• Sonuç bulunamadı

       Hikâyede  Ahmet  adındaki  babanın  oğlu  Ömer  ile  hayat  görüşlerinin  çarpışması  anlatılmaktadır. 

 

      Olay Örgüsü: 

      Ahmet,  oğlu  Ömer'i  kendi  yetişmiş  olduğu  şartlarda  yetişmesi  için  İngiltere'ye  tahsile  yollar.  Ayrıca  Ahmet'in  istediği  şey  oğlunda,  kendi  kişiliğinde  eksik  kalan  özelliklerin  tamamlanmasıdır.  Hayatta  onun  için  sonu  yetiştirirken  edindiği  tek  amaç  budur.  

      Ömer,  tahsil  bitip  de  yurda  döndüğü  zaman  babası  onda  birtakım  değişikler  olduğunu  gözler  Ömer,  sanata  karşı  önceden  hiç  olmadığı  kadar  ilgi  duymaya;  hatta  hikâye  ve  şiir  yazmaya,  resim  yapmaya  başlamıştır.  Doğadaki  her  şey  onu  çok  etkilemekte ve derin duygulara sevk etmektedir. Kendindeki bu değişikliklerin yanı sıra  Ömer'in  hayatına  onun  bu  ilgilerini  destekleyen  ve  onu  seven  bir  kız  girmiş,  Ömer  onunla nişanlanmıştır. 

       Babası,  Ömer'deki  bu  gelişmeleri  gördüğüne  sevinmiş;  fakat  daha  çok  üzülmüştür.  Çünkü  Ahmet'in  hayâlindeki  Ömer,  başarılı  bir  iş  adamı  ve  politikacıdır. 

      

Kendisini  sanatın  derinliklerine  atmasına  gönlü  razı  olmaz,  çünkü  ona  göre  sanatkâr  olan  kimse,  duş  dünyayla  ilgisini  kesmiş  ve  kendi  dünyasında  kaybolmaya  mahkûm  olmuş  güçsüz  bir  insandır.  Ayrıca  Ömer'in  nişanlısının  onun  hayatında  bir  engel  olduğunu,  Ömer'in  bu  kızdan  yana  acele  hüküm  verdiğini  düşünmektedir.  İşte  Ahmet  ve Ömer'in çatıştığı düşünceleri bu şekilde ortaya çıkmaktadır. 

      Ahmet ve Ömer arasında fikir çatışmasından dolayı soğuk günler yaşanmaktadır.  Ahmet,  bu  günlerin  birinde  onun  odasına  girerek  eşyalarını  karıştırmaya  başlar.  Eşyalarının  arasında  nişanlısına  yazdığı  mektupları  bulur.  Bu  mektuplardan  birinde  babasının kendi fikirlerini ona dayatmaya çalışmasından bunaldığını, onu ayrı bir kişilik  olarak  görmemekte  ısrar  ettiği  için  babasına  artık  onu  hiç  sevmediğini  yazmıştır.  Ahmet, bu satırları okuduktan sonra dünya başına yıkılır. Ömer, eşyalarının karıştırılmış  olduğunu  anlar.  Ahmet  de  Ömer  de  bir  süre  bu  konu  üzerine  konuşmaya  cesaret  edemezler. Nihayetinde bir gün konu açılır ve Ömer, düşüncelerini, hayatta yapmaktan  zevk  aldığı  şeyleri  ve  gelecekte  yapmak  istediklerini  anlatır.  Ayrıca  kendi  hayatını  oluşturmakta  onu  hiç  özgür  bırakmadığını  ve  sürekli  kendi  hayâlindeki  şekli  vermeye  çalıştığından şikâyetçi olduğunu söyler. Babası bunu içten içe kabullenir; fakat Ömer'e  itiraf  etmez.  Nişanlısı  da  Ömer'e  bu  olayın  ardından  beklediği  desteği  vermez.  Ömer  babasına bir veda mektubu yazarak evden ayrılır.           Tema :          Baba‐oğul arasındaki mesafe         Yazarın Bakış Açısı :          Hikâyede yazar, üçüncü tekil kişi anlatıcı konumundadır.         Hikâye ve Yazar :  

       Hikâye,  Samet  Ağaoğlu'nun  hatayla  oldukça  ilgilidir.  Pek  çok  hikâyesinde  ve  hikâye  dışındaki  yazılarında  anlattığı  baba‐oğul  ilişkisine  dair  düşünceler  burada  da  karşımıza  çıkmaktadır.  Hatıralarından  bildiğimiz  gibi,  babası  Samet  Ağaoğlu  için  hayatında  oldukça  önemli  bir  insandır;  fakat  otoritesinden  daima  ürktüğü  bir  insan. 

