• Sonuç bulunamadı

Kişi Başına Düşen GSYİH Bakımından Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler

1.3. Küreselleşme Sürecinde Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler

1.3.1. Kişi Başına Düşen GSYİH Bakımından Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler

Geçmişten günümüze dünya ekonomisindeki değişimlere baktığımızda, bu değişimlere ülke ilişkileri, ticari yenilikler, krizler gibi olguların yanı sıra savaş, devrim, din gibi sosyal faktörlerin de etkisi olduğunu görebiliriz.

15. ve 16. yüzyıllardan itibaren Rönesans ve Reform hareketlerinin, getirdiği yeniliklerle dünyada kişi başına gelirlerde ve büyümede artış yarattığı bilinmektedir. Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ekonomi ve ticaret anlayışını geliştirerek sermayenin yayılımını sağlamıştır. Ancak I. ve II. Dünya savaşları birçok ekonomideki düzelme eğilimlerini tersine çevirmiştir.

Sanayileşme ve gelir artışları, Birinci Dünya Savaşına ve hatta 20. yüzyılın ortalarına kadar yüksek gelirli Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleriyle sınırlı kalmıştır. 20. yüzyılda özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında Güney Avrupa, Japonya ve

Kore gibi az sayıda ülke ve bölge kişi başına üretim ve gelirde çok hızlı artışlar gerçekleştirerek kendileri ile yüksek gelirli ülkeler arasındaki farkı büyük ölçüde kapatabilmiştir (Batmaz, 2010a, 2010: 19).

Tablo 1.1. ülkelere ve bölgelere göre yıllık ortalama büyüme hızlarını göstermektedir. Tablo 1.1. ve Şekil 1.1. incelendiğinde Türkiye ile ilgili göze çarpan ilk değişim 2001 yılında büyüme hızındaki düşmedir. Bunun sebebi şüphesiz Türkiye’de 2001 Şubat ayında alevlenen ekonomik krizdir. 2000 yılında gerilemeye başlayan faiz oranları ve bunun sonucunda yükselişe geçen enflasyon ülkeyi krize sürüklemiştir. 2001 yılında büyüme hızı -6’ya kadar gerilemiştir. Bu özelliğiyle, 2001 krizi Türkiye cumhuriyet tarihinin en vurucu krizi haline gelmiştir.

Tablo 1. 1. Ülkelere ve Bölgelere Göre Yıllık Ortalama Büyüme Hızları

Kaynak: Dünya Bankası verilerinden hazırlanmıştır.

Şekil 1. 1. Ülkelere ve Bölgelere Göre Yıllık Ortalama Büyüme Hızları

Kaynak: Dünya Bankası İstatiksel Veri Tabanı

1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Avrupa Birliği 3 4 2 1 1 3 2 3 3 0 -5 2 2 0 0 Orta Doğu ve Kuzey Afrika 2 6 2 2 5 8 6 7 6 5 2 5 3 5 2 Doğu Asya ve Pasifik 3 4 2 3 4 5 4 5 6 3 0 7 4 4 4 Türkiye -3 7 -6 6 5 9 8 7 5 1 -5 9 9 2 4 Dünya 3 4 2 2 3 4 4 4 4 1 -2 4 3 2 2 Japonya 0 2 0 0 2 2 1 2 2 -1 -6 5 0 1 2 Çin 8 8 8 9 10 10 11 13 14 10 9 10 9 8 8 Hindistan 9 4 5 4 8 8 9 9 10 4 8 10 7 5 5 ABD 5 4 1 2 4 4 3 3 2 0 -3 3 2 3 2

AB’ye üye ülkelerin yıllık büyüme hızları ise 2000 yılında ortalama %4 iken bu rakamın 2007 yılında %3’e düştüğünü, 2008’de büyümenin olmadığını, 2009 yılında ise büyüme olmadığı gibi -5’e doğru bir küçülmenin olduğunu görüyoruz. AB ülkeleri 2013 yılı sonu itibariyle ise eksi büyüme hızından çıkmış olsa da artı büyüme hızına hala geçemedikleri görülmektedir. Benzer gelişmeleri Doğu Asya ve Pasifik, Türkiye, Çin, Hindistan ve ABD’de görmek mümkündür. Son beş yıla damgasını vuran ABD’deki Mortaga Krizi (2007-2008) başta AB ülkeleri olmak üzere tüm dünyayı etkisini altına almış olup, bunun etkileri domino etkisiyle tüm dünyaya yayılmıştır ve hala devam etmektedir.

