• Sonuç bulunamadı

Kurala Dayalı ve İhtiyari Para Politikaları

1.2. Para Politikasının Amaçları

1.2.1. Kurala Dayalı ve İhtiyari Para Politikaları

Para politikasında önemli bir kavram olarak, ihtiyari kararlara karşı kural (Rules vs. Discretion)(5) tartışmaları karşımıza çıkmaktadır. Para politikası otoritesi açısından ihtiyari politikalar ile sabit politika kuralı arasında yapılacak tercih para otoritesine verilen inisiyatifin büyüklüğü verilen amaçların kesinliği ve para otoritesinin faaliyetleri ile amaçlarına ulaşması arasındaki ilişkinin önemi tarafından belirlenmektedir. Henri Simons ihtiyari para politikaları (cari durum ve dönem sonu durumun doğru olarak değerlendirilmesi veri iken seçilmiş en iyi karar) konusuna “Rules versus Authorities in Monetary Policy” (1948, orijinali 1936) başlıklı klasik makalesinde değinmiştir.

Simons (1936) para miktarının sabitliğini de içeren alternatif parasal kuralların tamamını düşünmüştür fakat paranın dolaşım hızı yani para talebi cephesinde yaşanabilecek yapısal dönüşümlere de dikkat çekerek en azından geçiş döneminde merkez bankası için optimum kuralın fiyat düzeyini istikrarlı kılabileceği sonucuna varmıştır. Milton Friedman (1948), maliye ve para politikasının otomatik olarak işleyebileceği bir model önermiştir. Bu model %100 rezerv para, özellikle sabit hükümet harcaması ile vergi oranları ve açıkların tam parasallaşması varsayımları çerçevesinde parasal artışın rolünü irdelemektedir.

Friedman (1948) politikanın işleyişindeki uzun ve değişken gecikmelerin, yapının (otomatik olsa da) aktif ihtiyari politikaların istikrarı bozucu olup olmayacağını sorgulamıştır. Uzun ve değişken gecikmelerin teorik yansımalarını veri

(5) Uygulama alanının daha çok ekonomide, özellikle para politikasında yoğunlaştığı görülen bu kavram (www.canaktan.org/yonetim/kurumsal-yonetim/aktan-kurumsal.pdf), herhangi bir düzenin kurallara mı ihtiyari kararlara mı dayanması gerektiğini, bu ikisi arasında nasıl bir denge sağlanması gerektiğini ve düzenin kuruluş süreci düşünüldüğünde hangi aşamada hangisine ağırlık verilmesi gerektiğini içermektedir. Yönetim bilimlerinde, kurumsallaşmanın, kuralların egemen olduğu bir düzende sağlanabileceği, sahip ve yönetenin aynı merci olduğu ve sonraki bölümlerde bahsedeceğimiz asıl–vekil sorununun söz konusu olmadığı durum olan geleneksel yönetim tarzında ihtiyari kararların hakim olduğu söylenebilir. Ayrıca vekil davranışlarının yönlendirilmesinde başvurulacak mekanizmaların mahiyetinin kurallar–ihtiyari kararlar arasındaki dengenin yapısı ile ilgili olduğu düşünülebilir (Bkz. http://www.nber.org /papers /w1473.pdf; www.econbrowser.com / archives/2007/10/rules_versus_di.html;www.imf.org/external/pubs/ft/fandd/2005/03/pdf/straight.p df). Para politikasında, politikaya yön verenlerin (örneğin, merkez bankasının) özel sektör temsilcilerine karşı bir bilgi avantajına sahip olduğu, herhangi bir güven sorununa ve asıl–vekil sorununa dayalı ahlaki tehlikeye engel olacak ve şeffaflık ve hesap verilebilirliği sağlayacak şekilde kurumsal düzenlemelerin yapılabileceği (örneğin açık hedeflerin konulmasına ve bu hedeflere ulaşmadaki performans durumunun paylaşımına ilişkin düzenlemeler) bu kapsamda ele alınmaktadır (www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=210).

