• Sonuç bulunamadı

Bizans’ın yaşadığı bu büyük toprak kayıplarının ardından İmparatorluktan geriye kalanlar tüm yönetim işlerinden sorumlu bir Strategos (komutan) emrindeki askeri bölgelere (thema) bölünmüştür; sivil vali ise Strategos’un eşiti değil vekili sayılmıştır. Hükümet paralı askerlerden oluşan eski tip bir orduyu besleyecek gelire sahip değildir ve bu tarz bir sistem imparatorluk için bir zarurettir.122 Zaten Bizans adeta damla damla erimektedir ve ayakta kalma çabası vermektedir. Öte yandan İslam dünyasında meydana çıkan fitne hareketleri ve halifeyi düşürmeye yönelik çıkan iç isyanlar sonucu Hz.Osman şehid edilmiştir. Kendisinden sonra halifelik makamına geçen Hz.Ali ile Muaviye ( Hz.Osman’ın akrabası ve o sıralar donanmanın başında bulunan kişi) arasında yaşanan hilafet mücadelesi Bizans’a çok kısa bir zaman dahi olsa nefes alma fırsatı tanımıştır. Müslüman dünyası kendi iç sorunlarıyla meşgul olurken, Konstans bu durumu fırsat bilerek bir süredir ihmal edilen Batı ile ilgilenme şansı da yakalamıştır. Karısıyla üç oğlunu Konstantinopolis’te bırakan imparator 622 yılının başlarında gemiyle Yunanistan’a doğru yola çıkmıştır. Önce Thessalonike’de (Selanik),

sonra Atina’da olmak üzere toplam bir yıl kalmıştır. 663’ün baharında ise Adriyatik’i geçmiş ve ordusuyla birlikte Taranto’ya ayak basmıştır. Konstans burada Lombardları Yarımada’dan atma harekâtına girişmiş; bazı kentleri kolayca alabilmeye de muvaffak olmuştur. Savaşı sürdürebilmek amacıyla ise İtalyan tebaaya dayatılan vergi yüküne rağmen yeterli kaynak sağlanamayınca harekâta son verilmek zorunda kalınmıştır ve imparator Napoli’ye çekilmiştir. 17 Temmuz 663’e kadar burada kalan Konstans Napoli üzerinden Sirakuza’ya geçmiştir ve Yunanlı hizmetkârı tarafından 15 Eylül 668 tarihinde öldürülünceye kadar İmparatorluğu buradan yönetmiştir. İmparatorun ölüm haberini öğrenen Sicilya bölgesi komutanı Mezezius hemen imparatorluğunu ilan eder ancak Kartaca valisi Gregory duruma derhal müdahale ederek Ermeni asıllı olan Mezezius’u yakalattırıp idam ettirir.123

Mezezius’un idam edilmesinin ardından II.Konstans’ın genç oğlu IV.Konstantin tahta geçer (668-685). IV. Konstantin’in imparatorluk tahtına oturmasından iki yıl sonra ise, 670’te Kuzey Afrika kıyıları boyunca Müslüman ilerlemesi yeniden başlar, bununla birlikte Müslüman yayılması Doğu’da aktiftir. Aynı yıllarda Muaviye, önce vazgeçmek zorunda kaldığı Khios (Sakız) ve Kyzikos (Kapıdağ) gibi yerleri alarak Konstantinopolis’e ulaşabilecek oldukça stratejik noktaları ele geçirmeyi başarmıştır. 672 yılında ise hilafet donanmasına ait bir filo Kilikya sahillerine bir çıkartma yapmış, Smyrna’yı (İzmir) işgal etmişlerdir. Ancak bu gelişmelerin ardından Konstantinopolis’e yönelik ana harekât 674 baharında başlayacaktır.

