• Sonuç bulunamadı

Karamsar Bir Mekân: Kasaba

2.1. TEMALAR

2.1.8. Karamsar Bir Mekân: Kasaba

Taşra mekânlarından olan ‘kasaba’ Tosun’un öykülerinde karamsarlığı, boğucu etkisi ve sıradan bir yaşam tarzını yansıtması yönüyle dikkat çeker.113 Tosun’un taşrada yaşayan kahramanları kasabayı aşılması gereken bir engel olarak görür ve ondan kurtulmanın peşinde koşarlar. Öykülerdeki kasaba etkisini genellikle bu doğrultuda görmek mümkündür. Ancak “Taşra Fragmanları” ve “Genç Ölmek” öykülerinde kasaba anlatım içerisinde ayrı bir yoğunluğa sahiptir. Kahramanların üzerinde “kıstırılmışlık hissi”ni uyandıran bir konumdadır. Bu nedenle ruhu daraltan ve sıkan bir havası bulunmaktadır.

113

8 Nisan 2017 tarihli görüşme “Tosun, Kırıkkale’yi üç yüz bin nüfuslu bir kasaba olarak görür ve doğup büyüdüğü mahallesiyle hesaplaşmak amacıyla öykülerinde Kırıkkale’deki yaşama ve mahallesine yer verir.”

2.1.8.1. “Taşra Fragmanları”

“Taşra Fragmanları” öyküsünde “kasaba”nın olumsuzluk çağrıştıran yönleri anlatılır. Tosun’un öykülerinde kasaba olumsuz yönleriyle öne çıkar. “Genç Ölmek, Bahçeler ve Duvarlar, Yansıma vb.” öykülerde bu durumla karşılaşmak mümkündür. Tosun, Hatice Ebrar Akbulut’a verdiği röportajında öykümüzde taşra kullanımını anlatırken aynı zamanda kendi öykülerindeki yönelimini de anlatmıştır denilebilir. “Taşra Fragmanları” öyküsü bu bağlamın olumsuzluğu belirten tarafıyla ilgili olan bir öykü yansıması gösterir.

“Kasaba, taşra öykümüzün en verimli mekânlarından biridir. Özellikle ‘taşralılık’ yoğun tartışmalara kaynaklık etmiştir. Taşralılık; kimine göre, dünyaya açılamama, kendi kendine yeterlilik ve karşı dünyadan habersiz, sınırlı, ufku dar bir hayatı tanımlarken, kimine göre de büyükşehrin pisliğine bulaşmamış, korunmuş, bozulmamış, özüne sadık bir kitleyi simgeler.”114

“Taşra Fragmanları” öyküsü laytmotif yönünden zengin bir öyküdür. Anlatıcı laytmotifleri kasabanın sıradan yaşamı içerisinde gerçekleşenleri göstermek maksadıyla kullanır. Öykü zamanı bir günden ibarettir. Ancak anlatılanlar yaşamın genelini yansıtır. Öyküde kasaba yaşamı anlatılırken taze gelin, tapu memuru, delikanlı ve ihtiyar kadın kahraman olarak seçilir.

Öykü, gün doğumuyla başlar. Kasabada sabah yaşananlar rutin işleyiş içerisinde verilir. Sonrasında kasabada yaşamlarını sürdüren insanların hayatlarından kesitler ortaya konur. Bu insanların (sıkıntılarından kurtulmak için) ne yaparlarsa yapsınlar iç sıkıntılarına ulaşacakları, ondan kurtulamayacakları vurgulanır.

“Kasaba insanı, sanki tüm birikmiş sıkıntılarını bu sokaklara boşaltacakmış gibi boydan boya gidip gelecek. Oysa bütün o yürüyüşler kendi içlerinde son bulacak. Hiçbir dertlerine çare olmayacak. (…) Bu yürüyüşte, ne bir bakış değecek onlara ne bir kahkaha. Görecekleri belli, duyacakları belli, hiçbir şey şaşırtmayacak onları. Bir eski zaman tünelinden geçip, ayıplarını gizli yerlere döke döke, iç sıkıntılarına ulaşacaklar: evlerine.

114 Hatice Ebrar Akbulut, “Necip Tosun: Öykünün benim için bir 'tutamak' fonksiyonu var”,

http://www.dunyabizim.com/necip-tosun/20402/oykunun-benim-icin-bir-tutamak-fonksiyonu-var (Dünya Bizim Sitesi, Erişim tarihi 27.12.2016)

Perdeler sıkı sıkı çekilecek: ışık sızmaz odalarına dönecekler, kendi küçük sularında boğulmaya.” (AH.s.15-16)

Öyküde yer alan kahramanlar isimleriyle değil kasabadaki konumlarıyla anlatılırlar. Anlatıcı onların yaşamlarıyla diğer insanların sıkıntılarının sözcülüğünü yapar. Aslında onun ulaşmak istediği “kasaba insanı”nın yaşamına bir ışık tutmak, orada yaşamayan insanların kasaba yaşamını bilmesini sağlamaktır.

