• Sonuç bulunamadı

KAPİTALİST SİSTEMDE MUHTEMEL HEGEMONYA: ÇİN

ANONİM ŞİRKETLER

2.3 KAPİTALİST SİSTEMDE MUHTEMEL HEGEMONYA: ÇİN

Arrighi’yi modern dünya sistemi tartışmasında kendisini diğerlerinden özgün kılan nokta yeni hegemonyanın Çin olacağı öngörüsüdür. ABD gücünün azalması ile birlikte yeni hegemonya Asya’ya doğru kaymaktadır. İlk bakışta Amerika’nın sağ kolu olarak adlandırılabilecek olan Japonya yeni hegemonyanın merkezisini oluşturacağı görüşü hakim olsa da yeni merkez Çin’e doğru kaymaktadır. Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasının gücü azalmaktadır. Yeni hegemonya için mücadeleler Batı Avrupa, Japonya ve Çin arasında devam etmektedir. Wallerstein yeni düzenin en güçlü ihtimalinin Japonya olduğunu söylemektedir. Ancak Arrighi, yeniden düzenlenecek olan yeni dünya sisteminin merkezinin Çin’e doğru kaydığını belirtmektedir. İkinci dünya savaşından sonra ABD özellikle Japonya ve Almanya ile yakın temas halinde olmuştur. Almanya ve Japonya’nın olası süper güç ihtimaline karşı sürekli kendi denetimi altında tutmuştur.

Askeri alanda Vietnam savaşında ve devamındaki İrak’taki başarısızlık ile birlikte ekonomi alanındanki başarısızlık, ABD’nin küresel politikada konumunu elde tutmadaki kaybının göstergesi olmuştur. Amerika tek güç olmamakla birlikte en üstün güç olsa bile ABD’nin değişen hegemonik yapısı Çin’i ön plana çıkartmıştır. ABD hegemonyasız hegemonyaya bürünerek kendi gücünü kaybetmiştir.

2.3.1 ÇİN’İN YÜKSELİŞİ

ABD güç kaybederken, Çin yeni merkez olmaya doğru ilerleme aşamasındadır.

Çin’in en önemli gelişim gösterdiği alan ise ekonomi olmuştur. Çin’deki bu ekonomik güç, jeopolitik gücün Çin’e kaydığını gösterir. Çin sadece Doğu Asya’da değil, aynı zamanda Güney Asya ve Hindistan’da da etkili olmaya başlamıştır. Çin’in Hindistan’la olan ticaret hacmi 1994’te 300 milyon dolarken, 2005’te 20 milyar dolara çıkmıştır.163 Çin’in yükselişi her alanda devam etmiştir.

162 Arrighi Giovanni, Adam Smith Pekin’de, ss. 192-193

163 A.g.e., ss. 214-215

Çin, ABD’nin krizi girmesi ile birlikte yeniden düzenlenmekte olan sistemde hegemonyanın en önemli adayı olmaktadır. Çin, gerek yeni dünya düzeninde başlıca aktör olması bakımından gerekse de tarihsel olarak Avrupa’dan çok farklı yol izlemesi bakımından dünya sisteminde çok önemli yer tutmaktadır. Daha önceki bölümde de kısa bir şekilde açıklandığı gibi, Arrighi’nin ifadesiyle, Çin farklı bir kapitalistleşme yolu izlemektedir. Bu noktada Çin’in kapitalist merkez olma süreci Avrupa’dan çok daha farklı şekilde gerçekleşmiştir. Arrighi, kapitalizm süreci iki farklı şekilde ele almaktadır: Doğal olmayan yoldan kapitalistleşme ve doğal yoldan kapitalistleşme süreci. Doğal olmayan kapitalistleşme süreci, Avrupa’nın öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Kapitalizmin bu biçiminin temeli uzun mesafeli ticarete dayanmaktadır. Doğal yoldan kapitalistleşme süreci ise Çin’in öncülüğünde sağlanmıştır. Bu tür kapitalizmin temeli ise uzun mesafeli ticaret değil, ulusal pazar oluşturmaktadır.

