• Sonuç bulunamadı

Kapalı ve Dar, Labirentleşen Mekanlar

2.5. ANLATILARDA MEKÂN

2.5.2. Algısal Mekanlar

2.5.2.1. Somut Mekanlar

2.5.2.1.1 Kapalı ve Dar, Labirentleşen Mekanlar

Labirent izlekli anlatılarda mekan, yalıtık ve tek boyutludur; karakter, zaman, mekan ve onu çevreleyen bütün elemanlarla hatta kendisiyle bile kavgalıdır. Böyle durumlarda mekan, insanı ezmek için üzerine yürüyen karşı güçlerin simgesel bir göstergesidir. Mekanın darlığı, fiziksel anlamda küçüklüğünden değil, karakterin imkansızlığından, kendini orada sıkışmış duyumsamasından kaynaklanır.71

İsmail Gaspıralı anlatılarında daha çok çevresel mekanlar işlense de, az da olsa kapalı ve dar, labirentleşen mekanlara rastlanmaktadır. Bu tür mekanlara, İsmail Gaspıralı’nın Frengistan Mektupları, Sudan Mektupları ve Molla Abbas Fransevî’ye Tesadüf: Gül Baba Ziyareti isimli anlatılarında rastlamaktayız.

Frengistan Mektupları adlı anlatıda Molla Abbas Paris’te yaşadığı dönemde yaşlı bir Fransız kadının şehirden uzaktaki evine arkadaşlarıyla beraber misafir olur.

69 Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan-Eser, s. 169.

70 Ramazan Korkmaz, Yazınsal Okumalar, “Romanda Mekânın Poetiği”, s. 82. 71 Ramazan Korkmaz, Yazınsal Okumalar, “Romanda Mekânın Poetiği”, s. 83.

Birkaç gün sonra kadının Molla Abbas tarafından öldürüldüğü şüphesiyle başkişi M. Abbas hapse atılır. Molla Abbas’ın hapiste geçirdiği dönem ve iç çekişmeleri şu şekilde aksettirilir;

“Ufak bir bölmeye kapadılar. Pencere yüksek, kapı kalın. Yalnız kaldım, ağladım.” (s. 139)

Molla Abbas’ın içerisine düştüğü bu durum hapishane motifi ile verilir. Hapishanenin insan bedenini sıkıştıran, ruhunu ezen tarafına göndermede bulunan alıntı metinde başkişi, kendi içsel sıkıntılarını dile getirir. İçsel anlamda huzur bulamadığı bu mekanda kendisini yalnız hisseder ve ruhsal anlamdaki kırgınlığını ağlamak ile dindirmeye çalışır.

Hapishanede geçen günlerin devam etmesiyle başkişi Molla Abbas’a her şey savaş açmış gibidir. O, içeride bulunduğu süre boyunca kendi benliğini ezen ve ruhsal anlamda çıkış yolu bulamadığı anlarda kendi içsel durumunu okuyucu ile paylaşarak içine düştüğü boğulma durumunu şu şekilde ifade eder;

“Diyar-ı gurbet başımı aşayacak (gurbet diyarı başımı aşayacak) iftira ve Fransız memurlarından gayrı yoldaşım ve refikim (arkadaşım) görünmüyor! Yalnızlık ne olduğunu şimdi bildim. Dost ve refik (arkadaş) kadrini şimdi bildim. Ah bir dostum olsa idi; hâlim ne yengil (kolay), ne hoş olur idi! Fransız baltası (giyotin) dahi bu kadar korkunç görünmezdi.

Bu balta hatırıma geldikçe vücudum buzlap (buz gibi olup), saçlarım dimdik tura (dimdik oluyor)! Geceleri gözüme bir saat uyku girse korkunç düşler (rüyalar) rahat vermiyor. Huda’ya şükür aklım gitmiyor.” (s. 147).

Molla Abbas, hapishane hücresinde geçirdiği günleri derinlemesine ruhsal bir şekilde hissederek varlığını boğan düşüncelerden kendisini alamaz. Yalnızlığın ve korkunç düşlerin verdiği rahatsızlık bütün bedenini ele geçirerek vücudunu buz gibi ediyor. Zihinsel ve ruhsal anlamda bütün dünyanın savaş açtığı bu ortamda başkişinin huzur bulması mümkün değildir. O bakımdan bu tür mekanlar kahramanın psikolojik ruh hali dolayısıyla insanı ezen, ruhunu sıkıştıran mekanlar olarak adlandırılır.

Molla Abbas, sevgilisi Margarita’nın mahkemedeki şahitliği ile düştüğü hapisten çıkar. Ancak Molla Abbas’ın Fransız kadının öldüğü gün kendisiyle beraber olduğunu

söylemeyen Margarita, babasının Molla Abbas ile ilişkisi öğrenir ve kalp krizi geçirerek ölür. Bunun üzerine de Margarita Molla Abbas’ı suçlayarak ondan ayrılır.

Margarita’nın ayrılığı üzerine Paris sokakları Molla Abbas’a ezici ve dar gelir. Mekanın insanı sıkıştıran ve hapseden boyutu Molla Abbas tarafından şöyle ifade edilir; “Sevdiğim kızdan mahrum kalmak ve ayrılmak kaygısı içime zehir ve ağu olup düştü. Halimi niçik (nasıl) tarif edeyim? Bal, şeker gibi lezzetli, tatlı hissiyât ile beraber en acı, en ağu hissiyât karışıp içimde manevî olarak hem cennet hem de cehennem açmış oldu. N’işlemeye (yapacağımı) bilmez oldum. Tahsil-i fünûnu (bilinker öğrenmeyi; öğrenimimi) terk ettim. Bir yerde oturmaz oldum. Parij’in (Paris’in) binaları üstüme yıkılmış bîkayd ahali umumen aks olmuşlar (kayıtsız insanlar hep düşman olmuşlar) gibi görünüyor idi. Hâlimi tarif edecek oluyorum. Hayır böyle de değil. Tarif ve beyan olunamıyor (açıklanamıyor)! (s. 164).

