• Sonuç bulunamadı

Kapitalizme Geçiş ve Kapitalizmin İlk Evreleri 13

Belgede Planlamada Yurttaş Katılımı (sayfa 32-35)

3.   KAPİTALİZMİ ANLAMAK 13

3.2. Kapitalizme Geçiş ve Kapitalizmin İlk Evreleri 13

Sosyal bilimlerdeki ana akım söylem kapitalizmin endüstri devrimiyle bağlantılı olduğudur ve bunda doğruluk payı vardır. Teknolojik gelişmeler özellikle buhar

14

makinesinin icadı ve yaygınlaşması karlılığı yani sermaye birikimini daha önce olmadığı kadar arttırmıştır. Ayrıca orta çağ boyunca biriken ve Amerikaların, Afrika’nın ve Avustralya’nın eski kıta imparatorluklarınca keşfiyle aşırı büyüyen sermaye de teknolojik gelişmelerle desteklendiğinde kapitalist döneme girildiği söylenebilir. Sermaye birikiminin ve artı değerin yönlendirildiği yatırım alanları toplumsal örgütlenmenin esas unsurudur. Ancak eklenmesi gereken iki önemli nokta vardır. Birincisi kapitalist örgütlenme biçimleri yukarıda bahsedilen ve 18. yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan gelişmelerle hızlanmasına rağmen ilk ortaya çıkışı insanlık tarihiyle birdir. Çağlar boyunca çeşitli biçimlerde ortaya çıkmış ve benimsenmişlerdir. 18. yüzyıldaki gelişmeler kapitalizmin tüm toplumsal örgütlenmelerin esas unsuru olmasını sağlamıştır. İkinci önemle vurgulanması gereken nokta da kapitalizmin gelişiminin sermaye birikimi dışında nicelleşme kavramıyla açıklanabileceğidir. Burada emeğin ve özellikle toprağın nicelleşmesinin üzerinde durulacaktır. Toprağın nicelleşmesi toplumsal hayata daha önce olmayan bir yenilik getirmiş ve mekanların şekillenişinde yeni bir etken olmuştur. Kutsallık, gelenek, doğa, vb. tüm diğer etkenlerin üstünde kapitalizmin esas amacı olan karlılık toprağın nicelleşmesiyle birlikte mekanları şekillendiren temel etken haline gelmiştir (Yırtıcı, 2005).

Modern öncesi dönemde toprak el değiştirilebilir alınıp satılabilir bir meta niteliğinde değildir. Feodal dönemde kullanma hakkı (zilyetlik) çeşitli biçimlerde kişilere ya da ailelere verilmiştir. Ya basit çiftçi bir toprak parçasını işleyerek o toprak parçasının kullanma hakkına sahipti ya da bir her kültürde farklı biçimlerde adlandırılan toprak beyi, ağa ya da lord ailesinden gelen hakla belirli bir bölgenin mülkiyet hakkını elinde bulundururdu. Osmanlı’da, örneğin, mülkiyet devlet karşısında 19. yüzyılın ortalarına dek güvence altında değildi. Tüm topraklar devletindi ve çiftçi ya da köylü (kentlerde durum daha faklıydı) toprağı kullanma hakkında sahipti (Keyder, 2006). Bu hakkın devri ya savaşla ya da evlilikle mümkündü. Hiç bir toprak beyi hükmü altında olan bölgeyi satamazdı, çünkü toprak nicelleşmemişti, toprağın maddi bir karşılığı yoktu. Bu durumun yakın döneme kadar Türkiye’de de gözlemlenmesi mümkündür. Erder’in (1996) gecekondulaşma hakkındaki çalışmasında da açıkladığı gibi, gecekondu inşaatının kentliler tarafından işgal, gecekondu sakinleri tarafındansa hak olarak görülmesinin temel sebebi nicelleşme kavramında aranmalıdır. Toprak özellikle iç ve doğu Anadolu’da yukarıda bahsedildiği biçimde onu işleyen aileye

15

aittir. Bu bölgelerden kentlere göç eden ailelerde bu zilyetlik geleneğinin sürdüğü görülür, dolayısıyla yaşadıkları gecekondulara işgal edilmiş gözüyle bakmamaktadırlar, bundan dolayı kendilerini suç işlemiş olarak görmemektedirler. Bu durum özellikle kadastro kurumunun Türkiye’deki gelişiminde net olarak görülmektedir. Her 5 yıllık kalkınma planında kadastral çalışmaların bitirilmesi ön görülmüş ancak günümüzde dahi Türkiye’nin %40’ında kadastral çalışma yapılmamıştır (Erder, S., Panel, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, 2006). Modern dönemin simgelerinden biri olarak görülebilecek kadastro kurumu nicelleşmenin aracıdır. Kadastro geçen arazi artık el değiştirebilir biçime dönüşmüş demektir. Bir maddi karşılığı vardır, vergilendirilebilir. Yani, nicelleşmiştir.

