• Sonuç bulunamadı

3.1. ÖYKÜYÜ ANLAMLANDIRANLAR: KİŞİLER

3.1.1. Kadınlar

3.1.1.2. Öykülerin Geneli İtibariyle Kadın Kahramanlar

Necip Tosun’un öykülerinde kadın kahramanların ağırlığı erkeklere nazaran daha azdır. Öykülere serpiştirilmiş tarzda yer bulurlar. Daha çok etkilenen konumundadır. Etkileyen konumunda olanlar erkeklerdir. Bazı öykülerde ön plandayken öykülerin genelinde arka plandadırlar. Ön planda oldukları öykülerde etkin bir vasfa sahiptirler. Ancak erkek kahramanlarla duygudaşlık durumları çok fazladır. Kadın kahramanların ele alındığı öyküleri kronolojik sırayla inceleyelim.

“Trenler ve Odalar” öyküsünde başörtülü bir genç kız yasaklarla boğuşan bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Başörtülü kız şiir ve müzik sever bir kahramandır. Sezai Karakoç’un Taha’nın Kitabı adlı eserini okur. Dergileri takip eder. Ancak kaldığı yurtta müzik dinlemesi ve şiir okuması yasaktır. Zamanda kırılmalar yaşar. Anlatıcı kahramanın mutluluktan mutsuzluğa uzanan bir yolculuk yaptığını sezdirir. Birinci şahıs anlatıcının kullanılması söylediklerini yaşadığı anlamını uyandırır. “Uzak maviliklerden düştüm diyorum, (…)” cümlesi mutluluğu “Birden mumlar devriliyor içimde, odam tutuşuyor.” cümlesi mutsuzluğu simgeler. (KU.s. 29) Gençlikte olması gereken neşe, mutluluk, eğlence Tosun’un kahramanında eksiktir, yarımdır. Öykünün sonunda olacaklar bunalımlı bir anlatımla okura gösterilir. Kahramanın bol bol anlaşılmaz rüyalar görmesi onun karamsarlığıyla ve yasaklar karşısında yenilgiyi kabullenmesiyle ilgilidir.

“Uçurumlar” öyküsünde kahramanın kız kardeşi, kahraman kadar önemli bir işleve sahiptir. Ağabeyi kız kardeşinin yolunu izleyen bir eylemde bulunur. O da kız kardeşi de hayata yenilir. İkisinin yalnızlığı da intiharla sonuçlanır. Tosun’un kahramanlarının ‘karakteristik özelliği’ olan yenilmişlik hissi bu öyküde de ön plandadır. Komşu kadının ağzından kahramanın kız kardeşinin psikolojik durumu ve hayata bakışı anlatılır. Bu satırlarda yenilmişlik hissini, onun intiharının arka planını görürüz.

“Hele son günlerde iyice koptu dünyadan. Tek başına kaldığı bu evde, akşamları balkona çıkıp saatlerce gökyüzünü seyrederdi. Sanki yanlış bir yere gelmiş gibi uzaklara, hep uzaklara bakardı. Uçup gitmek istiyor gibiydi buralardan. Ama daha fazla dayanamadı. Sonunda, o her akşam sabahlara kadar seyrettiği yıldızlara uçup gitti.” (KU.s.72)

Kadın, anne olarak Tosun’un öykülerinde sıkça yer bulur. “Gece, Anne ve Çocuklar” öyküsünde ölen çocuğunun acısını feryatlarıyla dindirmeye çalışan bir anne görürüz. “Mektup” öyküsünde ise yıllar önce kendisini terk edip Londra’ya giden kızına mektup yazıp ona halini anlatmak isteyen bir anne vardır. Bu anne öykünün başkahramanıdır. Kızının ölümünü kabullenmek istemez, bu gerçekten kaçar. Yakınlarının ‘Kızın öldü.’ demesine aldırmadan kızına mektup yazmak için çabalar. En sonunda mektubu bitirir, kızının ölümünü kabullenir. Yüreğinde kızının sevgisini taşıyan annenin acısını hafifletmek için otel otel gezmesi psikolojik yapısını ortaya koyar.

