• Sonuç bulunamadı

2.2 Örgüt Kuramları

2.2.2 Kaynak Bağımlılığı Kuramı (KBK)

Kaynak bağımlılığı yaklaşımının ilk örnekleri 1970’lerin ilk yarısında Pfeffer’in kendi başına ve çalışma arkadaşları ile birlikte yaptığı yayınlarda görülmüştür (Üsdiken, 2007, s.77). Kaynak bağımlılığı teriminin bu çalışmalarda ileri sürülen ve bazıları görgül olarak sınanan fikirlerin bir araya getirilip yeni bir yaklaşım ortaya koymak üzere ilk kez kullanımı ise Aldrich ve Pfeffer’in (1976) ortak çalışmasındadır. İfade ettiği bakış açısının yaygınlaşması Pfeffer ve Salancik’in anılan kitabının yayınlanması ile olmuştur (Üsdiken, 2007, s.78).

Kaynak bağımlılığı yaklaşımı, durumsalcı yaklaşım ile ortak bakış açılarına sahip olsa da, kaynak bağımlılığı fikirlerinden hareket edenler durumsalcı yaklaşımın örgüt yapılarının tasarımıyla sınırlı ilgisinin ve başarının bu yolla çevreye sağlanacak uyuma bağlı olduğu tezinin ötesine gitmektedirler. Aldrich ve Pfeffer’in (1976, s.79) de belirttikleri gibi, kaynak bağımlılığı yaklaşımı, durumsalcı düşünceden farklı olarak dikkati iki noktaya çekmek istemektedir. Bunlardan biri, örgütlerin daha genel olarak ne yaptıklarının da sadece kendi amaçlarına veya yöneticilerine değil, çevrenin yarattığı baskılara ve getirdiği kısıtlara bağlı olduğudur. Ayrıca bu yaklaşıma göre örgütler dışarıdan gelen talep ve sınırlamalara karşılık verirken, sadece uyum gösterme değil, çevreyle ilişkilerini olabildiğince kendi çıkarları doğrultusunda yönetme gayreti içindedirler.

Kaynak Bağımlılığı yaklaşımının savunduğu ikinci tez ise, örgütlerin kendi bünyeleri içinde de gücün önemli bir rol oynadığı, dolayısıyla karar alma süreçlerinin siyasi bir nitelik taşıdığıdır. Kaynak bağımlılığı yaklaşımının esasını bu iki tez oluşturmaktadır (Pfeffer ve Salancik, 1978).

Kaynak Bağımlılığı yaklaşımı, daha önce ortaya konmuş üç kuramsal tema üzerine kurulmuştur. Bu temalar;

 Katz ve Kahn’ın (1966) “The Social Psychology of Organization” (Örgütün Sosyal Psikolojisi) adlı kitaplarında açıkladıkları açık sistem düşüncesi,

 Levine ve White’ın (1961, s.587) çalışmalarında açıkladıkları sosyal mübadele ile örgütler arası ilişkiler,

 Blau’nun (1964) kitabında ayrıntılı bir şekilde yer verdiği sosyal ortamlardan doğan bağımlılık ve güç ilişkileridir.

Açık Sistem Yaklaşımı’nda örgütler tümüyle kendi kendilerine yeterli değillerdir. (Pfeffer ve Salancik, 1978, s.2).İhtiyaç duydukları tüm kaynakları ve işlevleri içsel olarak sağlayamazlar. Gerek duydukları bazı kaynakları çevrelerinden temin etmek zorundadırlar. Bu da çevredeki unsurlarla ilişkiye girme gereğini doğurur.

Kaynak ihtiyacını karşılamak için çevreyle girişilen ilişkilerin kavramlaştırılmasında, 1960’lı ve 1970’li yılların örgütler arası ilişkiler yazını bir zemin oluşturmuştur (Üsdiken, 2007, s.81). Bu yazında kaynakların kıt olduğu bir ortamda, kaynak ihtiyaçlarını başka örgütlerden temin edebilmek için sosyal mübadelenin örgüt düzeyinde uygulanması konusu işlenmiştir. Mübadeleden kastedilen, iki örgüt arasında, kendi amaçlarına ulaşmalarına etkisi olacak gönüllü bir ilişki veya ortak faaliyettir (Levine ve White, 1961, s. 587).

