• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.5. Yağ Tüketim Durumu

2.5.5. Yağların Çeşitli Hastalıklarla Olan Đlişkisi

2.5.5.1. Kardiyovasküler Hastalıklar

Diyetin kolesterol düzeyleri ve kan basıncı üzerinde doğrudan etkisi olduğu bilinmektedir. Koroner kalp hastalıkları artışındaki en önemli etkenlerden biri yüksek serum kolesterolüdür. Ülkemizde tüm ölümlerin ilk sırasında %43,0 oranı ile kalp damar hastalıkları yer almaktadır. Diyetle alınan kolesterol miktarının 300 mg. altına düşürülmesi gerekmektedir. Bunun için tam yağlı süt yerine yağı azaltılmış süt ve ürünleri, yağlı kırmızı et yerine balık ve tavuk eti tüketilmesi tavsiye edilmektedir. Bol posalı bir diyetin kolesterol düzeyini düşürdüğü ve kalp rahatsızlıklarından ölüm riskini azalttığı yapılan çalışmalar ile ortaya konmuştur. Bunun için günde en az 5 porsiyon tüketilecek sebze ve meyveler gerekli posayı vücuda sağlayacak ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu etki gösterecektir (Ergün, 2003).

Kalp damarlarını bozan en yaygın sebep kalp damarlarında yağ birikmesidir. Başlangıcı çocukluk yıllarına kadar uzanan bu tip rahatsızlık, aslında yaygın olarak bilinenin akside vücudumuz için yararlı ve faydalı olan kolesterolün, kanda fazla bulunması ve zararlı kolesterolün kalp damar duvarları içinde birikmesi ile meydana gelir. HDL kolesterol (faydalı kolesterol) damarlarda yağ birikimini engellerken, LDL kolesterol (zararlı kolesterol) damarlarda yağ birikimini artırır. Kolesterolün kalp damarlarını daraltması ve hatta tıkaması beslenme şekli ile ilgilidir. Kolesterol yenilen yağlarda bol miktarda bulunur ve vücut içinde karaciğerde de sentez edilebilir. Sıvı yağlarda kolesterol bulunmaz. Ancak tereyağı, iç yağlar, kuyruk yağı ve margarinlerde kolesterol bulunur. Katı yağların fazla tüketilmesi kandaki kolesterol seviyesinin yükselmesine, bu da kalp damarları başta olmak üzere tüm vücut damar duvarlarında birikime neden olur (Şirin, 2004).

Yapılan çalışmalar, kardiyovasküler hastalıklarla diyet alışkanlığı arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Kardiyovasküler hastalık riskinin yüksek olduğu popülasyonlar doymuş yağ asitlerinin fazla tüketildiği (günlük kalorinin %15’den fazlası), kolesterolün fazla alındığı ve karbonhidratların %50’den az tüketildiği toplumlardır. Diyet yağlarının kendi aralarındaki dengesinin önemli olduğu ve asıl dikkat edilmesi gereken noktanın doymuş yağ asitlerinin tüketiminin sınırlanması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Zeytinyağı, soya yağı, ayçiçeği yağının bir denge içerisinde her öğün tüketilebileceği vurgulanmaktadır (Yeşildal ve ark., 2003).

Doymuş yağ alımının azaltılması, kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi amacıyla yaygın olarak önerilmektedir. Ancak doymuş yağlar yerine konulabilecek makrobesin tipinin ne olduğu kesin bilinmemektedir. Bu soruna çözüm getirmek amacıyla yürütülmüş olan deneysel bir çalışmanın sonuçlarına göre; doymuş yağların ikamesi olarak karbonhidratların yerine kısmen protein ya da tekli doymamış yağların verilmesi, kan basıncını daha fazla düşürebilmekte, lipid düzeyinin kontrolünü sağlamakta ve tahmin edilen kardiyovasküler riski azaltabilmektedir (Appel ve ark. 2006).

