• Sonuç bulunamadı

Kur’ân Müşriklere Meydan Okuyor

Belgede Türkiye Caferileri Sitesi (sayfa 28-33)

Putperestlik inancına gönülden bağlı olan kâfirler ve müşrik-ler, İslâm davetini kabul etmeye, hak ve hakikat karşısında boyun eğmeye asla yanaşmadılar. Hz. Peygamber’i de işte bu yüzden yalanladılar: O bir yalancıdır, Allah’a nispet ettiği Kur’ân da kendi sözüdür ancak, dediler.

Bu suçlamayı çürütmek için Kur’ân-ı Kerim meydan okudu ve fesahat ve belagat sanatında mahir bir topluluğu hünerle-rini sergilemeleri için çağırdı ve onlardan Hz. Peygamber’in bir yalancı olduğu iddiasında haklı iseler, Kur’ân benzeri bir söz getirerek İslâm davetinin asılsız olduğunu ispatlamaları-nı istedi.

Yüce Allah şöyle buyurur:

“Onu kendi uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler. Eğer doğru söylüyorlarsa, benzeri bir söz ge-tirsinler.”(1)

Yine şöyle buyurur:

“Yoksa Onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sure getirin.”(2) Söz ustaları, fesahat ve belagat yurdunun sultanları olan Arap kâfirleri ve müşrikleri hitabet sanatındaki onca kibir ve gururlarına rağmen bu teklifi geri çevirip görmezden geldi-ler; sonuçta da sözlü saldırılarını kanlı mücadeleye dönüştür-düler. Bu şu demektir; ölmek onlar için rezil olmaktan daha kolaydı. Arap hatipleri Kur’ân’a sözlü saldırılarda

bulunma-1- Tur, 34.

2- Yunus, 38.

Semavî Kitap Kur’ân-ı Kerim 29

ya güç yetiremediler. Yalnızca Kur’ân’ın nazil olduğu yıllarda yaşayanlar değil, Kur’ân’ın nüzulünden sonra yaşayanlar da bu konuda bir şey yapamadılar ve güç gösterisinde geri adım atmak zorunda kaldılar.

İnsan doğası gereği böyledir; başkası tarafından ortaya konu-lan ve insanların ilgisini çeken bir şaheserin veya bir sanat eserinin, bu şaheser ya da sanat eseri toplumda doğrudan bir etkiye sahip olmasa bile, daha iyisini veya benzerini yapmak için rekabet hırsıyla ortaya çıkan bir grup insan hep var ol-muştur. Bu durum Kur’ân için de geçerlidir: Pusuda bekle-meyip, Kur’ân’a sözlü saldırıda bulunabilecekleri her türlü fırsatı değerlendirme peşinde olan insanlar hep var olmuştur.

Fakat kâfirler ve müşrikler, Kur’ân’la rekabet etmekten aciz kaldılar. Büyü, sihir vb.’ye sığınarak Kur’ân da tıpkı hakkı batıl, batılı hak, gerçeği yalan, yalanı gerçek gibi gösteren bir sihirdir diyemediler. Kur’ân, akıcı diliyle gönülleri kendine çekiyorsa bu onun doğal özelliğidir; sihir âlemiyle bir ilgisi olduğundan böyle değildir. Lafız yoluyla bir dizi hakikate davet ettiğinde insanlar, sahip oldukları insanî şuur ve Al-lah vergisi fıtrat sayesinde, bu hakikatlerin gerçekliklerini ve hakkaniyetlerini anlayabilirler. İnsanları hak bilirlik, ha-yırseverlik, adalet, insan severlik gibi aklıselimin kaçınılmaz olarak kabul ettiği ve övdüğü birtakım amelleri yapmaya ça-ğırdığında da hakikatten başka bir şeyi beyan etmez. Fakat kâfiler ve müşrikler, Kur’ân’ın insanüstü bir kelam olduğunu, bu yüzden de güzellikte, çekicilikte, belagatte rakibi olama-yacağını kabul etmediler. Bütün bunların Kur’ân’ın Allah’ın kelamı olacağına delil sayılamayacağını ileri sürdüler.

Başka bir deyişle, insanlık tarihinde, cesurluk, zekilik, okur-yazarlık gibi ilerlemenin mümkün olduğu özellik ve zanaat-ların her birinde mutlaka yarışmanın birincisi olacak bir dâ-hinin olması gerekir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in Arap

dilinde kendine has tarzıyla belagat birincisi olmasının önün-de ne gibi bir engel vardır? Bu durumda Efendimizin sözü, beşerî bir söz olmasına karşın, onunla kimse boy ölçüşeme-yecek, saldırıda bulanamayacaktır. Hz. Peygamber’in çağdaşı hatiplerin hiçbirisi böyle bir iddiada bulunmamış; Kur’ân’la inatlaşanlar da ne böyle bir iddiada bulunmuş, ne de böyle bir şeyi ispatlamaya kalkışmışlardır. Zira bir dâhinin eliyle zirve noktasına ulaşan her bir sıfat ve zanaat, sonuçta insan yeteneği ve istidadından kaynaklanmıştır, insanın doğasın-dandır. Dolayısıyla başkaları dâhinin açtığı yoldan gidebilir;

çaba göstererek, çalışarak bu yolda ilerleyebilirler ve dâhinin yaptıklarına benzer işleri aynı yöntemle, hatta her ne kadar dâhinin konumuna ulaşamayacak olsalar da daha iyi bir yön-temle yapabilirler. Bu durumda yolu ilk açan dâhiye yalnızca önderlik makamı kalır. Mesela cömertlikte Hatem-i Tâî’nin, hattatlıkta Mir’in, ressamlıkta Manî’nin önüne geçemeyiz ama çalışıp çabalayarak Mir’inki gibi bir yazı örneği ortaya koyabilir veya Manî üslubunda küçük bir tablo yapabiliriz.

Bu genel ilkeye göre Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın kelamı değil de en beliğ beşerî kelam olmuş olsaydı başkaları, bilhassa dün-yaca ünlü hatip ve edipler çalışıp çabalayarak aynı üslupta bir kitap, en azından Kur’ân’ın surelerine benzer bir sure ortaya koyabilirlerdi. Kur’ân’ı Kerim meydan okurken kendi sözüne benzer bir söz ortaya konmasını istemiştir, daha iyisini değil!

“Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler.”(1)

“Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin”(2)

1- Tur, 34.

2- Hud, 13.

Semavî Kitap Kur’ân-ı Kerim 31

“Bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insan-lar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de ol-salar, onun benzerini ortaya getiremezler.”(1)

Sonuç

Son olarak ifade etmemiz gerekir ki, Kur’ân yalnızca akıcı üslubuyla insanları aciz bırakmamıştır; o, insanın bütün ih-tiyaçlarına cevap verebilme kabiliyetine sahiptir. Kur’ân, ver-diği gaybî haberlerle, açıkladığı hakikatlerle ve sahip olduğu diğer özellikleriyle bütün insanlara meydan okur ve onlara kendisinin bir benzerini ortaya koyamayacaklarını bildirir.

İkinci Dersin Soruları

1- Kâfirler ve müşrikler, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’in dave-tine niçin boyun eğmediler?

2- Kâfirler ve müşrikler, niçin Kur’ân’ın sihir, Hz. Peygam-ber’in ise sihirbaz olduğunu iddia ettiler?

3- Kur’ân niçin müşriklere meydan okur?

1- İsra, 88.

Allah’ı Tanımak 33

Belgede Türkiye Caferileri Sitesi (sayfa 28-33)