• Sonuç bulunamadı

Kur'ân'ı Kerim’in Türk Atasözlerine Tesiri

İKİNCİ BÖLÜM: KUR’AN-I KERİM VE TÜRK ATASÖZLERİ

2.1. Kur'ân'ı Kerim’in Türk Atasözlerine Tesiri

Türkler, 8. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlamışlardır. Evvela Müslümanlarla komşu olan Maveraünnehr ve Horasan civarındaki Türkler, karşılaştıkları bu yeni dini benimsemişler ancak kitleler halinde İslâm’ı seçmeleri X. asırda olmuştur. Saltuk Buğra Han’ın İslâmiyet’i kabulüyle birlikte Müslüman Türklerin kurduğu ilk devlet olarak Karahanlılar ortaya çıkmıştır. Türklerin Müslüman olması, XII. yüzyıla kadar devam etmiştir. 75 Böylece yaklaşık 400 senelik zaman içerisinde Türklerin tamamına yakını Müslüman olmuştur.

Türk milleti, Müslüman olduktan sonra bu dinin ana kaynağı olan Kur’ân’ı iyice özümseyip, onu hayatın her alanına taşımıştır. Öncelikle yeni dinlerinin en temel ibadeti olan namazı kılmak için günde en az beş defa Kur’ân’dan ayetler okumaları icap ediyordu. Bu dinî vecibe, diğer Müslüman milletler gibi Türkleri de Kur’ân’a pervane etti ve Kur’ân ekseninde yeni bir hayat kurmalarına yol açtı. Onların Kur’ân’ı okuyup anlamaları için Arapça ve Arap alfabesini öğrenmeleri elzem oldu. 76

Bunun tabii bir neticesi olarak Kur’ân, Türk kültürünün bütün unsurlarının içine girmiş ve hepsine kendi renginden çalmıştır. Kur’ân’ın en çok etkilediği kültür öğelerinden biri kuşkusuz dildir. O kadar ki Müslüman Türk tarihinin yaklaşık 10 asır süren en parlak döneminde, o dille gelişen edebiyat “İslâmî Devir Türk Edebiyatı”, “Türk İslâm Edebiyatı”, İslâmiyet Etkisindeki Türk Edebiyatı”, “Ümmet Çağı Türk Edebiyatı” gibi İslâm dinine vurgu yapılarak adlandırılmıştır. Zira bu devir ilim, tefekkür ve fikir hayatını besleyen ve belirleyen birinci kaynak Kur’ân-ı Kerim’dir. 77 Mustafa Uzun’un Agâh Sırrı Levend’den naklettiği şu iktibas bu besleyicilik ve belirleyiciliği ortaya koymaktadır:

“Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, İslâm dininin ortaya koyduğu hükümlere dayanır. Eski metinlerde hemen hiçbir sayfa yoktur ki, içinde Kur’ân’dan bir ayet, Peygamber hadisinden bir cümle bulunmasın ve düşünceler bunlara bağlanmış olmasın. Tefsir,

      

75 Mengi, Mine (1999), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ, Ankara, s. 10.

76 Mengi, s. 10.

77 Uzun, Mustafa (2001), “Kur’ân ve Türk Edebiyatı”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları II, İstanbul, s. 23; Bu durum günümüz için de geçerliliğini korumaktadır. Örnekleri için bkz: Sülün.

26

kelâm, fıkıh gibi İslâmî bilimler kültürün dayanağıdır. İman ve itikad, toplumun başlıca özelliği olarak göze çarpar,” 78

