• Sonuç bulunamadı

Kilise/Manastır

BÖLÜM 5: İMÂR FAALİYETLERİ ve İNŞÂÎ UNSURLAR

5.2.4. Kilise/Manastır

Hıristiyan mabedi anlamına gelen kilise Arapça kaynaklarda kenîse, bîa, deyr, umr, kalâye ve savmaa gibi kelimelerle ifade edilmiştir (Öztürk, 2002: 14). Manastır ise “tek, yalnız” manasına gelen Grekçe monostan türetilen bir kelime olup münzevi hayat tarzını benimseyen zâhid din adamlarının cemaat halinde yaşadığı bina ve binalar topluluğu için kullanılmaktadır (Gürkan, 2003: 558).

Muhibbi divanında kilise ve manastır, mescid ile tezat; meyhane ve dünya ile teşbih oluşturacak şekilde zikredilmektedir. Ayrıca içerisinde bulunan putların sevgiliye benzetilmesi söz konusu olduğundan kilise ve manastır sevgilinin bulunduğu mekânlar olarak da anılmaktadır.

Zâhid eğer kilisede sevgiliyi görse hırkasını ve seccadesini o meyhanenin kapısında rehin bırakır (G.468/3). Hatta dünya manastırında o put gibi güzel olan sevgili ortaya çıkınca nice kimseler aşka düşüp Mecnun gibi deli olmaktadır.

‘Işka düşüp niceler Mecnûnleyin şeydâ olur (G. 948/1,s. 308).

Dünya kilisesinde bir put gibi güzel ortaya çıkınca birçok kimse aşka düşüp Mecnun gibi deli, divane olur.

Sevgilinin güzelliği, manastırda bulunan putları bile kıskandıracak derecededir. Dünya manastırında o salınan servinin yürüyüşünü gören putlar oldukları yerde donup kalmaktadırlar (G.189/4). İslam öncesi Arap toplumunda en çok saygı gören putlardan biri olan Lât (Fehd, 2003: 107) bile sevgilinin güzelliği karşısında kuruyup kalmaktadır:

Deyre varsan hüsnüni arz eylesen

Kurıyup anda kadid olurdı Lât (G.236/4, s. 108).

Kiliseye varıp güzelliğini gözler önüne sersen, Lât isimli put kuruyup iskelet olurdu.

Sevgili, kilisede saçını beline zünnâr yapıp âşığa kadeh sunmakta ve haç göstermektedir (G. 649/2). Âşık da bu haç ve zülfü görüp de onu beline kuşak yapmazsa aşk kâfiri olmaya razı olduğunu dile getirmiş olur:

Deyr-arâ zülf-i çelipânı görüp ey mugbeçe

Bağlamazsam kâfir-i ‘ışkam bile zünnârunı (G.2723/3, s. 789).

Ey meyhaneci çırağı, manastırda haça benzeyen saçını görüp onu belime zünnar diye bağlamazsam aşk kâfiriyim.

5.3. İş ve Ticaretle İlgili Olanlar 5.3.1. Bâzâr

Farsça bir kelime olup sözlükte “alıcı ve satıcıların ticaret için belli zamanlarda toplandıkları üstü açık kamu alanı” anlamına gelmektedir (Kallek, 2007: 194). Bu kelime Osmanlı döneminde hem alışveriş yapmayı hem de alışveriş yapılan mekânı ifade eder (Özcan, 2007: 206).

İlgili beyitlerin genelinde bâzâr; hem alışveriş hem de bu alışverişin yapıldığı mekân olarak karşımıza çıkmakta ve bâzâr-ı ışk ile ışk bâzârı tamlamalarıyla aşk ile teşbih oluşturacak şekilde zikredilmektedir.

Âşık cân parası ile bir bûse satın almak istemekte ve sevgiliye böyle bir alıcının bir daha ele geçmeyeceğini söylemektedir (G.1081/5). Ancak bu alışverişin gerçekleştiği esnada rakip ortaya girip pazarlığı bozmaktadır:

Nakd - i câna almış iken dilberüñ bir bûsesin

Âh rakîb ortaya girdi bozdı bâzârum görüp (G.147/4,s.83).

Sevgilinin bir öpücüğünü can karşılığında almışken, âh rakip araya girdi ve pazarımı bozdu.

Âşık, aşk pazarında canını ve gönlünü verip sevgilinin bir bûsesini aldığında zarar ettim dememektedir (G.1764/5). Çünkü onun tek sanatı buse karşılığında canını vermektir:

Nakd-i cân virüp metâ’- ı bûse almakdayım

‘Işk bâzârında yokdur bundan artuk san’atum (G.1793/3,s.535).

Aşk pazarında, can parasını verip öpücük satın almaktayım, bundan başka sanatım yoktur.