35

kabul ederek Friedman para arzı artış oranının sabit tutulması kuralını desteklemiştir. Friedman piyasalar ve politik baskılara maruz kalan bir merkez bankasının izlediği ihtiyari para politikalarının ekonomik istikrarı bozucu nitelik taşıdığını ifade etmiştir. Ayrıca bu çerçevede para otoritesinin kendisine sunulan inisiyatif kullanma gücüne rağmen, performansını değerlendirmede kesin bir kriterin varolmayışının, politikalarının kamuoyu nezdinde hesabını verme sorumluluğunu üstlenmede ciddi kusurları içerdiğini ileri sürmüştür.

Dinamik tutarsızlık literatürünün temellerini atan Kydland ve Prescott (1977) bu konuda yeni bir iddia seti ile dikkat çekmektedir. Bu yazarlara göre Friedman’ın analizi görünüşte sabit politika kuralının, ihtiyari para politikalarına üstün olduğu izlenimini açığa çıkarsa da, bu iddia kendi içerisinde bir mantıksal zayıflığın ifadesi olarak da değerlendirilebilir. Eğer özel bir kural ekonomiyi istikrarlı kılabilecekse, o zaman ihtiyari para politikaları izleyen otoriteler her zaman bu şekilde davranabilir – ve gerektikçe kuralı değiştirme esnekliğinden vazgeçebilirler. Buna ilave olarak dinamik tutarsızlık literatürü, para otoritelerinin önceden taahhüdünün, ekonomik davranışı geliştirebileceğini ileri sürmüştür.

İhtiyari para politikalarından ziyade sabit politika kuralını savunan Friedman’ın genel iddiası, bir kuralın para otoritesinin politik baskılara karşı koymasını mümkün kılması, performansının değerlendirilmesi için bir kriter sağlaması ve ekonomik birimler için ekonomi politikalarına ilişkin kesinliği garanti etmesidir.

Fischer merkez bankasının politik baskılardan uzak tutulmasının çok önemli bir amaç olduğunu belirtmektedir. Ekonomik politika hakkındaki kesinliğin kuralların uygulanması için gerekli olmadığını belirtmektedir. Öyle ki ekonomik birimler fiyatlar ve üretim hakkında kesinlik istemektedirler; bankalar bir yana ekonomik birimlerin para stokunun davranışı ile hiç bir ilgileri yoktur. Eğer para için tahmin edilemez bir seyir üreten bir ihtiyari para politikası, fiyat istikrarını ve tam istihdamı garantilerse, para politikası hakkındaki belirsizlik hiç de önemli değildir.

Fischer dinamik tutarsızlık iddiası bir yana Simons ve sabit politika kuralının diğer savunucularının iddiasının incelenmesinin zor olduğunu belirtmektedir. Makul bir fiyat istikrarı ve istihdam seviyesini devam ettiren başarılı bir ihtiyari para politikası genel olarak serbest piyasaların kullanımı ve kişisel özgürlüğün

36

sürdürülmesinde, ekonominin temel organizasyonları üzerinde hoşnutsuzluğa neden olan başarısız bir kuraldan muhtemelen daha fazlasını yapacağını iddia etmektedir. Güvenilir olarak yürürlükte olan bir parasal kural ile merkez bankası sürpriz enflasyon yaratamayabilir ve dinamik tutarsızlık problemi ortadan kalkabilir.

Friedman’ın (1959) para politikasının etkilerinin uzun ve değişken gecikmeye sahip olduğunda, aktif para politikasını potansiyel olarak istikrarsızlaştırıcı etkilerine dayanan sabit para arzı artışı kuralı, bir parasal kuralın sabit bir büyüme oranı kuralı olması gerektiği görüşüne neden olabilir. Fakat aktif geribildirim (feedback) etkileri olan parasal kurallar mümkündür. Barro-Gordon’un parasal kural için iddiaları şokları dengelemede aktif para politikasının potansiyel bir rolü olduğu bir modele taşınabilir; böylelikle en azından enflasyon belki üretimin istikrarlı hale gelmesinde de yardımcı olabilir. Ekonominin yapısı veri iken optimum parasal geribildirim kuralı kanuni olarak yürürlüğe konabilir ve dinamik tutarsızlık ve enflasyonist eğilim engellenebilir.

