• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. Rawls’un Adalet Anlayışı

2.2. Adalet İlkelerinin Seçimi

2.2. Adalet İlkelerinin Seçimi

Rawls’a göre başlangıç durumundaki tarafların önünde seçilmesi muhtemel olan birbirinden farklı adalet anlayışları söz konusudur. Başka bir ifade ile taraflar birbirinden farklı adalet anlayışlarının varlığının ve bu adalet anlayışlarının farklı bir toplum modelini temsil ettiğinin bilincindedirler. Rawls’a göre ilkelerin seçiminde izlenecek en doğru yöntem, taraflara mümkün olan bütün adalet anlayışların sunulması ve taraflarca bunlar arasından bir seçim yapılmasıdır. Ancak bütün alternatiflerin nasıl tespit edileceği önemli bir sorundur, hatta mümkün değildir.

Rawls bu güçlüğü aşmak için taraflara belli bir liste sunar ve bu liste içinden seçim yapılmasını öngörür. (bkz. Rawls, 1985:122-124) Rawls’un taraflara sunmuş olduğu listede var olan adalet anlayışları şunlardır:

1) Hakkaniyet olarak adalet anlayışı 2) Faydacı adalet anlayışı 3) Sezgici adalet anlayışı 4) Faydacı ve Sezgici anlayışların bileşiminden oluşan karma adalet anlayışı 5) Çıkarcı Adalet anlayışı.

Rawls listede yer alan bu adalet anlayışlarının seçilebilmesi için bunların belli kriterleri taşıması gerektiğini ifade etmektedir. Bu kriterler “hak kavramının biçimsel sınırlamaları” olarak adlandırılmaktadır. Buna göre ilk olarak adalet anlayışının dayanacağı ilkeler “genel” nitelikte olmalıdır. Bu; adalet ilkelerinin, tarafların gizli betimlemeler gibi sezgisel olarak algılayabilecekleri terimleri kullanmadan formüle edilmesidir. Adalet ilkelerindeki yüklemler, genel özellikleri ve ilişkileri

yansıtmalıdır. Temel ilkeler iyi düzenlenmiş bir toplumda sürekli bir kamusal anlaşmanın zeminini oluşturmalı, kayıtsız şartsız her zaman geçerli olmalı ve her kuşaktan insanların bilgisine açık olmalıdır.

İkinci olarak, ilkeler uygulamada “evrensel” olmalıdır. Herkes bu ilkeleri anlayabilmeli ve uygulayabilmelidir. İlkeler, herkesin onlara uymasının sonuçları açısından değerlendirilerek seçilmelidir.

Üçüncü koşul “kamusallık”la ilgilidir. Taraflar kamusal bir adalet anlayışı için ilkeler belirlediklerini kabul ederler. Dolayısıyla, kamusallık koşulu ilkelerin kamusal olarak kabul edilirliği ve toplumsal yaşamın moral bileşenleri açısından değerlendirilmesini öngörür.

Dördüncü koşul, çatışan talepleri düzene koymadır. Ancak düzene koyma konusunda karar vermek güçtür. Bir adalet anlayışının muhtemel bütün talepleri düzene koyabilecek şekilde yetkin olması arzu edilen bir durumdur.

Beşinci ve son kriter ise adalet ilkelerinin pratik akıl yürütmede başvurulacak nihai kriter olmasıdır. Taleplerle ilgili tartışmaların çözümünde adres gösterilecek adalet ilkelerinden daha üst bir standart yoktur.

Sonuç olarak Rawls adalet ilkelerinde bulunması gereken söz konusu kriterleri şu şekilde özetler, “Bir adalet anlayışı, biçimsel açıdan genel, uygulamada

evrensel olan, ahlaki kişilerin çatışan taleplerini düzene koymak için nihai merci olarak kamusal şekilde tanınan ilkeler bütünüdür.” (Rawls, 1985:135)

Adalet ilkelerinin nasıl seçileceği konusuna geri dönecek olursak, Rawls, başlangıç durumundaki tarafların rasyonel akıl yürütme yoluyla yukarıdaki seçeneklerden birini seçeceklerini belirtmektedir. Taraflar kendilerine sunulan seçenekleri amaçlarına ulaşmayı sağlayıp sağlayamayacaklarına göre sınıflandıracaklar, isteklerini maksimum düzeyde karşılayabilecek olan ve uygulama şansı en yüksek olan seçeneği seçeceklerdir. Başka bir ifade ile taraflar, yukarıda sözü edilen ve birincil toplumsal değerler olarak adlandırılan hak, özgürlük, fırsat, güç, gelir ve refahı kendilerine en çok sağlayan ya da sağlayacaklarına inandıkları seçeneği seçeceklerdir.