Müslümanlar Konstantinopolis’e karadan ve denizden hücum ederek imparatorluğun kalbini adeta abluka altına almışlardır fakat beş yıl süren kuşatma (674- 78) Araplar açısından tam bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Kuşatmanın başarısız olmasında ise imparator Konstantin’in soğukkanlı idaresi oldukça etkili olmuştur ancak en az bu faktör kadar başarıya etki eden bir durum da Bizanslıların savunmada kullandıkları özel bir silah olan Rum Ateşi* kullanmaları olmuştur.124 Aynı dönemde Suriye’de, Lübnan Dağı’na sığınan ve Bizans’ı destekleyen Merdailer* halifelikte

123 Norwıch, C.I, s.260-261; Basık, C.I, s.223-224; Levtchenko, s.131; Dikici, s.178.

124 Theophanes, s.52-53; Lemerle, s.76; Cheynet, s.52; Eco, s.114; Kaegi, s.367. *Bu silahın en önemli özelliği herkesten saklanan formülünün sadece imparator tarafından biliniyor olmasıdır. Öyle ki bu gelenek nedeniyle formülü günümüze kadar ulaşmamıştır. Dönemin kayıtlarında Rum ateşi, su içinde de sönmeden yayılan bir alev topu olarak betimlenmektedir. Bu silah gemilere ve mürettebatına çok ciddi zararlar vermekte, bu özelliğinden dolayı da düşmanlarda büyük bir korku meydana getirmektedir. Bizans donanmasının Grekuva (Grek/Rum ateşi) tertibatı taşıyan gemilerle görünmesi dahi düşmanı kaçırmaya yetmektedir. Dönemin tarihçilerinden Theophanes bu silahın mucidinin, Suriye’nin Müslümanlarca işgal edilmesinin ardından kaçarak Konstantinopolis’e sığınan Kalliniko isimli bir mülteci olduğunu söylemektedir.Morgan, s.65-66.

büyük bir endişeye neden olmaktadır. Bu durum üzerine Muaviye Bizans ile otuz yıllık bir barış antlaşması yapmak durumunda kalır. Ancak Bizans bu antlaşmayla rahata erişmez zira Balkanlar’da imparatorluğu tehdit eden başka bir olay alevlenir. Tuna deltasında ortaya çıkan Tuna Bulgarları, 679’da IV.Konstantin’i büyük bir bozguna uğratmayı başarırlar. Bu mağlubiyetin ardından Bizans, Tuna Nehri ile Balkan Sıradağları arasındaki toprakları resmen Bulgarlara terk etmek zorunda kalır. Daha sonra, Bulgarların Slav boylarının Doğu Balkan gurubuyla birleşmesi, Bulgar Devleti’nin temelini de atmıştır ve bu durum Bizans’ın Balkanlar’daki durumunu daha da güçleştirmiştir.125

Bu dönem dini politikalar açısından da oldukça hareketli geçmiştir. Heraklius’un din politikası bilindiği üzere ağır neticeler doğurmuştu. Monifizm, Afrika ve İtalya’da da şiddetli bir memnuniyetsizlik doğurmuş ve bunun neticesinde de 646’da Kartaca, 650’de ise Ravenna ekzarkhları imparatorluğun nüfuzuna karşı çıkmıştır. Ayrıca İtalya halkı hükümetten soğumuş ve Roma papaları imparatorluğa karşı muhalif bir tutum takınmışlardır. IV.Konstantin ise din konusunda başka bir politika benimsemenin zaruretini kavramış; Mısır ve Suriye’nin kaybı da Monofizitlerle bir anlaşma zemini kurulmasını mecbur kılmıştır. Bu doğrultuda Konstantinopolis genel ruhani meclisi (680-81), din birliğini sağlama görev ve sorumluluğunu almış, papalıkla mutabık olarak Ortodoksluğu yeniden tesis etmiştir.126

IV.Konstantin 685 senesinin Eylül ayında dizanteri hastalığından ölünce, tahta oğlu II.Justinian oturmuştur (685-695)127 II.Justinian döneminde öne çıkan politikaların başında Balkanlar’da Bulgarlara ve Slavlara karşı yürütmüş olduğu iskan politikaları gelmektedir. Aristokrasiye karşı sert bir politika izleyen imparator bu sınıfı tamamen bitirme amaçlı politikalar yürütmüştür. Yine bu devirde tebaa’ya ağır mali yüklerin getirildiği görülmektedir. Merhametsiz hazinecilik anlayışı halkta yönetime karşı büyük bir nefretin doğmasına neden olmuştur ve patlak veren isyanın sonucunda da II.Justinian’ın burnu kesilerek Khersones’e (Kırım) sürgün gönderilmiştir.128

125 Levtchenko, s.132; Kafesoğlu, s.191-192, Vasılıev, 1943, s.227, Eco, s.115. *Eskiden Lübnan Marunîlerine verilen isim.