Kaynak Bağımlılığı yaklaşımı, sosyal mübadele kuramına dayanan yazının örgütler arası ilişkilere olan ilgisini paylaşmaktadır. Ancak ilişkilerin eşit şartlarda olmaması ve bu durumun örgütsel sonuçları da kaynak bağımlılığı yaklaşımı açısından önemlidir. Emerson (1962) ve daha sonra da Blau’nun (1964) sosyal ortamlardaki alışverişlerden doğan bağımlılık ve güç ilişkileri üzerine yaptıkları araştırmalar kaynak bağımlılığı yaklaşımı için daha kuramsal bir hareket noktası oluşturmaktadır. Bu kavramsal zemine Crozier (1964) ve Perrow’un (1970) örgütlerin içindeki birimler arasındaki güç farklılıkları ve bunların maddi temelleri üzerinde duran düşüncelerinin de katkısı olmuştur. Kaynak bağımlılığı yaklaşımının bu düşüncelere dayanarak vardığı nokta, hem örgütler arası ilişkilerin hem de örgüt içi ilişkilerin ve karar alma süreçlerinin siyasi bir bakış açısı ile anlaşılması gerektiğidir (Üsdiken, 2007, s.82).

Kaynak Bağımlılığı yaklaşımında örgütlerin esas kaygısı varlıklarını devam ettirebilmektir. Pfeffer ve Salancik’a (1978, s.2) göre örgütlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri oldukça zordur; çünkü ayakta kalabilmek için ihtiyaç duydukları kaynakları temin ve muhafaza edebilmeleri gerekir. Bu da kaynak teminini istikrara kavuşturmak ve kaynak sağlayanların desteğini devam ettirmekle mümkün olur. Kaynak sağlayanların desteği de onların beklenti ve isteklerinin karşılanabilmesine bağlıdır. Dolayısıyla Pfeffer ve Salancik (1978, s.11) örgütler için başarıyı örgütün amaçlarına göre değil, dışsal bir ölçütle faaliyetleri ile ilgili, grup veya örgütlerin isteklerine karşılık verebilme derecesi şeklinde tanımlamışlardır.

Kaynak Bağımlılığı yaklaşımında örgütlerin çevresi iki ayrı seviyede açıklanmaktadır. Odak noktasında örgütün kendisinin olduğu bu yaklaşımda ilk çevre, örgütün faaliyetleri nedeniyle ilgili olduğu bütün birey ve örgütlerden meydana gelmektedir. Bir alt seviyede ise yine bu makro ortamın içinde örgütün doğrudan ilişki içinde olduğu bireyler ve örgütler kümesinden oluşan çevresi yer almaktadır. Pfeffer ve Salancik (1978), örgütün makro çevresini kendisine daha yakın olan ve sıkça temasta bulunduğu diğer örgütlerle hissedebileceğini belirtmişlerdir. Bu tanımlama ile çevre, yine durumsalcı düşüncede olduğu gibi, teknik veya maddi yönleriyle resmedilmiş olmaktadır; ancak iki yaklaşım arasındaki fark, bu maddi temelli tanımlamada neyin üzerinde durulduğundan doğmaktadır. Durumsalcı düşüncede çevrenin örgütler için yarattığı belirsizlik ön plandadır. Kaynak bağımlılığı yaklaşımında ise çevrenin esas önemi, örgütlerin peşinden koştuğu kıt kaynakları barındıran yer olmasından gelmektedir (Aldrich ve Mindlin, 1978).