Paranın dolanım hızındaki değişiklikleri dikkate alan daha gelişmiş parasal geribildirim kuralları geliştirilmiştir. Örneğin, McCallum (1994), son dört yıl boyundaki parasal tabanın dolanım hızındaki değişim ve ayrıca GSMH’nın hedef yolundan ayrılması için parasal tabanın yıllık artış oranını %3 olarak tespit eden bir kural önermektedir. Bu kural bazı küçük ekonometrik modellerde enflasyon ve üretim açısından iyi performans göstermiştir.

İhtiyari para politikasına ilişkin olarak bir parasal kural için iki farklı iddia vardır. Friedman’ın görüşü sabit bir büyüme oranı kuralı ile bağlanmayan politika yapıcılar aşırı aktifliğe özenebilirler ve ekonomiyi istikrarlılaştırmaktan ziyade istikrarsızlaştırabilirler. Barro ve Gordon (1983b) ihtiyari para politikalarının enflasyonist eğilime sahip olduğunu kabul etmekte, ancak istikrarlılaştırıcı geribildirim politika olasılığına itiraz etmemektedirler. Bir kez ikinci olasılık kabul edildi mi, parasal kural durumu -parasal büyüklüğün davranışını çok katı olarak belirleyen bir kural- dinamik tutarsızlığa dayanmalıdır. Fakat o zaman ihtiyari para politikalarının enflasyonist eğiliminden kaçınmanın faydaları ile artık uygun olmayan bir parasal kuralı izlemeye bağlı olmanın potansiyel maliyeti arasında bir değiş-tokuş vardır.

37

Goodhart’ın kanunu ve en son tecrübe göstermektedir ki, herhangi bir parasal kural sonunda bozulacaktır; Sayer’ın (1958) ifadeleriyle ‘eğer biz bütün zamanlara ve bütün koşullara uygulanabilir kurallar ararsak hayal kırıklığına uğramaya mahkûmuzdur’. 1970’lerde ve 1980’lerde birçok ülkede görülen para talebi istikrarsızlığı ve Almanya’da son yılda, basit herhangi bir parasal kurala bağlı olmanın bedeli bu tür bir kuralı kanunla yürürlüğe koymak kadar olmasa da ödenmiştir. Şu an herhangi bir parasal büyüklüğün ya da faiz oranlarının davranışlarının sabit bir oranla artışı olarak formüle edilen herhangi bir kuralı yürürlüğe koyarak dinamik tutarsızlık problemi ile ilgilenmek için bir durum yaratmak söz konusu olamaz. Bunun yerine parasal otoriteler günlük para politikası kararları almak için bir miktar esnekliğe ihtiyaç duymaktadırlar. Bu bağlamda McCallum tipi kurallar kendisine karşı politik tepkiler oluşturacak faydalı bir referans noktası oluşturmaktadır.

Sabit bir döviz kuru paritesi parasal kuralın bir çeşididir. Bu kural eğer parite çok ciddiye alınırsa, ihtiyari para politikaları için çok az bir uygulama alanı bırakmaktadır. Makul olarak istikrarlı bir para birimine sabitlenen bir ülke enflasyonist problemlerini çözebilir. Fakat döviz kuru sabitlemesi tehlikeden bağışık değildir. Ticari olmayan mal fiyatları ticari mal fiyatlarına nispetle artabileceğinden, sık sık sabit kur rejimi uygulayan ülkeler kendilerini aşırı değerlenmiş bir para birimi ile karşı karşıya bulacaklardır. Herhangi bir sabit döviz kuru sisteminde baz alınan ülkeler kendi enflasyonist eğilim problemlerini çözmek için bir yol aramak ihtiyacındadırlar. Bretton Woods Sistemi ve Avrupa Para Sistemi tecrübesinin gösterdiği gibi bazen baz alınan ülke pariteyi sürdürmeyi imkânsız kılan bir şekilde hareket eder.

