• Sonuç bulunamadı

BİRLİĞE OLAN KATKISI

II- KENDİNİ YETİŞTİRMESİ VE OLGUNLAŞMASI

Niyâzî-i Mısrî, ilim tahsiline erken yaşlarda başlamış, hayatıyla ilgili verilen bilgilere göre, yaşadığı döne-min pek çok ilim merkezinde bulunarak kendini yetiştirmiştir. Niyâzî-i Mısrî’de henüz çocukluğunda başlayan ilim ve mârifet aşkı, hayatı boyunca devam etmiştir. Bu duygu onun kişiliğini oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Niyâzî-i Mısrî’nin hayat macerası 1617 veya 1618’de Malatya’nın bir köyünde başlar. 1694’de Lim-ni’de vefât etmiştir. 20 yıl kadar Malatya’da kalır. İlk tahsil hayatı ve dini bilgileri öğrenmesi Malatya’da

ger-çekleşmiştir. Malatya’da iken tasavvufa ilgi duyan Niyazi, genç yaşta-Nakşibendi olan babası, kendi şeyhine intisap etmesini istemesine rağmen- Malatyalı Halveti şeyhi Hüseyin Efendi’ye’ intisap etmiştir. Bu durumu kendisi şöyle anlatıyor: Ben, doğum yerim olan Malatya’da ilk ilim talebinde bulunduğum sırada, kalbimde tarikat-i sufiyeyi bilmek arzusu vardı. Önce onların meclislerine muhalif idim, gitmezdim. Fakat sohbetle-ri bereketiyle günden güne şevkim arttı. Nihayet, Halveti şeyhlesohbetle-rinden bisohbetle-rine beyat ettim. Babam, beni ona gitmekten men ediyor ve kendi şeyhine götürmek istiyordu. O zat, Nakşibendiyye’dendi ve bana göre kâmil değildi.1 Burada görüyoruz ki, o dönemlerde zahiri ve batıni ilimleri tahsil etmek, birlikte ve beraber başlıyor ve yürütülüyordu.2

Vassaf, Niyâzî-i Misrî için; “Mevliden Malatyalı, meskenen Bursalı, medfenen Limnili olup, pederi Ma-latya eşrafından “Soğancızade” demekle meşhur tarik-i Nakşibendi ricalinden Ali Çelebidir.’’ der.3 Meşreben Elmalılı demenin uygun olacağını ifade edenler de vardır.

XVII. yüzyılın coşkun sûfî şairi Niyâzî-i Misrî el-Malatî, 20 yaşlarında iken Malatya’dan ayrılarak Diyarba-kır4, Mardin5, Bağdat ve Kerbelâ’da iki-üç yıl ilim tahsili yapmış, sonra yaklaşık yirmi üç yaşındayken Mısır’a geçmiş, burada üç yıl, bir yandan Câmiü’l-Ezher’e devam etmiş, öbür yandan bir Kâdirî şeyhine bağlanarak ondan ders almıştır. Bu sırada Niyazi-i Mısri yaklaşık 27 yaşlarındadır. Dikkat edilirse o zamanın önemli ilim merkezlerinde bulunmuştur. Yani hem zahiri, hem de batıni ilimlerde çift yönlü olarak kendini yetiştirmiştir. Gü-nümüz ilim ve fikir adamlarının en büyük eksiği de bu olsa gerek. Orada gördüğü bir rüya, hayatının istikametini değiştirmiştir. Niyâzî-i Mısrî, Mevâidü’l-İrfân adlı eserinde bu rüyayı anlatmaktadır. Rüyasında gördüğü Şeyh Abdülkadir Geylani, kendisine, aradığı şeyhin bu şehirde olmadığını söyler. Bunun üzerine şeyhinin Kahire’de kalması konusundaki ısrarlarını geri çevirir ve uzun sürecek sefere başlar. Gide gide Elmalı’ya ulaşır ve orada ikamet eden Ümmi Sinan’ın hizmetine girer. Artık o, kalbinin şifasını bulmuştur. Niyâzî-i Misrî, 1057/ 1647 yılında yaklaşık yirmi dokuz-otuz yaşlarında iken şeyhine kavuşup, ona intisap etmiştir. Aradığı şeyhi Elmalılı Ummi Sinan’ı bulan Niyâzî-i Misrî, 1066/ 1656 yılına kadar aralıksız dokuz sene şeyhine hizmet eder. Ümmî Sinan’ın yanında hem şeyhin oğluna, hem diğer talebelere ders verir, hem de dergâhta imamlık ve hatiplik gö-revlerini yapar. Mısrî, burada büyük sıkıntılar çeker. Böylece kendisine hilâfet verilen Niyâzî-i Mısrî’den Elmalı halkına son defa vaaz etmesini ister. Şeyhinin izniyle vaazını verir. Şeyhinden izin ve icazeti aldıktan sonra önce Uşak›a daha sonra da Kütahya›ya gider. Halkı dört yıl boyunca irşât eder. Niyâzî-i Misrî, 1072/ 1661-62 yılının başında, kendisini sevenlerden bir–iki kişiyle birlikte Bursa›ya yerleşir.6

