susar.”730 Tilimsânî bu ifadeyi şöyle şerh eder: “Vâkıf, konuşması ve susması durumunda seyyidinin vücûdunda ademiyyeti görür/idrâk eder. Zira o iki mertebede de tek haldedir.”731 Herevî ise vâkıfın içinde bulunduğu bu hâli “cem” terimi ile ifade eder. Ona göre cem, ikiliği çağrıştıran her türlü tefrika, işaret ve gayrı ortadan tamamen kaldıran bir mertebedir. Nitekim Herevî’ye göre, sâlikin söz konusu mertebeyi elde etmesi ancak telvînden arınarak doğru bir temkîne ulaşmasından, gayra ait bir resim, sıfat ve fiilin bulunduğu görme illetinden, ikiliğin şuhûdundan ve son aşamada da şuhûdun da müşahede etmekten kurtulmasından sonra mümkün olabilir.732

Vakfenin her türlü tefrikanın ötesinde bir mertebe oluşunu Nifferî şu cümlesiyle de ifade eder: “Vakfe, gece ile gündüzün ve her ikisi arasında bulunan kıymetlerin de ötesindedir.”733 Tilimsânî ise bu veciz ifadeyi vakfe makamının akılların idrâkinin ötesi de olmasından yola çıkarak şerh eder. Şöyle ki, akılların

728

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 131.

729

Çakmaklıoğlu, Hakîkat Yolcusunun Son Durağı, s. 128; Tîb, Vahdetü’l-Vücûd, s. 88.

730

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 116.

731

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 116.

732

Tilimsânî, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, c. II, s. 596-597.

733

algılamaları on kategoriden hâsıl olmaktadır. Kendisine başvurulacak olan bu kategoriler ise sadece cevher ve araz ve ikisinden soyutlanan şeyleri kapsamaktadır. Söz konusu olan gece ve gündüzün her ikisi de lâhik zamandan (cismin hareketleri ile alakalı olan zamanı) ifade eder ki, vakfe onun ötesidir, yani onun üstündedir. Gece ve gündüzün tamamı/izâfî zaman olduğundan ilmin konusu dâhilindedir. Marifet de her ne kadar nurdan olup kevni bakımından bâtın olsa da gece ve gündüzle alakalıdır, yani izâfî varlıkla/zamanla alakalıdır. Bununla birlikte vakfe hiçbir şeyle alakalı değildir. Zaten vakfenin üstünlüğü makamındaki şey’iyeti/küçük şeyleri nefyetmesidir.734

Herevî’ye göre, cem’in zıttı olan tefrika, vücûd ile mevcûd arasındaki farkı idrâk etmektir. Nifferî bunun ancak vakfede gerçekleşebileceğini ifade ederek şöyle der: “Cenâb-ı Hak beni durdurdu ve bana şöyle dedi: Vakfe, sivânın ateşidir. Eğer sivâyı vakfe ile yakarsan ne ala; yoksa ben seni yakarım.”735 Şöyle ki, vakfenin görüş alanı gayriyet olduğundan dolayı onun eserlerle beraber varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Tilimsânî bu durumu “vakfe ile mâsivânın tutuşması” olarak adlandırır. Fakat vakfe ve mâsivânın tutuşması sonucunda vakfenin görüş alanı tamamlanmamıştır. Çünkü sâlikin mâsivâdan tamamen kurtulması gerçekleşmemiştir. Zira mâsivâ mülahazasıyla birlikte gizlenmiştir, yani vakfenin mâsivâyı tutuşturması durumunda yine mâsivânın varlığı/remzi söz konusudur. Ancak mâsivâ vakfe ile tamamen tutuşup kül olduğunda, sâlik ile Hak arasında engel kalmaz. Bu vakfenin mâsivâyı tutuşmasıdır/onu yakmasıdır.736

Nifferî’ye göre, vâkıfın müşahede ettiği tecellîlere ilişkin tecrübeleri, gayb âlemine ilişkin olup oldukça yoğundur. O bu konuya ilişkin düşüncelerini şu cümlelerle ifade eder: “Hak Teâlâ beni durdurdu ve bana şunu ilham etti: Eğer şâhidin meşhûdunda Kendim’i ondan gizleseydim, şâhidin zararından değil de Ben’i kaybetmenin vereceği zarardan şikâyet ederdi.”737 Tilimsânî’ye göre, bu tenzil

734

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 117.

735

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 117.

736

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 117.

737

“müşahede edilen yerdeki ihâtasından dolayı vâkıfın şuhûdun tamamına şâhid olmaya ihtiyaç duymasını” konu edinir. Eğer bulunduğu mertebede meşhûdunu kaybetmede ittifak etse ve eğer cüz'îyyet olsa şüphesiz o, meşhûdunu mutlak olarak kaybeder. Dolayısıyla eğer onun şuhûdu mutlak olarak mevcutsa o, bu mertebede ondan gizlenmektedir. O, o vakit zararda şüpheye düşer. Özellikle bu mertebedeki meşhedi kaybeder. Çünkü bu meşhedin sahibi meşhûdunu kaybeder. Vâkıf onu kaybettiği zaman onda başka bir sır vardır ve burada Hak maksûddur. Vâkıf sebebiyle nâtıkların hepsi, burada şuhûd mertebesine isnat edilen tasdikin vecihlerden bir vecih ile bâtıl ya da doğruluk hakkında tasdikte bulunmadıklarından bu nâtık kaybın zararı konusunda şüphelenmektedir. Bundan dolayı onun durumu bütün susanların sustuğu haldir.738 Tilimsânî’ye göre, bu durumda şâhid şu âyetin anlamını müşahede eder: “Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin.”739 Dolayısıyla kim buna şâhid olmadıysa bu vâkıf değildir. Zira o kaybın zararı konusunda şüphelenmektedir. Bu mertebelerin erbabları hicâbların idrâkine ulaşmaya istekli değildirler. Çünkü makamları bunu gerektirmektedir. Bu mutabık olunan şerhtir.740

Tilimsânî’ye göre, vakfedeki vâkıf için iki hal vardır. Bunlardan biri şuhûddaki fenâ halidir. Bu vakfenin hakîkatidir. Diğer hal ise şuhûdda fenânın sarhoşluğundan sonraki sahv halidir. Bu son halde vâkıf kendinde ilk halden kalan ilmin bâki olarak kaldığını görür. Bu bizzat vakfe hâli veya vakfenin hakîkati olmayıp, vâkıfın nefsinde vakfe tecrübesi sonucu oluşan ilimdir. Nifferî bu hâli ilmü’l vakfe olarak adlandırmıştır.741

738

Samt bahsi için bkz. Kuşeyrî, Kuşeyri Risâlesi, s. 212-216; Ebû Tâlib Mekkî, Kalplerin Azığı:

Kûtü’l-Kulûb, (trc. Muharrem Tan), 3. Baskı, İz Yay., İstanbul 2018, c. II, s. 29; İbnü’l-Arabî, el- Fütûhâtü’l-Mekkiyye, c. III, s. 271.

739

Mülk, 67/3.

740

Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 126-127.

741

Benzer Belgeler