İhtiyari para politikalarının enflasyonist eğilimiyle ilgilenirken para politikasında esnekliği korumak için, Rogoff (1985) toplam olarak topluma nispeten enflasyona karşı daha fazla düşman olan muhafazakâr bir merkez bankasının göreve getirilmesini önermiştir. Merkez bankasının enflasyonu önceleyen (inflation nutter) politika izlemesi ortalama enflasyon oranını azaltsa da istikrar kazandırıcı konjonktür karşıtı politika uygulama inisiyatifine de sahiptir.

Rogoff’un modelinde çözüm konusunda iki önemli nokta vardır. İlk olarak çözüm ortalama enflasyon oranındaki bir düşüş ile merkez bankacının muhafazakârlığı ile ima edilen üretim değişkenliğindeki (sosyal olarak optimal

38

politika altında elde edilebilir olana nispetle) artış arasındaki değiş-tokuşu temsil etmektedir. İkinci olarak enflasyonun aşırı ölçüde öncelenmesi olarak adlandırılabilecek enflasyon muhalefetinin optimum bir derecesi vardır.

Rogoff’un modeli bağımsız merkez bankası için bir neden sağlamaktadır. Bankaya aktif politika izlemek için bağımsızlık verilmiştir, fakat onun toplumdan daha fazla enflasyonu öncelemesi olması beklenmektedir. Önemli güçler verilen ve fiyat istikrarını koruma görevi verilen merkez bankaları belki de ‘Hükümetin genel ekonomik politikası çerçevesinde’, Rogoff’un modeline uyuyor görünmektedir. Bu modele dayalı olarak uzlaşma merkez bankası bağımsızlığını merkez bankasının amaç fonksiyonunda üretime kıyasla enflasyona verdiği ağırlık açısından ölçen empirik çalışmalarda geliştirilmiştir. Bağımsızlığın bu ölçüsü ile herhangi bir merkez bankası, enflasyona ilişkin düşkünlüğü ölçüsünde bağımsız olabilir.

Lohmann (1992) Rogoff kuralını, muhafazakâr merkez bankasının bir maliyetle hükümet tarafından veto edilmesine (reddedilmesine) izin vermektedir. Bu, hükümetin hiçbir zaman reddedemeyeceği, merkez bankasının küçüklere oranla büyük çarpıklıklara, daha güçlü tepki vermesi şeklinde doğrusal olmayan bir kural yaratmaktadır. Bu kural altındaki sonuç Rogoff’un basit kuralı altındakinden daha iyi olmaktadır.

Merkez bankası bağımsızlığının nedenlerinden biri de, enflasyon vergisini mali otoritenin kontrolünden almaktır. Debelle ve Fischer (1994) Rogoff’un modelini kamu harcamalarına merkez bankasından ya da toplumdan daha fazla ağırlık veren bir mali otoriteyi modele ekleyerek geliştirmiştir. Merkez bankası enflasyon oranını tespit etmekten sorumludur, fakat senyoraj gelirini hükümet almaktadır. Debelle hükümetin kamu harcamalarına verdiği ağırlık ne kadar fazla ise enflasyon oranının o kadar yüksek olacağını göstermiştir. Bu sonuçları geliştirerek Debelle ve Fischer (1994) enflasyon oranının, mali otoritenin kararlarını merkez bankasından daha önce verdiğinde daha yüksek olmaya eğilimli olduğunu göstermektedirler. Ayrıca mali otoritenin açığı seçip merkez bankasını bu açığı finanse etmeye zorladığı mali baskınlık (fiscal dominance) durumda da enflasyon yükselme eğilimindedir. Bu, merkez bankasının hiç bir etkin bağımsızlığa sahip olmadığı durumdur.