Bursa’da Nilüfer çayına bir köprü yaptıran Abdal Çelebi adlı hayırsever bir zat, Niyazi-ı Mısri’den, ken-disine bir dergah inşa etmek üzere izin talebinde bulunur. Bundan böyle Mısri Dergahı olarak anılacak bu bina bitirilir ve 1080/1770 tarihinde bir cuma günü açılır. Niyazi-ı Mısri’nın bir dergah yaptırdığını duyan devlet adamlarının ona yardım etmeleri de söz konusudur. Bu da, onun devlet adamlarıyla ilişkisini ve onlar üzerinde-ki etüzerinde-kisini göstermektedir. Bundan sonra halk, bürokratlar ve padişah üzerinde çok yoğun bir şeüzerinde-kilde etüzerinde-kilidir.

Sosyal hayattaki aksiyonerliği, birlik ve beraberliğe olan katkısı git gide artmış ve pekişmiştir.

Bulunduğu tüm bölgelerde halkı irşat etmekten geri durmamıştır. O, Diyarbakır, Mardin, İskenderiye, Mı-sır, Uşak, Kütahya, Elmalı, Bursa, Edirne, İstanbul, Rodos, Limni gibi yerlerde bulunmuştur. Niyâzî-i Mısrî, Bursa’da kaldığı süre içerisinde câmilerde vaazlar vermiştir. O gittiği her yerde halkın isteği üzerine vaazlarına

1 Niyâzî-i Mısrî, İrfan Sofraları, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neş , İstanbul ts., s. 47.

2 Niyâzî-i Mısrî’nin hayatı, eserleri, düşünceleri ve şiirleri için bkz. Erdoğan, Kenan, Niyâzî-i Mısrî Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı, Ankara 1998, s. 66; Aşkar Mustafa, Niyâzî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1998, s. 72-73; Doğramacı, Baha, Niyâzî-i Mısrî: Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988, s.89-90; Kavruk, Hasan, Niyâzî-i Mısrî, Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Türkçe Şiirleri, Malatya 2004; Aşkar Mustafa, Niyâzî-i Mısrî, DİA, 2007, XXXIII,166-169.

3 Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, İstanbul, 2006, c. 5, s. 73.

4 İlim tahsili için Diyarbakır’a gelen Niyazi-i Mısri, burada bir yıl kalmıştır.

5 Mardin’de de bir yıl kalmıştır.

6 Niyâzî-i Mısrî’nin hayatı, eserleri, düşünceleri ve şiirleri için bkz. Erdoğan, Kenan, Niyâzî-i Mısrî Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı, Ankara 1998, s. 66; Aşkar Mustafa, Niyâzî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1998, s. 72-73; Doğramacı, Baha, Niyâzî-i Mısrî: Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988, s.89-90; Kavruk, Hasan, Niyâzî-i Mısrî, Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Türkçe Şiirleri, Malatya 2004; Aşkar Mustafa, Niyâzî-i Mısrî, DİA, 2007, XXXIII,166-169.

devam etmiştir. Tasavvufî hizmetlerinin yanında mum yaparak dervişlerine sattırmış, kazandığı para ile hem geçimini sürdürmüş hem de fakirlere yardım etmiştir. Çevresindeki insanlara zikirler yaptırmış, tarikat haki-katlerini anlatmıştır. Riyâzet, zikir ve yaptığı derslerle manevi makamlarda yükselmiştir.7

Mustafa Aşkar; doktora tezinde Niyâzî-i Mısrî’nin hayat kronolojisini şu şekilde düzenlemiştir:

YAŞI DÖNEM HİCRİ MİLADİ OLAYLAR

…. Sultân II.Osman 1027 1618 Doğumu

21 Sultân IV.Murad 1048 1638 Tahsil için seyahate çıkma

22 ……….. 1049 1639 Diyarbakır’da ilim tahsili

23 ……….. 1050 1640 Mardin’de ilim tahsili

23 Sultân İbrâhim 1050 1640 Tahsil için Mısır’a gidişi

23-27 ……….. Mısır’da tahsîl dönemi

27 ……….. 1053 1644 Mısır’dan ayrılışı

27-30 Sultân IV.Mehmet 1056 1646 Anadolu’da dolaşması

30 ……….. 1056 1646 İstanbul’a gelişi

30 ……….. 1056 1646 Bursa’ya gelişi

33 ……….. 1057 1647 Şeyh Ümmî Sinan’a intisabı

40 ………. 1066 1656 Hilâfet verilmesi

41 ………. 1067 1658 Uşak ve Kütahya’daki hizmeti

42 ………. 1067 1658 Şeyhinin vefâtı

45 ………. 1072 1662 Bursa’ya gelip yerleşmesi

50 ………. 1077 1665 Zikir ve devrânın yasaklanması

51 ………. 1078 1667 Şeyh Mehmet’in vefâtı

53 ………. 1080 1670 Bursa’da dergâh inşâsı

55 ………. 1083 1672 Edirne’ye gidişi

56 ……… 1083 1672 Rodos adasına sürgün edilmesi

57 ……… 1084 1673 Affedilmesi

61 ……… 1088 1977 Limni adasına sürgün edilmesi

75 Sultân II.Süleyman 1103 1691 Bursa’ya dönüşü

76 Sultân II.Ahmed 1104 1692 Edirne’ye gidişi-Limni sürgünü

78 ……… 1105 1694 Vefâtı (Aşkar, 2011: 138).

7 Erdoğan, age., s.54.

III- KİŞİLİĞİ

Kuşkusuz insanların mizacı, kişiliği ve huyları yaşadıkları hayata yansıdığı gibi, fikir ve görüşlerine de yansımaktadır. Dolayısıyla ilim ve fikir adamlarının öncelikle sahip oldukları mizaç ve kişiliklerinin tespiti fevkalade önemlidir. Öncelikle Niyâzî-i Mısrî’nin dik duruşunu anlamak için onun kişilik ve karakterini iyi bir şekilde analiz etmek ve anlamak gerekir. Bazı âlimlerde olduğu gibi onun sert bir mizaca sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu mizacın neticesinde üslubu da bir o kadar sert ve keskin olduğunu müşahede etmekteyiz.

Hakkı her şeyin üstünde tutmayı kendinde şiar edinmişti. Ona göre hakkın hatırı her şeyden üstündü. Bu açı-dan onu celal sahibi Hz. Ömer’e benzetebiliriz. Aynı zamanda onu Mehmet Akif’e de benzetebiliriz. Yüksek karakterinin tüm özelliklerine sahip olan İstiklâl Şâiri’nin çileli hayatının şartları ne olursa olsun -bu şartlar nicelerini eğilmeye, bükülmeye, yolunu değiştirmeye zorlasa da- o doğru bildiği yoldan, haktan ayrılmamıştı:

“Hâlık’ın nâ-mütenâhi adı var, en başı: Hak. Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.” “Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım; Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.” “Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum? / Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.” ifadelerini kullanmıştır. Başka bir yerde de

“Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek / Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!”8

Niyâzî-i Mısrî, İbn Arabî, Mevlânâ ve Yûnus Emre düşüncesinin XVII. asırdaki takipçilerindendir. O, bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı mükemmel bir terkiptir. Önce şunu belirtelim ki, Niyâzî-i Mısrî, hiçbir sapkın fikrin peşinde koşturan ve bazılarının zannettiği gibi psikolojik sorunları olan, çizgi dışı düşün-celerin sahibi bir zat değildir. İşin içinde olanların yakinen bildiği gibi tasavvuf yolcularının halleriyle hallen-meden onu anlamak mümkün değildir.9 Bazılarının dediği gibi o âsi bir sufi değildir. Çünkü o, hiçbir zaman şiddete baş vurmamış, kaos ve kargaşa çıkarmamıştır. O sadece beğenmediği bazı görüşleri ve uygulamaları tenkit etmiş, onun tenkidi sadece söz de kalmıştır.