Anne, Tosun’un kaleminde safiyetin, şefkatin, fedakârlığın ve sabrın timsalidir. “Otuzüçüncü Peron” öyküsünde ailesi yıllar önce kendilerini (davası adına) terk eden kahramanı yıllar boyu “bugün gelecek.” diyerek bekler. Ancak evlatları gelmez. Kahraman yıllar sonra eve geldiğinde annesinin ve babasının sabırla onu beklediğini anlar. Ancak bu süreçte babası ölmüş, annesi hayatta tek başına kalmıştır. Biz annenin içten içe umudu kırılsa da yıllarca sabırla kahramanı beklediğini pijamalarının temiz bir biçimde yatağın üzerinde olmasından, sofrada üç tabak konulmasından anlarız. Oğlunun geldiğinde ise umutları tamamen tükenmiştir. Artık o, gelen kişinin oğlu olduğunu bile anlamaz, eşi zanneder. Annenin zihinsel yapısı, yaşının ve oğlunu kaybetmesinin etkisiyle yıpranmıştır. Anne içine kapanarak kendine yeni bir dünya kurmuştur.

“Bir süre öylece kaldıktan sonra, annesi gözleri tespihte “Bırak bey,” dedi, “dönmez gayri. Otel otel, şehir şehir aramayı bırak. Oğlan geri dönmeyecek. Gitti o, gelmez gayrı.” Sonra bütün diyeceğini demiş, içini dökmüş bir tavırla, yeniden tespihine döndü. “Anne ben geldim,” diyecekti ki vazgeçti. Görüyordu, annesi içine gömülmüş orada bir başka dünya kurmuştu. Işıklarını karartmış, perdeleri indirmiş, sözü tüketmişti. Dışarıdaki çalkantılı hayattan çekilip, ıssız, dingin limana sığınmış, orada, önünden akıp giden hayatı seyrediyordu. ” (OP.s.40)

Otobiyografik özelliklerin ağır bastığı “Süt Kokusu” öyküsünde anne safiyetiyle, çocuğunu koruma düşüncesiyle öne çıkar. Kahramanın annesinin cenazesine yetişememesi, geç kalması bütün öykü boyunca annesini düşünmesini sağlar. Onunla çocukluktan gençliğe ve yetişkinliğe uzanan zaman dilimindeki unutulmaz anlar gözünde canlanır. Annenin koruyuculuk vasfını ortaya çıkaran olaylardan birisi tandırda kahramanın kitaplarını yakmasıdır. Anne kitapları yakmıştır, çünkü 12 Eylül sürecinde evinde yasaklı kitaplar bulunan herkes tutuklanmıştır. O, oğlunu böyle bir durumdan kurtarmak adına onun bütün kitaplarını yakar. Annenin şefkatli yapısını ortaya koyan ân ise küçükken leğende kahramana banyo yaptırdığı sahnedir.

Tosun’un anne olarak ele aldığı kahramanlardan biri de kocasıyla anlaşamayan kızını yanında istemeyip yıllarca ondan mahrum kalan yaşlı bir kadındır. “Bekleyiş Fragmanları” öyküsündeki bu kahraman liman kasabasının kıyısında sürekli kızını bekleyen bir rolle karşımıza çıkar. O, geçmişte kızını kabullenmemesinin pişmanlığını yıllarca yaşar. Bu yönüyle Tosun’un geçmişini sorgulayan ve geçmişiyle hesaplaşan kahraman kalıbına uyar. Öykülerin genelindeki kahramanların tersine -az sayıdaki kahramanlarla özdeş bir biçimde- umutlu bir kahraman olarak dikkat çeker. Kızının bir gün döneceği düşüncesiyle sabırla, inatla, umutla limanda her gün onu bekler.

“Mürekkep Lekesi” öyküsündeki ağır ceza hâkiminin eşi kahraman olarak öyküde yer almasa da öykü içerisinde eşine sadakatle hizmet eden ve fedakâr bir kişiliğe sahiptir. Tosun’un kahramanlarını çevresinden seçtiği düşünüldüğünde bu öyküde kadınların sosyal hayat içerisindeki yerini ortaya koyan bir tavırla ele aldığı görülür. Öyküde kadın kocasının eksiklerini gideren onun arka planında mutsuz olsa da kendini eşine adayan bir kimlikle ele alınır. Bu öyküdeki kadın söylemi Ayfer Tunç’un “Aziz Bey Hadisesi” adlı öyküsündeki Vuslat’la benzerlik gösterir. “Taşra Fragmanları” öyküsünde kadının ele alınışı “Mürekkep Lekesi” öyküsüyle benzerlik gösterir. Kadın bu öyküde de mutluluğu kocasının bakışında arar. Ev işleriyle boğuşur. Sosyalleşmeye, mutlu olmaya hakkı yoktur. Mutluluk onun için çocuklarını kucağına aldığı ândır. Bu öyküde kadının yaşamı hakkında çarpıcı

değerlendirmelerin yapıldığı aşağıdaki iki pasaj dikkat çeker. Bu pasajlar Tosun’un öykülerindeki kadın profilini ortaya koyar.

