• Sonuç bulunamadı

B. Türkiye’de Dış Göç

IV. Kent Kuramları

Kentleşme konusunu açıklarken kentlerin ortaya çıkışlarını ve yapısal özelliklerini ortaya koymaya çalışan kent kuramlarına da değinmek faydalı olacaktır. Bu konu üzerinde yapılmış çalışmalardan birisi de Rana Aslanoğlu’na aittir. Aslanoğlu kent kuramlarının yöntemlerine göre kendi içinde ikiye ayrıldığını belirtir.

(Aslanoğlu;1992,39) Ona göre kent kuramları; kentlerin ortaya çıkışını tek bir temel nedene dayanarak açıklayan kuramlar ile birden çok nedenin karşılıklı etkileşimi içerisinde ele alan kuramlar olarak ki şekilde karşımıza çıkar.

Aslanoğlu’na göre tek nedene bağlı ortaya çıkan kent kuramlarında öne çıkan yaklaşımlar; toprağın değeri ve iklim koşullarının öne çıktığı “hidrolik toplum kavramı ve artı ürün” yaklaşımı, kenti Pazar yeri olarak algılayan “ekonomik teoriler”, kenti bir

güç odağı olarak algılayan “askeri teoriler” ve son olarak da kutsal yerler olarak beliren kentleri anlatan “dinsel kuramlar” dır. (Aslanoğlu;1998,13–20)

Yine Aslanoğlu birden fazla nedenin etkileşimi ile ortaya çıkan kentleri ise:

köylerin ve kentlerin birbirlerinden ayrılan yönlerini, büyüklük-nüfus yapısı-kamu sermayesi-kayıt tutma ve bilim-ticaret şeklinde 5 temel başlıkta toplayan “Childe’ın Geliştirdiği Kavramsal Çerçeve”; kentlerin ortaya çıkışını, uygun ekolojik taban -yerleşme biçimlerine göreli olarak gelişmiş teknoloji - sosyal örgütlenme önkoşullarına bağlayan “Sjoberg’in Geliştirdiği Kavramsal Çerçeve”; ve son olarak da kentlerin kökenini, nüfus yoğunlaşması - teknolojik kapasite – örgütlenme - çevre değişkenlerinin belirlediğini öne süren “Lampard’ın Geliştirdiği Kavramsal Çerçeve” yaklaşımlarıyla ele almıştır. (Aslanoğlu;1998,21–23)

Yukarıdaki bilgiler ışığında kentlerin kökenine veya ortaya çıkış nedenlerine baktığımızda öyle basit bir nedenden ziyade daha karmaşık ve birbiriyle ilişkili süreçlerin şehirleri ortaya çıkardığı sonucuna varmaktayız. Elbette kentlerin ortaya çıkışı ekonomik – dinsel – sosyal süreçlerle gerçekleşmiştir. Bu nedenle kentlerin ortaya çıkışını tek bir nedenden ziyade birden fazla değişkenin karşılıklı etkileşimiyle a.ıklamaya çalışan kavramsal çerçeveler daha geçerli bir anlam arzetmektedirler.

Kentlerin daha çok ortaya çıkışlarından ziyade ortaya çıktıktan sonraki gelişmelerini ve yapısal özelliklerini ele alan başka kuramlar da ortaya atılmıştır. Bunla üzerinde de harta sayılır çalışmalar yapanlardan birisi de Ruşen Keleş’tir. Bu kısımda da özellikle Keleş’in değerlendirmeleri ışığında bu kuramlar ele alacağız.

Ortak Özekli Çemberler Kuramı

Bu kurama göre kentlerin iç yapıları iç içe geçen çemberler gibidir. Buna göre birinci bölgede yani en içte çekirdek vardır. Onun dışındaki çemberde yani ikinci bölge ise cazibesini yitirmiş ve kaybolmaya yüz tutmuş işyerlerinin yer aldığı bir geçiş bölgesidir. Üçüncü bölüm ise ilk iki bölümde çalışanların oturduğu bölümdür. Bu yüzden bu bölüm ilk iki bölüme yakın olmak zorundadır. Dördüncü bölüm ise evlerden oluşan oturma bölgesidir ki bu bölüme kentlere uzak banliyöler de denebilir.

(Keleş;2004,122)

Yine kurama göre kentler büyüdükçe her bölge yanındaki çembere doğru genişleyen bir yön izler. Bu kuram için yapılan eleştirilerin başında çok basitleştirilmiş olması gelmektedir. Yani hiçbir kentte aslında bu ölçüde düzenli bir gelişme yoktur.

Dilimler Kuramı

Bu kuramda daha çok kentte yaşayan insanların oturdukları bölgeler ele alınmıştır. Buna göre farklı ekonomik seviye ve sınıfta olanlar farklı yerlerde otururlar ve gelir düzeylerinin gelişimine göre bölgeler arasında yer değiştirebilirler.