“Her yaşta aynı duygular yaşanır burada. Aynı sevinç, aynı acı, çünkü herkes aynı yaştadır. Herkesin kendi benzeri burada. Kadını erkeğe, genci yaşlısına, çocuğu babasına benzer. Adları geçmez hiçbir hikâyede. Birbirine dönüşür herkes, birbirinin adlarına, birbirine sesine. Bu yüzden hiçbir şeye şaşırmazlar burada. Herkes birbirini yaşar. Herkes aynı kişi. Aynı şeyi severler, aynı şeyi giyer, aynı şeyden nefret ederler. Biri bir rüyada ceylan görürse, diğerleri telaşla uyanır uykudan. Her mahallede aynı oyun oynanır, akşamları aynı dizi izlenir, saksılarda aynı çiçekler yetiştirilir. Aynı kadına âşık olunur.” (AH.s.20)

Taze gelin kocasını işe gönderirken ondan ilgi bekler. Onu uğurladıktan sonra kocasının dönüp ona bakmasını ister ama her defasında umutları kırılır. Öykünün bir diğer kahramanı delikanlı, işsizlikten, babasının homurdanmalarından bıkkın bir ruh haline sahiptir. Yolunu çizmek istemekte ama kendini kararsızlık içinde bulmaktadır. Yirmi yıllık tapu memuru, işyerine yeni gelen kadın memurun görüntüsüyle boğuşur. Onun görüntüsü bir türlü gözünün önünden gitmez. Karısının bu durumu anlamasından utanır. Mahcubiyetinden karısının yüzüne bakamaz. İhtiyar kadın, evinin balkonundan kasabada yaşananları izler. Hayatı “Harcanmak üzere verilmiş bozuk paralar olarak kabul” eder.(AH.s.19) Bu yüzden hayattan bir beklentisi kalmamıştır. Yapacakları bitmiştir. Günler geçerken günlerden ona kalan, taşan bir “mutluluk ânı” yoktur. Anlatıcı gün başlangıcını anlattıktan sonra kasabadaki yaşamın tek düze olduğunu ve olacağını şiirsel bir anlatımla vurgular. Daha sonra kasabada akşam yaşanacakları anlatır.

“Gün başlıyor kasabada. Sanki farklı bir gün olacakmış gibi herkeste bir telaş. Oysa gün başlayacak ve bitecek ve hiçbir şey değişmeyecek.

Çünkü burası taşra,

Hep aynı zaman yaşanır burada, hep aynı saat, hep aynı dakika. Gün doğar gün batar hiçbir şey değişmez.

Herkes aynı kaderi yaşar burada, ne bir eksik ne bir fazla. Bu yüzden kasabada herkes birbirine benzer. Genci de yaşlısı da aynıdır. Aynı koku kanlarına girer, hücrelerine yerleşir. Aynı lekeyi taşırlar bir ömür boyu. Çıkış yoktur bu kasabadan, gide gide buraya varılır. Herkes birbirini iter kendi boşluğuna ve her çığlık kendi boşluğunda boğulur.

Çünkü burası taşra,

Burada eksilmektir hayat. Burada herkese yetecek kadar sıkıntı var, herkese yetecek kadar karanlık. Zaman sessizdir burada, insanın sessizce yanından geçer, hissedilmez bile. Zaman bir yüktür burada, nefes aldırmaz, düş kurdurmaz. Burada zaman, yaşanan değil öldürülen bir yerdir. Burada yaşandığı için değil, geçtiği için sevinilir zamanın. Burada en bol olan şey zamandır, düzgün ve yavaş akar.

Çünkü burası taşra,” (AH.s.19-20)

İsmail Isparta, “Birdenbire, Ansızın Hayat” adlı yazısında bu öyküye şöyle değinir.

“Taşra Fragmanları ise kendi küçük sularında boğulan, kendilerinin bile inanmadığı bir hayatı süslemeye çalışan taşra insanının ve sürekli aynı zamanın yaşandığı, herkesin aynı kaderi yaşadığı taşranın anlatıldığı bir öykü.” 115

Öyküden alıntılanan ifadelerden bu sonuca ulaşmak mümkündür. Özlem Karapınar ise Kaçak Yolcu sitesinde yayımlanan “Ve Hayat, Ansızın…” adlı yazısında bu öyküdeki betimlemelere dikkat çeker.