Bir saygınlık geliştirme olasılığını içeren modeller dinamik tutarsızlık probleminin dışında alternatif bir yol sunmaktadırlar. Yeterince uzun bir zaman dilimi ve yeterince düşük bir indirgeme faktörü ile para politikası karar vericileri

39

dinamik olarak tutarlı düşük enflasyon politikası izlemek suretiyle enflasyonu önceleyerek bir saygınlık kazanmayı optimum bulabilirler.

Para politikasına oyun teorik yaklaşımdaki önemli en son gelişme asıl-vekil (principal-agent)(6) modelinin uygulanması olmuştur. Bu modelde iyi amaçlara sahip olan asıl (principal) (burada, toplum) bir vekil’i (agent) (burada, merkez bankası) asıl’ın çıkarlarına göre hareket etmesini teşvik edecek bir anlaşma tasarlamak zorundadır. Genelde vekil asıl’ın ulaşamadığı bazı bilgilere sahiptir.

Walsh (1993) ve Persson ve Tabellini (1993) hükümet ve merkez bankası arasında merkez bankasının ödülünün enflasyona orantılı olarak düşeceği bir anlaşmanın birinci en iyi çözüme ulaşacağını göstermiştir. Bu anlaşma sadece para politikasının enflasyonist eğilimini yok etmeyecek, aynı zamanda merkez bankasının konjonktür karşıtı politikası optimal olarak aktif olacaktır. Bundan dolayı toplumla aynı kayıp fonksiyonuna sahip bir merkez bankasını göreve getirmek ve onu enflasyon oranıyla orantılı olarak cezalandırmak, toplumun birinci en iyi çözüme ulaşmasını sağlamaktadır. Bu sonuç merkez bankasının toplumla aynı kayıp fonksiyonuna sahip olduğu varsayımına ve anlaşmanın ilgilenmek zorunda olduğu tek problemin dinamik tutarsızlıktan kaynaklanan enflasyonist eğilim olduğu varsayımına dayanmaktadır.

(6)Ekonominin ve siyaset biliminin birçok sahasında söz konusu olan asıl-vekil sorunu (principle– agent problem), bir kişinin (asılın) kendi adına işlerini gerçekleştirmesi için bir vekil tuttuğu ancak onun tam anlamıyla kendi isteği doğrultusunda hareket etmesini garanti edemediği durumu temsil etmektedir. Vekâlet ikilemi olarak da adlandırılan bu durum, eksik ve asimetrik bilgi, belirsizlik ve risk koşulları altındaki zorluklarla başa çıkma ve vekil menfaatlerini ve dolayısıyla davranışlarını asıl amaçları ile uyumlaştırmaya yönelik çeşitli mekanizmalar geliştirmeyi kapsamaktadır. Asıl ve vekil ilişkisini temsil için, işveren-çalışan, hissedar-şirket yöneticisi, devlet organı-kamu hizmeti gören özel firma ve kanun yapıcı-bürokrat örnekleri verilebilmektedir. Asıl ve vekil arasındaki ilişki bir sözleşme olarak tanımlanırsa, asıl, bu sözleşmenin gereğinin vekil tarafından ne ölçüde yapıldığını yeterince bilememekte, çeşitli performans yönetim türlerini, vekilin kendi menfaatine dayalı olduğu kabul edilen davranışını etkilemede bir araç olarak kullanmakta, bu da ahlaki tehlikeyi (moral hazard) gündeme getirmektedir. Ahlaki tehlike, bireyleri sonucunda katlanmak zorunda olmadıkları maliyetlere neden olan davranışlara iten teşvik unsurlarının varlığında doğmaktadır. Bu konuda tipik örnek; sigortadır; bir kişi bir defa evini hırsızlığa karşı sigorta yaptırdığında evini koruma konusunda dikkatli olması yönündeki geçmişte sahip olduğu müşevviki (incentive) kaybetmektedir. Daha az tatmin edici olmakla birlikte, başka bir örnek, devletin işsizlik yardımlarının varlığı veri iken, iş arama yönündeki istektir. Ahlaki tehlike, eksik bilginin neden olduğu en önemli piyasa aksaklıklarındandır; söz gelimi, sigortacının, ahlaki davranan müşterilerini ahlaki davranmayanlardan ayırdetme kabiliyetinin olmadığı durumu temsil etmektedir. Oyun teorisi açısından, yine, kendi menfaatine odaklı vekilin rasyonel tercihlerinin, oyunun kuralları değiştirilerek etkilenmesi söz konusudur (en.wikipedia.org, Bannock vd., 1998).