2.5.5.2. Kanser

Yapılan araştırmalar sonucu elde edilen verilere göre yüksek miktarda yağ alımı, özellikle doymuş yağ alımı kolon, prostat ve göğüs kanserleri riskini arttırmaktadır. Kanser-beslenme ilişkisi için toplanan veriler, kolon kanseri için daha güçlüdür. Özellikle yeşil ve sarı sebzeler ile turunçgiller gibi meyvelerden oluşan, bitkisel kaynaklı besinler açısından zengin, doymuş yağ içeriği düşük olan bir diyet; akciğer, mide ve kolon kanserlerinin sıklığındaki azalma ile ilişkili bulunmuştur (Ergün, 2003).

2.5.5.3. Obezite

Obezite, vücut yağ oranının miktarındaki aşırı genişleme olarak tanımlanmaktadır. Şişmanlık, hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, kas hareketlerinde verimliliğin azalması ve daha birçok hastalığa neden olabilmektedir (Ceviz, 2008).

Erişkin erkeklerde vücut ağırlığının yaklaşık %15-20’sini, yetişkin kadınlarda ise %25-30’unu oluşturan yağ dokusu miktarının aşıldığı durumlarda obeziteden söz edilmektedir. Obezitenin nedenleri ise başta fazla yeme olmak üzere, fiziksel aktivite azlığı, psikolojik, metabolik ve hormonal bozukluklar ile genetik yatkınlıktır (Topbaş ve ark, 2000).

Şişmanlığa neden olan etmenler arasında beslenme alışkanlığının hazır yiyecek türüne kayması ve ayaküstü yenilen tost, sandviç, hamburger, pizza, patates kızartması vb. (fast food) yiyeceklerin fazla tüketilmesinin etkisi önemlidir. Kişilerin

şişman olmasını engellemek için temel önlemler çok önemlidir. Kişilerin yeterli ve dengeli beslenme konusundaki bilgi ve bilinç düzeylerinin arttırılması, beslenme alışkanlıklarının olumsuz etkilendiği durumlardan kaçınma becerilerinin geliştirilmesi, yemek yeme alışkanlıklarının düzenli ve dengeli hale getirilmesi, abur- cubur olarak nitelendirilen besinlerin tüketilmemesi gibi pek çok olumlu beslenme davranışı doğumdan itibaren planlı ve programlı bir şekilde bireylere kazandırılmaya çalışılmalıdır (Aslan ve ark., 2002).

Hazır yemek (fast food), adından da anlaşılacağı gibi ürünleri, önceden pişirilmiş olarak veya önceden paketlenmiş şekilde, çok pahalı olmayan restoranlarda hızlı bir şekilde yemek anlamına gelmektedir. Günümüzde oldukça yaygınlaşan hazır yemek sistemi her yaştan ve kesimden tüketicinin tercihi haline gelmiştir (Yaman, 2007).

Fast-food terimi ülkemizde ayaküstü yenilebilen, sokakta satılan, hızlı hazır yemek anlamında kullanılmaktadır. Ülkemizde geleneksel (pide, lahmacun, kebap gibi) ya da batı kökenli (hamburger, pizza gibi) yemek sistemi oldukça yaygınlaşmıştır. Fast-food’ların enerji içerikleri yüksektir ve bu enerjinin % 40-50’si yağlardan gelmektedir. Bu tür yemeklerin çoğunda vitamin, kalsiyum ve posa alımı düşükken yağ, karbonhidrat ve sodyum alımı yüksektir (Birsen, 2004).

Basit karbonhidrattan zengin şeker ve şekerli besinler ile yağ ve yağlı besinlerin (kızartma, mayonez, krema, sos vb.) aşırı tüketilmesi şişmanlığa yol açar. Bu besinleri tüketme alışkanlığı çocuklukta başlayabilir. Ailenin beslenme modeli çocuğa yansıyabilir ve yetişkin çağda da aynı beslenme modeli sürebilir. Bu nedenle çocukluk döneminden başlayarak bu tür besinlerin tüketimi kısıtlanmalıdır ( Ilgaz, 2002).

Şişmanlık ve beden yağ dağılımının niteliği, hiperinsülinemi, diyabete eğilim, kan basıncında artma ve kan lipidlerinin yükselmesi gibi bir takım bozuklukları da beraberinde getirmektedir. Şişmanlık çeşitli hastalıklara da neden olabildiğinden vücut ağırlığındaki bu olumsuz artış en kısa sürede kontrol altına alınmalıdır. Kültürel ve sosyal faktörlerin yanı sıra metabolik ve fizyolojik faktörler de dikkate alınarak şişmanlığın ilerlemesinin durdurulması gerekmektedir (Sağlam, 1990).

