• Sonuç bulunamadı

Kasım 1982 tarihinde, Kayseri İl Kültür Müdürlüğü’nün davetlisi olarak Kayseri’ gelen ve Seyyid Burhâneddîn

Sultan II. Abdülhamid’e sunduğu telhis üzerine, Mesnevi mü- mü-tercimi zamanın Ankara Valisi Abidin Paşa’nın da desteği ve

Ayrıca 27 Kasım 1982 tarihinde, Kayseri İl Kültür Müdürlüğü’nün davetlisi olarak Kayseri’ gelen ve Seyyid Burhâneddîn

Tirmizî Tirmizi hakkında bilgi veren Merhum Sayın Mehmet ÖNDER şöyle demiştir:

-Seyyid Burhâneddîn Tirmizî Hazretlerinin vefat tari-hi, Şemsi-i Tebrizi’nin bir eseri kenarına (Makalat), Mevlânâ’nın kalemiyle kırmızı mürekkeple Hicri: 639 ( 27 Kasım 1241) olarak tespit edilmiştir ki doğru olan da budur. Demiştir.11

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere Seyyid Bur-haned’din Hazretleri 27 Kasım 1241 tarihinde Kayseri’de vefat etmiş, kabri Moğollar tarafından değil; Anadolu Selçuklu Dev-letinde ‘Sahib-(Vezirlik)’ yapmış olan, o zamanki Kayseri yönet-icisi Sahib Şemseddin İsfahani tarafından yaptırılmıştır.

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’nin vefat tarihine açıklık getirdikten sonra eserine geçmek istiyorum. Seyyid Hazretler-inin Maarif12 adlı eseri bulunmaktadır. Bu eserinden başka, Sure-i Muhammed (On bir ayetin tefsiri) ve Sure-i Fetih (Sekiz ayetin tefsiri) tefsirinin olduğu da bilinmektedir. Maarif ve Tefsir, 1960 yılında Prof. Dr. Bediüzzaman Fürüzanfer tarafından neşredilm-iştir. 1972 yılında da Abdülbaki Gölpınarlı tarafından tercüme edilmiştir.13

10 Emrah Bekçi, Kayseri Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ‘’775. Senesinde Seyyid Burhaned’din Hazretleri 27 Kasım 2015- 776. Senesinde Senesinde Seyyid Burhaned’din Hazretleri 27 Kasım 2016 Konferans sunumu.

11 Kayseri’de Meşhur Mutasavvıflar, Ali Rıza Karabulut, 14 Eylül 1984 Kayseri, s.7-18.

12 Maârif: Seyyid Burhâneddîn’in sözleri, sohbetleri vaazları ve mürîdleri ile karşılıklı konuşmalarının yer aldığı eserinin adıdır. Eserin sonunda Muhammed ve Fetih Sûrelerinin tefsîri de bulunmaktadır. Bkz. Seyyid Burhâneddîn, Maarif, terc. Ali Rıza Karabulut, Mektebe Yayınları, Kayseri 1995, ss. 11-12; Mehmet Önder, “Seyy-id Burhâneddîn’in Maarif’i”, I. Kayseri Kültür ve Sanat Haftası Konuşmaları ve Tebliğleri, 7-13 Nisan 1987, s.

84 13 Ali Rıza Karabulut, “Seyyid Burhâneddîn Tirmizi’nin Tevhid ve İbadet Konularındaki Bazı Düşünceleri”, I.

Kayseri Kültür ve Sanat Haftası Konuşmaları ve Tebliğleri, 7-13 Nisan 1987, s. 91; aynı yazar, “Seyyid Burhâned-dîn Tirmizî’den Ahmet Remzi Dede’ye Kadar Meşhur Kayseri İlim Adamları ve Eserleri”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1998), Kayseri 1998, s. 239.