40

Bu sözleşme yaklaşımında hedef enflasyon oranı optimal dinamik tutarlı (optimally dynamically consistent) enflasyon oranını etkileyen her bir şoka bağlı olarak yapılmalıdır. Eğer arz şokları varsa ve eğer dolaylı vergiler uygulanırsa enflasyon hedefini ayarlamak için bir formülün sağlandığı gerek Kanada ve gerekse Yeni Zelanda’da yapılan budur.

Walsh ve Persson ve Tabellini anlaşmanın yürütüleceğini varsaymaktadır. Tabii ki “asıl” ex-post anlaşmayı değiştirerek, dinamik olarak tutarsız bir şekilde davranma kışkırtıcı faktörü ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla model, anlaşmayı değiştirmenin maliyetli olacağı gizli varsayımını yapmaktadır.

Anlaşma modelinden ortaya çıkan para politikasına hedefleme yaklaşımı Yeni Zelanda ve Kanada’da uygulanmaktadır. Bu yaklaşım Almanya’daki yaklaşımın ve merkez bankasına daha genel bir görevin verildiği Fransa Bankası’nın yeni statüsünün tersidir. Hem Yeni Zelanda Rezerv Bankası hem de Bundesbank bağımsız olarak tanımlanmaktadır; fakat bu bankalar kısa dönem politika amaçlarını tespit etmek bağlamında bağımsızlık dereceleri itibariyle farklılaşmaktadırlar. Yeni Zelanda Rezerv Bankası bir hedef yolu hakkında hükümetle anlaşmaya varmak zorunda iken, Bundesbank kendi kendine başarmaya çabaladığı enflasyon patikasına karar vermektedir. Her banka da bu amaçlara ulaşmak için izleyecekleri para politikası taktikleri konusunda tam bağımsızlık ya da inisiyatife sahiptir.

“Bağımsızlık” terimi kesin olmadığından, bazıları bir merkez bankasını ‘özerk’ ya da ‘hükümetten biraz ayrı’ olarak tanımlamayı tercih ederler. Fischer bağımsızlık terimini kullanmaya devam etmekte, fakat ‘amaç bağımsızlığı’ ile ‘araç bağımsızlığı’ arasındaki farka dikkat çekmektedir. Amaçları kesin olarak tanımlanmayan bir merkez bankası amaç bağımsızlığına sahiptir: en fazla merkez bankasına para politikasını idare etme gücünün verildiği ve bunu iyi yapma amacının verildiği düşünülebilir. Diğer bir uçta ise, amaç bağımsızlığının olmadığı Yeni Zelanda’da olduğu gibi, amaç kesin olarak tanımlanabilir. Fiyat istikrarı görevi verilen fakat rakamsal bir hedefi olmayan bir merkez bankası daha fazla amaç bağımsızlığına sahiptir. Bir merkez bankası amaçlarına ulaşmada para politikasını yönlendirmede tam güç ve inisiyatife sahip olduğunda araç bağımsızlığına sahiptir. Bir parasal

41

kuralla bağlı olan bir merkez bankası veya bütçe açığını finanse etmesi istenen bir merkez bankası araç bağımsız değildir.