Diğer taraftan 2000’li yıllar boyunca büyüme eğilimi gösteren Çin, Hindistan gibi kalabalık nüfuslu ülkeler başta petrol olmak üzere altın, emtia ve tarım ürünlerini daha çok talep etmeye başladı. Bu yoğun talep karşısında söz konusu ürünlerin fiyatında önemli artışlar oldu. Özellikle altın ve petrol fiyatlarının yükselmesiyle ABD doları birçok para birimi karşısında değer kaybetmeye başladı. ABD'deki konut fiyatları 2000'li yıllar boyunca büyük bir yükselme göstermişti. Bu yükselmenin en büyük nedeni ise düşük gelirli hane halkına yüksek faizli ve uzun vadeli kredilerle konut satın alma imkanı sağlayan Mortgage sistemiydi. 2007-2008 yıllarına gelindiğinde, konut fiyatları sürekli olarak artmakta olduğu için ileride daha da artacağı düşüncesine kapılan hane halkı bir süre daha yüksek faizli konut kredisi kullanmaya devam etmek istiyordu. Bu yıllarda faiz oranlarının ödenemeyecek seviyeye gelmesiyle bankalar ve diğer kredi veren kuruluşlar fon kaybına uğradılar ve hepsi de kötü durumda olduğundan birbirlerinden kredi çekmeye çekinir hale geldiler. Bu gelişmeler doğrultusunda verdiği fonları geri alamayan birçok banka iflas etti ve dünya borsalarında büyük dalgalanmalar meydana geldi. ABD’de başlayan bu finansal kriz böylelikle Avrupa’ya da sıçramış oldu ve sonrasında tüm dünya ekonomilerini etkisi altına aldı.

Diğer taraftan dünyanın çeşitli bölgelerinde yer alan farklı ülkeleri ve bu ülkelerin gelir seviyelerinde meydana gelen değişimleri incelediğimizde 1500’lü yıllardan itibaren gerek kişi başına düşen gelir seviyelerinde gerekse GSYİH oranlarında sürekli artışın olduğu bilinen bir gerçektir. Bu artışın büyüklüğü GSYİH’de 1800’lü yıllardan günümüze kadar sekiz kat olmuş, ancak her ülkede aynı oranda bir

büyüme olmamıştır. Ekonomik büyüme 20. yüzyıl ortalarına kadar Avrupa ve Kuzey Amerika Ülkeleri ile sınırlı kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Güney Avrupa, Japonya ve Kore gibi az sayıda ülke kişi başına gelirini arttırarak farkı büyük ölçüde kapatabilmiştir. Ancak bunun dışında 19. yüzyıl boyunca açılan farkın son otuz yılda kapanmadığını söyleyebiliriz (Batmaz, 2010a: 19).

Tablo 1.2.’de, 2004-2013 yılları arasında başlıca ülke ve bölgelerdeki satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen GSYİH oranları gösterilmektedir. Bu oranlar incelendiğinde dünyanın çeşitli bölgelerinde yer alan ülkelerin farklı dönemlerde satın alma gücüne sahip oldukları görülmektedir.

Tablo 1. 2. Kişi Başına Düşen GSYİH-Dolar (Satın Alma Gücü Paritesine Göre- Cari Fiyatlarla) 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Avrupa Birliği 25,628 26,830 29,079 30,744 32,032 31,349 32,058 33,394 33,464 34,345 Orta Doğu ve Kuzey Afrika 12,107 12,905 13,894 14,801 15,518 15,696 16,416 16,898 17,778 17,946 Doğu Asya ve Pasifik 7,170 7,789 8,547 9,456 10,057 10,426 11,322 12,147 12,934 13,753 Türkiye 10,293 11,532 13,056 14,027 15,178 14,715 16,195 17,998 18,186 18,975 Dünya 9,285 9,925 10,754 11,513 12,043 12,035 12,658 13,311 13,787 14,293 Japonya 29,378 30,441 31,818 33,374 33,589 31,994 33,916 34,316 35,315 36,315 Çin 4,346 4,963 5,732 6,682 7,431 8,138 9,053 10,041 10,945 11,904 Hindistan 2,669 2,966 3,294 3,662 3,827 4,129 4,549 4,883 5,138 5,410 ABD 41,929 44,314 46,444 48,070 48,407 46,999 48,358 49,855 51,755 53,143

Kaynak: Dünya Bankası verilerinden hazırlanmıştır

Tablo 1.2.’yi incelediğimizde, Avrupa Birliği ve ABD’de 2009 yılında düşme gösteren değerlerin sonraki yıllarda tekrar toparlandığını ve bütün dünya ülkelerine ve bölgelerine genel olarak baktığımızda rakamların stabil olarak artış gösterdiğini söyleyebiliriz.