Tasavvuf tarihi söz konusu olduğunda, hangi sufî ele alınırsa alınsın, onların hayatlarında çeşitli değişim ve gelişim aşamalarıyla bir tekâmül sürecinin yaşandığını görmek mümkündür.14 Seyyid Bur-haned’din Muhakkik-i Tirmizi’nin de hayatında böyle bir değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Hocası Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled, Anadolu dışında kurulup Anadolu’ya gelemeyen tari-katlardan Necmü’d-din Kübra (ö.H.618- M.1221)’nın Harezm’de kurmuş olduğu Kübreviyye halifesidir. İlmi eğitiminin tamamını Hocası Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled’den alan Seyyid Bur-haned’din Muhakkik-i Tirmizi ‘’Kübreviyye’’ öğretilerini Anado-lu’da yaymış ve Mevlânâ’ya da aşılamıştır.

Müridin Allah’a vuslatını usulü aşere15 adı verilen bir meto-da bağlayan Kübrevîlik, derin tasavvufi sezgilerle birlikte müridleri yetiştirici ve olgunlaştırıcı sistematik öğütler içermektedir. Eski Türk Alplik telakkilerini yansıtan Melâmeti fikirleri ile Türk psikolojis-ini ihtiva eden bir anlayışa sahiptir.

Bu yönüyle daha çok Orta Asya ve Hindistan’da kabul görmüş olmakla birlikte, Mevlânâ’nın tasavvufi düşüncelerini zengin-leştirip Anadolu’da Mevleviliğin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Hz. Ali ile özdeşleşen kahramanlık ve Türk Alp’lik telakkilerine büyük önem atfeden Necmeddin Kübra’nın ve Kübreviliğin Mevlânâ’nın tasavvufi düşüncesinde belirgin bir yeri vardır. Necmeddin Kübra vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşan Mevlânâ’nın tarikat silsilesi

14 İmam-ı Gazzâlî, Yunus Emre, Muhyiddin İbn Arabî, İmam-ı Rabbânî ve İsmail Hakkı-i Bursevî vs. hangi sufiyi örnek olarak ele alırsanız, benzeri durumlarla karşılaşırız. Meselâ Dr. Müjgan Cunbur, Yunus Emre’nin psiko-tar-ih arka planına dayalı olarak geçirdiği kemalât evrelerini, “füsûn, cünûn ve sükûn” diye üç ana başlıkta toplamak-tadır. Buna göre Yunus Emre’nin, önceki dönem şiirlerinde, şeyhe, şekle, törene, yola bağlı kalmanın önemine endeksli anlatımlarıyla, cünûn dönemindeki şatahât/türrehât’a kadar uzanan ifadeleri, daha sonraki sükûn döne-mindeki hakikate erişi veya serdettiği, dengeli, temkinli görüşleri, tarihî akışı içerisinde yan yana konulursa, ona ait psiko-tarih çalışması daha anlaşılır biçimde ortaya çıkmaktadır. Yine, İmam-ı Rabbâni’nin, ilk dönemine ait olmak üzere şeyhi Muhammed Hâce Bakî-i Billah-ı Kabûlî’ye yazdığı mektuplar (ki bunlar, Mektûbât’ın ilk yirmi bir mektubudur) ile, sonraki mektuplar arasındaki fark, içe ait tekamülü gösteren bir başka örnektir. Sistematik telif ve düşünce tarzıyla dikkat çeken Gazzâli ise bu tekâmülü kendi biyografisini yazdığı el-Munkız’da işlemekte ve her bir aşamasına ilişkin birincil elden bilgi vermektedir. “ (bkz. Gazzâli, el-Munkızu min-ad-Dalâl, çev. Hilmi Güngör, İstanbul 1990, ss. 55-70), tasavvuf İlmi ve Akademik Araşttınna Dergisi, Ankara, 2005. Psiko-Tarih Açısından Farklı Rûhî Tekâmül Mertebelerinin Mevlânâ’nın Anlaşılmasındaki Rolü -Metodolojik Bir Yaklaşım, s.31. Prof. Dr. Ethem CEBECİOĞLU, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

15 Usûlü aşere; tövbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, Allah’a teveccüh, sabır, murâkabe ve rızadır. Geniş bilgi için bk: Necmeddin Kübrâ, Tasavvufî Hayat, haz.: Mustafa Kara, İstanbul 1980.