Avrupa’nın karakteri olan uzun mesafeli ticaret anlayışı beraberinde sürekli bir askeri rekabet getirir, ve bundan dolayı Avrupa’da barış ortamı pek yoktur. Avrupa’daki silahlanma yarışı ise güç dengesi ile ilgilidir. Avrupa’da güç dağılımı kısmen eşittir bu yüzden sürekli bir savaş ortamı vardır. Bu durum Avrupa’daki kalkınma yolunun dışsallığı ile bağlantılıdır. Bu dışsallık Smith’in Avrupa’nın doğal olmayan kapitalist sürecine denk gelir. Bunun aksine Doğu Asya’da ise askeri rekabet ve dışa açılma yoktur bundan dolayı da beş yüzyıldır barış içindedirler. Silahlanma yarışı çok fazla yoktur çünkü güç dengesi Çin lehinedir. Dışa açılma olmadığı için kalkınma yolu içseldir.164 Kalkınmanın temel koşulu ulusal pazardır. Ulusal pazarda en önemli nokta ise tarımdır. Pazar ekonomisi Çin’de çok büyüktür. Ancak Arrighi’ninde belirttiği gibi, pazara dayalı kalkınmayı kapitalist yapan kapitalist kurumun varlığı değil, devlet-sermaye ilişkisidir. Çin’deki pazar ekonomisi zamanında Avrupa’ya oranla en büyük ekonomisi olmasına rağmen devlet bireylerin kapitalistleşmesine izin vermemiştir. Çin’in temeli tarım olmak üzere ulusal pazar oluşturmakta yatar. Dünyanın en büyük pazar ekonomisine sahip olmasına rağmen 16. yüzyılda dünyanın merkezi olmamasının sebebi hem devletin buna izin vermemesi hem de Çin’in dışarıya açılmaması, denizaşırı seferlere çıkmamasıdır. Bu durumda Asya gelişen ve dışarıya açılan Avrupa karşısında zayıf konuma düşmüştür. Bu zayıflık özellikle İngiltere hegemonyası döneminde ortaya çıkmaktadır. Afyon savaşları ile birlikte Çin Avrupa kökenli kapitalist sisteme entegre olmaya başlamıştır.

164 A.g.e., ss. 317-324

Ancak Amerika hegemonyasının çöküş süreci ile birlikte yeniden merkez olma mücadelesi veren Çin, bu dönemde yeniden düzenlenen dünya sisteminde merkeze en yakın adaydır. Çin’in eski döneminin aksine yeni dünya sisteminde merkeze en yakın aday olmasının sebebi daha önceki eksikliklerini kapatmasıdır. Çin 16. yüzyıldada en büyük pazar ekonomisine sahipti ama devletin kapitalistleşmeye izin vermemesi ve denizaşırı yayılmayı düşünmemesi Çin’i kendi hapishanesine mahkum etmiştir. Burada en önemli etken devlettir. Ancak 21. yüzyılda ki Çin’de, Çin hükümetinin kalkınmadaki teşviki üzerindeki rolü arttı ve Çin hükümeti, ihracata yönelik avantajını ulusal ekonominin avantajıyla birleşti.165 Ulusal pazardan hareketle dışa doğru bir açılma ile Çin yeni dünyanın merkezi konumunun en güçlü adayını oluşturmaktadır. Bu açılımın ve açılımle gelen öncü rolünün temeli parti devleti ile iktisatın ortak hareketi vardır. Çin dışa açılarak artan sermayeyi kullanmıştır ve bunu devlet önceliğinde gerçekleştiriyor. Çin Ulusal Petrol Şirketi, Çin Ulusal Açık Deniz Petrol Şirketi, Çin Petrol ve Kimya Şirketi, Çin Demir Dışı Metaller Madencilik Şirketi gibi işletmeler çin devleti tarafından desteklenmektedir.166 Çin’in ekonomisinde yüksek performans sağlayan üç unsur vardır. İlki, ihracata yönelik ve düşük maliyet avantajına sahip üretim; ikincisi, başta ağır sanayi ve altyapı alanlarıda olmak üzere yüksek yatırım oranı; ve üçüncüsü ise büyümeyi finanse eden yüksek tasaruf oranlarıdır.167