1.3.2. Dünyada İşsizlik

Dünyadaki üretim ve piyasa anlayışı, küreselleşme bağlamında hızla değişerek yeni bir boyut kazanmaktadır. Ancak, teknolojideki hızlı gelişmelerle beraber iletişim, bilgi akışı, makineleşme ve robotlaşma ne kadar yayılırsa yayılsın “insan” en önemli faktör olarak kalmaktadır. Sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimlerin ana faktörü insandır.

Buna rağmen dünya ekonomisinde yaşanan değişimler ve yeni üretim anlayışı, insanı zamanla çalışma hayatının dışına itmeye başlamıştır. Küreselleşmenin getirdiği yeniliklerden kaçınmanın mümkün olmadığı dünyamızda iş tanımı neredeyse tamamen değişmiştir. Bu yeni düzene ayak uyduramayan milli ve küresel piyasalar çoğu zaman spekülatif nitelikli krizlerle karşı karşıya kalmaktadır. Krizler ülkelerde yatırımları olumsuz etkilemekte, devalüasyon gibi düzenlemelerle finansal sektörler çökmekte ve ücretler düşmektedir. Böylece istihdam da azalarak döngünün sonu işsizliğe varmaktadır. Dahası, kriz yaşayan ülkelerin IMF ile ile yaptıkları stand-by kredi anlaşmaları ile yapısal uyum programları uygulanmakta ve işsizlik daha da artmaktadır.

Her şeyin birbirine adeta zincirle bağlı olduğu günümüz dünyasında artık hiçbir şey ulusal sınırlar içinde kalmamaktadır. Diğer tüm olgular gibi işsizlik de ulusal sınırların dışına çıkmaktadır.

Küreselleşme kaynaklı işsizliğin en önemli faktörlerinden biri çok uluslu şirketlerdir. Üçüncü dünya ülkeleri gelişmiş ülkelerin yatırımlarını kendi ülkelerine çekmek istemektedir. Bu amaç doğrultusunda özel yatırımcıların imtiyazlarla korunması, çevre koruma masraflarının alınmaması, sanayi bölgelerinin serbestleştirilmesi, vergi muafiyeti ve indirimi gibi düzenlemeler yapmaktadırlar. Az gelişmiş ülkelerin sunduğu bu fırsatları kaçırmak istemeyen çok uluslu şirketler yatırımlarını o ülkelerde yapmayı karlı bulmaktadır. Dolayısıyla yatırımları az gelişmiş ülkelere kaptıran sanayileşmiş ülkelerdeki vasıfsız işgücü işsiz kalmaktadır. Gelişmemiş ülkelerde ise ucuz ve vasıfsız işgücü istihdam edilmektedir ve vasıflı işgücünün

istihdam edilme oranı düşmektedir. Sonuç olarak her ekonomik olgu gibi işsizlik de küreselleşmektedir.

Charles Handy’ye göre çok uluslu şirketler büyük devletlerin hesabına çalışmakta ve hükümet tarafından el altından destek almaktadır. Ülkelerden daha büyük bir güce sahip olan kimi çok uluslu şirketlerin kar ve sermayeleri ise pek çok ülkenin GSMH’sına eşit ya da ondan daha fazladır (Yılmaz, Çetin 2007:19).

Dünyanın büyük bir bölümünde, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren işsiz sayısında artış yaşanmaya başlamıştır. ILO’nun 2011 yılında yayınladığı “Küresel İstihdam Eğilimleri” raporuna göre 1994’te %5,5 olan işsizlik oranı dünyadaki güçlü ekonomik performansa rağmen 1995’e gelindiğinde %6’ya yükselmiştir (ILO, 2011).