Zülfikar Güngör de “Türk- İslâm Edebiyatının Kaynağı Olarak Kur’ân-ı Kerim” adlı tebliğinde göz önüne serdiği birçok örneklerden sonra “Kur’ân-ı Kerim, İslâm dininin olduğu gibi, Türk- İslâm edebiyatının da ilk ve en önemli kaynağıdır.” 79 diyerek aynı hususa işaret etmektedir. Güngör, bu sonuca ulaşmak için; Kur’ân’ın meal ve Tefsirlerine; Kur’ân’ı esas alan inanç, ahlâk ve ibadetle ilgili eserlere; kısas-ı enbiyalara; Yusuf-u Züleyhalara; Hızır-nâmelere; edebî ürünlerde bizzat Kur’ân’ın veya mushafın teşbih unsuru olarak kullanılmasına; ayetlerin iktibas veya telmih yoluyla kullanılmasına; Kur’ân’dan Türkçeye geçen kelimelere; Kur’ân’ı tanıtan şiirlere; bir ayet olarak “Besmele” ile ilgili şiirlere uzanan çok geniş sahalardan misaller zikretmektedir. Türkçenin ustalarından Ahmet Turan Alkan’nın- daha önce değindiğimiz gibi- Kur’ân’ı Türkçenin “belkemiği” olarak göstermesi 80 de tezimizi desteklemektedir.

Kur’ân’ın Türkçeyle kaynaşması sadece kelime ve kavram aktarımı şeklinde olmamıştır. Çünkü o ilahî kelam, vücuda giren bir gıdanın kana karışıp bütün damarlarda dolaşması gibi, Müslümanların bütün hayatlarını etkilemiş; dillerinin edat ve bağlaçlarından kelimelerine, cümle yapılarına ondan edebî türlerine kadar bütün bölümlerini etkilemiştir. Osmanlı mekteplerinde cümle kuruluşundan başlayıp metnin örgüsünü içine alan “İnşâ” derslerinde Kur’ân’dan örneklere bolca yer verilmekteydi. 81 Kur’ân, Türkçeyi sadece malzeme ve fikir bakımından beslemekle kalmamıştır. Meydana gelen eserlerin veciz, beliğ ve estetik olmalarının ölçülerini de belirlemiştir. 82 Başlı başına belâgat mucizesi olduğunu dost- düşman herkesin kabullendiği Allah Kelâmı, belâgat ilminin hem kaynağını hem de ölçülerini oluşturmuştur / oluşturmaktadır. 83

      

78 Levend, Agâh Sırrı, Ümmet Çağı Türk Edebiyatı’ (ndan nekleden: Uzun, s. 22.)

79 Güngör, Zülfikar (2007), “Türk- İslâm Edebiyatının Kaynağı Olarak Kur’ân-ı Kerim”, I. Kur’ân

Sempozyumu, İslâmî İlimler Dergisi Yayınları, Çorum, s. 187.

80 Alkan, s. 117-120.

81 Uzun, s. 25-26.

82 Uzun, s. 23.

27

Türkçenin her yerine nüfûz eden Kur’ân-ı Kerim, Türk atasözlerinin içinde de ya mana ya da bizzat lafız olarak yer almıştır. Bu durum bazen ayetin tamamı için, bazen de bir kısmı için geçerlidir. Bizim bu çalışmamız bunların örneklerini içermektedir. Ele aldığımız bazı atasözleriyle ayet lafızları, zahiren ilgisiz görülebilir. Zaten biz böyle bir iddiayı değil, atasözlerine kaynaklık eden düşüncenin yani toplumun müşterek şuurunun gerisinde Kur’ânî bir bakış açısının / mantığın olduğunu savunuyoruz.

Söylediklerimizi şu atasözü ve ayet-i kerimelerle misallendirebiliriz: “Derdi veren

dermanını da verir.” atasözü ile “Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse, O’ndan başkası onu gideremez. ...” ( En’âm 6 / 17 ) ayet-i kerimesi arasında; “Kuş, alayıyla uçar.”, “Kuş bile kılavuzsuz uçmaz.”, “Karıncanın (da) kavmi var.”, “Karga derneği, insan örneği.”, “Arı kovana gider.”, “Yalnız kaz ötmez.” atasözleri ile “Hem yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi birer toplum teşkil etmesinler. ...” ( En’âm 6 / 38 ) ayeti arasında; “Nûh gemisine binen, tufandan korkmaz.” atasözü ile “Hülasa Biz de onu (Nûh) ve yanındakileri o yükle dolu gemi içinde kurtardık.” ( Şuara / 26 / 119 ) ayeti arasında doğrudan veya dolaylı bir ilgi

bulunduğu ortadadır.