“Taşra Fragmanları, ruhsal portre tasvirleri yanında fiziki tasvirlerin de ön plana çıktığı öykülerden biri. Öyle ki yazarın anlatımı duyulmaz oluyor bir süre sonra, uzaklaşıyor yazarın sesi kulaklarımızdan, kelimeler uçuyor. Okuyucu bizzat bahsi geçen kasabaya iniyor, sokaklarda dolaşıyor.”116

Anlatıcı, öykünün son bölümünde yaşanacakları anlatır. Taze gelin, kocasına çocuk doğurarak kendini ispat etme düşüncesinde olacaktır. Tapu memuru evine gitmek yerine sıkıntılarından uzaklaşmak için kahveye gidecek, karısı onun ve oğlunun eve gelmesini bekleyecektir. Delikanlı reklam afişlerinin yanından geçerken hayattan kurtulacağı hayaline kapılacaktır. İhtiyar kadın, balkondan sokakta yaşananları seyredecektir. Ancak hiçbir şey değişmeyecektir. Anlatıcı bu vurguyu

115

İsmail Isparta, “Birdenbire, Ansızın Hayat”, http://www.yenisafak.com/kitap/birdenbire-ansizin- hayat-664613 (Yeni Şafak Kitap Eki, Erişim tarihi 06.06. 2017)

116

Özlem Karapınar, “Ve Ansızın Hayat”, http://kacakyolcu.com/ansizin-hayat/ (Kaçak Yolcu Kültür Sanat ve Haber Sitesi, Erişim tarihi 26.11.2016)

hem cümleleriyle hem de öykünün başında kullandığı ifadeleri laytmotif şeklinde öykünün sonunda kullanarak ortaya koyar.

“Hep aynı zaman yaşanır burada, hep aynı saat, hep aynı dakika. Gün doğar gün batar hiçbir şey değişmez.

Bugün de öyle olacak. Gün başlayacak ve bitecek ve hiçbir şey değişmeyecek.” (AH.s.20)

2.1.8.2. “Genç Ölmek”

“Genç Ölmek” öyküsünde “kasaba” yaşamının olumsuz yönleri Nihat’ın kasabaya başkaldırısı ve anlatıcının ona olan gizli hayranlığı ile aktarılır. Anlatıcı, çocukluk arkadaşı Nihat’ın kasabaya başkaldırısının öyküsünü anlatır. Kasabanın olumsuzluğu Nihat’ın cesaretli, hayalperest kişiliğinin, dik başlı duruşunun yüceltilmesini sağlar. Anlatıcı, arkadaşı gibi olamayışının (kasabaya karşı savaşamamanın) üzüntüsünü yaşar ve (Nihat’ın) öyküsünü okurlarıyla paylaşır.

Öykü, anlatıcı ve arkadaşlarının çocukluk yıllarında toplandıkları bir günün anlatımıyla başlar. Nihat, arkadaşlarına yeni izlediği bir filmi anlatır. Arkadaşları onu heyecanla dinler. Onun anlattıklarıyla kasabanın boğucu havasından kurtulduklarını hissederler, kasabadan uzaklaşırlar. Nihat’ın hayal dünyasına bağlanırlar. Ercan Köksal, bu öykünün “hatıralar, özlemler, umutlar, ama her şeyden önemlisi inandığı gibi yaşayan gençlerin trajedisine ayna tut”tuğunu ifade eder.117

“Kahramanımız, her taraftan yağmur gibi yağan okların arasından korkusuzca Bizans ordularına saldırıyor, o vakit ruhumuz göklere yükseliyor, kasaba küçülüyor, tüten sobalı evler, anlayışsız öğretmenler, baba baskısı, bizi bu kasabada boğan tüm şeyler bir anda cenk alanında görünmez oluyor. Artık yavaş yavaş Nihat’ın rüyalarına doğru yol alıyoruz. O ise bazen sesini yükseltiyor, bazen alçaltıyor, diyalogları aynen taklit ediyor bazen de kahkahalar atarak bizi filmin en derin köşesine oturtuyor.” (AH.s.35)

Öykü geriye dönüşlerle anlatılır, Nihat’ın ilkgençlik yıllarında başlar, devamında yıllar içerisinde yaşananlar özet halinde okura sunulur. Tosun’un Post