Çin önderliğinde yeniden düzenlenmekte olan dünya konjektüründe yapısal değişim gerçekleşmektedir. A.B.D kendi hegemonyasını oluşturduktan sonra hegemonyanın devamlılığını çift kutuplu bir dünya anlayışı üzerinden yürütmüştür: Sovyetler’e karşı ABD. Bu süreç içerisinde Amerika hegemon gücünü kaybetmeye başlamıştır ve başlayan bu süreç Arrighi’nin de belirttiği gibi Çin’in güçlenmesine doğru gitmiştir. Soğuk savaşla dönemindeki çift kutuplu dünya konjektürü, savaşın bitimiyle birlikte tek kutuplu bir dünya düzeni ortaya çıktığı düşünülmüştür. Ancak dünya konjektürü tek kutuplu bir hale değil, daha çok kutuplu şekle bürünmüştür. Bir yandan Amerika, AB ve Japonya, diğer taraftan BRICS bloku. Bu bağlamda Barnanke yeniden oluşturulan dünya düzeni değerlendirilmesinde eski kavramların yeterli olmadığını düşünmüştür. Barnanke’ye göre

‘merkez-çevre’ kavramı günümüzdeki karmaşık yapıyı açıklamada yetersiz kalmıştır.

165 A.g.e., ss. 353-370

166 Atlı Altay, “Değişen Çin ve Kriz Sonrası Dünya Düzenindeki Rolü”, Küresel Kriz ve Yeni Ekonomik Düzen, der. Fikret Şenses-Ziya Öniş-Caner Bakır, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 305-306

167 Atlı Altay, “Değişen Çin ve Kriz Sonrası Dünya Düzenindeki Rolü”, a.g.e., s. 288

Merkez-çevre modeli ABD ve Avrupalı güçlerin küresel sistemdeki baskın konumuna odaklanmıştır. Ancak yeniden oluşturulan dünya düzeni ‘çok-kutupluluk’eksenine doğru evrilmektedir.168

Arrighi’nin bahsetmiş olduğu Çin’in doğal yoldan kapitalistleşme mücadelesi, Çin’in önceki merkezlerden farklılığını ortaya koymaktadır. Arrighi bu farklılığı vurgularken, dikkatini özellikle iki noktaya çekmiştir. İlk olarak Çin’in dışa yayılmacı politikasıdır. 15-18. yüzyıl arasındaki Çin ile günümüzdeki Çin arasında en önemli farklılık burada yatmaktadır. Günümüzde Çin artık küreselleşen dünyada kendine yer edinmeye başlamıştır. İkinci farklılık ise Çin hükümetinin tutumunda görülmektedir.

Devlet yoluyla bir kapitalistleşme süreci yaşanmaktadır. Arrighi bu farklılıklar doğrultusunda Çin’in kapitalizmin farklı türüne odaklanmıştır. Ancak yeni dünya düzeninde Çin’in hegemonya sürecinin farklı değerlendirilmeleri de mevcuttur. Yaygın bir anlayış olarak Çin’in hegemonya süreci kapitalit pazar ekonomisinden farklı olarak sosyalist pazar ekonomisinde gerçekleşmesidir. Jinguan Jiang’a göre Çin sosyalist aşamanın başlangıcındadır. Jiang, sosyalist bir pazar ekonomisinden bahsedebileceğini belirtir. Sosyalist pazar iki ekonomiyi içermektedir. Plan ekonomisi ile pazar ekonomisi.169 Jiang, Çin’de ilk başta plan ekonomisinin olduğunu belirtmiştir. Plan ekonomisinde tek bir özne vardır. Plan ekonomisinde hükümet tek yetkilidir. Jiang’ın bu gözlemi, Arrighi’nin 15-18. yüzyıllar arasındaki Çin’ini göstermektedir. Bu dönemde Çin en büyük pazar ekonomisine sahip olmasına rağmen, hükümet Çin’in kapitalistleşmesine engel olmaktadır.

hükümet burda tek yetkilidir. Süreç içerisinde Çin, planlı ekonomiden meta ekonomisine doğru reformlar aracılığıyla ve yavaş bir şekilde dönüşüm yaşamıştır. Bir yandan kendi ilk özelliğini korumaktadır, diğer yandan meta ekonomisine geçiş yaşanmaktadır. Jiang’a göre, Çin, son tahlilde temel sosyalist sistem ile pazar ekonomisinin birleşimdir.170 Jiang,

168 Ünay Sadık, Kayıkçı Fazıl, “Çok-Kutuplu Küresel Ekonomik Düzen ve BRICS: Kriz Sonrası Sistemik Dönüşüm”, a.g.e., ss. 261-262

169 Jinquan Jiang, Ekonomik Gelişmenin Toplumsal Sınırları, çev. Adnan Köymen, Kalkedon Yayıncılık, İstanbul, 2013, ss.70-80

170 A.g.e., s. 116, ayrıca bkz. Bu birleşim özellikle mülkiyet yapısı ve bölüşüm uygulamalarında açık bir şekilde görülmektedir.çin’in sosyalist pazar ekonomisindeki mülkiyet yapısı iki özellik üzerine kurulmuştur.