27

ve dolayısıyla da Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi Tarikat silsilesi şöyledir:

Mevlânâ

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi Sultanü’l-Ulema Muhammed Bahaeddin Veled Necmeddin Kübra

Ammâr Yâsir (ö.582/1186)

Abdülkahir Ebu’n-Necib Sühreverdi (ö.563/1167) Ömer el-Bekri (ö.?)

Vecidüddin el-Kadi (ö.503/1109) Muhammed el-Bekri (ö.380/990) Muhammed ed-Dineveri (ö.370/980) Mimşad ed-Dineveri (ö.299/911) Cüneyd el-Bağdadi (ö.297/909) Seri es-Sakati (ö.257/870) Marüf el-Kerhi (ö.200/816) Davud et-Tai (ö.165/781) Habib el-Acemi (ö.130/747-748) Hasan el-Basri (ö.110/728) Hz. Ali.

Şems-i Tebrizi (ö.645/1247-1248) vasıtasıyla gelen silsile-si ise: Rükneddin es-Sincani ve Kutbeddin el-Ebheri ile Abdülkahir Ebu’n-Necib Sühreverdi’de birleşir. 16

16 Vassâf, c.I, ss.357-358. Sefine’de yer alan bir diğer silsile şöyledir: Mevlânâ-Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî-Sultânü’l-Ulemâ Muhammed Bahâeddin Veled-Şemsü’l-Eimme Serahsî-Ahmed Belhî-Ahmed el-Gazzâlî- Ebu Bekir en-Nessâc-Ebu Ömer Muham-med ez-Zeccâc-Ebu Bekir eş-Şiblî- Cüneyd el-Bağdadî-Serî es-Sakatî-Mârûf el-Kerhî-Dâvud et-Tâî-Habib el-Acemî-Hasan el-Basrî-Hz. Ali.

Silsilenin diğer bir kolu ise şöyledir:

Necmeddin Kübra’nın güçlü bir dini ve felsefi eğitim üzerine bina ettiği tasavvuf anlayışı aşk, muhabbet, vecd ve cezbe yolu olan tarik-i şuttar’dır. Bilindiği gibi Mevlânâ da bu yolu tercih etmiştir.18

Kübreviliğin Pirinin şeriat, tarikat ve hakikat ile ilgili söyle-diği sözlerle, Mevlânâ’nın Mesnevi’nin beşinci cildinin dibacesinde (önsöz) bu terimlere yüklediği anlamlar örtüşmektedir.19 Nitekim Necmeddin Kübra şeriatı gemiye, tarikatı denize, hakikati de denizin dibindeki inciye benzetirken,20 Mevlânâ şeriatı ışık saçan muma, tarikatı mum ışığında yol almaya, hakikati ise hedefe var-maya benzetir. 21

17 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, ss.201-203. Bir başka silsile şöyledir:

Mevlânâ-Seyyid Burhâneddin-Ulemâ-Şemsü’l-Eimme Serahsî (ö.483/1090)-Ahmed Hatîbî Sultânü’l-Ulemâ’nın büyük babası (ö.527/1133)-Ahmed Gazâlî-Ebu Bekir Nessâc-Muhammed Zeccâc (ö.484/1091)-Ebu Bekir Şiblî (ö.335/946)-Cüneyd Bağ-dadî. Gölpınarlı’nın da vurguladığı gibi, burada fıkıh âlimi Serahsî’nin yer alması bu silsile-nin güvenirliğini şüpheye sokmaktadır.

18 Mevlana’nın Tasavvufi Düşüncesinin Kaynakları, Mehmet Necmettin BARDAKÇI, Tasavvuf, İlmi ve Akade-mik Araştırma Dergisi, yıl: 8 [2007], sayı: 19, s.64-65.