Niyâzî-i Mısrî, yaşadığı dönemde yeterince anlaşılamamış, düşüncelerinden ve söylemlerinden dolayı çile çekmiş, sık sık sürgün hayatı yaşamış çok önemli bir İslam mutasavvıfıdır. Devrin Osmanlı Sultanlarına karşı dik bir duruş sergilemiştir. Niyâzî-i Mısrî, çok yönlü bir kişiliğe sahip olmasına rağmen, yaşadığı hayatta dik duruşlu olması, eğilmeyen, bükülmeyen, bildiği doğruları söyleyen, bedeli hapis de olsa, sürgün de olsa, ölüm de olsa bildikleri uğruna sonuna kadar direnmiştir. Devletin içinde yapılan yanlışları, padişah bile olsa eleştir-mekten çekinmemiş ve eserlerinde bunları dile getirmiş, lafını esirgememiştir. Açık sözlü birisidir.

Hayatından anlaşılacağı üzere Niyâzî-i Mısrî’nin, kendisini ilmi ve manevi açıdan geliştirmek için sü-rekli bir arayış içinde olan ve bu uğurda diyar diyar dolaşmaktan erinmeyen bir zattır. O, doğru bildiği şeyleri kimseden çekinmeden söyleyen cesur bir düşünür, siyasi hasımlarına karşı yılmadan amansız mücadeleler veren ve onları çok sert bir dille eleştiren, hatta onlara ağır ifadeler kullanmakta geri kalmayan gözü kara bir muhaliftir. Öyle ki, hatıratında onun bu söylemlerini müşahede etmek mümkündür. Niyâzî-i Mısrî’nin hem etkileyici karizmatik kişiliğiyle hem de telif ettiği eserleriyle XVII. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında önemli yeri olan sıra dışı bir sufi, mütefekkir ve şairdir. Yine hayatından anlaşılacağı kadarıyla Mısri, mala-mülke, makam-mevkiye tamah etmeyen, eğilip bükülmeyen, son derece sade bir hayat yaşayan, mütevazı bir derviş;

doğru bildiği şeyleri padişah dâhil kimseden korkmadan söyleyebilen hatta gerektiğinde padişah ve vezirlerin isimlerini vererek onlara çok ağır eleştiriler yöneltebilen ve gözünü hiçbir şeyde esirgemeyen cesur bir en-telektüeldir. Ancak eleştirileri sözlü olup, hiçbir zaman şiddete ve taşkınlığa yol açıcı mahiyette olmamıştır.

Buna da son derece dikkat etmiş ve hassasiyet göstermiştir. Bu sebeple onun hem batıni nitelikli eserleri hem de seyahatler, sürgünler ve devlet adamlarıyla mücadeleler ile dolu bir hayatı söz konusudur.10 İlim ve irşat faaliyetlerinin yanı sıra Mısri, çok sayıda eser kaleme almıştır.

Eğer o, yaşadığı dönemin olaylarıyla yakından ilgilenmeseydi, olumsuz olaylar karşısında ses çıkarma-saydı, bazı kişileri tenkit etmeseydi, tabir caizse suya-sabuna dokunmasaydı başına bu kötü durumlar gelmez

8 Sancaklı Saffet, Malatya’nın Yetiştirdiği Güzide Mutasavvıf Niyâzî-i Mısrî’nin Dik Duruşu, İnönü University International Journal of Social Scien-ces / İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Volume/Cilt 7, Number/Sayı 1, (2018), s.218.

9 Tatcı, agteb., I, 201.

10 Ay, Mahmut, Niyâzî-i Mısrî’nin Kur’an ve Tefsir Anlayışı, Osmanlı Toplumunda Kur’an Kültürü ve Tefsir Çalışmaları -II-, 2013, s.189, 225.

ve güllük-gülistanlık bir şekilde yaşayıp giderdi, çünkü o ilmiyle, irfanıyla, ahlak ve kişiliğiyle insanlar ve toplum üzerinde hatta idareciler üzerinde çok etkili bir şahsiyettir. Çok önemli mevkilere, makamlara geti-rilebilirdi. Ancak o, bu yolu tercih etmemiş çileli bir hayat yaşama uğruna da olsa eğilmemiş, bükülmemiş, yalakacılık yapmamış ve her şeyden önce yaşadığı ortama karşı sessiz/tepkisiz kalmamış bir kişiliktir. Bildiği doğruları ve gerçekleri haykırmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir.

IV-YAŞADIĞI DÖNEMDEKİ MUHALİFLERE KARŞI SUHULET VE HOŞGÖRÜSÜ