Sorumluluk (hesap verebilme) kavramı sözleşme yaklaşımı içinde incelenebilir. Sorumluluk hakkındaki genel kanı, merkez bankası ya da merkez bankacı için hedefleri tutturamamanın ters sonuçları olabileceğidir. Optimum anlaşmada merkez bankacı, hedef enflasyon oranını tutturmaktan sorumludur ve bunu başaramadığı takdirde cezalandırılmaktadır. Formal (düzenlenmiş) modellerde ceza parasal görünse de, kamuoyu suçlaması (public obliquy) da devreye girmektedir. Dolayısıyla daha genel bir görevi olan bir merkez bankası bile örneğin bir para politikası raporu yayınlamasının istenmesi ya da performansının kamuoyuna duyurulması yoluyla sorumlu tutulabilir. Sorumlu tutulmayan bir merkez bankası sorumlu tutulan bir bankaya göre daha büyük olasılıkla dinamik olarak tutarsız bir şekilde davranmaktadır. Esasen sorumlu olmayan herhangi bir organizasyon sorumlu olana göre büyük bir olasılıkla daha kötü performans göstermektedir.

Bir alt sorun merkez bankasının kime karşı sorumlu olduğudur: hedeflerin karşılanıp karşılanmadığına kim karar verecektir ve eğer karşılanmadıysa kim buna göre tedbir alacaktır? Sözleşme yaklaşımında bu sorunun yanıtı, merkez bankasının anlaşmayı kiminle yaptığında gizlidir. Daha genel bir yanıt, merkez bankasının bazı kamuoyu forumlarında tercihen de bilgi donanımı iyi, seçilmiş resmi görevliler karşısında sorumlu olması gerektiğidir. Merkez bankacıların seçilmiş resmi görevlilere açılmasının önemli bir nedeni, resmi görevlilerin de enflasyonist eğilime sahip olacağı gibi, merkez bankacılar kolaylıkla bir deflasyonist eğilim geliştirebilirler. Kamuoyu düşüncesinden çıkan görüşe göre merkez bankacılar anti- enflasyonist bir tutumla, (aşırı istekle) kolaylıkla enflasyon ve işsizlik arasında kısa dönemde bir değiş-tokuş olduğunu ve konjonktürel işsizliğin gevşek para politikası ile azaltılabileceğini yalanlayabilirler.

Diğer bir alt sorun, merkez bankasında kimin sorumlu olması gerektiğidir. Cevap öncelikle başkan olmalıdır. Ayrıca ödenekleri düşürülerek bütün idare meclisi üyeleri hedefi tutturmada başarısız olduklarından dolayı cezalandırılabilir. Maaşlarının görev süreleri boyunca nominal olarak kesilmemesi için hiç bir sebep yoktur.

42

Bundesbank’ın, Avrupa Merkez Bankası’nın, Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası’nın (FED) ya da Yeni Zelanda Rezerv Bankası’nın sorumlulukları arasında ilginç bir zıtlık vardır. FED resmi olarak diğer bir kuruma karşı sorumlu olduğu halde, Bundesbank değildir. Politik amacın kesin olmadığı Bundesbank düzeni ve resmi bir sorumluluk olmayışı potansiyel bir tehlike yaratmaktadır: Banka’nın sosyal olarak aşırı anti-enflasyonist politika izlemesine engel olmak çok zordur. Bundesbank’ın düzenli olarak düzenlediği basın konferansları para politikasının temelini araştırmak için doğru zemin değildir. Uygulamada Bundesbank kamuoyu görüşünün yanında olmaya çok dikkat etmekte ve ciddi Aylık Raporlar yayınlamaktadır; fakat tehlike yine de devam etmektedir.

Merkez bankası bağımsızlığı hakkındaki empirik bulgulara geçmeden önce Fischer her merkez bankasının enflasyon ve işsizlik arasında sürekli olarak bir kısa dönem değiş-tokuş ile karşı karşıya kaldıkları gerçeğini yeniden vurgulamaktadır.

Benzer Belgeler