Sevgilinin güzelliği Mısır pazarında paha biçilmeyecek kadar değerlidir. Öyle ki güzelliğin sembolü olan Hz. Yûsuf bile onun kulu olduğunu ikrar eder (G.468/4). Aşağıdaki beyitte Muhibbi, aşk pazarında sevgilinin güzelliği talep edilecek olsa Yûsuf gibi nice güzellerin kendilerini yakacağını ifade etmektedir:

‘Işk bâzârında ger hüsnüñ ola senüñ murâd

Nice Yûsuflar ideler kendüzin efruhte (G.2492/3,s.726).

Âşık, dünya pazarına gelip aşkın alıcısı olmuştur, aşk parasını harcadığı için kârı ya da zararı yoktur (G.1384/3). Onun asıl amacı sevgiliye kavuşmaktır ve bu yolda önce gönlünü, daha sonra da canını vererek kavuşmaya talip olmaktadır:

Nakd-i dil olup metâ‘-ı vaslı ikrâr eyledüñ

Üstine cân vireyin tek bezme gel bâzâruñı (G.2723/2,s.789).

Gönül parasını alıp kavuşma malını vereceğini söyledin. Üstüne bir de can vereyim, gel, yeter ki pazarını bozma.

Muhibbî, sevgilinin yüzünü ve yanağını görebilmek umuduyla gülün pazara düştüğünü söyleyerek onun yüzünü ve yanağının gülden bile daha güzel olduğunu ifade etmektedir:

Lâle-haddüñ hasretinden bağrını yakar oda

Gül yañagını görem diyü gezer bâzârda (G.2361/2,s.745).

Lale yanağının hasretinden bağrını ateşe verir. Gül, yanağını göreyim diye pazarda dolaşır.

5.3.2. Çârsû

Farsça dört taraf demek olan çârsû, üstü kapalı pazarlara verilen isimdir (Pakalın, 1983a: 330). İlgili sınırlı sayıdaki beyitte çârşû; çârşû-yı ‘ışk tamlaması ile zikredilmektedir.

Aşk çarşısında alışveriş yapan âşık kârdan ve zarardan tamamen vazgeçmektedir (G.2031/3). O, buse malını çarşıda gördüğünde canını ve gönlünü vererek onu almak istemektedir:

Çârşû-yı ‘ışkda gördük metâ’-ı bûseñi

Nakd-i cân udil ile geldük ki bâzâr isterüz (G.1142/5,s.363).

Ey sevgili, senin buse malını aşk çarşısında gördük. Can ve gönül parası ile geldik, alışveriş yapmak isteriz.

5.3.3. Dükkân

Tüccarların satılacak mallarını içine koydukları mekâna verilen addır. Beyitlerde dükkân âşığın gözü ile benzetme unsuru oluşturmaktadır.

Âşığın damla damla akan kanlı gözyaşını görenler onun inci ve cevherle dolu iki dükkânı olduğunu sanmaktadırlar (G.549/2). Âşık bu dükkânı yakut ile süsleyip aşk padişahının devletinde cevher sahibi olmaktadır:

La‘l-i yâkût ile zeyn itdüm gözüm dükkânını

‘Işk şâhı devletinde cevherî oldum yine (G. 2412/2, s. 704).

Gözümün dükkânını yakut madeni ile süsledim. Aşk padişahı devletinde cevher sahibi oldum.

5.3.4. Hân

Mal yapımı ve ticaret işlerinin birlikte görüldüğü yerlerdir ve isimlerini burada üretilen mallardan almaktadırlar. Şehirlerarası yollar üzerine yaptırılanlara kervansaray denilmektedir (Akalın, 2002: 299). Halk arasında iyice karışmış olan han ve

kervansaray deyimleri aynı amacı ifade etseler de aralarında önemli farklar vardır39

(Güran, 1976: 1).

İlgili beyitlerin tamamında hân, ribât-ı köhne, kârbân gibi kelimelerle birlikte zikredilmekte ve dünya ile teşbih oluşturacak şekilde söz konusu edilmektedir.

Dünya köhne bir handır, ömür kervanı ise gelip geçicidir. Bu hana bilginler gönül bağlamaz, akıllılar gönül vermez (G.2/3). Buraya kim konacak olsa onun göçmesi kararlaştırılmıştır (G.222/2). Bu nedenle bu konakta kalma fikrini düşünmemek gerekir (G.1317/4). Aşağıdaki beyitte şair, kendisine öğüt verir bir tarz ile dünyanın fâniliğini onu eski bir konağa benzeterek ifade etmektedir:

Muhibbî sakın aldanma ribât-ı köhnedür ‘âlem

Biri konar biri göçer ezelden böyledür kârı (G.2615/5,s.760).

Ey Muhibbî, dünya eski bir handır. Sakın ona aldanma. Biri konar, biri göçer. Bu hanın işi ezelden beri böyledir.