• Sonuç bulunamadı

Liberal Olmayan Halkların İçerilmesi

I. BÖLÜM

5. Liberal Olmayan Halkların İçerilmesi

Rawls dünya üzerindeki toplumların yalnızca liberal toplumlardan ibaret olmadığını, liberal olmayan iyi düzenlenmiş toplumların da var olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle Halkların Yasasının bu toplumları da içerecek şekilde genişletilmesi gerekmektedir. Ancak burada sorun liberal olmayan halkların liberal halklarca ne dereceye kadar hoşgörü ile karşılanacağıdır. Burada Rawls’un

hoşgörüden kastı, liberal olmayan halkların Halklar Topluluğunun saygın bir üyesi olarak, kamusal aklın gerektirdiği şekilde, faaliyetleri hakkında öteki halklara kamusal nedenler gösterme görevini de içine alan belirli hak ve yükümlülükleri ile birlikte kabul edilmesidir. (Rawls, 2003:63)

Liberal bir toplumun özelliği, vatandaşların dini, felsefi ve ahlaki doktrinlerine, bu doktrinler siyasal adalet anlayışına aykırı biçimde uygulanmadığı sürece, saygı gösterilmesidir. Aynı şekilde liberal olmayan bir toplumda da temel kurumlar belirlenen siyasal adalet ilkelerine riayet ederek, kendi halkını Halklar Topluluğu için yeterli derecede adil bir yasaya uymaya yönelttiği takdirde, liberal bir toplumun böyle bir toplumu hoşgörü ile karşılaması ve kabul etmesi gerekir. Rawls hoşgörü ile karşılanmasını öngördüğü bu tür toplumlara “düzgün halklar” adını vermektedir. Burada belirtilmesinde fayda olan bir husus, Rawls’un düzgün halkları tamamen kurgusal bir düzeyde ele alıyor olmasıdır. Başka bir ifade ile Rawls, böyle toplumların var olması halinde bunların hangi koşullar altında hoş görülebileceğini tartışmaktadır.

Rawls’un düzgün diye nitelendirdiği bu halklar liberal ve demokratik değildir. Bunun da ötesinde vatandaşları arasında siyasal açıdan eşitlik yoktur.

Düzgün toplumlarda ortak iyi fikrine dayalı adalet anlayışı egemendir. Bu anlayış toplumun kendisi ya da bütün olarak üyeleri için elde etmeyi amaçladığı ortak iyiyi yansıtmaktadır. Bu adalet anlayışı dini bir temele dayanabileceği gibi seküler temelli de olabilir. Kendi içerisinde önemli eşitsizlikler barındıran bu toplumları Rawls’un

“düzgün” olarak nitelemesine sebep, diğer toplumlarla olan ilişkilerini şiddet yoluyla

çözmeye çalışmamaları, insan haklarına saygı göstermeleri, asgari yaşam standartlarını sağlamaları ve siyasal açıdan belirli ölçüde danışma mekanizmasına sahip olmalarıdır.

Rawls'a göre düzgün halkların liberal halklar tarafından dışlanması, bu halkların özsaygılarını zedeleyecek ve istenmeyen durumların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Oysa halkları ve onların mensubu olan vatandaşları saygıdan yoksun bırakmak için çok önemli nedenler olmalıdır. Rawls’a göre düzgün halklar için böyle nedenler mevcut değildir. Bu nedenle liberal halklar bu halkları Halklar Topluluğunun bir üyesi olarak kabul etmeli, onları liberal olmaya zorlamamalı, ancak onların olumlu yönde değişimini teşvik etmelidir. Rawls zaman içinde liberal halklardan saygı gören bu halkların, liberal kurumların avantajlarını fark edip kendilerinin de liberal olma yolunda adımlar atacağı yönünde iyimser bir beklenti içindedir.

Rawls düzgün halklar kategorisinde yer alan halklardan özellikle “düzgün hiyerarşik halklar” üzerinde durmaktadır. Bu halkların temel yapısında “düzgün bir danışma hiyerarşisi” mevcuttur. Düzgün danışma hiyerarşisi, demokratik rejimlerdeki gibi olmamakla birlikte, siyasal kararlar konusunda toplumda farklı seslerin yükselmesine olanak verir. Ancak bu farklı seslere toplumda ortak iyiyi temsil eden adalet anlayışı çerçevesinde izin verilir. Bireyler grupların ve çeşitli zümrelerin üyesi olarak siyasal görüş ayrılıklarını dile getirebilirler. Kısacası bu toplumlarda sınırlı ve cılız da olsa belli ölçüde bir muhalefet olgusunun varlığından söz etmek mümkündür.

Düzgün hiyerarşik toplumlarda toplumun temel yapısı bir grup temsil birimlerini içerir. Bu birimlerin hiyerarşi içindeki rolü, kurulu bir danışma prosedürü içinde yer almak ve bireylerin öncelikli çıkarlarını ortak iyi fikrine dayalı adalet anlayışı çerçevesinde korumaktır. Bu toplumlar Rawls’un ifadesi ile “kurumsalcı”

(associationist) toplumlardır. Bu toplumların üyeleri kamusal yaşamda farklı grupların üyeleri olarak dikkate alınır ve her grup hukuk sisteminde düzgün bir danışma hiyerarşisi tarafından temsil edilir. İnsanların bu şekilde belirli grup ya da zümrelerin üyesi olarak kurgulanması liberal demokratik rejimlerdeki birey ya da vatandaş anlayışı ile örtüşmemektedir. Rawls’un bu konuda, düzgün toplumların bakış açısından ileri sürdüğü gerekçe de oldukça dikkat çekicidir. Buna göre her vatandaşın bir oya sahip olduğu liberal demokratik bir toplumda, bireylerin toplumun genel çıkarlarına ters düşen kendi özel çıkarları üzerine odaklanmaları mümkündür.