Obezitenin tedavisinde; enerjinin alınması ve tüketilmesinde kişiye özel, yapısına, yeteneklerine uygun ve yaşam biçiminde uygulayıp sürdürebileceği, mutlu ve rahat hissedebileceği bir beslenme programı, egzersiz ve davranış değişikliği tedavisi ile desteklenerek uygulanmalıdır (Erge, 2003).

2.5.5.4. Diyabet

Diabetes mellitus pankreastan salgılanarak kan şekerinin kullanımını düzenleyen insülin hormonunun yetersizliği sonucunda karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmalarındaki bozukluklarla seyreden bir metabolizma ve endokrin hastalığıdır. Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinir (Baysal ve ark, 2002).

Tip II diyabet hastalarının %80,0 inin obez olduğu belirtilmektedir. Diyabet konusunda obezitenin süresi ve şiddeti de oldukça önemli faktörlerdir. Bu rahatsızlığın engellenmesinde diyet ve egzersiz yoluyla obezitenin önlenmesi en etkili yoldur (Ergün, 2003).

2.5.5.5. Safra Taşları

Safra taşlarının yapısını kolesterol kristalleri oluşturmaktadır ve bu taşlar safranın kolesterole doyması ile oluşmaktadır. Şişman bireylerin safralarında daha fazla kolesterol bulunmaktadır ve safra taşı açısından risk altındadır. Posa alımı safranın kolesterol içeriğinin azaltılmasında etkilidir (Ergün, 2003).

3- LĐTERATÜR ÖZETLERĐ

Araştırma konusu ile ilgili daha önce yapılmış çalışmalar, tarih sırası ile aşağıdaki şekildedir.

Örmeci (1987) tarafından, Isparta Đline bağlı Senirkent Đlçesi ve köylerinde ilkokul çocuklarının beslenme durumlarını incelemek amacıyla yapılan araştırmada deneklerin ailelerinde yemek servisi durumu yerleşim yerine göre önemli (p<0,05), yemek saatlerinin düzeni, günlük tükettikleri öğün sayısı ve yemek seçme durumları önemsiz bulunmuştur (p>0,05). Đlçe grubunda deneklerin %58,2’si, köy grubunda ise %55,6’sı temel öğünler dışında da yemek yemektedirler. Đki grup arasındaki farklar istatistiksel olarak önemli değildir (p>0,05). Temel öğünler dışında en çok tüketilen yiyecekler ilçede meyve, peynir-ekmek; köyde ise meyve ve kuruyemişlerdir. Her iki yerleşim yerinde de deneklerin süt-yoğurt ve yeşil yapraklı meyve tüketimlerinin çok düşük olduğu belirlenmiştir. Yemeklerini aynı kaptan yiyen aileler ilçe grubunda %68,1 iken köy grubunda ise %94,1 oranındadır. Đlçe grubundaki deneklerin ailelerinin %93,4’ünün, köy grubundaki deneklerin %88,2’sinin yemek saatlerinin düzenli olduğu belirlenmiştir. Yemek saatlerinin düzensiz olmasının her iki grupta da en büyük sebebi her bireyin eve geldikçe yemek yemesi olarak gösterilmiştir. Deneklerin çoğu %51,4 günlük yiyeceklerini üç öğünde tüketmektedir. Günlük öğün sayısı bakımından yerleşim yerleri arasındaki fark istatistiksel olarak önemli değildir (p>0,05). Đlçe ve köy grubunda deneklerin çoğu iştahları olmadığı için %81,4 ve %75,6 öğün atlamaktadırlar. Đstediği yiyecek olmadığı için öğün atlayan denekler ise ilçede %18,6 köyde %23,5 olarak bulunmuştur. Köy grubunda bir öğünün yenmeme nedeni zamanın olmaması olarak belirlenmiştir.

