• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 5: İMÂR FAALİYETLERİ ve İNŞÂÎ UNSURLAR

5.2.2. Dergâh/ Tekke

Dergâh, tarikat büyüklerinin oturduğu ve irşat faaliyetlerini sürdürdükleri merkezî tekke anlamına gelen bir tasavvuf terimidir. Tekke, bir şeyhin yönetiminde tasavvuf eğitiminin verildiği mekândır (Kara, 2011: 368). “Aynı tarikata bağlı kişilerin bir araya geldikleri, mürşidleriyle beraber barındıkları mimari kuruluşlar bölge, dönem, tarikat ve işlevlerine bağlı olarak çeşitli adlarla anılagelmiş, Osmanlı döneminde tekke adı diğerlerine oranla çok daha yaygın biçimde kullanılmıştır” (Tanman ve Parlak, 2011: 370).

Dergâh-ı ‘ışk ve ‘ışk-ı dergâh tamlamaları ile aşka teşbih edilen dergâh, bazen sevgili veya övülenin bulunduğu mekân, bazen de meyhane olarak zikredilmektedir.

Hz. Muhammed övgüsünde yazılan na‘t-gazelin bir beyitinde Muhibbî, âşıkların amacının iki cihanda da onun dergâhına erişmek olduğu ifade etmektedir.

Kim ire dergehüne ire murâdına o dem

Dü-cihân içre çü ‘âşıklara sensin maksûd (G.9/2, s.43).

İki cihanda âşıkların amacı sensin. Senin dergâhına ulaşan o anda muradına ermiş olur.

Aşk padişahı olan sevgilinin dergâhı her zaman açıktır ve orada hiç kimse engellenmez (G.1103/5). Âşıklar da her taraftan gelip onun dergâhına yüz sürerler. Çünkü orası azamet kapısı ve ulu bir dergâhtır:

Yüz sürerler her yañeden gelüben ‘âşıkları

Bâb-ı istignâda gördüm bir ulu dergâh imiş (G.1237/2,s.389).

Âşıkların her taraftan gelerek yüz sürerler. İstiğna kapısında gördüm, yüksek bir dergâhmış.

Muhibbî bir başka beyitte kendisinin zâhirde denizlerin ve karaların sultanı, bâtında ise bir ulu dergâhın yolunun tozu olduğunu ifade etmektedir:

Bir ulı dergâhuñ ammâ ben gubâr-ı râhıyam (G.1859,s.554).

Baksan görünüşte ben deniz ve karanın padişahıyım. Ama (aslında) ben ulu bir dergâhın yolunun tozuyum.

Zâhid meyhâne âdâbını bilmeyen bir kimsedir. O dergâhın hürmetini ancak cömert olanlar, yüksek soylular bilmekte, âşık da kendisini meyhaneyi bilenler arasında saymaktadır (G.871/4). O, gönlü henüz gam ile dolmadan pîr-i muganın dergâhına varıp şarap içmeye başlamakta (G.1031/4) ve derdini anlayan bir kimse olduğu için meyhâneciye halini arz etmektedir:

‘Arz idem pîr-i mugân dergâhına ahvâlümü

Ol bilür derd-i derûnum ol baña mahrem gelür (G.381/2,s.148).

Pîr-i mugânın dergâhına varıp hâlimi anlatayım. O, gönlümün derdini bilir ve bana yakın gelir.

Aşk dergâhı yüksektedir. Bela, dert, sıkıntı ve gam merdiven olmasa oraya çıkmak çok zordur (G.728/2). Muhibbî bir murabbasında aşk dergâhının dokuz felekten yüksek olmasına rağmen gönül sahrasına aşk çadırının kurulmasını şaşkınlık verici bir hadise olarak nitelendirmektedir:

Nüh-felekden yüce iken bü‘l-’aceb dergâh-ı ‘ışk Kurdılar bir demde dil sahrâsına hargâh-ı ‘ışk Ey Muhibbî key katı düşvârdur bil râh-ı ‘ışk

Elemân ey şu’le- i şevk-i mahabbet elemân (Mrb.25/7,s.847).

Beyitlerde tekye; tekye-i dil, tekye-i gam, tekye-i ‘ışk, tekye-i sîne, tekye-i şi‘r, tekye-i irfân, gam tekyesi, dil tekyesi gibi tamlamalar ile söz konusu edilmektedir. Buna göre gam, gönül, aşk, sine, irfan ve şiir tekyeye benzetilmektedir.