(Kaygaç;2006,55)

Bu kurama göre kent kendi içinde beş farklı dilimden oluşan bir organizma gibidir. Birinci kısımda ticaret yürütülür. İkinci kısımda ise toptancılık ve hafif sanayi kuruluşları yer alır. Üçüncü kısımdan itibaren ise ekonomik seviyelere göre insanların oturdukları evlerinin bulunduğu kısımlardır.

Birden Çok Özekli Büyüme Kuramı

İlk iki kuramın en büyük eksikliği topraktan yararlanma öğesine hiç değinilmemiş olmasıdır ki bu kuramın ortaya çıkışı da bu eksikliği giderme amacıyla olmuştur. Keleş bu bağlamda kentlerin birbirlerinde farklı topraktan yararlanma şekilleri olan bölgelere sahip olduklarını belirtmiştir. Ona göre bu bölgeler ise; ticaret bölgesi, toptancı ve hafif sanayi bölgesi, ağır sanayi bölgesi, oturma bölgesi, kültür özekleri bulunan (park vb.) küçük çekirdekler ve yöre kentlerdir. (Keleş;2004,125)

Özekselleşen Yerler Kuramı

Walter Christaller’e ait olan bu kuram özellikle coğrafyacılar tarafından günümüzde de kullanılmaktadır. Buna göre kentin en önemli görevi çevresindeki diğer yerleşim alanlarına her türlü hizmeti sunabilmesidir. Bu bağlamda kentlerin hizmet verdikleri bölgenin özeğinde (merkez) bulunmaları ve buna göre daireler şeklinde sıralanmaları gerekir.

Tek Büyük Kent Kuramı

Bu kuramın sahibi ise Mark Jefferson’dır. Jefferson kuramını kentlerde yaptığı gözlemlere dayanarak hazırlamıştır. Bu yönüyle de kuram gelişmekte olan ülkelerin çoğunda geçerlilik kazanmıştır. (Kaygaç;2006,58) Bu kurama göre her ne sebeple

olursa olsun gelişmiş bir kent alternatifleri oluşana kadar tek büyük kent olma özelliğini meşrulaştırmıştır.

Sıra Büyüklük Kuramı

Bu kuramda ise kentin düzeni tamamen kentler arası büyüklük ve küçüklüğe göre belirlenmektedir. Bu bağlamda örneğin en küçük nüfuslu kentlerin toplamı nüfusça en büyük olana eşit çıkmaktadır.

Bu kuramlar dışında önemli toplumbilimcilerin de ortaya attıkları kent kuramları vardır. Karl Marx, Emile Durkheim ve Max Weber bunlardan bazılarıdır.

Marx’ın kurduğu kuram kentteki iş bölümü ve üretimle ilgilidir. Marx burada kenti yüksek zevklerin temsili olarak, kırsalı ise yalnızlık ve dağınık bölgeler olarak algılar. Ona göre kentteki belli bir sınıf kent soyluları için hizmet etmektedir. Ancak bu durum kırsalda söz konusu değildir. Çözüm ise bu ayrımın giderilmesinde ve toplumun dönüşümündedir. (Kaygaç;2006,59)

Bilindiği gibi Durkheim toplumda iş bölümü ve dayanışma kavramları üzerinde çok duran bir sosyal bilimcidir. İşte bu noktada Durkheim tinsel yoğunluk olarak tanımladığı kentleşme toplumdaki iş bölümünün arttığını savunmaktadır.

(Keleş;2004,132) Ona göre kentler önceleri tek başına bir anlam ifade ederlerken şimdi toplumun bir parçasıdır ve ancak onunla bir anlam kazanır. Durkheim bunu, kent denilince artık büyük çapta bir kent anlaşıldığı ve iş bölümünün arttığında yerelliğin azaldığı savıyla desteklemektedir.

Weber’e göre ise kent, tek başına nüfus özellikleriyle değil ancak ekonomisi ve siyasal örgütlenmesiyle kent sayılır. (Keleş;2004,133) Ona göre kent siyasal bir birimdir ve Pazar yeri özelliği gösterir. Ayrıca Weber kenti, eski zamanların ticaret kenti olarak kabul ettiği tüketim kenti ve bugünün fabrikalar-zanaatkarlar bulunan kentleri olarak kabul ettiği üretim kenti şeklinde iki grupta ele alır.

Aslında Weber kentlerin hakkında kuram kurulacak kadar önemli bir şey olmadığını, sadece kapitalizmin getirdiği sorunların bir parçası olduğunu savunarak ortaya atılan kuramlara da bire anlamda karşı çıkmıştır. (Kaygaç;2006,61)