• Sonuç bulunamadı

Krizlerin Bankacılık Sektörüne ve Ekonomiye Maliyet

3.2001 KRİZİNİN BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETKİLERİ 3.1.Kriz Döneminde Türk Bankacılık Sistemine Genel Bir Bakış

3.3. Krizlerin Bankacılık Sistemine Etkiler

3.3.4. Krizlerin Bankacılık Sektörüne ve Ekonomiye Maliyet

Bankacılık krizleri, finansal maliyetlere ve üretim kayıplarına neden olurlar. Finansal maliyetler, yükümlülüklerini yerine getirmeyen bankalara yönelik likidite desteğini, kamu güvencesi içeren garantileri ve bankanın alacaklılarına sağlanan ekonomik destekleri kapsarken, yatırıma dönüştürülebilir kaynakların yanlış kullanımına ve kur sisteminin çökmesine, vergi mükelleflerinden mevduat sahiplerine doğru kaynak

transferine neden olurlar. Finansal maliyetler aynı zamanda hem bankalara yeniden sermaye desteği sağlanması, hem mevduat sahiplerine yapılan ödemeleri, hem de hükümetler tarafından açık veya gizli güvenceleri kapsamaktadır. Bankacılık krizleriyle bağlantılı olarak ekonomide ortaya çıkan refah kayıplarının ülkelerarası karşılaştırmasının yapılanmasında GSİYH’deki kayıplar gösterge olarak kullanılmaktadır. Şamiloğlu’na (2002) göre, bu kayıpların hesaplanması zor olmakla birlikte, genellikle kriz olmadığında oluşabilecek muhtemel GSYİH ile oluşan GSYİH arasındaki fark bir ölçü olmaktadır. 1994 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerden sonra Türkiye’nin GSYİH’nin azalmasında bankacılık sektörünün önemli payı vardır.

Bankalarda bulunan mevduatın sigortasının olmayışı ya da sigorta oranının düşük olması, mevduat sahiplerinin bankaların mevduat taleplerini karşılayamayacaklarını düşünmelerine ve panik halinde bankalara hücum etmelerine neden olabilir. Bankalar da mevduat çekiliş taleplerini karşılayabilmek için bazı varlıklarını kısa süre içinde, gerçek değerlerinin çok altında satmak mecburiyetinde kalabilirler. Banka paniklerinde tasarruf sahipleri mevduatlarını daha fazla güven duydukları başka bir bankaya götürebililir, menkul kıymet alabilir ya da nakit olarak elde tutma yoluna da gidebilir. Mevduatın banka değiştirmesi sadece mevduat kaçışı yaşanan bankalarda likidite sorununa sebep olur. Bu da mevduat sigorta düzeyine bağlıdır. Böylelikle, mevduat daha güvenli kabul edilen bankalara yönelebilir. Genelde küçük bankalardan büyük bankalara, özel bankalardan kamu bankalarına doğru mevduat kaymasıyla sonuçlanabileceği düşünülebilir. Karacan’a (1997) göre, bankalara olan güvenin kaybolması, nakit çıkışlarının artması bankaların rezervlerinin azalmasına yol açabilir. Nakde yönelme sadece ulusal paraya doğru olmaz. Ulusal paraya olan güvenin kaybolması ve enflasyonist bir ortam, nakde yönelişi ulusal paraya değil de yabancı paralara doğru iter. Özellikle döviz açık pozisyonları yüksek olan bankalar, hazırlıksız yakalanmaları durumunda krizden oldukça olumsuz etkilenirler.

Kriz döneminde bankalar plasmanlarını sınırlarlar, kredi portföylerini küçültürler ve güvenli menkul kıymetlerin alımına yönelirler. Bütün bu gelişmeler sonucu çok sayıda banka kapanır veya iflas eder. Krizden daha az etkilenenler ise başka olumsuz etkilere maruz kalırlar. Kredi portföyü kalitesinin bozulması yanında özellikle faiz oranlarının yükselmesi gelir-gider dengesini de önemli ölçüde bozmaktadır.

Şubat 2001 krizinden sonra, o ana kadar izlenen sıkı para politikasında önemli revizyona gidilmiş, hükümet dalgalı kur politikasına geçme kararı almak zorunda kalmıştır.

Krizin etkileri uzun süre devam etmiş, özellikle binlerce banka çalışanı işsiz kalmış, çok sayıda iş yeri kapanmış, bazı bankalar tasarruf mevduatı sigorta fonuna devredilmiştir.

Döviz krizi yaşayan ve dış borçlarını ödemekte zorlanan gelişmekte olan ülkeler, çoğunlukla IMF’den destek almaya çalışmışlardır. Çünkü ihtiyaç duyulan döviz girişini sağlamak çoğu zaman mümkün olamayabilir. Özetle Türkiye’nin kriz sonrasında IMF’den bağımsız bir ekonomi politikası izlemesi bir alternatif olarak düşünülmemiştir

Krizin ardından Türkiye’de 3 aşamalı yeni bir istikrar programı nın uygulanmasının uygun olacağı düşünülmüştür (Uygur, 2001: 38).

Birinci aşamada, krizin kaynağı olarak görülen finansal kesimde durumun kontrol altına alınması amaçlanmıştır.