19 Can, Mevlâna, s.335.

20 Necmeddin Kübrâ, Tasavvufî Hayat, haz.: Mustafa Kara, İstanbul 1980, s.18.

21 Mevlânâ, Mesnevî, c.V, Dibâce, s.5.

29

Ayrıca, Anadolu dışında kurulup Anadolu’ya gelen tarikat-lardan biri de Cavlakiyye adı ile de bilinen Kalenderiye’dir. İlk defa İran ve Maveraünnehir bölgesinde X.yy.’da ortaya çıkan tarikatın öğretilerinin Kayseri’de temsilini Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi yapmıştır diyebiliriz.

Hatta İbn-i Bibi, Moğol istilası sırasında Kayseri’de şeh-ri savunanlar arasında bir grup Cavlakiye’nin de bulunduğunu belirtmektedir.22 Bu bilgiden hareketle Kayseri’de bulunan Kal-enderhânenin kuruluşunun bu döneme rastladığı söylenebilir.

Nitekim Kayseri mahalleleri23 arasında yer alan Kalenderhane Mahallesi Selçuklular döneminde kalenderhanenin etrafında teşekkül etmiş olmalıdır.

1500 tarihli Kayseri tahrir defterlerinde Bulancak ve Kızılca-in mezralarının gelirlerinin Kayseri merkezinde bulunan Kalenderhâneye vakfedildiği,24 ayrıca Kalenderhane mahallesi sakinlerinden Necmeddin Biruni ile Şücaeddin Fakih veled-i Timur’a, Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından muafname ver-ildiği belirtilmiştir.25 Muhtemelen Necmeddin Biruni ile Şücaed-din Fakih veled-i Timur ilk dönem Kalenderilerinin soyundan gelmekteydi.

Kayseri’ye ait diğer tahrirlerde zaviye hakkında bilgi yer almazken, Kayseri’ye uğrayan Evliya Çelebi Yılanlıdağ’daki Koyun Baba tekkesi ile eski Kayseri yakınındaki Kalenderan tek-kesinden bahsetmektedir. Her iki tekkede de Bektaşilerin bulun-duğu yine Evliya Çelebi tarafından verilen bilgiler arasındadır.26

Tekkede Bektaşilerin bulunması dikkat çekici bir

husus-22 İbn Bibi, El Evamirü’l- Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye, Hazırlayan. Mürsel Öztürk, C. II, Kültür Bakanlığı Yayın-ları, Ankara 1996, s. 73.

23 BOA. TD. nr. 387/I, s. 199.

24 MAD. nr. 20, s. 106; Bkz. “Mezra-i Bulacak ve Kızılca-in nısıf. Amma mezkur mezra nefs-i Kayseriye’de olan kalenderhâneye vakf ber muceb-i hüccet-i kadıhâ.”

25 MAD. nr. 20, s. 21.

26 Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, Hazırlayanlar. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, C. III, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s. 105.

tur. Nitekim bir Haydari Kalenderisi olduğu bilinen Hacı Bektaş Veli’den sonra Kalenderi ve Haydariler XVI. yüzyılın sonlarına doğru Bektaşi tarikatı içinde eriyerek kaybolmuşlardı.27

Bu konuya girmemin nedeni; Seyyid Burhaned’din Mu-hakkik-i Tirmizi’nin düşünce ve felsefesinin nasıl ve ne derece hangi tarikatlar ile şekillendiğine işarettir. Çünkü Seyyid Bur-haned’din Muhakkik-i Tirmizi, dünya çapında büyük bir talebeyi kendi öğreti ve ilmi düşünceleri ışığında ‘’Mevlânâ’’ yapmıştır.

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’yi anlamak, düşünceler-ini, hayat felsefesdüşünceler-ini, İslami duruşunu tanımak istiyor isek, böyle bir yol izlememiz daha akla göre olacaktır.