Reel GSYİH büyüme oranları ve işsizlik oranları karşılaştırıldığında 1995’ten itibaren ekonomik büyüme ve istihdam yaratma arasında bir bağlantı kurulamamıştır. 2001 yılında %1’e düşen işsizlik oranı 2002 ve 2006 yıllarında kendini %6,3 oranında göstermiştir. İşsizlik oranının %5,6 olarak gözlendiği 2007 yılının ikinci yarısından itibaren başlayan sıkıntılar 2008 yılında küresel boyutta bir işsizliğe ve krize dönüşmüştür (ILO, 2011).

Ancak 2006-2008 döneminde Slovakya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde işsizlik oranlarında düşme gözlenmemiştir. Bunun nedeni, o yıllarda başta batı ülkelerinin bu ülkelere doğrudan ve dolaylı yabancı sermaye yatırımı yapmasıdır (Batmaz, 2010a: 25).

Yine ILO’nun raporuna göre işsiz sayısı 2010 yılında bir önceki yıla göre artış göstermemiş ancak 2007’ye göre %6,7 oranında artış olmuştur. İstihdamın nüfusa oranı ise 2007’de %61,7 iken bu rakam 2009’da %61,2, 2010’da ise %61,1 olarak gözlenmiştir. Pek çok ekonomide çalışma çağındaki nüfustaki artışı karşılamaya yetecek kadar istihdam olanağı yaratılamamıştır (ILO, 2011).

Dünya ticareti, reel GSYİH, sabit sermaye yatırımları ve özel tüketimler 2010 yılında kriz öncesi dönemi geçerek iyileşme göstermiş, ancak ekonomideki büyüme işsizliğe çare olamamıştır. Zira son yıllarda ekonomik büyüme daha çok üretim artışı ve giderek daha az istihdam artışı ile temsil edilebilir hale geldiğinden ötürü Tablo 1.3.’te görüldüğü gibi bu durum işsizlik oranlarının da artmasına neden olmuştur.

Tablo 1. 3. Ülke ve Bölgelere Göre İşsizlik Oranları (%)

1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2010 2011 2012 Avrupa Birliği 10 9 9 9 9 9 9 8 7 7 10 10 10 Orta Doğu ve Kuzey Afrika 13 13 12 11 10 10 .. .. .. Doğu Asya ve Pasifik 4 4 4 6 5 5 5 5 5 4 4 4 4 Türkiye 8 7 8 10 10,5 11 11 10 10 11 12 10 9 Dünya 6 7 6 .. .. .. 6 .. 6 Japonya 5 5 5 5 5 5 4 4 4 4 5 5 4 Çin 3 3 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 Hindistan 4 .. 4 .. .. .. 4 .. 4 ABD 4 4 5 6 6 6 5 5 5 6 10 9 8

Kaynak: Dünya Bankası verilerinden hazırlanmıştır

Tablo 1.3.’te ülke ve bölgelere göre işsizlik oranları incelendiğinde, ABD’ de yaşanan ekonomik krizin bir sonucu olarak 2008 yılından itibaren işsizlik oranında bir artış eğilimi görüyoruz. ABD’de 1999 yılında %4 olan işsizlik oranı 2010’a gelindiğinde tam 6 birim artmıştır. 1999’dan 2007 yılına kadar işsizlik oranında azalış gözlenen Avrupa Birliği’nde bu oran 2009’a gelindiğinde tekrar yükselme pozisyonuna geçmiştir. Türkiye de aynı şekilde birbirine bağlı dünya ekonomilerinin bir halkası

olarak, işsizlik oranında özellikle son yıllarda artış yaşamaktadır. Türkiye’de 2000 yılında %7 olan işsizlik, 2010’a gelindiğinde %10’ları görmüştür. Orta Doğu’da işsizlik oranın günümüze kadar önemli ölçüde azaldığını görmekteyiz. Japonya ve Çin gibi uzak doğu ülkeleri ise düşük işsizlik oranlarındaki istikrarı genel olarak korumaktadır.

Değişen piyasa ve iş tanımı gereğince ülkeler yeni dünya düzeni içerisinde kendilerine yer bulmak zorundadırlar. Küreselleşme, üretim ve tüketim anlayışını yeni baştan yaratmaktadır. Bu bağlamda gelir eşitsizlikleri, finansal krizler ve işsizlik sorunu ortaya çıkmaktadır. Günümüzde birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke işsizliği ister istemez kendine çekmektedir.