Dışarıdan kaynak edinme ihtiyacı önemli olsa da, Pfeffer ve Salancik’a (1978, s.43- 52) göre çevresini örgüt için önemli hale getiren kaynak temin etmek için kurulan ilişkilerin bir bağımlılık hali yaratabilmesidir. Örgütün çevresi ile ilişkilerinde bağımlılık esasen iki duruma ayrılmaktadır. Bunlardan ilki, alışverişe konu olan kaynağın örgüt için ne denli önemli olduğu, ikincisi ise bir kaynağı temin edebilmek için seçeneklerin sınırlı oluşudur. Çevrede kaynağı elinde veya denetimi altında bulunduran, ulaşılabilir örgüt, grup veya birey sayısı az ise bağımlılık artar. Ancak bağımlılığın doğması için her iki durumun da var olması gerekir. Kaynağın önemli olması veya kaynağı sağlayanların sayıca az olması tek başına bağımlılık yaratmaz (Pfeffer ve Salancik, 1978, s.51-52).

Bağımlılık ve güç ilişkilerinin yanı sıra çevrelerini örgütler için önemli kılan ikinci unsur da çevrenin örgüt için belirsizlik yaratabilecek olmasıdır. Ancak, Pfeffer ve Salancik’e (1978) göre, belirsizlik çevreyle ilişkili bir durum olmakla birlikte, örgütün çevre hakkında bilgi edinme ve tahmin yapabilme kapasitesine de bağlıdır. Kaynak bağımlılığı yaklaşımında çevre dışarıda nesnel olarak vardır. Bu şekilde varoluşu ise, örgüt tarafından aynen öyle kavrandığı ve hissedildiği anlamına gelmez. Pfeffer ve Salancik’e (1978, s.71-78) göre örgütler, neye dikkat ettiklerine, gözlemlerine ve algılamalarına bağlı olarak çevrelerini kendilerine göre, Weick’tan (1969) aldıkları tabirle canlandırırlar. Pfeffer ve Salancik (1978, s.62-63) bu yolla,

örgütlerin hareketleri ve elde ettikleri sonuçlar arasında ayrım yapmaktadır. Çevre örgüt tarafından canlandırılırken bir yandan da örgütün yaptıklarını şekillendirmektedir. Örgütün çevreyi canlandırışında yer almayan nesnel dışsal koşullar ise elde edilecek sonuçları, başarıyı veya başarısızlığı etkiler.

Çevrenin yarattığı durumlar karşısında, kaynak bağımlılığı yaklaşımı yöneticilere durumsalcı düşünceden farklı görevler yüklemektedir. Kaynak bağımlılığı yaklaşımında Aldrich ve Pfeffer (1976) çevreyi yönetmenin, örgütü yönetmek kadar önemli olduğunu belirtmektedirler. Bunun nedeni de, yine kaynak bağımlılığı yaklaşımının temelinde yatan çevrenin tümüyle belirleyici olmayışı ve örgütlerin yaşam şanslarını arttırıcı manevra imkânlarına sahip olduğu görüşüdür. Bu görüş temel alındığında, örgütlerin başarısı açısından yöneticiler ve yaptıkları önemli hale gelmektedir.

Kaynak bağımlılığı yaklaşımı, örgütler ve yöneticilere biçtiği roller açısından üç unsuru ön plana çıkarmaktadır Bunlardan ilki, örgütlerin çevre karşısında neler yapabileceklerinin ve yöneticilerin sonuçlar üzerindeki etkilerinin bir değişken olduğudur. Bazı örgütler diğerlerine göre çevre üzerinde daha fazla etki imkânına sahiptirler. İkinci olarak, kaynak bağımlılığı yaklaşımı yöneticileri her zaman ve her koşulda güç sahibi olarak göstermemekte, ama örgütleri ve yöneticileri de tümüyle güçsüz olarak da tanımlamamaktadır (Pfeffer ve Salancik, 1978, s.245).Örgütlerin başlarındaki yöneticiler örgütlerin başarı veya başarısızlıkların temsil ettiklerinden, sonuçlar da yöneticiler üzerinde belirleyici olmaktadır. İşler iyi gittiği sürece ödüllendirilen yöneticiler, durum kötüleştiğinde işten uzaklaştırılırlar (Pfeffer ve Salancik, 1978, s.263).