İkinci aşamada, dış ödemeler sorunu ve dış açığı gidermek, enflasyonu düşürmek ve istikrarı sağlamak için IMF ile yeni bir anlaşma yapılması hedeflenmiştir.

Üçüncü aşamada ise, yapısal değişimi hedef alan uygulamalarla, büyüme hızının yükselmesi düşünülmüştür.

Bu üç aşamalı program, Uygur’a (2001) göre, IMF’nin yaşanan krizlerin ardından, Asya ülkelerine tavsiye ettiği programın bir benzeri olup, ülkemize özgü bir uygulama değildir. Bu programla, kamu açıklarının bir ölçüde iç borçlanma yoluyla, bir ölçüde de parasallaşma ile kapatılması, yine kamu açıklarının ve özellikle dış açıkların, iç talebin ve ekonominin daralması yoluyla kapatılması hedeflenmiştir

Kriz nedeniyle özel ve kamu bankalarının üzerindeki yükü azaltmak, bir bakıma birikmiş sorunları çözmek amacıyla özel tertip hazine kağıtları ihraç edilmiştir. İhraç edilen bu özel tertip hazine kağıtları; Ziraat Bankasına, Halk Bankasına, Emlak Bankasına, (özel bankaları kurtarabilmek için) TMSF'ye, hazinenin o dönem ki nakit ihtiyacını karşılayabilmek için Merkez Bankasına verilmiştir. Bu dönemde ihraç edilen senetlerin toplam ödemeleri 251 milyar 563 milyon lira olmuştur. Bu senetlerin ödemeleri krizden yaklaşık 10 yıl sonra 2010 yılında tamamlanabilmiştir. Bütün bunlar, krizin ülke ekonomisini ne ölçüde etkilediğini göstermek amacıyla kullanılmıştır.

3.3.5. 2000-2001 Krizinin Öğrettikleri

Türkiye ekonomisi, 1990’lı yıllarda bazı önemli ekonomik krizler yaşamıştır. Her yeni kriz bir öncekine göre daha fazla olumsuzluklara neden olmuştur. Yaşanan her yeni kriz, istikrarsızlığı artırmış, ekonomiyi daha kırılgan hale getirmiştir. Kriz – istikrarsızlık - kriz sarmalında bir ekonomik yapı oluşmuştur. Bu sarmal Kasım 2000 - Şubat 2001 krizleri ile bir kısırdöngü şeklini almıştır.

Şekil 7. Etkin Politika Oluşumu

Kaynak: (Karaçor, 2001: 389)

Bu yaşananlar, politika yapıcıları yeni makroekonomik politikalar uygulamaya yönlendirmiştir. “14 Nisan 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile bu süreç başlamıştır. Bu süreçte en etkin politika oluşum sürecini politika yapımcıları üstlenmeye çalışmışlardır. Uygulanan politikaların güvenilirliği, şeffaflığı, hesap verilebilirliği, piyasaların liberalizasyonu en önemli yapı taşlarını oluşturmuştur. Bu yollarla risklerin ve belirsizliklerin azalacağı düşünülmüş ve piyasalarla ilgili öngörülebilirliğin arttırılması hedeflenmiştir.

Şekil 8. Sihirli Altıgen Programı

Kaynak: (Hüsnü, 2000: 153).

Sihirli altıgen olarak adlandırılan bazı iktisadi hedeflere ulaşılmak amaçlanmıştır. Bu süreçte:

 Para fiyat dengesini sağlayabilmesi için Merkez Bankası’nın özerk olması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

 Mali risklerin etkin işlemesinin gerektiği ortaya çıkmıştır, mali sistem yeniden yapılandırılmış, denetleyici kurumlar ekin kılınmıştır.

 Etkin ve verimli devlet öğrenilmiş ve kamunun finansman yapısı güçlendirilmiştir.

 Gelecek ile ilgili beklentiler oluşturulurken, rasyonellik ön plana çıkmıştır.

Böylelikle yeni ve çağdaş kurumsal yapılar oluşturularak, ekonomik etkinliği sağlayacak yapısal reformlar gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Ekonomide kalıcı ve sürekli istikrarın sağlanması hedeflenmiştir.

Küreselleşme süreci hızlı değişim ve gelişmeyi beraberinde getirmiştir. Bu süreç refah artışı yanı sıra pek çok soruna da sebep olmuştur. Hızlı değişime ayak uyduramayan uluslararası finansal sistem krizlere maruz kalmıştır. 1990’ların krizleri gelişen ekonomilerin önceki dönemde karşılaştığı krizlerden farklı olmuştur. Beklenmedik zamanlarda olumsuz bir gelişmeden etkilenerek sermayenin aniden kaçışı ile başlayan bu krizler, yerli paranın değer kaybetmesi, bilançoların bozulması, güvensizliğin yaygınlaşması ve mali kesimden, reel sektöre kaynak akışının aksaması derinleşmiştir. Krizlerin etkisi önceki krizlere göre daha derinleşmiştir. Bu denli yıkıcı etkiye sahip krizlerin etkisinin aşılması kalıcı ve köklü makroekonomik politikaları gerekli kılmıştır.

3.4. Kriz Sonrası Türk Bankacılık Sektörünün Yeniden Yapılandırılması