126 Diehl, s.53.

127 Nıcephorı Patrıarchae Constantınopolıtanı Brevıarıum Hıstorıum, Edıted. Anglıce Vertıt,

Commentarıo Instruxıt Cyrıllus Mango, Serıes Washıngtonıensıs Ed. Ihor Sevcenko, Vol.XIII, Washingtoniae D.C., 1988, s.93

II.Justinian’ın tahttan düşürülmesinin ardından yerine Leontios (695-698) oturmuştur. Leontios döneminde Kartaca 697’de Müslümanlar tarafından ele geçirilir. Bu büyük kaybın faturası ise imparatora kesilmiştir ve Kibyration deniz filosunun amirali olan Apsimar, Tiberios ismi ile imparator ilan edilmiştir. Leontios ise tıpkı II.Justinian gibi burnu kesilerek bir manastıra kapatılmıştır.

Yeşillerin de desteğini alarak tahta çıkan Tiberius (698-705) kardeşi Heraklios’un yardımıyla Anadolu’nun kara ve deniz savunmasını iyileştirici adımlar atmıştır. 700 yılında ise o dönem Müslümanların elinde bulunan Suriye’ye karşı harekete geçmiştir. Theophanos’a göre Suriye’yi işgal eden Bizans, Samosata’a (Samsat) kadar ilerler ve kronikte aktarıldığına göre iki yüz bin Arap öldürülür ve çok sayıda esir ve ganimet ele geçirilir. 702 yılında Ermeni liderleri Araplara karşı isyan etmişler ve Ermenistan’daki Müslümanlar öldürülmüştür. Bir kez daha Apsimaros ile irtibata geçilmiş ve Bizans’ı buraya çekmişlerdir.129 Kısa bir süreliğine dahi olsa Ermenistan’ın bir kısmını ele geçirmeyi başaran Tiberius, 703 ve 704 yıllarında Müslümanların Kilikya’ya yapmış oldukları saldırıları püskürtmeyi başarmıştır. Belki tahtta kalabilse çok daha fazla işler başarabilecektir ancak bu mümkün olmaz. Meydana gelen bir isyanın ardından senatonun üstünlüğü ordu ve donanmaya geçmiştir. Artık

Rhinothmetos (kesik burun) diye anılan II.Justinian Bulgarların ve Slavların da desteğini

alarak 705’te iktidarı yeniden ele geçirmeyi başarmıştır.130 Justinian’ı tahta yeniden oturtan başlıca utku ise kendisine karşı düşmanca tavır alan aristokrasi sınıfını sistemli bir şekilde tümüyle temizlemektir ancak bu hayalini gerçekleştiremez. 711’de donanmada çıkan bir isyan onu bir kez daha tahtından eder ve bundan sonra da saray isyanları birbirini izler. Kendinden sonraki altı yılda yönetim tam üç imparator görür ve istikrarsız bir dönem böylece yaşanmış olur.131

II.3. VII. Yüzyılda Bizans’ın Genel Ekonomik Durumu ve Ticaret Politikası Phokas yönetiminden tükenmiş bir hazine devralan Heraklius, bir süre yönetimi finansal kaynak olmadan yönetmek durumunda kalmıştır. Ancak, başkent ve Anadolu Kiliselerinin servetlerinin imparatorluk hazinesine aktarılmasıyla birlikte finansal bir

129 Theophanes, The Chronicle of Theophanes Confessor, Byzantine end Near Eastern History (A.D. 284-

813), Translated with İntroduction and Commentary by Cyrıl Mango and Roger Scott, with the assistance of Geoffrey Greatrex, Clarendon Press, Oxford, 1997, s.518-520.; Nıcephorı, Brevıarıum Hıstorıum, s.99.

130 Theophanes, (A.D. 284-813), s.521.

ferahlama yaşanmıştır. İran’la yaşanan uzun ve yıpratıcı mücadelelerin ardından zafer kazanan İmparator, İran hazinesinin de büyük bir bölümünü ele geçirmiştir ve daha önce kiliseden topladığı ödünç paraları da bu kaynakla geri ödeme şansı bulmuştur. Bu dönemde dolaşımdaki altın para oranına bakıldığında (630 yılı itibariyle) iki asır öncesinden yaklaşık olarak %20 daha az olduğu görülmektedir.