Birincisi, kamusal mülkiyetin hakim bulunduğu, diğer yandan kamusal mülkiyet ile birlikte başa baş gelişen diğer çeşitli mülkiyet biçimlerine dayanan yapıdır. Ve bu yapı daha önceki tamamen kamusal mülkiyete dayalı eski yapının yerini almıştır. 1992 yılındaki 14. parti kongresinde, kamusal mülkiyetinin korunmasının yanında diğer çeşitli mülkiyet biçimlerinin de yan yana gelişmesi gerektiği belirtilmiştir. Mülkiyet yapısı üzerindeki reformlarda iki düzeyde gerçekleştirildi. İlk düzey, makro mülkiyet yapısının oluşturulmasıdır. Bu düzey, kamu sektörünün hakim konumunda bulunması ve çeşitli ekonomi sektörlerinin onunla yan yana

Çin’in küreselleşen dünyada merkezi rol üstlenmesinin nedenini Çin’in sosyalist pazar ekonomisi sistemi üzerinden açıklamaya çalışmaktadır. Hem Arrighi, hem de Jiang bu dönemde devletin rölüne ve dışa açılmanın önemine değinmiştir.

Yeniden düzenlenmekte olan bu sistem her ne kadar çok kutuplu görünse de aslında son kertede iki ülke etrafında ve onun çatışmaları altında oluşmaktadır. Amerika ve Çin, yeni dünya sisteminde merkezi hegemon işlevi üstlenme mücadelesi vermektedirler.

BRICS’e dahil olan diğer ülkeler Çin’i takip etmeye çalışmaktadırlar. Yeni mücadele çerçevesinde kökleri İtalyan kent devletlerinde atılmış olan kapitalist dünya ekonomisi sırasıyla Hollanda, Britanya, Amerika ve günümüzde de muhtemelen Çin’e doğru kaydırılarak devam etmiş ve etmektedir. Tüm bu süreç zarfında sistem kendi bunalımları ile karşılaşmış ancak sistemin kendisi bu bunalımların üstesinden şimdiye kadar gelmiştir.

Wallerstein ve diğer dünya sistemcilerinin söylediği gibi sistemin orta vadedeki bunalımları çözmesi, sistemi uzun vade de çıkmaza neden olacaktır. Bu bağlamda Wallerstein ifade ettiği gibi kapitalist sistem tarihsel bir sistemdir ve sosyal olgudur, doğum tarihi gibi ölüm tarihide vardır. Ancak kapitalist sistem şimdiye kadar problemlerini çözmüştür ve varlığını devam ettirmiştir. Kapitalist sisteme karşı girişilen haraketler sürekli olarak bir başarısızlıkla karşı karşıya kalmıştır. Sistem karşıtı hareketler sistemin bunalıma girdiği an etkisini gösterip daha sonra etkisini kaybetmektedir ve kapitalist sistem varlığını ve etkisini daha şiddetli şekilde devam ettirmektedir. Son kertede kapitalist sistemden farklı bir sisteme geçiş söz konusu değildir. Bu bağlamda sistem açısından değerlendirildiği zaman özgürlük sorunu ortaya çıkmaktadır. Kapitalist sistemden dışarıya çıkılmadığı sürece sistem açısından ne derece özgürlükten bahsedilebilme ortamı vardır.

gelişmesine izin verilmesi. İkinci düzey, çeşitli ekonomik sektörlerinin birbrileri arasındaki ilişkilerin

tanımlanmasıdır. Bölüşüm uygulamasında ise, neoliberalizmde en yüksek düzeyde fayda ve verimlilik prensibi varken, Çin modeli bir yandan verimliliğe diğer yandan toplumsal adalete uygun bir ölçüde önem vermeyi öngörmektedir.

3. ARRİGHİ VE MODERN DÜNYA SİSTEMİNDE ÖZGÜRLÜK ARAYIŞI