Peki, bu anlam birliklerinin veya yakınlıklarının sebebi nedir? İşte bu soru bizim tezimizin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Zaten çalışmamızın başından bu yana söylediklerimiz ve naklettiklerimiz de bu soruya cevap arama mahiyetindedir.

Bu soruya verilebilecek cevabı iki maddede toplayabiliriz:

1- Türk milleti Kur’ân-ı Kerimle o denli bütünleşmiş, onu hayatına öyle mâl etmiştir ki

genelde dili, özeldeyse atasözleri Kur’ân’dan yansıyan kelime ve fikirlerle bezenmiştir. Hayat görüşlerini ortaya koyan atasözlerini Kur’ân’ın imbiğinden geçirerek nesillere aktarmışlardır. Bu görüşümüz atasözlerinin Kur’ân’dan sonra oluştuğu ve ondan etkilendiği ön kabulüne dayanmaktadır. Bu da akla yatkın bir durumdur. Zira incelediğimiz atasözlerinin tamamı, günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ulaşabildiğimiz en eski atasözleri ise- Orhun ve Yenisey kitabelerindeki 5 tanesi dışarıda tutulursa- Türklerin Müslüman oluşundan sonraya rastlamaktadır.

Atasözleri içinde bizim savunduğumuz durumun tam tersi için de örnekler bulunabilir. Sayıları çok az da olsa öyle atasözleri olabilir ki Kur’ân’ın ayetleriyle taban tabana zıt

28

fikirler içerebilir. Ancak bunlar için peşin hükümlü olmamak gerekir. Çünkü- daha önce değindiğimiz üzere- onlar ya mecaz ya taşlama ya ironi ya hiciv ya eleştiri ya teselli ya da bir gücenmişliği içermektedir. Yerli yerinde kullanıldığında ayetlerle çelişmediği görülür. Nitekim aynı durum ayetler için de geçerlidir, bazı ayetleri ilk okuduğumuzda manaları zıt gibi görünür ancak “Müşkilü’l- Kur’ân” ilmi bu konuyu ele almakta ve söz konusu ayetler arasında bir tenakuzun olmadığını ortaya koymaktadır.

Bütün atasözlerinin, ayetlerle olan “müşkil”i halledilemeye de bilir. Çok az atasözü gerçekten Kur’ân’a aykırı görüşler ihtiva ediyor olabilir. Çünkü Türk milleti, asırlarca başka din mensuplarıyla farklı hayat tarzını benimseyen insan gruplarıyla beraber yaşamıştır. Haliyle onlar arasında yaygın olan bazı sözler meşhur olmuş olabilir. Yahut Türk milletinin bazı dönemlerinde ve bazı kesimlerinde Kur’ân’la olan bağların zayıfladığı da olmuştur. Ancak bu kabil atasözlerini bulmak için, samanlıkta iğne arar gibi bir uğraşın içine girmek gerekir. Önyargılardan uzak bir şekilde bu mevzu da bir araştırmaya konu olabilir.

2- Ele aldığımız atasözlerinin Kur’ân nâzil olmazdan evvel de değişik kelimelerle ama

aynı manada kullanıldığı ya da Kur’ân’dan habersiz Türkler arasında meydana çıktığı ileri sürülebilir. Bunlar da doğru kabul edilebilir düşüncelerdir. Bu ihtimal için şöyle düşünebiliriz: Demek insan fıtratı ve insanlığın ortak tecrübesi, vahiyle çelişmiyor. Çünkü insanı yaratan da vahyi gönderen de Yüce Allah’tır. İkisinin örtüşmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Şu kadarı var ki vahyin deneme- yanılma ve tecrübeye ihtiyaç duymadan ifade ettiği hakikate, atasözlerinde uzun süren tecrübeler sonunda ulaşılabilir. Aynı şekilde fıtratın bir parçası olan insanlığın ortak vicdanı da ilahî mesajla büyük oranda aynı paralelde işler. Müslüman olmayan milletlerin atasözlerinde de ayetlerle anlam birliği bulunanların olması bu söylediğimizi desteklemektedir.