İran’la mücadeleden kısa bir süre sonra başlayan Arap fetihleri ise, daha yeni toparlanmaya başlayan Bizans için büyük bir darbe olmuştur. Daha ilk büyük fetih dalgasında Mısır ve Suriye Arapların eline geçmiştir.132 Özellikle ticaretin can damarı olan İskenderiye’nin kaybedilmesi ise Bizans devleti için eyaletlerin en zengini ve iktisadi bakımdan da en önemlisinin kaybedilmesi anlamını taşımaktadır.133 Bu dönemde Bizans’ın şansı ise Anadolu’yu elinde tutmayı başarmasıdır ve bu sayede ayakta durabilmeyi başarmıştır. Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye gibi eyaletlerin Müslümanlara kaybedilmesi, Bizans’ın elinde kalan bölgeler içerisinde; yüz ölçümü olarak en büyük, en fazla nüfusa sahip, önemli ticaret yollarının geçtiği, önemli maden yataklarına sahip ve Konstantinopolis’in ihtiyaç duyduğu tahılın ve insan gücünün bulunduğu bir coğrafya olarak Anadolu eskisinden daha çok ön plana çıkmıştır. Ordu birliklerinin büyük kısmı ve en iyileri Anadolu’daki Thema’larda bulunmakta, Doğu ve Batı dünyası arasındaki önemli kara ve deniz yolları mutlak suretle Anadolu kentlerine uğramak mecburiyetindeydiler. Kara yolu ile kutsal topraklara gitmek arzusu taşıyan Avrupalı Hıristiyanlar da yine Anadolu’dan geçmekteydiler.134

Çömlekçilik alanında yapılan bir yığın kaynak çalışma, Akdeniz’de aşırı “kitlesel” alışverişin yani ister ticaret olsun ister annona için büyük miktarlardaki mal taşımacılığı için olsun VI. Yüzyılın sonlarında zaten azalmış olduğunu göstermektedir. Yaşanan büyük toprak kayıpları Bizans’ın vergi sisteminin de çökmesine ve kent kültürünün de büyük yara almasına sebep olmuştur. Çok sayıda inşaat projesi, sinagog, kilise ve bayındırlık işinin yanı sıra, çoğunlukla şarap testisi taşıyan ticaret gemilerinden müteşekkil büyük miktardaki batıklardan elde edilen bulgular, VI. Yüzyılda Suriye ve Filistin gibi doğu eyaletlerinin durumunu da ortaya koymaktadır. Bu devasa gemi taşımacılığı hacmi artık ciddi oranda düşmüş, ticari gemiler küçülmüş ve özel mülkiyete geçmiştir. VII. Yüzyılın ortalarından itibaren Bizans’ın şansı iyice kötüye gitmiş, imparatorluğun küçülen mali temeli, devletin kayda değer bir güçte ordu oluşturmasını

132 Runciman,”Byzantine Trade…”, s.136-137.

133 Ostrogorsky, s.108.

da engellemiştir.135 İmparatorluğun askeri anlamdaki bu yetersizliği, yönetimi hemen her alanda olağanüstü tedbirler almaya ve sivil otoriteyi askeri komutanlıklara bağlamaya yöneltmiş, böylece de imparatorluğun Thema adı verilen yeni askeri ve sivil örgütü doğmaya başlamıştır. Bu terim başlangıçta kolorduyu tanımlarken daha sonra bir kolordunun işgali altındaki bölgeyi betimlemekte kullanılmıştır. Bu bağlamda imparatorluğun yedi büyük askeri birime bölünmesi, 687’de VI. Kiliselerarası Konsil nedeniyle II.Justinian’ın papaya yazdığı mektupta bildirilmiştir.136