Mevlânâ Celaleddin Rumi’yi, Sultan Veled’i, Şeyh Sela-haddin Zerkob’u, Sahip Şemsed’din İsfahani’yi tanımadan Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’yi tanımak tam olarak mümkün değildir. Bundan dolayı birazdan aşağıda sizlere takdim ede-ceğim eserleri kalame alan Veli şahsiyetler, Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’nin talebeleridir. En önemlisi bizzat kendisini dinlemiş, hayat hikâyesini yakinen bilenlerdir. Ayrıca günümüze ise doğru araştırma yapıp eserleriyle nakledenlerin çalışmaların-da bulunan kısımlar yer alacaktır.

27 Ahmet Y. Ocak, a.g.e., s. 199-209.

31

Mevlânâ Celalaeddin Rumi’nin Dilinden Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi:

Sultan’ül Ulema Bahaeddin Veled (ölm.628 / 1231) müridi, Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin (604-/ 1207-672/ 1273) hocası ve mürşi-di, Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi hakkında Mevlânâ’nın eserlerinde ve Mevlevi kaynaklarında, ‘’velilerin ve gerçeği arayan-ların tacı, temiz ve arif kişilerin özü, meczuparayan-ların övdüğü, kılı kırk yaran (müdekkik), keşif ve sırlar sahibi.28 ‘’gibi siyişkar if-adeler bulunmakla beraber, hayatı menkıbelerin kapalı perdeleri-yle örtülüdür.29 Onun hakkında kesin bildiklerimiz, adı, memleketi, Mevlânâ’nın babası Sultan’ül Ulema’nın halifesi ve O’nun vefatından bir yıl sonra Konya’ya gelerek, Mevlânâ’ya dokuz yıl mürşitlik edip, Kayseri’de vefat 30 etmiş olmasıdır.

Devrinde Kayseri’de idari mevkide bulunan Selçuklu Devleti Veziri, Sahip Şemseddin İsfahani (ölm.1249)31 Seyyid Burhaned’din

28 Feridün b. Ahmed Sipehsalar, Risale, nşr. Said Nafisi, Tahran, 1325, s.119; Ahmed Eflaki, Menakıbü’l Arifin, nşr. Tahsin Yazıcı, Ankara, 1959, I, 56.

29 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, İstanbul, 1959, s.46.

30 Seyyid Burhâneddîn Tirmizi’nin ölüm tarihi kesin olarak belli değil; 638 7 1240-644/ 1246 tarihleri arasında gösterilir: Bu konuda Mevlevi Ahmed Remzi Dede (Akyürek)’de: Hazretin rıhleti tarihini tayin edemem. Gör-medim doğrusunu doğru değildir ne desem. (Abdullah Satoğlu, Mevlana’nın Hocası Seyyid Burhaned’din Anka-ra, 1969, s.54.) der. Ölüm tarihi hakkında fazla bilgi için bk. Eflaki, Menakıb, ayn. Eser. I.56.; Seyyid Burhâneddîn Tirmizi, Maarif trc. Abdulbaki Gölpınarlı, Ankara, 1972, (önsöz), s.15-17; Mehmet Çayırdağ, Seyyid Burhaned-din Hüseyin, Kayseri, 1981, s.3-4.

31 Sahip Şemseddin İsfahani, II- İzzeddin Keykavus (644/1246-655/1256)’un veziri idi. Eflaki’nin anlattığına

Muhakkik-i Tirmizi’ye büyük yakınlık göstermiş, aynı zamanda onun müridi32 olmuştur. Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi ilk Mev-levi kaynaklarda, bizzat Mevlânâ, Mesnevi’sinde O’nu şöyle anlatır:

‘Piş, ol da bozulmadan, değişmeden kurtul. Yürü Seyy-id Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi gibi nur ol. Kendinden kur-tuldun mu, tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu, sultan olur.’ 33