Oysa danışma hiyerarşisinde çeşitli grupların oy veren üyeleri kendi gruplarını temsil ederken siyasal yaşamın daha geniş boyuttaki çıkarlarını göz önüne alırlar.

Düzgün toplumlarda belli ölçülerde gözlemlenen bir diğer özellik de dinsel hoşgörüdür. Resmi din çeşitli ayrıcalıklara sahip olsa da düzgün bir toplumda bütün dinler baskı görmeden yaşayabilirler.

Rawls düzgün halkların Halklar Topluluğu üyesi olabilmesi konusunda iki temel kriter öne sürmektedir. (Rawls, 2003:69) Bu kriterler liberal demokratik rejimlerde de mevcuttur ancak bunların varlığı rejimi tek başına liberal yapmaya yetmez. Bu kriterlere bakıldığında ilk olarak, bu toplumların saldırgan politikalarının

olmadığı ve meşru amaçlarına ulaşmak için diplomasi, ticaret ve diğer barışçı yolları tercih ettikleri görülmektedir. Bu toplumlar diğer toplumların bağımsızlıklarına, siyasal ve toplumsal düzenlerine saygı gösterirler.

Rawls’un düzgün toplumlar için öne sürdüğü ikinci kriter üç alt başlıktan oluşmaktadır:

a) İlk olarak bu toplumlarda ortak iyi fikrine dayalı bir adalet anlayışı vardır ve bu adalet anlayışı her birey için insan haklarını güvenceye alır. İnsan hakları öncelikle özgür olma hakkını içerir. Buradaki özgürlük anlayışı kölelikten ve serflikten kurtulmayı, din ve düşünce özgürlüğünü güvenceye alacak biçimde yeterli bir vicdan özgürlüğünü kapsar. Bu noktada Rawls son derece eleştiriye açık bir saptama yapmaktadır. Rawls’a göre vicdan özgürlüğü toplumun bütün üyeleri için aynı derecede kapsamlı ve eşit olmayabilir. Örneğin böyle bir toplumda belirli bir din yasal olarak hakim durumda iken diğer dinler hoşgörü ile karşılanmakla birlikte, bu dinlerin mensupları bazı kamusal görevlere gelemezler. Rawls bu durumu “eşit özgürlük olmadan vicdan özgürlüğü” olarak adlandırmaktadır. Ancak tabiidir ki insanlar arasında eşit özgürlük olmadan vicdan özgürlüğünün ne derece geçerli ya da anlamlı olacağı son derece tartışmalıdır.

b) İkinci olarak, düzgün bir halkın hukuk sistemi o halkın mensuplarına gerçek ahlaki görev ve yükümlülükler verecek biçimde olmalıdır. Başka bir ifade ile hukuk sistemi, emirlerin zorla uygulandığı bir sistemden farklı olarak, toplumun bütün mensuplarına ahlaki görev ve yükümlülükler veren bir sistem olmalıdır.

İnsanlar bu görev ve yükümlülüklerin ortak iyi fikrine dayalı adalet anlayışına uygun olduğunu bilerek, bunların kendilerine zorla dayatıldığını düşünmemelidir.

c) Son olarak, hukuk sistemindeki yargıçlar ve diğer yetkililer yasaların gerçekten de ortak iyi fikrine dayalı adalet anlayışı tarafından yönlendirildiğine samimimi olarak inanmalıdırlar. Zira sadece zora dayanan yasaların başkaldırı ve direnişe sebep olması kaçınılmazdır.

Rawls yukarıda belirtilen özelliklerden yola çıkarak “Kazanistan” adında hayali bir düzgün halk örneği vermektedir. (Rawls, 2003:81-83) Kazanistan halkı çoğunlukla müslümandır. Temel yapı genel olarak dini esaslara dayanmaktadır ve din faktörü hükümetin politikalarında etkilidir. Bununla birlikte Kazanistan’da öteki dinler de hoşgörü ile karşılanmakta ve nispeten özgür bir biçimde yaşanmaktadır. Bu dinlerin mensupları orduda görev alabilmekte ancak üst düzey devlet görevlerine gelememektedir. Buna rağmen farklı dinlere mensup olan bu azınlıklar toplumsal yaşamda müslümanlardan daha aşağı bir muamele görmediklerinden ve genel olarak ayrımcılığa maruz kalmadıklarında hükümdara sadıktırlar. Öte yandan Kazanistan’da düzgün bir danışma hiyerarşisi mevcuttur. Burada toplumdaki bütün gruplar temsil edilmektedir ve toplumdaki herkes belirli bir grubun üyesidir. Siyasal kararları nihai olarak, danışma hiyerarşisi içinde görüş ve talepleri dinledikten sonra, hükümdar vermektedir.

Rawls bütün bu özellikleriyle Kazanistan’ın adil bir toplum olmamakla birlikte, düzgün bir toplum olduğunu ifade etmektedir. Rawls'a göre bu bir ütopya

değildir, hatta liberal olmayan toplumlar açısından bakıldığında, düşünülebilecek en iyi alternatiftir. Liberalizmin sınırları konusunda aydın yaklaşım, gerek liberal gerekse böyle liberal olmayan halkların birlikte kabul edebilecekleri yeterli derecede adil bir Halkların Yasasının geliştirilmesinden yanadır. (Rawls, 2003:84)

Sonuç olarak Rawls, yukarıda belirtilen nitelikleri haiz olan düzgün halkların liberal halklarca hoş görülmesi ve Halklar Topluluğu üyesi olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Liberal toplumların makul vatandaşlarından ve onların temsilcilerinden beklenecek hareket tarzı budur.