Gam tekkesinde dert, bela, sıkıntı Muhibbi’nin misafirleridir (G.371/5). O, başı açık aşk abdâlı durumdadır ve namus ile ârı istememektedir:

Baş açuk gam tekyesinde olmışuz abdâl-ı ‘ışk

Gönül tekyesi her gece aydınlık olsa buna şaşılmamalıdır. Zira âşığın bağrının yağı ve gam çerağı sürekli yanmaktadır (G.597/3). Âdet olduğu üzere tekkeden misafir eksik olmaz, oraya bazen gam bazen de bela gelmektedir:

Hâne-i dilde Muhibbî geh gelür gam geh belâ

Eksük olmaz budur ‘âdet tekyede mihmân gerek (G.1574/5,s.478).

Gönül, aşk tekyesinin çerağını sürekli yakmak için bağrındaki yağı çekip hediye olarak göndermektedir (G.958/2). Orayı aydınlatmak için gönül kandil, can ise fitil olmaktadır:

Tekye-i ‘ışka gönül kandîl cânumdur fitil

Anı rûşen eyleyen bağrumda olan yag imiş (G.1270,s.395).

Aşk tekkesine gönül kandil, canım fitildir. Onu aydınlatan bağrımdaki yağ imiş.

Aşk tekkesinin temelini Ferhat ve Mecnun atmıştır. O binayı yapan onlardır (G.1797/5). Ancak Mecnûn aşk tekkesinin vasiyetini âşığa bırakmıştır. Bu nedenle âşık Mecnun’a halef olsa buna şaşılmamalıdır:

Eyledi Mecnûn vasiyyet baña ‘ışkuñ tekyesin

Ta‘n mıdur giçsem yirine olmuşam aña halef (G.1377/5,s.426).

Mecnun bana aşk tekkesini vasiyet etti. Ben ona halef olmuşum onun yerine geçsem buna şaşılır mı?

Muhibbî‘ye göre irfan tekkesini cahiller bilemez, bu nedenle onlara sormanın gereği yoktur (G.1381/2). İrfan sahibi şairin kendisidir ve ona şiir tekkesiyle ilgili bir soru sorulsa öyle bir cevap verir ki o cevapta çok özel anlamlar bulunur:

Tekye-i şi‘r ile ger ola Muhibbî‘ye su‘âl

Bir cevâb eyde ki anda ola çok ma‘nî-i hâs (G.1299, s.406).

Muhibbi’ye eğer şiirin tekkesiyle (ilgili) sual olursa, içinde çok özel anlamlar olan bir cevap verir.

5.2.3. Türbe

Arapçada ölünün gömüldüğü toprak, yer anlamına gelen türbe, etrafı çevrilmiş ya da üstü örtülmüş olan mezardır (Pakalın, 1983c: 539). İslâm coğrafyasında genellikle tanınmış şahısların makam, mevki, mensup olduğu sosyal, dinî ve siyasî zümre gibi

özelliklerini yansıtan “kümbet, makam, meşhed, buk‘a, darîh, kubbe ve ravza” gibi adlarla da anılan türbe, asıl itibariyle mezar anıtlarıdır (Orman, 2012: 464). Beyitlerde türbe, aşk yolunda ölen âşık ile ilişkilendirilmektedir.

Sevgilinin yolunda aşk şehidi olan âşığın isteği mezarının kıyamete kadar âşıkların ziyaret ettiği bir türbe olmasıdır.

Ger şehîd-i ‘ışk olam yolında ol meh-pârenün

Haşre-dek ola ziyaret-gâh-ı ‘uşşâk türbetüm (G.1793/5,s.535).

Eğer o ay parçasının yolunda aşk şehidi olursam, mezarım kıyamete kadar âşıkların ziyaret yeri olsun.

Bir diğer beyitte âşık sevgiliye kavuşmadan ölmesi durumunda türbesinin sevgilinin gelip geçtiği yolda yapılması için dostlarına vasiyette bulunmaktadır.

İrmeden vasl-ı nigâra ger ölem ey dostlar

Ol cefâ-kâruñ güzer-gâhından eyleñ türbetüm (G.1837/3, s.548).

Ey dostlar, sevgiliye kavuşmadan ölürsem, o eziyet edicinin gelip geçtiği yolda bana türbe yapın.