Nicelleşme kavramı, kapitalizmin günümüze kadar girdiği tüm krizlerden başarıyla çıkarak etkinliğini sürdürebilmesinin anlaşılması açısından önemlidir. Kabaca tarif edildiğinde bu başarının sırrı, kapitalizmin ilk ve en kuvvetli güdüsünün, yani karlılığın ve karın artırılması olmasıdır. Nicelleşme kavramı çevreyi oluşturan elemanların tümünü bu güdünün ve kar odaklı düşünüşün nesnesi haline getirilmesini açıklar.

Kar odaklı düşünüşün doğal sonucu krizdir. Kapitalizmin her büyüme dönemi doğal olarak çıkmaza girer, kar odaklı örgütlenme nesnesi kaynakları tükenene ya da karlılığını yitirene dek sömürür. Karlılık yitirildiğinde sistemde yapısal bir değişim ihtiyacı doğar. Bu durum Soja (2000) tarafından büyüme ve yeniden yapılanma döngüsü olarak tanımlanmıştır. Her büyüme dönemi yaklaşık yirmi yıllık hızlı sermaye birikimi ile başlar ve her biri kabaca elli yıl sürdüğü söylenebilecek bu dönemlerin sonlarında bu birikim yavaşlar. Ancak aşırı büyüyen sermaye bir krize yol açar ve tekrar büyüme dönemine dönmek için yeniden yapılanma süreci başlayarak krizi yaratan etkenler sistemin içinde değişime uğrar. Tarihe bakıldığında bu kriz döngülerinin ilki 19. yüzyılın ikinci yarısına denk gelir. Fransız ihtilaliyle kapitalizmin modern öncesi siyasi engelleri yıkarak, teknolojik gelişmelerin de desteğiyle hızlı bir büyüme dönemine girilmiştir. Nihayetinde bu dönem Avrupa’daki çalkantılar ve halk ayaklanmalarıyla son bulmuş ve bir yeniden yapılanma sürecine girilmiştir. Uzun depresyon dönemi olarak anılan bu dönem bu sefer Amerika kaynaklı şirketleşme felsefesi ve en aza indirgenmiş devlet müdahalesi prensibiyle yeni bir büyüme dönemi başlatır. Bu dönem de Birinci

16

Dünya Savaşının yıkımına uğrar ve 1920’lerdeki büyük depresyonla son bulur. Bu dönemde İkinci Dünya Savaşına hazırlanan sanayileşmiş ülkeler yine ABD’den çıkan bir yeniden yapılanma akımıyla karşılaşırlar, bu etkileri hala Dünya’nın çeşitli bölgelerinde ve Türkiye’de de yoğun bir biçimde hissedilen fordizmdir. Henry Ford’un üretim hattıyla temellerini attığı fordizme bir sonraki bölümde modernizm ve kapitalizm perspektifinden daha detaylı bakılacaktır. 1970’lere kadar tek geçerli üretim ve örgütlenme modeli olarak görülen Fordizm bu dönemde sorgulanmaya başlamıştır. Fordizm küreselleşen Dünya’da tek kelimeyle katı kalmıştır. Hızla yer değiştirmesi gereken sermaye çok kısa sürelerde nerede karlılığını artıracak olasılıklar varsa oraya yönelme gerekliliği duymaya başlamıştır. Bunun için binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar ve uzun üretim bantlarının yerini, bir ürünün üretilebilmesi için Dünya’nın çeşitli yerlerine yayılmış küçük işletmeler ve parçalı üretim ve örgütlenme modelleri alması gerekmiştir. Fabrikalarda temeli atılan bu yeni örgütlenme biçimi toplumun diğer alanlarına (yerel yönetimler, sağlık, kentleşme vb.) da adapte edilmektedir. Bu dönem fordizmle yakın bağları nedeniyle ve onun katılığını kırmak için geliştirdiği yöntemlerden dolayı Post-Fordizm olarak anılır.

Belgede Planlamada Yurttaş Katılımı (sayfa 32-35)