Sivil yetkilerle askeri yetkilerin birbirinden ayrılmasının yüzyıllar boyunca Roma idaresinin bir ilkesi olduğu bilinmektedir. Themalar düzeni ise aksine yetkilerin aynı ellerde toplanması anlamına gelmektedir. Bu yöntem aslında, devletlerin çok büyük bir tehlike karşısında atmış oldukları bir adımdır. Bu tedbiri Pers ülkesi de VI. Yüzyılda almış ve muhtemelen Bizans imparatorluğuna bu noktada örnek teşkil etmiştir. Önce taşra illerinde uygulamaya konan sistem VII. asırda gelişim kaydetmiştir. Armenikon ve daha sonra kurulan Anatolikon themaları muhtemelen ilk kurulan themalardır. Daha sonra Arap donanmasına karşı deniz theması, Bulgarlara karşı Trakya theması ve Batı’daki Arap tehdidiyle mücadele için Sicilya theması kurulmuştur.137

Thema sisteminde esas olan mantık kendi kendine yetebilmedir. Thema askerleri savaş zamanında asker barış zamanında ise işçidirler. Başlarında bulunan “Strategos” ise yarı sivil bir validir. Bu çerçevede themaların Roma dönemindeki sınır bölgelerine yerleştirilmiş “Limitahei” (Limes) toprağa bağlı askerlik sistemiyle benzerlik göstermektedir. Heraklius’un kurduğu themalar şunlardı; Opsikion: Kuzey Batı Anadolu’da, Armenikon: Doğu Anadolu’da, Anatolikon: Batı Anadolu’dan başlayarak Orta Anadolu’yu da kapsayan bölgede, Karabision (Kybration): Antalya civarında olan deniz themasıdır.

Bu dönemde ordu sisteminin yanında mali sistemde de bazı değişikliklere gidilmiştir. Praefectura adı verilen maliye yönetimi kısa sürede dağılmıştır. Praefectura Proetorionların maliye daireleri, bağımsız organlar halini alarak Logothutes adında yeni makamlar halini almışlardır. Bölgede hem themalar hem de Logothut’luklar Bizans devletine bir soluk aldırmayı başarmıştır. Yine bu dönemde dikkate değer başka bir gelişme de dil konusunda yaşanmıştır ki daha önce Latince ve Grekçe olan resmi dil,

135 Cameron, s.40.

136Levtchenko, s.13; Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye I, çev. Babür Kuzucu, İstanbul, 1986, s.33.

tamamen Grekçe’ye çevrilmiş, bu sebeple de artık Augustus Caesar gibi imparatorları niteleyen kelimeler dilden çıkarılmıştır. Bunların yerine İmparator anlamına gelen “Basileus” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır.138

Egemen olduğu bölgelerde dahi kontrolü oldukça gevşek olan Bizans, gücünün büyük bir kısmını nüfuz, diplomasi, Hıristiyanlık ve askeri prestijinden almaktaydı. Komşularıyla olan ilişkileri tek taraflı bir ilişkiden fazlasıydı. Bu asırda ve sonraki asırda en önemli dost güç ise Hazar Hanlığı idi. Bizans Hazarlarla iyi ilişkiler kurmak maksatlı çok büyük bir çaba sarf etmiştir hatta bu insanları Hıristiyan yapmak için çok uğraşmıştır ancak bu noktada başarısız olmuştur. Bizans’ın Hazarlara göstermiş olduğu bu özel ilgi ise Araplarla arasında stratejik bir köprü konumunda olmasından kaynaklanmaktadır.139 Müslümanlar ise 641 yılında bile neredeyse bir imparatorluk kuracak toprağa sahip olmuşlardır ve bu toprakların bir kısmı daha önce Bizans’ın egemenliği altındaki topraklardır. Bizans’tan sökülüp alınan topraklarda yaşayan halkın Arapları adeta kurtarıcı olarak görüp onlara kucak açması oldukça etkili olmuştur. Özellikle İran-Bizans mücadelesinde oldukça yıpranan Mısır ve Suriye’de durum böyledir. Ayrıca İslamiyet halkı ezen bir vergi politikası izlememektedir ki bu durum da birçok kentin kapısını Müslümanlara açan önemli bir faktör olmuştur. Bununla birlikte Arap fetihleri, tarım alanında da büyük değişimler meydana getirmiştir. Lâtifundia sahipleri (büyük arazi sahipleri), fetihlere boyun eğmeye dayanamamışlar ve topraklarını Bizans yönetimiyle birlikte terk etmek zorunda kalmışlardır ve boşalan bu topraklar da kolonlar tarafından hemen paylaşılmıştır. Ayrıca bu bölgelerde Bizans’tan kalan kurumlar İslam bünyesine uyarlanarak yönetim mekanizması işletilmeye devam edilmiştir, hatta ilk basılan madeni paralar için Bizans paraları örnek alınmıştır. Fakat Paraların üzerine Bizans’ta imparatorların resmi basılırken İslam paralarında halifelerin resminin basılmadığı görülür ki bunun sebebi dini açıdan uygun olmamasıdır ve bunun yerine Müslümanlar para üzerine bazı işaretler basmayı tercih etmişlerdir. Ayrıca sarayların, resmi ve özel binaların yapımında Bizans mimarları tercih edilmiştir. Önemli bir husus da şudur ki Müslümanlar o dönemin adetlerine aykırı olan başta Kudüs olmak üzere, fethettikleri yerleri yakıp yıkmaktan kaçınmışlar hatta Bizans’ın bıraktığı eserleri olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. Ortaçağın en önemli özelliklerinden biri, eski Yunan