 

Çeşitli yazılarında bunu gerek kurguya dayalı alarak gerekse doğrudan dile getirmiştir.  İşte Üç Kişi Aradasın da bu yazınlarından biridir. 

      Samet  Ağaoğlu'da  hikâyede  yarattığı  kahramanı  Ömer  gibi  hayatı  boyunca  babasıyla  çatışma  içinde  olmuş  bir  kişidir.  Nitekim  hikâyede  Ömer'in  babasının  adı  Ahmet'tir. Yani bu hikâye, Samet Ağaoğlu'nun babasına olan duygu ve düşüncelerinin  açığa  vurulmasıdır.  Ayrıca  hikâyedeki  kahraman  da  Samet  Ağaoğlu  gibi  Avrupa'da  hukuk tahsili yapmıştır. 

         Samet  Ağaoğlu,  “Bir  Dakikalık  Dinlenme”  adlı  bir  yazısında  kendi  oğlu  için  şu  ifadeyi kullanmıştır. 

“Ah seni bir yetiştirebilsem! Fakat kendim gibi değil olmak istediğin gibi yapmak  istiyorum.” 

       Görüldüğü  gibi  hikâye  kurgudan  çok  gerçekte  benzeri  olan  Samet  Ağaoğlu  ve  babası Ahmet Ağaoğlu arasındaki ilişkiye dayanmaktadır. 

         

Şahıs Kadrosu:  

      Hikâye,  baba  ve  oğul  arasında  geçmektedir.  Hikâyeye  adını  veren  üçüncü  kişi  ,Ömer'in nişanlısına da dayandırılmakla birlikte baba‐oğul arasındaki ilişkidir. 

Baba  Ahmet'in  hikâyede  beliren  genci  karakteri,  oğlunu  kendi  gibi  yetiştirebilme; hatta kendisinin hayatta zayıf kalmış yanlarını Ömer'de tamamlamaktır.  Ahmet'in bunun dışındaki kişisel özelliklerini hikâyede şöyle tanıtılmaktadır. 

“Bütün  Ömrü  pusuya  yatmış  asi  gibi  geçmiş,  çevresinde  hep  yine  pusuda  kendisini  gözetleyen  düşmanlar  vehmetmişti.  Erkek  düşmanlar,  kadın  düşmanlar!  Hayatını  kazanmak,  fikirlerini  kabul  ettirmek, cemiyete faydalı olmak için giriştiği her işten  haysiyetinden,  şerefinden,  ekmeğinden  vuracaklar  korkusu  onu  sakat  bir  adam  haline  getirmişti.  Uğrunda  gerekirse  ölüme  kadar  gitmek  kararı  ile  peşine  düştüğü  emellerinden  çoğunu  bu  korku  ile 

bırakmıştı.  Hayat,  ancak  şimdi  anlıyordu  ki,  yaşamak  bu  kadar  karışık  bir  iş  değil!  Onu  kendi  haline  bıraksaydı  hiç  değilse  acı  çekmeyecek,  erememiş,  başaramamış  insanın  şaşkınlıkları  içinde  çırpınıp  kalmayacaktı.” (s.404) 