Şensoy (1987) tarafından, farklı yerleşim yerlerinde yaşayan ev kadınlarının besin sanitasyonu konusundaki bilgi ve alışkanlıklarını saptamak amacıyla yapılan araştırmaya katılan kadınların %66,2’si sütü pişirmede ve %86,8’i yumurtayı saklama konusunda doğru alışkanlıklara sahip bulunmuştur. Ailelerin %53,6’sı tek kaptan yemek yerken araştırmaya katılan kadınların besin sanitasyonu konusundaki

bilgilerinin yaşlarına, eğitim durumlarına, çalışma durumlarına, sözlü ve yazılı basını izleme durumlarına ve yaşadıkları bölgelere göre farklılık göstermektedir.

Leşkeri (1989) tarafından, yuvaya devam eden 3-6 yaş grubu annesi çalışan çocukların beslenme durumlarının saptanması için yapılmış olan araştırmada, annelerin eğitim durumlarına göre yapılan incelemede beslenme durumu normal grup ile hafif ve orta derecede beslenme bozukluğu görülen gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Beslenme bozukluğu görülen çocukların annelerinin %72,7’sinin ilköğretim eğitim düzeyinde oldukları saptanmıştır. Normal çocukların annelerin %76,0’sı yüksek öğretim düzeyindedir. Beslenme bozukluğu olan çocukların öğün sayısı %90,9 oranında 3 öğünken normal çocuklarda %72,0 oranında 3 öğün ve fazla kilolu çocuklarda %75,3 ile 4 öğün olarak tespit edilmiştir.

Maskan’ın (1992) yaptığı çalışmada plastikle paketlenmiş margarin 4C0 ve 14C0 sıcaklıkta bekletilmiş ve dayanma ömürleri sırasıyla 125 ve 63 gün olarak belirlenmiştir. Aynı margarin numunesinde %70,0’in üzerindeki bağıl nem ortamında mikrobiyal üreme gözlenmemiş ancak oksidasyon nedeniyle raf ömrü sona ermiştir.

Yılmaz (1995) tarafından yapılan çalışmada margarin kullanan ve kullanmayan bireylerin plazma kolesterolleri, trigliserit değerleri, eritrosit membran kolesterol değerleri arasında anlamlı bir fark tespit edilmiştir. Margarin kullanan bireylerde plazma lipid, lipoprotein ve eritrosit membran kolesterol değerlerinin arttığı, margarinsiz diyet kullananlarda ise azaldığı tespit edilmiştir.

Ünal (1995) tarafından, anaokuluna giden çocuğu olan annelerin yağ tüketimine ilişkin bilgi ve uygulamalarının incelendiği çalışmada, aynı kaptan yemek yiyen ailelerin oranı %1,96 iken ayrı kaptan yiyen aileler %98,04 olarak belirlenmiştir. Ailelerin %88,24’ü yemek saatlerinin düzenli olduğunu ve %65,36’sı düzenli kahvaltı yaptıklarını belirtmiştir. Ailelerin %22,22’si ekmek üzerine yağ sürüp yediklerini, %47,06’sı bazen yediklerini ve %30,72’si hiç ekmek üzerine yağ sürüp yemediklerini belirtmiştir. Ekmek üzerine yağ sürüp yiyenlerin %64,05’i

tereyağı, %14,38’i margarin kullandıklarını belirtmiştir. Annelerin %95,42’si yaptığı yemeği az yağlı, %3,27’si yağlı olarak nitelendirmiştir. Ailelerin yemeklerde kullandıkları yağlar et yemekleri için margarin %37,91 ve ayçiçeği yağı %37,91, sıcak yemekler için ayçiçeği yağı %40,52, soğuk yemekler için zeytinyağı %62,75, pilav için tereyağı %59,48 ve makarna için tereyağı %52,29 olarak belirlenmiştir. Yemek yaparken yağları kızdırarak kullanma durumu %13,73 evet, %39,22 bazen ve %47,05 hayır olarak cevaplanmıştır.