Mevlânâ bu iki beyitinde, ey salik sen de, seyr-u sülükte Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi gibi iyice kemale erip, pişer-ek tamamen nur ol.34 Kul nefsinin istek ve arzularını yenmek suretiyle manevi âlemlerin sultanı olur. Bu beyitlerin şerhinde, Mesnevi Şarihi İsmail Ankaravi (ölm. 1041/ 1631) de, kul aşk ve riyazet yardımıyla ke-male erişip, noksan ve değişmelerden uzaklaşır. İlahi nurla dolu olan kimse, kendi bağlarından tamamen kurtulup, kul iken sultan olur. Bu mertebeye ulaşan kulun vücudu vahdet nuruna gark olup, fenafillâh (Allah’da yok olmak) derecesine yükselerek, kul sultan olup, hilafeti ilahiye mertebesine ulaşır. Bu mertebeye ulaşan bir kul, artık nefs-i emare (günah ve kötülükleri emreden nefis) tehlikesine düşmez.35

Mevlânâ, kul bu mertebeye yükselince, artık derecesini key-betmeyeceğini şöyle bir misalle açıklar:

Hiçbir üzüm, artık koruk olmadı, hiçbir olmuş meyve, yeniden turfanda hale gelmedi. 36

göre, Seyyid Burhâneddîn Tirmizi’nin yakın dostlarından olup, O’na büyük saygı gösterirdi. (Eflaki, Menakıb, ayn. Eser. I, s.60-64, 71-72, 81, 555; 11, 707-709). İsfahani, Seyyid Burhâneddîn Tirmizi’ye ve Mevlana’ya pek bağlı, kitap mütealasına, sufilerle zahidlerle sohbete de çok düşkündü (Eflaki, Menakıb, trc. Tahsin Yazıcı, Ari-flerin Menkıbeleri, eserin tahlil ve tenkid bölümüne bk. Ankara, 1953, I. LIII-LV).

32 Sipehsalar, Risale, ayn. Esr. S.119; Eflaki, Menakıb, ayn. Esr. I.60.

33 Mevlana Celalaeddin, Mesnevi, nşr. R. A. Nicholson, London, 1925, 11, 265/ 1319-20; krş. A. Gölpınarlı, Mesnevi Şerhi, İstanbul, 1973, 11, 203/ 1322-3; bu iki beyiyi manzum olarak, Nahifi’de şöyle tercüme etmiştir:

‘’Puhte ol tağyir-i dilden dür ol. Var çu Burhan-ı Muhakkık nür ol. Varlığını terk eyleyemeyen Burhan olur.

Bende mahv olsa heman sultan olur.’’(bk. Süleyman Nafihi, Manzum Mesnevi Şerif, aslı ve sadeleştirilmesiyle, nşr. Hz. Amil Çelebioğlu, İstanbul, 1967, II-48/ 1332-3).

34 Tahir el-Mevlevi (Olgun), Şer-i Mesnevi, Konya, 1971, II-427-428.

35 İsmail Ankaravi, Mesnevi Şerif Şerhi, İstanbul, 1257, II, 209-210.

36 Mesnevi, ayn. Esr. II, 262/ 1318; krş. Tahir el-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, ayn. Esr. II, 428/ 5276; A. Gölpınarlı, Mesnevi Şerhi, ayn, esr. II, 203/ 1321.

33

Yine Mevlânâ, varlığından kurtulup ve nefsini yenmiş olan insanın derecesinin pek yüksek olduğunu belirtir:

Varlıktan kurtulan topluluğa gökyüzü de secde eder, güneş de, ay da. Kimin bedeninde, ateşe tapan nefid öldüyse, güneş de O’nun buyruğuna ram olur bulut da. 37

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’nin manevi sahada mesafeler kat ettiğini ve ehl-i halden bir kimse olduğunu şu olay da gösterir:

Şeyh Şihabeddin Sühreverdi (1144-1234)38 Anadolu’ya geldiği vakit, Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’yi ziyaret eder, fakat aralarında hiçbir konuşma cereyan etmez. Konuşmama sebe-bini müridleri, Şeyh Şihabeddin Sühreverdi’ye sorarlar ve şu cevabı verir: Hal ehlinin huzurunda, hal dili lazımdır. 39 Böylece O’nun hal ehli olduğunu belirtmiş olur.