       Ahmet, bu özelliklerinin dışında Ömer'in sevdiği kızla evlenmesini istememekte;  çünkü Ömer'in ona karşı duygularını bir aldanıştan ibaret saymaktadır. O kız hayatına  girdiğinden  beri  oğluyla  ilişkilerinin  eskisi  gibi  olmadığını  görmekte  ve  üzülmektedir.  Nitekim hikâyede çatıştıkları bir diğer nokta da budur.         Ahmet'in fiziksel özellikleri hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir.        Ömer, hikâyede babasıyla, her zaman dile getirmese de, sürekli çatışan ve onun  kendi üzerindeki yönlendirme çabasını aşmaya çalışan yirmi dört yaşında genç bir adam  şeklinde karşımıza çıkmamaktadır. Babası, Ömer'i her ne kadar kendi kişiliğinin gelişmiş  bir devamı olarak yetiştirmeye çalışsa da Ömer, daha çok sanata eğilimdir. İş ve politika  hayatında kazanılan başarıların onun için hiçbir anlamı yoktur. Ömer, daha çok başarılı  bir  hikâye  yazarı  veya  resimleri  çok  satan  bir  ressam  olmayı  istemekle  ve  bu  yönde  çabalamaktadır.  Bunu  nişanlısına  yazdığı  mektuplarından  birinde  şöyle  dile  getirmektedir.          “.... ya insan yalnız sanatla uğraşmalı, yahut da işini sana haline getirmeli. Hukuk,  politikacı, tarih beni ilgilendiriyor, ama kuru geliyor.” (S.409)           Ömer, sanata ilgi duyduğu için seziş gücü yüksektir. Bunu babasının anlamasını  sağlamaya çalışır; fakat babası anlamaz, anlasa bile belli etmez. Çünkü yıllardır hareket  ettiği yönden zıt gitmek ona zor gelir:         “Baba, bütün bu gördüklerim bana nasıl heyecan veriyor bilemezsin. Zaman zaman  ağlamaya kadar giden hisler!” (S.411)         Başını kaldırarak denize baktı:  “Şu denizin renkleri, şu denizin üstünde ve içinde gizli  kalmış  güzellikler,  ahenkler  âlemi!  Baba,  gözlerimin  önünden  bir  perde  kalktı  adeta.  Şimdi  her  şeyi 

 

görüyorum  Deniz  mavi  mi?  Hayır  değil.  Denizdeki  mavilikler  sayısı  yok  denilecek  kadar  çeşitli  ve  çok.”  (S.415)        Ömer'in fiziksel özellikleri şöyle belirtilmiştir:        “Ahmet bu yüzde kendi geçliğine bakıyordu. Esmer ten, simsiyah büyük gözler,  dağınık saçlar gerçekten güzeldi.”(s.401)         Ömer'in nişanlısına dair özellikler kendisi ve babasındakiler kadar ağırlıklı olarak  belirtilmemiştir. Belirtildiği kadarıyla şöyledir: 

“Kızın  süt  beyaz,  temiz  güzel,  ince  yüzünde,  durgun  düşünceli profilinde, iri gözlerin renkleri belli olmayan  ışıklarında kanmamış bir ruhun çırpınışları seziliyordu.  Onu birkaç kere uzaktan görmüş, yine bir iki defa beş  on kelime konuşmuşlardı. Sesi yumuşak, fakat ihtiraslı  idi.” (s.406)           Zaman :          Hikâyede zaman unsuru belli bir tarih şeklinde değil genel ifadelerle verilmiştir.  “ Yaz sabahının saatin beşinde güneşin ışıkları kırmızı  yuvarlaklar çizerek suyun üstünde titriyor, renk, su, ve  ürpermenin  karışmasından  doğmuş  çiçekler  arasında  koyu mavi, koyu yeşil ince dereler akıyordu” (S.403) 

 “On  altı  yaşında  İngiltere'ye  giden  bir  çocuğun  yerine  şimdi  bir  delikanlı  gelmişti.”(S.411) 

“Ahmet'in  evlenmesine  razı  olduğu  günden  kısa  bir  zaman  sonra  Ömer'de  garip bazı hallerin belirdiğini gördü.”(S.410) 

      Zaman  zaman  yapılan  geriye  dönüşlerle  de  Ahmet'in  geçmişinde  yaptıkları  ve  Ömer'in çocukluğuna kadar gidilir. 

         

Mekân:  

      Hikâyede mekân olarak özel anlamda bir yerin adı geçmez. Sadece bir evden, evin  çevresinde bulunan deniz kıyısından ve meyhaneden söz edilir. 

        “Birden sağ taraftaki kayaların arkasında küçük bir kayık gördü.” (s.434) 

         “Ahmet, bir gece Ömer'in odasına girdi.”(S.416) 

        “Çoğu  zaman  ancak  birkaç  insanın  buluğu  yarı  lokanta,  yarı  meyhane  bir  yere  girdiler.” (S.424) 

      Fikirler: 

Samet Ağaoğlu'nun hikâyelerinin üzerine yapılan araştırmalardan ve yazılardan  çıkan  genel  sonuç,  hikâyelerinin  ilkinden  sonuncusuna  doğru  hikâyelerinde  işlediği  konularda  kendi  hayatını  yansıtmada  ağırlık  kazandığıdır.  Bu  hikâyesinde  de  pek  az  farlılıkla  babası  ile  arasındaki  ilişkinin  özelliklerini  anlatmıştır.  Bundan  önceki  hikâye  tahlillerinde  ve  “Hikâye  ve  Yazar”  kısımlarında  yeri  geldikçe  belirttiğimiz  gibi  Samet  Ağaoğlu babasını çok sevmekte, hatta diğer kardeşlerinde zaman zaman kıskanmakta;  fakat onun sert mizacından doğan despot havasından ürkmektedir.  