Sevenay (1996) tarafından, çalışan kadınların beslenme alışkanlıklarının saptanması için yürütülen çalışmada, kadınların %65,0’i kötü, %30,0’u orta ve %5,0’i iyi beslenme alışkanlıklarına sahip bulunmuştur. Günde üç öğün yemek yiyenlerin oranı %77,69’dur. Kadınların %56,54’ünün yeterli, %31,92’sinin iyi, %8,85’inin yetersiz ve %2,69’unun çok iyi beslenme bilgi düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Kadınların %52,53’ünün makarnayı haşlama suyunu dökerek, %42,35’inin nohudu haşlama suyunu dökerek, %45,10’unun fasulyeyi haşlama suyunu dökerek pişirdikleri saptanmıştır. Kızarta yağını üç kez kullananların oranı ise %33,08 iken %30,38’inin yağı iki kez, %18,46’sının bir kez ve %18,08’inin ise dört defadan fazla kullandıkları belirlenmiştir. Deneklerin eğitim durumları dikkate alındığında kızartma yağı kullanma durumu ortaokul mezunları arasında en yüksek oranda %44,55 iki kez, lise mezunları arasında en fazla oranda %32,65 üç kez, yüksek okul mezunları arasında %33,66 üç kez ve %33,65 iki kez kullanıldığı belirlenmiştir. Yaşa göre yapılan değerlendirmede kızartma yağını üç kez kullanan 17-26 yaş grubundaki deneklerin, 37-46 yaş grubundaki deneklerden farkı önemli (p<0,05) bulunmuştur.

Yolalan Demirel (1997) tarafından, farklı sosyo-ekonomik düzeydeki kadınların yiyecek hazırlama, saklama ve satın alma durumları arasındaki farkları ortaya koymak amacı ile yürütülen çalışmada, kadınların beslenme bilgilerini öğrendikleri kaynaklar üç farklı ekonomik düzeyde de %51,9 anne ve aile büyükleri olarak belirtilmiştir. Üç farklı ekonomik düzeyde de kuru baklagillerin ıslatma ve haşlama sularının döküldüğü saptanmıştır.

Arıkan (1998) tarafından, farklı sosyo-ekonomik semtlerde yaşayan kadınların dondurulmuş gıda satın alma, saklama ve tüketme durumlarının incelendiği araştırmada sosyo-ekonomik düzeyi yüksek semtlerdeki kadınların %21,8’inin dondurulmuş gıda kullandığı, %39,3’ünün kullanmadığı ve %38,8’inin ise bazen kullandığı görülmüştür. Sosyo-ekonomik düzeyi orta olan semtlerde %1,0’inin kullandığı, %87,0’sinin kullanmadığı ve %12,0’sinin bazen kullandığı saptanmıştır. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük semtlerdeki kadınların ise bu besinleri kullanmadıkları saptanmıştır.

Işık (1998) tarafından, yurt dışına giden ailelerin beslenme alışkanlıklarının incelenmesi için yapılan çalışmada, yemek hazırlarken ayçiçeği ve diğer sıvı yağları (zeytinyağı hariç) köydeki ailelerin araştırma grubunun %52,4’ünün ve kontrol grubunun %66,6’sının yakarak kullandıklarını belirtmişlerdir. Şehirde yaşayan ailelerin çoğunun da ayçiçeği ve diğer sıvıyağları yakarak kullandıkları saptanmıştır. Bu durum araştırma grubunda %44,4 ve kontrol grubunda %66,7’dir. Đç yağı, kontrol ve araştırma grubundaki çok az aile tarafından kullanılmaktadır. Köydeki ailelerin araştırma grubunun %38,1’i margarinleri yakarak kullandıklarını belirtmiştir. Kontrol grubundakiler ise %57,1’i margarinleri yakarak ve %23,8’i eriterek kullanmaktadır. Genel olarak araştırma ve kontrol grubu ailelerin çoğu yağları yakarak kullanmakta, ancak margarin ve zeytinyağı iki grupta da genelde yakmadan kullanılmaktadır.

Gökgöz (1998) tarafından beslenme alışkanlıkları ile şişmanlığın meme kanser riskine etkisi üzerine yapılan araştırmada, meme kanser tanısı yeni konmuş 50 kadın deney grubu olarak, farklı nedenlerle hastaneye başvurmuş 50 kadın kontrol grubu olarak belirlenmiş ve her iki gruptaki kadınların besin öğesi alım miktarları belirlenmiştir. Çalışma sonunda deney grubundaki kadınların beden kitle indekslerinin kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu, daha fazla kırmızı et, katı yağ, enerji, protein, karbonhidrat tükettikleri saptanmıştır. Ayrıca deney grubundaki kadınların diyetle tükettikleri hayvansal yağ, total doymuş yağ asitleri, kolesterol, oleik asit miktarlarının kontrol grubundan daha fazla, linoleik asit alımının ise daha az olduğu saptanmıştır.