Bu noktada yukarıdaki listede yer alan “Çıkarcı Adalet Anlayışı” ilk başta elenecektir. Zira bu anlayış hak kavramının biçimsel sınırlamalarına uymamaktadır.

Böylece seçim geriye kalan dört seçenek arasında yapılacaktır.

Rawls tarafların adalet ilkelerinin seçiminde kullandıkları akıl yürütmeyi açıklarken “maksimin kuralı” adını verdiği bir yöntemden söz eder. Buna “ehven-i şer kuralı” da diyebiliriz. (Hünler, 1997:45) Rawls bunu şu şekilde ifade etmektedir

“maksimin kuralı bize, seçenekleri mümkün olan en kötü sonuçlarına göre sıralamamızı söyler. En kötü sonucu diğerlerinin en kötü sonucuna göre daha iyi olan seçeneği benimsememiz gerekir.” (Rawls, 1985:152-153) Anlaşıldığı kadarıyla Rawls’a göre, genel olarak daha avantajlı bir konum elde etmek amacıyla riske

atılmak anlamsızdır. İyi sonuçları olan seçenekleri düşünmek yerine kötü olan seçenekleri sıralamak ve daha az kötü olanı seçmek daha doğrudur. Rawls’un bu yaklaşımının başlangıç durumundaki tarafların rasyonelliği ile ne derece tutarlı olduğu tartışmalıdır.

Ancak Rawls maksimin kuralına yöneltilebilecek olası eleştirileri hesaba katmış olacak ki “….başlangıç durumu maksimin kuralının uygulandığı bir durum olarak tanımlanmıştır” (Rawls, 1985:155) diyerek bu tür eleştirileri savuşturmak istemektedir. Başka bir ifade ile maksimin kuralı ancak ve ancak başlangıç durumunun yukarıda sözü edilen koşulları çerçevesinde geçerlidir. Bilindiği üzere, başlangıç durumundaki taraflar bilgisizlik örtüsü nedeniyle kendilerine ve topluma ilişkin birçok önemli bilgiden yoksundur. Dolayısıyla, bu sınırlı bilgileriyle seçim yaparken, iyi sonuçlardan çok kötü sonuçları düşünmeleri ve başlarına gelebilecek en kötü duruma göre karar vermeleri normaldir. Zira bu onlar için en güvenli yoldur.

Taraflar akıl yürütme çerçevesinde mevcut alternatifleri sınayarak tercihlerini yapacaklardır. Nitekim AT’de bu çerçevede ortaya çıkan değişik adalet formülasyonlarına yer verilmiştir Ancak Rawls’a göre sonuçta taraflar Rawls’un anlayışı olan “Hakkaniyet Olarak Adalet Anlayışı”nda karar kılacaklardır. Taraflar faydacılığı seçmeyeceklerdir, çünkü faydacılığın mümkün olan en kötü sonucu hakkaniyet olarak adalete göre daha kötüdür. Çünkü faydacılık daha büyük toplumsal fayda adına bireysel çıkarları göz ardı etmektedir. Dolayısıyla faydacılığın en kötü sonucu kişilerin temel hak ve özgürlüklerini yitirmelerine neden olabilir.

Rawls’a göre taraflar sezgiciliği de tercih etmeyecektir. Zira yukarıda belirtildiği gibi sezgiciliğin birbiriyle çelişen ilkeler içerme olasılığı her zaman mevcuttur.

Taraflar hakkaniyet olarak adalette karar kılacaklardır. Zira aşağıda göreceğimiz üzere, hakkaniyet olarak adaletin birinci ilkesi taraflar için eşit temel özgürlükleri garanti altına almaktadır. Bununla ilgili mümkün olabilecek en kötü sonuç özgürlüklerin toplam fayda adına sınırlanması olabilir. Ancak yine aşağıda göreceğimiz gibi, taraflar birinci ilkeyle ilgili olarak özgürlüğün önceliği kuralını benimseyeceğinden, böyle bir durum ortaya çıkmayacaktır. Hakkaniyet olarak adaletin ikinci ilkesi de toplumda en az avantajlı konumda olanların durumunu güvenceye aldığından taraflar kendileri için en güvenceli seçimi yapmış olacaklardır.