Kaynak bağımlılığı yaklaşımı yöneticilere iki rol daha biçmektedir. Bunlardan ilkinde yönetici dışarıdan gelen baskı ve talepleri değerlendiren, durumsalcı düşüncedeki gibi örgütün nasıl uyum sağlayabileceğini belirleyen ve uygulayan kimsedir. İkinci rolünü ise Pfeffer ve Salancik (1978, s.265) çevreye yön ve şekil verecek hareketlere girişmek olarak tanımlamıştır.

Üçüncü önemli unsur olarak kaynak bağımlılığı yaklaşımı, yöneticilerin seçiminin de çevreye bağımlı olduğunu savunur. Üst yöneticilerin değiştirilmesi örgütlerde bir mücadele alanı olup güç dengeleri ile çözüldüğü için, nitelikli meselelerle baş

edebilen birimlerin üst yönetici seçiminde daha fazla ağırlığı olacağı belirtilmiştir (Üsdiken, 2007, s.99).

Örgütlerin amaçları ise, çevresel unsurlara bağımlılıklarını azaltmaya yönelik olacaktır. Bunu yaparken de, çevrelerindekilerin kendilerine bağımlılığını artırmaya çalışacaklardır (Üsdiken, 2007, s.90). Bu amaçlar için bazı mekanizmalar geliştirilmiştir. Örneğin, farklı taleplere önem sırasıyla cevap vermek, değişik talep sahiplerinin diğerlerine neyin verildiğini öğrenmelerini önlemek veya onları karşı karşıya getirmek, stok tutmak, uzun vadeli sözleşmeler yapmak olabilir.

Daha zorlayıcı durumlarda ise, örgüt kendisinde de değişiklikler yapma yoluna gidebilir. Bu adımları Pfeffer ve Salancik (1978, s.108-110) üç bölümde incelemişlerdir:

1. Örgütün bağımlılıklarının yapısını değiştirme; 2. Örgütler arası eşgüdümü arttırma;

3. Çevrenin şekillenişinde siyaseti ve kamu kuruluşlarını etkileme.

Bu adımların arasında en büyük olanı bağımlılıkların yapısını değiştirmektir. Bağımlılıkları değiştirmenin dört şekli vardır ve Pfeffer ve Salancik’a (1978, s.113- 114) göre dördünde de örgüt hem kendisini değiştirmekte, hem de çevresinde değişiklik yaratmaktadır.

1. Seçeneklerden ilki, örgütün kendisine girdi sağlayan veya çıktılarını alanlar üzerinde doğrudan denetimi sağlayacak şekilde sınırlarını genişletmesidir. Geriye veya ileriye dikey bütünleşme ile sağlanır. Böylelikle örgüt, kendisi için hayati nitelik taşıyan bir kaynak alışverişini kendi bünyesi içine katmaktadır.

2. İkinci seçenek örgütün rakiplerine yöneliktir ve yatay bütünleşmeyi içerir. Rakipler, aynı örgüt yapısı altında birleşmektedirler. Birleşen örgütler, girdi veya çıktı alışverişinde bulundukları diğer örgütler üzerindeki üstünlüklerini arttırabilirler. Diğer bir yandan da kaynak teminindeki rekabet yüzünden birbirleri için yarattıkları belirsizlikleri azaltabilirler.

3. Üçüncü seçenek faaliyetleri çeşitlendirip yeni alanlara girmektir. Pfeffer ve Salancik (1978, s.127) bu yola tek bir faaliyet alanı ile sınırlı örgütlerde ve sermaye veya yasal kısıtların dikey ve yatay bütünleşmeye engel teşkil ettiği durumlarda daha sık rastlanacağını ileri sürmektedirler.

4. Son seçenek, yukarıda açıklanan yollardan bağımsız olarak büyümedir. Büyüme ile örgütün alışveriş içinde bulunulan çevresel unsurların üzerindeki üstünlüğün artması sağlanır. Pfeffer ve Salancik’a (1978, s.131) göre büyük örgütler kolay vazgeçilemez hale gelirler.