• Sonuç bulunamadı

9. Küreselleşme-Yerelleşme Tartışmaları Işığında, 21. Yy.’da Yerel Yönetimler

1.2. Komün ve Demokrasi İlişkisi

Yerel yönetim-demokrasi ilişkisinin temeli, komün yönetimlerinden gelmektedir. Demokrasi hücreleri olarak görülen komünler, dönemin iktidarları karşısında özgürlük, eşitlik, katılım gibi olguların yani kendi kendini yönetme olarak nitelendirilen demokrasiyi temsil etmişlerdir (Görmez, 1997: 12). Yerel özgürlüklerin temellerinin atıldığı yönetimler olarak komünler ile demokrasi arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu bağlamda Ertan’a (2002: 26) göre “kendi kendini yönetme geleneğini günümüze taşıyan komün demokrasisi, batı demokrasisi ya da temsili demokrasinin temelidir.” Dolayısıyla ilk yerel demokrasiler olarak komünler gösterilmektedir. Bilindiği üzere Mill’de yerel yönetimleri demokrasinin bir parçası olarak belirtmiştir (Görmez, 1997: 69).

Antik Yunan site polis rejimi günümüzdeki ifadesiyle yerel yönetimlerin ilk örnekleri oldukları belirtilmektedir. Komün yönetimleri kentlerin özgürleşmesinde çok önemli roller oynayıp, bu anlamda yerel yönetimlerin öneminin artmasını sağlamıştır (Tortop ve dğ., 2008: 15).

Komün yönetiminin ortaya çıkması ve 10. ve 16.yüzyıllar arasında gelişip, belli işlevleri yapması, yerel yönetimlerin demokrasi ile birlikte ifade edilmesini gerekli kılmıştır. Demokrasi hücreleri şeklinde görülen ve ortaya çıktığı dönemindeki

111 iktidarlarına karşı özgürlüğün, eşitliğin, katılma ve kendi kendini yönetmenin ifadesi olarak beliren komünler 16.yüzyılda fonksiyonlarını kaybedip, merkezi devletlerin güçlenmesi sürecinde devletin bir parçası biçiminde dönüşmüşlerdir (aktaran Ökmen ve Parlak, 2010: 29).

Ortaçağlara geldiğimizde, komün yönetimlerini modern belediye yönetimin temeli olarak alabiliriz. Komün geleneğini demokrasinin temeli, komünleri de demokrasi hücreleri sayan düşünürler de bulunmaktadır. Dolayısıyla komünlerin ortaya çıkması, gelişmesi ve güç kazanma süreçlerinin incelenmesi gerekmektedir.

Bilhassa komünü yaratan ekonomik ve sosyal yapı çok önemlidir (Görmez, 1997:

24). Bu anlamda Ortaçağın feodal, özgürlük yanlısı toplumsal yapısı ve bu dönemde ticaretin gelişmesi komünü yaratan unsurlardandır.

Ortaçağ kentleri komün sisteminde gelişme açısından tek yönlü olmayıp, komünal hareketler bazı alanlarda kentlerin başkaldırılarıyla gerçekleşirken, diğer alanlarda ise senyörlerce önerilip, özendirildi. Bu yüzden komüne dayalı kent demokrasisi kentsel etkinliklerin başlarında oluşturulamamıştı (Tortop ve diğerleri, 2008: 11). Batı’da kentlerin demokratikleşme süreci son derece ağır ilerlemiştir. Bu süreç İtalyan halk komünlerinin oluşturduğu örnekleri takip eden ve en ince ayrıntısına kadar temel almıştır. Avrupa komünleri ise, ulus devletin sürekli yükselmesini engelleyemedi. Ulus devlet, serbest ticaret karşıtı baronlar ve işçi sınıfını engelleyen zengin tüccarlarca destek gördü (Bookchin, 1999: 157).

Paris Komünü ise Fransız zengin sınıfları ve seksiyon meclislerine korku salmaktaydı. Kapitalist bölgelerde yaşayan halk tarafından, Fransa’yı, doğrudan demokrasi olarak tahayyül edememiştir. Komün kendiliğinden, parlamenter düzenden daha çok doğrudan ve esnek bir temsili düzen yaratmış olup bütün temsili düzenler gibi, bu düzende kusursuz olmamakla beraber zararları azaltılmıştır. Komün ve seksiyon meclislerini temsili bir model olarak görmek gerçekte kuşkulu olabilir.