Soydal (1998) tarafından, çalışanlarda beslenme alışkanlıkları ve anemi görülme sıklığının araştırıldığı çalışmada, incelenen kişilerin %68,3’ü üç öğün, %22,1’i iki öğün, %8,7’si dört ve daha fazla öğünde yiyecek tüketilmektedir. Günde bir öğün yemek yiyen oranı %1,0 olarak saptanmıştır. Đncelenen kişilerin %21,2’si sabah kahvaltısı yapmamakta, %78,8’i ise düzenli olarak sabah kahvaltısı yapmaktadır. Çalışanların %31,8’i alışkanlık olmaması, %31,8’i canının istememesi, %27,3’ü zaman yokluğu, %9,1’i ise ekonomik sebepler nedeniyle sabah kahvaltısı yapmamaktadır. Đncelenen kişilerin %7,7’si öğle yemeğini atlamakta, %92,3’ü ise öğle yemeğini düzenli yemektedir. Öğle yemeği yemeyenlerin öğün atlama nedenleri arasında %25,0 oranı ile ekonomik sebepler, bunun ardından zaman yokluğu ve canının istememesi yer almaktadır.

Gökçek (1998) tarafından Adana Đli kentsel alanda yaşayan ailelerin yemeklik yağ tüketimlerinin incelendiği çalışmada, sosyal faktörlerin ailelerin yağ tüketimini ne yönde etkilediği araştırılmıştır. Araştırma sonucunda ailedeki birey sayısı arttıkça tüketilen yağ miktarının arttığı belirlenmiştir. Anne ve babanın eğitim düzeyi ile incelenen yağların tüketim miktarları arasında istatistiki açıdan anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Bununla birlikte aile reisinin mesleğinin ve aile çalışan birey sayısının yağ tüketim miktarını etkilediği ve bu sonucun anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0,05). Annenin çalışma durumunun yağ tüketimi üzerinde etkisi olmadığı belirlenmiştir.

Önder ve arkadaşları (2000) tarafından lise son sınıf öğrencilerinin bazı beslenme alışkanlıklarının saptanması için yaptıkları çalışmada, erkek öğrencilerin %66,0’sının, kız öğrencilerin ise %54,0’ünün üç öğün besin tükettikleri tespit edilmiştir. Öğrencilerin kahvaltı yapma alışkanlıkları değerlendirildiğinde %60,7’sinin düzenli kahvaltı yaptığı, kız öğrencilerin %28,6’sının erkek öğrencilerin ise %10,7’sinin hiç kahvaltı yapmadıkları ve bu oranın istatistiksel açıdan anlamlı olduğu saptanmıştır. Öğün aralarında besin tüketim alışkanlıkları değerlendirildiğinde öğrencilerin %80,9’unun öğün aralarında besin tükettiği tespit edilmiştir. Tüketilen besinler sıralandığında %36,1 ile meyve ilk sırada belirlenmiştir.

Kayhan Eser ve arkadaşları (2000) tarafından, yetiştirme yurdunda barınan adölesanların beslenme durumlarının saptanması için yapılan araştırmada, kız ve erkeklerde öğün atlama alışkanlığı olduğu, özellikle sabah kahvaltısı atlama oranı oldukça yüksek %58,3 bulunmuştur. Öğün aralarında simit-bisküvi-kurabiye, kola,

şeker-çikolata-gofret gibi yiyecekler tüketilmektedir. Adölesanların %86,0’sının üç öğün yemek tükettikleri belirlenmiştir. Adölesanların öğün atlama sıklığına bakıldığında, sadece %26,6’sının öğün atlamadığı, %50,3’ünün bazen %23,1’inin her zaman öğün atladığı saptanmıştır.