Şimdi de şu soruya cevap arayabiliriz: Atasözleri ile ayet-i kerimeler arasındaki anlam birliğini veya yakınlığını bilmek bize ne kazandırır?

1- Atalarımızın Kur’ân’a olan yakınlıklarını ve hayat felsefelerini böylece daha

yakından öğrenme ve tanıma imkânı buluruz. Bu da bizim geçmişimizle olan bağlarımızı kuvvetlendirir.

29

2- Bazı atasözleri, bir ayetin meali veya tefsiri niteliğinde olduğundan, özellikle Arapça

bilmeyen geniş kitlelerin ilgili ayeti anlaması daha kolay olur. Bu tür atasözleri meal ve tefsirlerde kullanılabilir.

3- Atasözlerini akılda tutmak kolay olduğundan ve atasözleri günlük dilde karşımıza

çok çıktığından, işittiğimiz atasözü aklımıza hemen ilgili olduğu ayeti tedai ettirir. Bu da Kur’ân’ı hayatımıza daha çok dâhil eder. Böylelikle bir nevî metinler arası okuma gerçekleşmiş olur.

4- Hutbe, vaaz ve irşat faaliyetlerinde halkın anladığı dili kullanmak önemlidir. Ayetler

izah edilirken halkın belleğindeki atasözlerinden daha fazla yararlanılabilir.

5- Ayet- i kerimelerdeki hükümlerin bazıları soyuttur çünkü beşerî bir tecrübeye değil, ilahî vahye dayanır. Atasözlerinde verilen hükümler ise tecrübeye dayandığı için tamamının yaşanmışlığı vardır yani somut gerçekliğe dayanır. Bunu atasözleri ayetlerdeki hükümlerin sağlamasını yapmaya yarar şeklinde ifade edebiliriz.

Bunu şöyle bir örnekle izah edebiliriz: “İnsan zengin oldukça tamah artar.”, “Bay

Allah’a, fakir zengine yetişmeye çalışır.”, “Mal arttıkça hırs artar.”, “İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur.” atasözleri uzun yılların tecrübe ve gözlemlerine dayanarak

âdemoğlundaki mal kazanma hırsını ortaya koymaktadır. “İnsan mal mülk istemekten

usanmaz …” ( Fussılet 41 / 49 ) ayeti ise insanın aynı vasfını bir yaşanmışlığa gerek

kalmadan ortaya koyar. Zira insanı yaratan onun fıtratını en iyi bilendir. Dolayısıyla bahse konu atasözleri ayetteki bilginin bir nevî sağlamasını yapıp onun doğruluğunu tasdik etmektedir. “Yalancı, topaldan kolay tutulur.”, “Yalancının gemisi yürümez.”,

“Yalanın dibi deliktir.”, “Yalanın ayakları kısadır.” atasözleri ile “…Yalan ve sahte olan ise sönüp gitmeye mahkûmdur.” ( Sebe’ 34 / 49 ) ayeti arasında da aynı durum

mevzubahistir.

Yaptığımız bu girizgâhlardan sonra Kur’ân-ı Kerim’in Türk atasözleri üzerindeki tesirini örnekler üzerinde göstermeye sıra geldi. İşin aslı biz çalışmamıza 70- 80 kadar atasözü ve ayet arasında anlam birliği veya yakınlığı ancak bulabiliriz düşüncesiyle başlamıştık. Ancak okumalarımız sırasında çok tetkike bile lüzum kalmadan, arasında söz konusu ilişki olduğunu düşündüren tam 307 ayet-i kerime ve 484 atasözü önümüze çıktı. İnanıyoruz ki daha dikkatli bir okuma yapsak en az bu sayıların yarısı kadar

30

atasözü ve ayet-i kerime daha karşımıza çıkacaktır. Durum böyle olunca konu sınırlamasına gitmek zorunda kaldık ve çalışmamızı sadece “İnanç” mevzularını içeren ayet ve atasözlerine hasrettik. İbadet, ahlâk ve muamelat konularını içeren ayet ve atasözleri ise başka bir, hatta birkaç- araştırmaya konu olacak vaziyettedir. Şimdi araştırmamıza konu olan örnekleri sırasıyla ele alabiliriz.