İhtilalciler doğrudan demokrasiyi oluştururken, bilenen meclis biçimlerinin oldukça ötesinde gitmiş ve bunu ulus devletin merkezinde hayata geçirmiştir (Bookchin, 1999: 168-169).

112 19.yüzyılda yerel yönetimler önem kazanmış ve çoğu batı ülkesinde demokratikleşme de önemli işlevler yüklendikleri görülmektedir. Fakat 20.yüzyılın kısa bir döneminde yerel yönetimler küresel anlamda eski önemlerini yitirmişlerdir (Görmez, 1997: 12).

Batı’da altmışlı yıllardan sonra, geleneksel, politik ve sendikal mücadeleler ile beraber kentsel hareketler gelişmiştir. Manuel Castells bu hareketlerin gelişmesi ile geniş kitlelerin bilinçlenip, doğrudan demokrasinin, katılım demokrasisinin okulu olması adına önemli olduğunu belirtmiştir (Bumin, 1990: 151). Manuel Castells’e göre bu kentsel hareketlerin güçlenmesi ile yerel ve bölgesel yönetimlerin gittikçe büyüyen bir siyasal katılıma neden olmaktadır. Bu anlamda demokrasi için artan istekler ve kamusal hizmetlerin demokratik denetimi için sadece devlet ve birey arasındaki ilişki değil, bunun yanında bireylerle onları temsil eden örgütler arasındaki ilişkiyi de önemli oranda değişikliğe uğratmıştır (Castells, 1997:221-222).

Marx “gerçek demokratik kurumların temelleri” olarak ifade ettiği komün’ün sırrı şöyle belirtmiştir: “özünde bir işçi sınıfı hükümetiydi…sonunda bulunan emeğin ekonomik kurtuluşunun gerçekleştirileceği siyasal biçim bulunmuştu.” Marx’ın ifadesiyle “komün rejimi” Fransa’nın tüm mühim endüstri merkezlerinde yinelenmeli ve çoğalmalıdır. Netice itibariyle de eski merkezi hükümet ve üreticilerin kendi kendine yönettiği düzenle yönetilecektir (aktaran Sartori, 1996: 495). Marx’a göre komünün kurumları ve uygulaması sınırsız rızaya dayanır. Marx için Paris Komününün egemenlik biçimi, doğrudan demokrasi, işçilerin, temsilcilerinin ve yoldaşlar birliğinin iyice yerleşmiş egemenliği biçiminde algılayıp, siyasal, toplumsal ve ekonomik sisteme radikal müdahale aracı şeklinde belirtilir (Schmidt, 2002: 106). Ayrıca Marx’a göre komünün tarihsel önemi, doğrudan demokrasiyi savunan ve devlet toplum farklılaşmasını yok eden, bununla birlikte kapitalist toplumun tarihsel belirleyiciliğini yok etmenin sözünü vermesinden ileri gelir.

Marx'a göre Komün gelecekteki sosyalist siyasal düzenin temeli idi. Dolayısıyla Marx Paris komünü analizini, işçi sınıfının konsey demokrasisi biçiminde teşkilatlanmış bir egemenliğin temel biçimini geliştirmesi gerektiği isteğiyle tamamlanmıştır (Schmidt, 2002: 107). Marx için devlet işçi sınıfı diktatörlüğü olamazdı. İşçi sınıfı diktatörlüğünün devam etmesinin nedeni devletsiz diktatörlüğün

113 bulunmasındandır. Engels ise komünün gerçek anlamda bir devlet olmadığını belirtmektedir. Lenin’de aynı şekilde komünün bir devlet olmaktan çıktığını düşünmüştür. Marx’ın belirtmek istediği düşünce işçi sınıfının diktatörlüğü, işçi sınıfının kendini yönetmesinden ibaretti (Sartori, 1996: 499).

Alexis de Tocqueville ise komün için, “Özgür toplulukların gücünün komünlerde toplandığını” belirtmiştir. Tocqueville’e göre “Bilim yaşamı için ilkokul ne anlam taşıyorsa, özgürlük açısından da komün kuruluşlarının anlamı aynıdır.

Özgürlüğü halka komünler getirir; komünlere halkın bu özgürlükten yararlanmasını olanaklı kılarlar. Komünler olmadan, bir ülkede belki özgür bir hükümetten söz edilebilir, ama özgürlük ruhundan söz edilemez” (aktaran Keleş, 2009: 44) şeklindeki ifadesiyle komünlerin demokrasi adına taşıdığı önemin altını çizmiştir.