Bu  hikâyenin  aslında  Samet  Ağaoğlu'na  sıklıkla  sorulan  sorulardan  birinin  de  cevabı olabileceği kanaatindeyiz: Sadece edebiyatla uğraşaydınız acaba daha mı başarılı  olurdunuz?    Evet'  bu  sorunun  cevabı  belki  de  hikâyedeki  baba  Ahmet'in  tabi  aynı  zamanda  gerçek  hayattaki  baba  Ahmet'in,  oğluna  karşı  tavrından  kaynaklanan  bir  durumdur.  Bu  yüzden  de  Samet  Ağaoğlu,  edebiyat  ve  siyaset  gibi  zıt  sayılabilecek  iki  kutup  arasında  kalmış;  fakat  her  şeye  rağmen  iki  alanda  da  adının  kalıcı  olmasını  sağlayabilmiştir . 

  

      “...”        Konu:  

 

   Hikâyede  bir  adamın  meyhanede  otururken  bulundukları  şehre  yabancı  olan 

başka bir adamla tanışarak onun hikâyesini dinlemesi anlatılmaktadır. 

 

      Olay Örgüsü: 

      Hikâyeyi  anlatan  Mete  her  zaman  gittiği  bir  meyhanede  garip  görünüşü  bir  adamla tanışır. Biraz oturup konuşurlar; ancak Cihangir'in üzerinde telaşlı bir hal vardır.  Hayat üzerine pek çok şeyden konuşurlar; fakat Mete yine de Cihangir'in neden orada  bulunduğunu çözemez. Çünkü cihangir o şehrin yerlisi olmadığını söylemiştir. 

      Belli  bir  süre  geçtikten  sonra  Cihangir,  Mete'ye  hikâyesini  anlatır.  Bir  süre  önce  sırf  kendi  zihninde  ürettiği  şüphelerle  kendisini  öldürebileceğini  düşündüğü  bir  adamı  öldürmüştür cinayetten sonra duyduğu pişmanlık ve vicdan azabıyla bu şehre gelerek  adamın  karısını  ve  çocuğunu  bulmuştur,  onlara  işlediği  sucu  bir  türlü  söyleyememiş,  onun yerine birtakım yalanlarla adamın geleceğini söyleyerek onları umutlandırmıştır.  Fakat  onlara  bunu  söylememeye  ve  belli  zaman  aralıklarıyla  kadının  ve  çocuğunun  bakımını üstlenmeye karar vermiştir. Mete, bunları şaşkınlıkla dinledikten sonra hiç bir  yorum yapmaz. Cihangir de bazı karışık duygularla meyhaneden ayrılır. 

      Tema:   Vicdan azabı        Yazarın Bakış Acısı: 

      Hikâye,  yazarın  kendi  ağzından  anlatılmıştır  yani  birinci  tekil  kişi  anlatıcı  söz  konusudur 

      Hikâye ve Yazar : 

      Yazarın,  gerçek  hayatında  böyle  bir  anısı  olup  olmadığını  bilmiyorum;  ancak  hikâyedeki  Mete  adındaki  adamın  Hukuk  Fakültesi'ni  bitirmesi  Samet  Ağaoğlu  ile  benzer özelliktedir. 

Şahıs Kadrosu : 

      Hikâye,  Mete  ve  Cihangir  adlarında  iki  adam  ile  Mehmet  adındaki  meyhaneci  arasında geçmektedir. 

      Mete,  Hukuk  Fakültesi'ni  bitirmiştir  ve  gazetecilik  yapmaktadır.  Hikâyenin  geçtiği  mekân  olan  meyhanenin  sürekli  müşterilerinden  biridir.  Cihangir  ile  Allah  üzerine konuşmalarından anlaşıldığına göre inançlı bir kişidir. 