Mevlânâ, meclislerinde Hocası’nın yüksek ve değerli söz ve düşüncelerinden de bahsederdi. Bu konuda Mevlânâ’nın sohbetlerini ihtiva eden ‘’Fihi ma fih’’ adlı eserinde bize gelen bazı nakiller vardır:

Şeyhül-İslam Tirmizi40 ’nin nakline göre, Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi, şeyhlerin kitaplarını, makalelerini ve sırlarını müteala ettiğinden gerçeğe ait sözleri güzel söylediği belirtildiğinde, birisi: Sen de müteala ediyorsun, neden öyle sözler söylemiyor-sun? Değince, O’nda derd var, amel ve mücahede var. Dedi. O da dedi ki: Peki, neden bunu söylemiyorsun ve hatırlatmıyorsun.41

Bu hikâye de, bir insanın manevi olgunluğa ulaşması için

37 Mesnev-i manevi, ayn, esr. I, 148-149/ 3003-4; krş. A.Gölpınarlı Mesnevi Şerhi, ayn, esr. I. 516/ 3015-6.

38 Şihab al-Din Abü Hafs Omar b. Abd Allah, sufi ve şafi’i alimi, 1221 de Bağdat halifesi Nasır Lidinillah tarafın-dan, Selçuklu Sultanı Ala’al-Din Keykubad’a elçi olarak gönderilmiştir (bk. Osman Turan, Selçuklular Zamanın-da Türkiye, İstanbul, 1971, s.330).

39 Sipehsalar, Risale, s.120-121; Eflaki, Menakıb, s.72.

40 Şeyh al-İslam Tirmizi’nin kim olduğu tesbit edilemedi (bk. Mevlana, K. Fihi ma fih, nşr. Bad’al-Zaman Fürüzanfer, Tahran, 1348, s.309.

41 Mevlanai K. Fihi ma fih, ayn. Esr. S.111; krş. Sipehsalar, Risale, ayn, esr. S.121.

sadece çeşitli kitapları okuyup, müteala etmesi ve öğrenmesi kâfi gelmeyip, öğrendikleri ile amel edip, manevi mücahedelerden de geçmesi gerektiği anlatılır.

Yine Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’nin, ‘’güzel sö-zler söylüyor amma sösö-zlerine Senai (ölm.525/ 1131)42 ’nin şiirin-den iktibaslar yapıyor.’’ Dediler. Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi buyurdu ki: Bu, şu söze benzer; güneş güzel amma ziya veriyor, bunda bir ayıp yoktur. Çünkü Senai’nin sözünü naklet-mek, o sözü gösternaklet-mek, belirtmektir. Zira her şeyi güneş göster-ir. 43

Burada, Senai’nin şiirlerini güneşe benzetip, bu ışıktan da is-tifade etmenin lüzumunu belirtip, böylece O’nu ve sözlerini de, takdir etmiş olur.

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi faydalı bir şey anlatırken ahmağın biri, sözü arasında, ‘’bize örneksiz söz gerek.’’

Dedi. Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi dedi ki: Sen örneksiz söz getir de, örneksiz söz işit. Nihayet sen de bir örneksin, kendin de bundan kurtulamazsın. Senin bu vücudun, senin gölgendir.

Birisi öldü mü, filan gitti derler. Eğer o, bu şahıssa o halde, o ne-reye gitti. Anlaşıldı ki, senin görünen şeklin, için gibidir. Senin dışından için anlaşılır.44

Yine Mevlânâ, hocasından şöyle bir kıssa nakleder: Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi’ye birisi, ‘’ senin mehdini filandan duydum.’’ Dedi. Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi: Bir göreyim bakayım. O filanda kim? Kimin nesi? Beni tanıyacak, övecek bir derecede mi? Beni sözle tanıdıysa, tanımamış demektir. Çünkü bu söz kalmaz, bunların hepsi de arazdır. Fakat zatımla tanıdıysa

42 Hakim Abu’l-Macd Maclül b. Adem al-Sana’i al-Gaznavi, İran Edebiyatının büyük şairlerinden biri Farsça tasavvufi mesnevi tarzının kurucusu olup, Mevlana, şiirlerinden bazılarını Mesnevi’de kaydeder (bk. İA., X, 476-486; Hakim Sena’i Divanı, nşr.hz, Mazahir Musaffa, Tahran, matbuatı amir kabir, 1336, önsçz, s. XVI-LXXV;

Zabih Allah Safa, Tarih-i edebiyat dar İran, Tahran, 1351, II, 552-566).