“Gün başlıyor kasabada: kadın bugünkü ev işlerini düşünüyor:

Çiçekler sulanacak, çamaşırlar asılacak, ütüler yapılacak. Her zaman ve her daim gözleri pencerede; geç kalan çocuk, geç kalan koca… Bütün duyguları alınmış; ne arzu ne bir yazıklanma. Mutluluk, mutsuzluk hiçbir şey bilmiyor. Yok böyle biri, yok. Solgun bir ışık gibi dolaşıyor odalardan odalara. Elleri önünde hep kelepçeli, mahzun ve dilsiz. Kanatları kanat germek için evlatlarına, uçmak için değil. Herhangi biri olmaya özen gösterdi, farklılıklarından utandı, boynu eğik, yenik. Çünkü sokaklar dar, kapılar küçük, bu yüzden hep eğilip geçmeli oradan. Hep hasta gezdi, hep bir yerleri ağrıdı. Ama yaralı bir kuşu sever gibi sevdi ağrıyan yerlerini, kimseyle paylaşmadığı gizli bir hazine gibi. Doktorlar bilemezdi, testler, tahliller. Kendine kaldı hastalığı, ‘bilemediler,’ diye inledi, içinde bir sırrı saklıyormuş gibi, sanki ondan zevk alıyormuş gibi.

Günleri bilmedi, ayları; mevsim ya yazdı ya kış. Ayak tıkırtılarının peşinde bir hayat. Bazen balkon iplerinde asılı yıkana yıkana yıpranmış bir gömlek, bazen soba üstünde unutulmuş portakal kabuğu. Hiçbir provada kavrayamadı hayatı. Hiç içine bakmadı eğilip, hiç ama hiç. Oğlunu ya da kızını kucaklamanın sevincini hiçbir şeyde bulamadı. Evet, kırılmış bir aynaydı o, her parçası çocuklarını gösteren ayna. Kocası çıkıyor, ona yetişmeli, ayakkabısını düzeltmeli..” (Taşra Fragmanları, AH.s.18-19)

“Telefon” öyküsünde fikirlerini ve yaşadıklarını öğrendiğimiz kadın kahraman diğerlerinden farklı yapıya ve kimliğe sahiptir. Hakkını arayan yaşamını yönlendirebilen bir özelliği vardır. Sevdiği insanı zamanın şartlarından dolayı bırakıp giderken hayatı üzerinde nasıl egemense eşi tarafından aldatılınca onu terk etme noktasında da aynı ölçüde egemendir. Ayrıca bırakıp gittiği sevdiğini telefonla arayarak onunla yeni bir yaşam planlarken ve neden bırakıp gittiğini anlatırken kabuğunu kırmış bir insan görüntüsündedir. Tosun’un erkek kahramanlarından bazılarının adı varken hiçbir kadın kahramanının adı yoktur. Onlar hayatın içindeki herhangi bir kadındır. Çevremizde onları görebiliriz.

“Karanlıkta Bir Nokta” öyküsünde yaşlı bir kadın karşımıza çıkar. Hayattan beklentisi tükenen kahramanın ‘karanlıkta bir nokta’ olmasının vakti gelmiştir. Evlatlarının ve çevresinin artık ‘öl dercesine’ attıkları bakışlar kahramanda bu dünyada bir fazlalık olduğu düşüncesini uyandırır. Yaşlı kadın artık ölümü bekleyen bir ruh halini sergiler. O, ölmek için bütün hazırlıklarını yapmış, huzurlu bir ölüme

yol almıştır. Tosun’un Ansızın Hayat kitabındaki kişilerin karakteristik özelliği olan geçmişi sorgulama durumu yaşlı kadında da kendini gösterir. Kadın nasıl ve hangi düşüncelerle yaşlanmıştır? Okur öykü boyunca bu soruların cevabını öğrenir.

Görüldüğü üzere Tosun’un öykülerindeki kadın kahramanlar işlevseldir. Öyküdeki olayların gelişiminde söz sahibidir. Ya varlıklarıyla ya da eylemleriyle öyküye yön verirler. Tosun’un kadın kahramanları sokakta, çarşıda görülebilecek türden sıradan insanlardır. Yaşamlarıyla ve yaşadıklarıyla sıradan oldukları görülür. Ancak Tosun’un kadın kahramanları yaşamlarıyla sıradan olsalar da duyguları ve psikolojileriyle biriciktirler.

Benzer Belgeler