Başsoy (2000) tarafından, öğrencilerin beslenme durumları üzerine yapılan araştırmada, öğrencilerin %47,6’sı kahvaltı öğününü atlamakta, %59,9’u ara öğünlerde besin tüketmektedir. En çok tüketilen besinler cips, patates kızartması, hamburger, pide, lahmacun, sütlü tatlılar sandviç, tost, köfte, kebaplar, döner, börek, gözleme olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin yağ tüketim oranları yüksek bulunmuştur. Erkek öğrencilerde yağdan gelen enerji oranı %36,8 kız öğrencilerde ise %37,5 olarak saptanmıştır.

Yılmaz (2002) tarafından, yapılan araştırmada erkek katılımcıların %56,0’sının bayanların %51,0’inin öğün atladığı, erkeklerin %28,0’inin bayanların %31,4’ünün öğün dışında atıştırma alışkanlığı olduğu, erkeklerin %56,0’sının bayanların %61,0’inin kahvaltı yapmadıkları bulunmuştur. Öğün dışında tüketilen içecekler konusunda erkeklerin %11,0’inin kolalı içecekler, %62,0’sinin çay, %6,8’inin kahve, %5,4’ünün meyve suyu, %5,0’inin süt-ayran içtikleri belirlenmiştir. Bayanlarda ise %30,0’unun kolalı içecekler, %27,0’sinin çay, %7,1’inin kahve, %0,4’ünün meyve suyu, %20,1’inin süt-ayran içtikleri belirlenmiştir. Erkek öğrencilerin ve kız öğrencilerin beslenme ile ilgili bilgilerini sırası ile %51,6 ve %55,7 ile okuldan, %3,6 ve %7,1 ile ailesinden, % 4,6 ve % 8,6 ile kitap, gazete, dergi okuyarak edindikleri saptanmıştır. Erkek ve bayan öğrencilerin kahvaltı yapmama sebepleri sırası ile %6,6 ve %7,1 ile zamanının olmaması, %6,2 ve %7,1 ile açlık hissi duymaması, % 1,4 ve % 5,7 ile hazırlayacak kimse olmaması, % 28,6 ve % 28,6 ile ekonomik durumun elverişsizliği, %1,0 ve %4,3 ile kahvaltı yapmazsa kilo verebileceği sebepleri saptanmıştır.

Güler ve arkadaşları (2002) tarafından, çalışan ve çalışmayan kadınların yiyecek satın alma-hazırlama davranışları üzerinde yapılan bir araştırmada, kadınların yiyecek satın alırken kararlarını etkileyen faktörler, hem genel örneklemde hem de çalışma durumuna göre ilk sırada yiyecek maddelerinin sağlığa uygunluğu %96,0 olarak belirlenmiştir. Bunu sırası ile %91,3 son kullanma tarihi, %88,7 bütçeye uygunluğu, %88,3 gıdanın besleyici özelliği, %86,3 kadınların kendi tercihleri ve %57,7 markası olarak sıralanmıştır. Kadınların sıvı yağ %54,7 ve margarin %56,7 satın alırken dikkat ettikleri faktörler içinde en yüksek oranı markanın aldığı belirlenmiştir. Kadınlar arasında hazır kek-pasta kullananların oranı %54,0 iken %47,0’si konserve, %42,0’si hazır çorba ve %39,7’si dondurulmuş gıda kullandıkları belirlenmiştir. Dondurulmuş gıda, hazır çorba ve puding daha çok çalışmayan kadınlar tarafından kullanılmakta iken hazır kek-pastaları çalışan kadınların daha çok kullandıkları saptanmıştır. Kadınların %59,3’ü makarna haşlama suyunu döktüğünü, %40,4’ü az suda haşlama suyunu dökmeden pişirdiğini belirtmiştir. Sebze haşlama sularını ise kadınların %7,0’si döktüğünü, %16,0’sı dökmediğini belirtmiştir. Kuru baklagillerin haşlama sularını döktüğünü belirten kadınların oranı %61,3 iken %24,7’si haşlamadan direkt pişirdiklerini belirtmiştir.

Ergün (2003) tarafından, bireyin sağlıklı beslenme kavramı ve bunu etkileyen faktörlerin incelenmesi amacıyla gerçekleştirilen araştırmada, katılımcıların % 77,1’i sağlıklı beslenme deyiminden az yağlı yemeyi algıladıklarını belirmişlerdir. Araştırmada bireylerin sağlıklı beslenme ile ilgili olarak en sık kullandıkları

Benzer Belgeler