Alıntıda görülen labirent mekan, “içinden çıkılmayacak yer ve durum”dur. Molla Abbas’ın da Paris binalarının üstüne yıkıldığını hissetmesi, mekanın labirent boyutuna gönderme yapar. İnsanı ezen mekan tarzı olarak da karşımıza çıkan Paris’in başkişinin zihninde uyandırdığı süreç, kahramanın mekanı algılama süreci ile ilintili bir durumdur.

Halkın, oldukça zor durumda kalmış insanlar için kullandığı “Dünyanın başına dar ol(-ması)” ibaresi, yine fiziksel bir darlaşmadan çok algısal bir sıkıştırmışlığa, yalıtılmaya ve çatışmaya gönderme yapmaktadır.”72

Molla Abbas’ın da Paris sokakları başına dar olmuştur. Aynı zamanda kişi bu tür mekanlarda kendisi dahil bütün evrenle çatışma halindedir. O bakımdan alıntı metinde geçen “kayıtsız insanlar hep düşman olmuşlar” ibaresi başkişiyi çevreleyen bütün elemanlarla ve hatta kendisiyle bile kavgalı olduğunun göstergesidir.

Kadınlar Ülkesi’nde Molla Abbas üç Fransız ile beraber kadınların erkeklerle ters yüz edildiği bir ülkeye esir olarak düşer. Esir düştüğü bu ülkede Molla Abbas kendini sıklıkla sıkıştırılmış ve bunalmış hisseder.

Molla Abbas ve arkadaşlarının Kadınlar Ülkesi’nden kaçışı sırasında çölde arkadaşlarını kaybetmesi üzerine labirentleşen mekana geçilir;

“Bindiğim bedevî hayvanı, ileride kervan olduğunu feraseti ile bilip heveslenip kuş gibi uçtu. Bir az mahal gidip (biraz yol alıp) arkadaşlarımı gözden coyduktan (kaybettikten) sonra sahrada kendimi tamam yalnız görüp korka tüştüm (korkmaya başladım). Harap dünyada yalnız ve tek kalmış gibi oldum.” (s. 332)

Alıntı metinde görülen labirent izlekli mekan, kahramanın kendisini hapsolunmuş hissettiği yer/durumdur. Bu tür mekanlarda karakterin olaylar karşısındaki tavrı ve duruşu sınanır. Bu tür mekanların diğer bir özelliği de karakteri sınamak ve onun olgunlaşması, kendi beni ile bütünleşmesi bu sınava bağlıdır. Bu tür labirentte kalan başkişi için dünya artık içinden çıkılmaz bir yerdir. Çölün ortasında yalınız ve kimsesiz kalan kahraman, bu tür mekanlarda kendini konumlandıramadığı, gücünü kullanamadığı ve yönünü belirleyemediği bir mekan olarak işlenir. Bu tür labirent izlekli mekanların ana özelliklerinin başında kişinin ölüm ile yüzyüze kalışı gelir.

İkinci olarak ise, çöl, fiziksel anlamda açık ve geniş bir mekan olarak görülse de çölün ortasında yalnız ve tek kalmış olan başkişi Molla Abbas için labirent temalı dar bir mekandır. Uçsuz bucaksız çölün ortasında kendisini bulacak, yerini kesinleyecek ve bedenini sığdıracak bir “kendilik köşesi”73 bulamamaktadır. Bu yüzden Molla Abbas da

uçsuz bucaksız çölde yitme hissinin uyanışı, mekansızlaşmadan doğan bir durumdur ve bunun umutsuzluğu yaşamaktadır.

Molla Abbas Fransevî’ye Tesadüf: Gül Baba Ziyareti adlı anlatının başında isimsiz kahraman kendisini labirentte hisseder. İsimsiz kahramanın hiçbir yerdeliği kendi ağzından şöyle ifade edilir;

“Hiçbir yerde aram (huzur) bulamayan ruhumu dindirmek için dolaşıyordum.” (s. 344)

İsimsiz kahramanın, hiçbir yerdeliğine göndermede bulunan alıntı metinde başkişi mekânsal anlamda konumlanamamıştır. Bu konumlanamayışı ve ruhunun huzursuzluğu yaşadığı/ dolaştığı bütün mekanlara sinmektedir. İçerisine düştüğü içsel açmazın sıkıntısını mekana egemen boyuta geçemeyerek ödeyen başkişiye anlatıdaki mekanlar hiçbir yerdeliğini yüzüne vurur gibidir. O yüzdendir ki başkişi hiçbir yerdeliğini dindirmek için dolaşıyor ve bu tür mutsuzluk mekanlarının ezici inisiyatifle

üstüne tazyik gibi gelişi karşısında yeni arayışlara yöneliyordur. Böylece anlatı kişisinin yürümesi, mutsuz ruhunu konumlandıracak ve açık mekanla birlikte gelecek içsel dinginliğe ve mutluluğa ulaşmaya çabalaması şeklinde yorumlanabilir.