138 Bahar, s.131; Dikici, s.192.

filozof, matematikçi ve ilim adamlarının eserlerini muhafaza ettikleri gibi, bunları Arapça’ya tercüme ederek ilmi gelişmeye de büyük katkı sunmuşlardır.140

Ticaret, gelişiminin ilk evresinden itibaren insan ve toplumların bir özelliği olmuş olsa bile, ticaretin İslam uygarlığında her zaman ayrı bir yeri olmuştur. Zira İslam dini ticaret ve tüccarların dünyasından yükselmiştir. İlk Müslümanlar bilfiil çölde yaşayan bedeviler değil, ticaretin merkezi Mekke ve tarım vahası Medine’den insanlardı. Bu çerçevede İslam dini ticaretin gelişmesinde uygun zemine sahiptir denebilir. İslam’ın doğduğu Mekke kenti, büyü tacirleri Güney Filistin’den Güneybatı Arabistan’a uzanan ve Afrika ile bağlantısı olan bölgede ticaretle meşgul olup küçük sanayiler kurdukları için büyük bir ticaret ve finans merkeziydi.141 Aynı şekilde Kuran, iktisadi ve ticari konulara ana hatlarıyla açıklık getirmiş ve bu faaliyetlerin kurallarına değinmiş kutsal bir kitaptır. Kuran-ı Kerim temelde şu konular hakkında ilkeler sağlamıştır:

- Özel mülkiyet edinme hakkı - Şahsi servet ve kazançlar

- Zenginlerin yükümlülükleri ve fakirlerin hakları - Toplumsal refahın sağlanmasında devletin rolü.142

Müslümanlar İskenderiye, Trablus, Tunus, Kartaca, Palermo ve Messina gibi yerlerde egemenliklerini genişlettikçe Akdeniz’de giderek Müslümanların oluyordu. Gemi işletmeciliği hemen hemen onların kontrolü altına girmişti ve hem karada hem de denizde sıkı güvenlik önlemleri uyguluyorlardı. Ancak Bizans ve Araplar arasında yaşanan bu siyasi çekişmeler ve hatta kanlı çatışmalar bile iki taraf arasında süregel ticareti tamamen bitirmemiştir. Akdeniz’in giderek bir Müslüman gölü haline dönüşmesi ve Basra yolunun Hıristiyanlara kapatılması ise Bizans-Hint ticaretini Karadeniz-Kafkasya yoluna itmiştir. Gana’dan altın, çöllerden tuz, Libya’dan köle, Boşiman ve Bantu’ların ülkesinden fildişi, İran’dan değerli taşlar, Hindistan’dan inci, Moluk Adaları’ndan da baharat getirmekteydiler. Bizans imparatorları, İslam halifesine haraç ödemeye başladıklarında ise ekonomik anlamda iyice bunalmışlar ve ek gelir arama yoluna gitmişlerdir. Bu doğrultuda kilise ve manastır hazinelerinden yararlanmak

140 Dikici, s.192; Levtchenko, s.128. 141Watt, s.31-31.

istemişlerdir. Manastırlar sayesinde kıymetli madenlerden yana zenginleşen Bizans hazinesi altın sikke kesme olanağını da böylece kaybetmemiştir.143