“Ben  diyorum  ki  hayat  Allah'a  giden  yoldur.  Hayatın  gayesi  böylece  Allah'a  kavuşmak  oluyor  ölümün  iğrençliğini,  korkunçluğunu,  manasızlığını  ortadan kaldıran yalnız bu gaye!”(S.434) 

       Mete, kendini öldürebileceği düşüncesiyle bir adamı öldürmüş, fakat bundan son  derece  pişmanlık  duyan  bir  kişidir.  Dört  beş  yıl  öncesine  kadar  okullarda  tarih  öğretmenliği yapmıştır ona göre tarih, sürüp giden tek bir olayın sadece renk, şekil, ses  değişikliklerinin  hikâyesinden  ibarettir.  Bu  olay  kuvvetlinin  kırbacı,  zayıfın  kinidir.  Bu  yüzden de Mete'nin Allah inancı bu zıtlıktaki haksızlığa bir isyan ediş şeklindedir. 

      Mete'nin fiziksel özelliklerine hikâyede şöyle yer verilmiştir:  

“Çilli,  beyaz,  çizgileri  keskin  yüzü,  yarısı  dökülmüş  kumral  saçları,  daha  koyu  kaşları,  biraz  sivri  çenesi,   ince dudaklarıyla çirkin sayılabilirdi, fakat açık mavi iri  gözlerinin  bakışlarının  dolduran  ciddi  hüzün  bu  yüze  birdenbire  çekici  bir  mana  veriyordu.  Gri  kumaştan  yapılmış  dikişi  düzgün  bir  elbise  gitmişti.  Hareli,  yeşil  kravatı göze çarpıyordu.”(S.436) 

       Cihangir  ve  Mete  dışında  meyhaneci  Mehmet  de  hikâyenin  önemli  şahıslarındandır.  Meyhaneye  gelen  müşterilerin  hepsini  yakından  tanıyan  ilk  girişinde  hoşlanmadığı  kişileri  meyhaneye  alıştırmamak  için  onlara  fazla  özen  göstererek  ilgilenmeyen  bir  yapısı  vardır.  Meyhanede  Mehmet'in  fiziksel  özellikleri  ve  diğer  bazı  özellikleri belirtilmiştir. 

“Meyhanenin kısa, tıknaz kırmızı yanaklı, kısa kesilmiş  saçları  dimdik  sahibi,  yanında  zayıf,  ufak  tefek 

buruşuk  yüzlü  tek  garsonu,  bu  değişmez 

 

hoşlandıklarını  bilmekle  kalmaz,  hepsinin  iş  ve  aile  özelliklerini,  huylarını  sularını  yakından  tanırdı.  Yılların, bu adamlar üzerinde ona verdiği haklar vardı,  Fazla  içmelerine  karışır,  evlerine  geç  kalmamalarına  dikkat  eder,  gençler  azarlar,  karısı  veya  çocuklarıyla  arası açık onlara öğütler verirdi.”(S.434)                   Zaman:            Hikâyede zaman unsuru, başlayıp biten bir süreç şeklinde verilmemiştir. Bazı genel  ifadelerle belirtilmiştir.           “Bir gün meyhaneye yabancı bir yüz girdi.”(S.436)           “Ertesi akşam meyhaneye girerken onu düşünüyordum.”(S.439) 

       Mete  ve  Cihangir'in  konuşmalarında  da  birbirlerine  anlattıkları  hatıralarıyla  zaman içinde geriye dönüşler yaparlar. 

         “Dört beş yıl önceye kadar ortaokullarda tarih öğretmeni idim.” (S.447) 

      Mekân : 

      Hikâye,  mekân  olarak  bir  meyhanede  geçirmektedir,  yalnız  yapılan  geriye  dönüşlerle geçmişte bulunulan yerlerden de bahsedilir. 

        “Burası her zaman yarı karanlık, hafif küf kokan, dar bir yer” (s.434) 

         “ Köylerden uzak, ıssız bir dağ tepesindeydik.”(S.447) 

      Fikirler: 

      Bu  hikâyede  Samet  Ağaoğlu,  cinayet  işleyen  bir  adamın  vicdan  azabını  anlatmaktadır.  Bu  tema  ekseninde  Ağaoğlu,  kahramanlarını  konuşturarak  yine  ölüm  temasını  sorgulamaktadır.  Ayrıca  “meczupluk”  da  “Sokak”  hikâyesinden  sonra  tekrar  değindiği  bir  kavramdır.  Nitekim  hikâyelerinin  içine  aldığı  “Yazamadıklarım”  adlı  yazısında meczupluğun, hikâye yazarken kaleminin ucuna sıkça takılan konulardan biri  olduğunu belirtmiştir. 

         RİDİLEMET NÜKLÜM TELADA