117

Ercan Köksal, “Kendini Sorgulayan İnsanın Hikâyesini Yazdı”, http://www.dunyabizim.com/necip- tosun/17427/kendini-sorgulayan-insanin-hikayesini-yazdi (Dünya Bizim Sitesi, Erişim tarihi 27.12.2016)

Öykü dergisinde yayımladığı günlüklerine benzer bir biçimde geçmişin anlatımı yapılır. Betimlemeler etkili bir biçimde ortaya konarak kasabanın olumsuz, iç karartıcı yönleri gösterilir. Anlatıcı, çocukluk ve ilk gençlik duraklarına bakarak o günlerde yaşananları, yaralarını sarmak, yarım kalanları tamamlamak ister. Her şeyin o günlerde başlayıp yarım kaldığını düşünür. Geçmişine dönüp o günlerin kendisinde bıraktığı izleri (yaraları) anımsar.

“İnsanın yolu böyle olur olmaz yerde anılarla kesilmeye başlarsa geçmiş onu çağırıyor demektir. Çünkü eksik kalmış bir hikâye, bitmemiş bir serüven, açık kalmış bir yara tamamlanmak, kapanmak ister. Bir süredir hep aynı fotoğrafa yakalanıyorum, ilk gençliğime ait bu kasaba fotoğraflarına… Aslında buna şaşmamak gerekir çünkü insan düşmeye başlayınca nedense hep çocukluk, ilk gençlik durağında durur. Çünkü her şey orada başlamış, her şey orada yarım bırakılmıştır. Oraya dönüldüğünde ise her şey bırakılan yerde duruyor gibidir. Anılar, acılar, yarım bırakılmışlar… Zaten bu yüzden oraya düşer insan. Orada açılmış yaraları kapatmak, sızıntılara gerekçe bulmak, hikâyesini tamamlamak ister. Kanayıp duran bölgelere yeniden bakmak ister. Ve görür ki aslında oradan hiçbir zaman ayrılmamıştır.” (AH.s.36)

Sonrasında hayranlıkla anlatabileceği bir sılasının olmamasından yakınır. Memleketlerini övgüyle anlatan insanlara imrendiğini belirtir. Çocukluğunu, ilk gençlik yıllarını geçirdiği kasabanın çocukluğuna kıydığını düşünür. Bu nedenle de aile ziyaretleri dışında kasabaya gitmek istemez. Öykünün temasının bu bağlamda oluştuğu söylenebilir.

“Âdeta kaçarak uzaklaştığım kasabama aile ziyaretleri dışında dönüp bakmadım. Çünkü benim çocukluğum o kasabada Kızılırmak’ın bulanık sularında sürüklene sürüklene yok oldu. Bu yüzden çocukluğuma kıyan bu kasabayı hiç sevmedim. Çünkü her köşesinde bir yitiğim vardı, bir çıkışsızlığım, kanayan yaralarım.” (AH.s.37)

Hayal kurmalarını çizgi romanlar, kaçamak gittikleri sinemalar sağlar. Onlar dışında bu boğucu havadan kurtulmalarını sağlayan bir hayal dünyaları bulunmaz. Anlatıcının çocukluğuna dair tek mutlu ânı “buzda kaymak”tır. Çünkü mutluluğu çağrıştıran anılarından ziyade mutsuzlukla dolu anları ağırlıktadır.

“Gizli gizli okuduğumuz çizgi romanlarda, kaçamak gittiğimiz sinemalarda kendimize bir yol bulmaya çalışırdık. Karlı gecelerde, çıkışsız dünyama kederle bakıp yastığımı gözyaşlarımla ıslatırken hep buradan, bu kasabadan nasıl kurtulacağımı kurardım.” (AH.s.37)

Kasabaya kafa tutan ve içinde olmasına rağmen mutlu olmaya çabalayan Nihat’tır. Anlatıcıya göre kasabadan geriye öyküsü kalan tek kişi odur. Nihat, arkadaşları gibi “kasabaya teslim olmamış, hep onun dışında, üstünde, bir kartal gibi süzülüp oradan” kasabaya bakmıştır. (AH.s.37) O, kasabadaki tek tip insanlardan farklıdır. “Kasabanın duvarlarına çarpa çarpa bir yol, bir çıkış arayan Nihat’a bakarken kasabaya teslim olmayacağım diyen gözlerindeki kini hepimiz görürdük.” ifadesi bu durumun bir yansımasıdır. (AH.s.42)