43 Mevlana, K. Fihi ma fih, ayn, esr. s. 207.

44 Mevlana, K. Fihi ma fih, ayn, esr, s. 219-220.

35

o vakit beni övebilir.45 Dedi.

Mevlânâ’nın hocası ile ilgili ‘’Fihi ma fih’’ den nakledilen meseleler, O’nun hocasına ve fikrine nasıl bağlı olduğunu göstermesi bakımından büyük değer taşır. Mevlânâ, sadece hocasının fikirlerini benimseyip, savunmakla kalmaz. Bizzat O, şu üç beyitin hocasından kendisine yadigâr kaldığını belirtip, daima tekrar ederdi:

‘Ruhun başlangıcı, Tanrı’nın arşının nurundandır. Cisim ve bedenin aslı da topraktır. Cebbar ve melik olan Tanrı (Ben Rab-biniz değil miyim)46 ayetindeki ahdi ve mihnetleri kabul etsinler diye, onların arasını bağdaştırdı. Ruh gurbette, cisim de vatanın-dadır. Vatanından ayrılan biçare ve hazin garibe acı. ’47

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi, bu şiirinde, insan-ların ruh ve madde cephesini ve yaratılışını anlatmıştır. Cenabı Hak, insanlara ait mücerred ruhları beden kisvesi ile ortaya koydu. Ruhu ehadiyyet ve ceberut âlemin (ilahi kudret)’den ayırıp, nasüt âlemine (İnsanlık âlemine) indirip, insanın cismi ile birleştirdi. Bu birleşme ve kaynaşmadan iki çocuk doğdu ki biri asli ve yüce makamına istekli ruh ve öteki de, sufli lezzetlere istekli olan nefistir. 48

İşte ruh bu dünyada vatanı asliyesinden ayrı düşmüş olup cisim kalıbında misafirdir. Mevlânâ, hocasından dokuz yıl ders görüp, feyz aldığını 49 hatta babasının eseri olan Maarif’i O’ndan bin defa takrir ettiğini50 anlatır.

Seyyid Burhaned’din Muhakkik-i Tirmizi, Maarif adlı eserinde zikrettiği bazı kıssaları, Mevlânâ’nın da anlattığı görülür. Mesela; savaşta bir müşrikin Hz. Ali (R.A)’nin yüzüne

45 Sipehsalar bu meseleyi aynen kaydeder (bk. Risale, s. 121).

46 Kur’an-ı Kerim VII (Araf), 172.

47 Eflaki, Menakıb, ayn, esr. I, 272-273.

48 Abdullah Develioğlu Gülzar’ı Sofiyye, İstanbul, 1961, s.2-5.

49 Sultan Veled, İptidaname, ayn, esr. s. 195-196.

50 Sipehsalar, Risale, ayn, esr. s.119 (Buradan bin defa takrir ettiği bilirtilir ise de, bu kesretten kinaye olsa ger-ek).

tükürme kıssasını51 ve Hz. İsa (A.S)’dan en çetin şey nedir, sorusu-na, O’nun ‘’öfke’’ diye cevap vermesini 52 Mesnevi’de de tespit et-mek mümkündür. 53

51 Seyyid Burhâneddîn Tirmizi Maarif, nşr. Bad’al-Zaman Furüzanfer, Tahran, 1960, s. 2-3; krş. Mesnevi, I. 183/

51 Seyyid Burhâneddîn Tirmizi Maarif, nşr. Bad’al-Zaman Furüzanfer, Tahran, 1960, s. 2-3; krş. Mesnevi, I. 183/