Anlatıcı, kendisinden üstün meziyetleri bulunduğu ve her şeyde kendisinden önde olduğu için en yakın arkadaşını kıskanır. Hale Sert, Post Öykü dergisindeki yazısında bu durumu Tosun’un öykülerindeki ortak temaların en belirgin olanını fark’ı yakalayamamış, kendiliğini, fıtratını ortaya çıkarmak için büyük çabalar göster(e)memiş bireylerin sancısı olarak açıklar. Karakterlerin hayalleri ve umutlarının kasabanın, köyün, bir devlet dairesinin sınırlarında yeşeremediğini ekleyerek “Genç Ölmek” öyküsünde bu temanın ayan beyan okunabildiğini söyler.118 Öykünün genelinde Nihat’ın yaptıkları, onun yaşadıkları anlatılır. Özellikle sinemaya gitmek için okuldan kaçarak derslerinden kalması, artist olmak için İstanbul’a gitmek istemesi ve okulu bırakıp kaçması gibi olaylar okura aktarılır. Daha sonraları evliyken kız kaçırması, hapiste öldürülmesi olaylar dizisi halinde verilir. Bütün bunlar Nihat’ın sonunun hızlı geldiğini vurgulamak ve neden kıskanıldığını göstermek için sunulur. Anlatıcı annesinden Nihat’ın ölüm haberini aldığında “rüyalarının söndüğünü” hisseder.

“Gözlerim yaşarmış, rüyalarımın söndüğünü hissetmiştim. Çünkü çocukluğumuzun rüyalarını temsil eden bir kahraman, kayalara çarpıp paramparça olmuştu. Biz kıyıda olup bitenleri seyrederken o kendi macerasını yaşamıştı. Nihat insanları bunaltan, yok eden kasabanın kalbine bir kartal gibi saplanmıştı.” (AH.s.41)

Anlatıcıya göre Nihat hayatındaki her şeyi kısaltmış, kısa ömründe yaşayabileceği her şeyi yaşamıştır. Nihat’ın arkadaşları gibi uzun bir zamanı yoktur. O, rüyalarının peşinden gittiği için acelesi vardır ve “genç ölmeye yazgılı”dır.

“Yirmi yaşına geldiğinde hayatında yaşayabilecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Hayat tespihini hızlı çekmiş, erkenden bitirmişti. Çünkü onun bizim gibi upuzun vakti yoktu.

118

Acelesi vardı, çünkü rüyalarının peşindeydi. Hiçbir zaman oynamadığı o filmlerden fırlamış, kendi hayatını oynuyordu. Filmi uzatamazdı. Eğer acelesi olmasaydı, hayatı herkes gibi zamana yaysaydı, şimdi bir kahvede okey oynuyor olacaktı. Ama o vakit de bu adam Nihat olmayacaktı. Hayır, Nihat genç ölmeye yazgılıydı. Çünkü genç ölmek seçilmiş bir kaderdi.” (AH.s.42-43)

Nihat, kasabanın bütün sıkıntısına boğuculuğuna karşı durabilmiş, hayallerini yaşamıştır. Rüyalarını, hayallerini arkadaşlarına anlatmış, gerçekleri reddettiği için de onları anlatmamıştır. Onun hayalleri ve yaşadıkları bir bütündür. Kasabadaki yaşam onu huzursuz kıldığı için rüyalarını anlatır, çünkü anlatıcıya göre o, anlatarak var olmakta, kasabayı böyle aşmaktadır. Nihat, her şeyi anlatmıştır ama kendi öyküsünü anlatmamıştır. Onu anlatmak anlatıcıya düşmüştür. Anlatıcı her şeyi eksik anlattığını düşünse de “hikâyeyi yaşayan başka, anlatan başka”dır. Ona göre aslında öyküsünü anlattıran Nihat’tır. Ayrıca o, “gerçek bir hikâye anlatıcısıydı ve olağanüstü şeyler yapma ve anlatmaya yazgılı”dır. (AH.s.43)

“Nihat, derin yalnızlığını ve ezilmişliğini, kendine zulmeden çalkantılı hayatıyla örtmeye, gizlemeye çalışmadı, uçurumlarda gezindi, cam kırıklarının üstünde acı çekerek ama bağırmadan ilerlediğini hepimize gösterdi. Kendisine acımadı, çünkü gerçekleri reddediyordu. Bu yüzden bize hiçbir zaman gerçekleri anlatmadı, tümüyle rüyalarını anlattı, hayal ettiklerini aktardı. Yaşadıklarını hikâye etmedi, âdeta yaşayacaklarını anlattı. Bunları anlatma, aktarma ihtiyacı hissetti. Çünkü huzursuzdu, ancak anlatarak var olabiliyordu. Çizgi romanlarda, filmlerde yaşıyordu, kasabayı böyle aşacağını biliyordu.” (AH.s.42-43)

Benzer Belgeler